Suraye (43)

733 109 53
                                    

Hayatımız bitttiğini sandığımız zaman başlar. Ne başarısızlıklarımız, ne de kaybettiklerimiz yaşamın bize sunduğu güzellikleri görmezden gelmemize engel olamıyor. Bu güzellikler seni ayakta tutuyor, yaşama aşkı katıyor dünyana, hayatına sıkı sıkı sarılmana neden oluyor. Bu senin için çok önemlidir. Belki bir aşk kadar önemlidir.
Hiçbir umut yokken bir mucize olur ayaga kalkar bir hasta, iyileşir ya ve buna bir aşkın neden olduğunu söylerler ya öyle.

Evet, insanı dünyaya bağlayan tek şey belki de aşktır. Aşık olunca onu doyasıya görmek için, onun üzüntülerini gidermek için, sevinçlerine ortak olmak için yaşamak istersin. Ve kendin için değil, bu kez onun için yaşamak istersin. Onu kötülüklerle dolu bir dünyada yapayalnız bırakıp gitmek istemezsin.

Yaşamak zorundasın, çekmek zorunda hissedersin onun dert yükünü, onun hayattan küsmemesi, kötülüklürle karşılaşmaması için elinden geleni yapmak zorunda hissedersin. Bu aşk diğer aşklara benzemez, sana ihtiyacı olan birine duyduğun bir sevgidir bu. Ve sensiz yapamayacağını anladığın an her şeyi unutursun- tüm başına gelenleri, tüm talihsizliklerini. Hatta huyun değişir, kaplan kesilirsin koruma içgüdüsüyle.

Suraye kocasının, evlatlarının kederi ne kadar acı olsa da, kızı için yaşamak zorunda olduğunu biliyordu ama günden güne büyüyen haline bakınca belki de bana ihtiyacı yok diye düşünüyor. Yine eski acılı ve kederli haline dönüyordu. Onları unutmak yok, onları yaşatmak için, kızını yaşatmak için yaşamak zorundaydı. Hasret kaldığı, nerede olduğunu bilmediği Polat'ı için yaşamak zorundaydı... Bütün bunları bildiği halde bir türlü ayağa kalkamıyor, yaşama aşkını bulamıyordu.

Biliyoruz ki ha deyince silkinip kalkmak, üzerinden dert yükünü atmak öyle kolay olmuyor. En küçük tökezlemede kendini kaybedenler bir daha ayağa kalkamazlarken, bunca başına gelenlerden sonra Suraye'nin hemen ayağa kalkıp hiçbir şey yokmuş gibi davranmasını ondan beklemek adil olamazdı.

Yakınları onu kendi haline bırakmış, zamanla düzelir diye beklerken, zaman da akıp gitmişti. Belki de alışılmıştı onun bu haline, belki de eski neşeli halini unutmuşlardı, kimbilir. Yalnızlığın pençesinde kaybolup giderken, yüzünü hatırlayamadığı babası ve gencecik kardeşinin acısının üzerine, bir de annesinin hali eklenmişti Meleknaz'ın.

Gözünün önünde eriyip giden, saçları bir gecede beyazlaşan annesine ne olacaktı? Ya bir de o bırakıp giderse onu? O zaman hepten yalnız kalırdı.

'Tamam ilgilenmesin, beni görmesin ama hiç değilse yaşasın, odaya girdiğimde nefesini duyayım,' diyordu her gece dua ederken.

Kendini derslerine vermişti. Kitaplar arasında kaybolurken az da olsa hafifliyordu yükü. Her şeyi- olanları unutuyor, dünyanın kitap sayfalarındaki yazılar gibi karmakarışık olsa da içinden çıkılamaz olmadığını, her problemin bir çözümü olduğunu düşünüyordu. Kitapları onu farklı alemlere götürüyorken, bu dünyanın zorluklarından kurtulmanın yollarının, sayfalardaymış gibi verilen her dersi, okuduğu her kitabı ezberliyor, ezberledikçe yalnızlığına çare bulduğuna, bulacağına inanıyordu.

Yine de her defasında kitabı kapatıp yatağa, annesinin yanına yattığında, onun nefesindeki acıyı onun kadar hissediyor, onun kadar yanıyordu yüreği.

Yaşamak için çalışmak, yaşamak için bir şeyler yapmak, İnsanın içinden gelse de gelmese de, her sabah işe gitmek zorunluğu vardı. Belki de insanları kendi başlarına bıraksalar, bir şey yapmamak için her şeyi yaparlar. Ölmek isteğen bir köşede yığılr kalır ve ölürdü. Ama nerede?
Sen yalnız değilsin, yalnız kendin için değil, birilerinin de yaşaması için çalışmak zorundasın. Toprak, vatan, ailen karşısında sorumlulukların var... Ne ala değil mi? Sen ölmek istiyorsun ve bırakmıyorlar.

SURAYE  (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin