Hesaplaşma(60)

639 97 35
                                    

  Bu bir kaç dakikada gözümün önünde olup bitenlere inanamıyordum. Mustafa Bey ne zaman gelmişti?  Dayım nereden çıkmıştı? Bu hesaplaşma, bu konuşmalar ne zaman olmuştu anlamakta zorlanıyordum. Her şey bir anda olup bitmişti. Bir savaşın ortasında kalmış, tek bir yara almadan çıkmış gibiydim. Olanları hatırlamaya, gözümün önüne getirmeye çalıştım. Az önce Mustafa Bey elinde silahla

"sen benim kim olduğumu biliyor musun?" diye odama dalmıştı. Silahını bir kabadayı gibi sağa sola sallıyor,

"kimse beni şantaj edemez. Sen kim oluyorsun beni, torunumu  şantaj ediyorsun?" diyordu. Şaşırıp kalmıştım, karşımda bir yıl önce gördüğüm o, yaptıklarından pişman olmuş, evlat hasreti çeken bir adam yok, kızgın, avının üstüne atlamaya hazır bir kaplan vardı.

Kendimi toparlayarak, (tabii ki korktuğumdan değil mahcubiyetten)
'benim bir suçum yok, arkadaşım istemeyerek yapmış.' diye  söyledimse de ikna olmadı.

"Sana emanet ettiğim sırlarımı ifşa ettin, bundan sonra etmeyeceğin ne malum. Evlatlarımın, torunlarımın geleceğini tehlikeye atamam, geri ver o kaydı." deyince. Masamı karıştırdım, çekmecelere baktım, defterlerimin altına, kitap rafına göz gezdirdim.

"Buradaydı, şimdi bulamıyorum. Her halde hademe kadın alıp bir yere bıraktı. Bulunca ararım sizi." deyip önüne bir kağıt bir kalem koydum telefon numarası veya bir adres yazması için. Şu an tek istediğim şey bu adamın buradan çıkıp gitmesiydi. Bir az daha kalırsa kalbini kıracaktım. 

"Yalan diyorsun, saklamışsın kaydı. Geri ver dedim."

"Neden yalan söyleyeyim. Dün getirip bıraktı kız buraya. Ben de arkasından cıkınca odada kalmış. Sen git şimdi, bulunca veririm geri."

"Hayır, sen şu kaydı bulana kadar gitmeyeceğim. Buradayım. Bul şu hademeymiş kimmiş, sor ona nereye koymuş."

Artık söyleyecek bir şey bulamıyordum. Yaşlı adam sinirden, belki de yaşlılıktandı,  titreyen elleriyle tuttuğu silahı, cebine soktu. Bu anda kapı açıldı, Polat dayım paldır küldür daldı  içeri. Sekreter,

 'şu an Mustafa Bey'le görüşüyor" deyince kapıyı çalmadan kendini odaya atmıştı. Onu odada görünce istemsizce ayağa kalktım. Polat dayım  masamın önündeki  ahşap sandalyede  oturmuş yaşlı   adamın yüzüne sert bir bakış atıp, bana:

"o, değil mi?" diye sorunca ne diyeceğimi bilemedim.

"O tabii. Böyle pişkin surat ondan başkasında olamaz." diyerek kendi sorusunu kendisi cevapladı ve  yıllardı biriktirdiği lafları yutup, hayal kırıklıklarını haykırdı yüzüne.

"Neden çıktın ortaya? Sahte kimliğinde daha fazla saklanamadın değil mi? diye kinaye ile sordu ona. Adam, karşısında durup iğreniyormuş gibi ona bakan adama

"kimsin sen? Sana ne oluyor?" deyince dayım dayanamayıp;

"Ben, ben, o ortalıkta bırakıp kaçtığın çocuk.  Katilin çocuğu." 

Mustafa Bey bunu duyunca sandalyeden kalkıp ona doğru yaklaştı. Yüzüne baktı dikkatle. Bu bakışlarıyla   unuttuğu birini hatırlamak istiyor gibiydi. 

"sen..." 

"Evet ben. Neden geldin, neden çıktın ortaya? Bıraksaydın, ölü bilseydim seni. Sen kendinden başka kimseyi düşünmeyen zalimin tekisin. Sen, ölümün iki adımlığındayken bile bana gelmedin. Korktun. İfşa olmaktan korktun. 

O zaman, seni trende gördüğümde anlamıştım seni. Korkuyor demiştim ama şimdi hayır. Ne seni yargılayacak sistem var, ne de yargılatacak biri. Buna rağmen gelip görmedin beni. Babaannemi, dedemi, beni, annemi kendi bencilliğine kurban ettin.

SURAYE  (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin