Umut (4)

2.1K 201 39
                                    

O olaydan bir kaç gün geçmiş - Suraye evladnın kokusu burnunda tütse de- kaderine razı gelmişti. Annesinin gözlerine baktığında onun şaka yapmadığını anlıyor, çocuğu evlerine getirirse bile- verirlerse tabii- ona bir şey yapacak diye korkuyordu. Alışmış gibi, kabul etmiş gibi görünse de içinde bir hal yolu bulmaya çalışıyor, düşünüp duruyordu. Kerem'in hala yakalanmaması bir tarafdan onu kızdırsa da diğer taraftan- belki evladıma kavuşturur beni diye- umutlandırıyordu da. Aslına bakarsan; Suraye karmakarışık fikirler içerisinde ne düşündüğünü bilmeden geçiriyordu günlerini. Yüzü gülmez olmuş, bir ölü gibi dolaşıyordu evin içinde.

Komşunun gelini, aynı zamanda Suraye'nin arkadaşı Samaye arada sırada, hal hatır sormak için onları ziyaret ediyor, gelirken oğlundan haber de getiriyordu.
Bir gün öyle yemeğini yiyip ortalığı da topladıktan sonra arkadaşına giden Samaye biraz sohbet edip dertleşmesi ardından- Minaye Hanım'ın onların yanından ayrılmasıyla- Suraye'ye sokulup kimsenin duyamayacağı sesle- Hatice Hanım'ın ondan oğlunu emzirmesini istediğini söyledi. Bunu duyan Suraye'nin kalbi sıkıştı, küreğine saplanan sancıdan yüzü buruştu, kolu uyuştu. Ne söyleyeceğini bilmeden dili tutulmuş gibi kıvrandı durdu. Hani korkulu bir rüya görünce bağırmak istersin ya bir türlü sesin çıkmaz, Suraye de öyle hissetti işte. Samaye hiçbir şey söylemeyen arkadaşının acı dolu yüzüne baktı.

"Eyy, bir şey söylemeyecek misin?

Suraye onu dürten arkadaşının sarsmasıyla uykudan uyanmış gibi oldu.

"Ne söyleyeyim, annesi ölmeden yetim kaldı çocuğum, hem de babası yüzünden. Olan çocuğuma oldu, ortada kaldı yavrum."

"Ben de onun için geldim. Annesi varken neden ben emzireyim ki dedim." dedi Samaye Suraye'nin kulağına eğilerek. Suraye duyduklarına inanmayan, boş, ifadesiz gözlerle arkadaşının yüzüne baktı.

"Bırakırlar mı?"

"Aman, annen duymasın dikkat et." Suraye şaşırmış halde

"neyi?" diye sordu.

"Kız, neyi olacak, çocuğu emzireceğini."

"Nasıl yani?"

"Yanisi o ki, onu ben değil, sen emzireceksin."

Suraye Samaye'nin konuşmasından bir şey anlamamış, aval aval kızın yüzüne bakmakta devam ediyordu. Arkadaşının ondan bir cevap beklediğini görünce kendisini toparlayıp duyduklarını onaylanmasını istercesine;

"Ne diyorsun, anlamadım, bir daha söylesene."

"Şimdi bak, beni iyi dinle, sabah erkenden bize gelirsin. Hatice Teyze hayvanların örüşe çıktığı saatlerde çocuğu bize bırakacakmış. O geri dönene kadar emzirmem gerekiyor, dönünce de alıp gidecekmiş zaten. Sen de o sıralarda gizlice bize gelir, evde saklanırsın. Ben de çocuğu alıp emzirecekmişim gibi odaya geçerim, o zaman hem çocuğunu emzirirsin hem de hasret giderirsin."

Suraye sevincini saklayamayıp arkadaşına sarıldı. Samaye'nin o yüzünden, bu yüzünden öptü.

"Allah senden razı olsun, ne muradın varsa versin." diye dualar yağdırmaya başladı.

"Tamam sus, annen anlayacak, bize bakıyor." diye Samaye bahçenin öteki ucunda hasırın üstüne atılmış eski bir minderin üzerinde oturup bakla ayıklamakta olan Minaye Hanım'ı işaret edip  ardından ayağa kalktı.

"Hadi ben gideyim, az sonra kaynanam tarladan gelir, beni evde görmezse yaygarayı goparır. Sağ ol. Ha unutmadan gizli gel ha, kimseye görünmeden."

diye kalktığında Suraye'yi bir daha  uyarmayı  unutmadı.

"Ya kaynanan? Onu ne yapacaksın? Beni görürse söyler. Hem anneme, hem kaynanama. Biliyorsun her ikisiyle de arası iyidir."

"Merak etme, o erkenden çıkar, kayınatamla tarlaya giderler. Sen annene görünmeden, ben söylediğim saatte gel yeter, gerisini düşünme. Hadi görüşürüz."

"Görüşürüz."

Suraye arkadaşını yolcu ettikten sonra annesinin meraklı bakışlarından kurtulmak için,

"Latife nişanlanmış, onu söylüyor, yakında düğünü varmış. Çeyizlerini övüp duruyormuş." diye ne konuştuklarının hesabını verirmiş gibi yalan söylemek zorunda hissetti kendini.
Annesi omuzlarını silkerek;
"bize ne bundan. Gelip gıybet edeceğine evinde biş düşünü yapsın, kaynanası, kaynatası maço katırı gibi çalışır durur, gelini o komşu, bu komşu gezip duruyor."

Suraye annesinin hiçbir şeyden şüphelenmediğine emin olup lafı uzatmadı. O gün sevincinden ne yapacağını bilemedi. Yerinde duramadığından, tühaf sevincinden, neşeli halinden bir şey anlamasınlar diye evi dip köşe temizledi. Yorgan döşeği eyvana çıkardı, pencereleri sildi. Örümçek ağlarını almak için duvarı süpürgeledi. Sildi, süpürdü. Akşama kadar her yeri gül gibi yaptı. Kaç aydır el değmemiş evi iyice temizledi. Yusuf Bey tarladan döndüğünde temizliği fark edince karısına baktı ve eliyle
"ne oluyor? " diye Suraye'yi işaret etti. Minaye Hanım:

"Kendini oyalıyor yavrum." dedi.

"Böyle böyle unutur." dedi Yusuf Bey ve eyvana atılmış mindere oturarak sırtını yastığa dayayıp ayaklarını uzattı.

"Amma da yorulmuşum. Kızım, bir çay versene."

Suraye babasına yakın getirdiği semaverden bir incebelli bardak çay annesine, birini de babasına süzdü, sofraya koyduğu tut kurusu ve incir kurusunun yanısıra bir kaç dişlem de şeker koyduğu kabı babasına taraf itti.

"Aç mısın babacığım? Yemek getireyim mi?" diye sorunca, babası;
"hayır kızım, çayımı içeyim, biraz sonra yeriz" dedi ve büyük büyük yudumlarla çayını içmeye koyuldu. İçerken boğazında ileri geri gidip gelen adem elmasını izledi Suraye küçüklüğünde olduğu gibi. Gülümsedi bir de. Kaç aydan sonra kızlarının yüzünün ilk defa güldüğünü gören anne baba birbirleriyle bakıştılar.

"Giden gitti kızım, artık önümüze bakacağız. Sözümden çıkmazsan huzurumuz kaçmaz." dedi Yusuf Bey. Babasının ne dediğini anlasa da yarın çocuğunu görme umudu yüzünün düşmesine izin vermedi.

"Peki babacığım, sen ne dersen o olacak" dedi ve kederli haliye ah çekerek annesine baktı. Anne yaşlı adamın ahvalini bozmamak için dilinin ucuna gelen kelimeleri yutuverdi.

SURAYE  (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin