Yazardan: duygularım 2.(52)

550 99 45
                                    

Kaç gün kendime gelemedim. Her gözlerimi kapadığımda onun benden kaçarak uzaklaştığı, bana kızarak bakan gözleri geliyordu aklıma. Bu duygudan kurtulmalıydım. Belki bu bir suçluluk duygusuydu ona karşı duyduğum, bilmiyordum. Ben artık kendi içimde tam bir savaş halindeydim. Kendime, ilkelerime ihanet ettiğimi düşünüyor, kendi kendime telkinde bulunuyordum.

Sen Aydın Gündüz'sün, böyle bir şeyi nasıl yaparsın, diyordum sürekli. Daha sonra ismim mi, kalbim mi, diye soruyordum kendime. Beni şahsen tanımayanların gözünde bir yazardım evet, ona da ihanet edecek bir şey yapmamıştım. Ama evde beraber yaşadığım, yıllardır hayatımı paylaştığım kadının tanıdığı adam değildim artık. Ondan başka kimseyi görmeyen ve böyle bir şey olacağını aklına getirmeyen adam yoktu artık.

Kalbimde yeni duyguları bana getiren rüzgarla beraber bir de fırtınalar kopmuş, eskiden ne vardırsa alıp götürmüştü. Sanki hayatımda bundan önce kimse yokmuş gibi, sanki yirmili yaşımda genç bir adammışım gibi hislerle dolup taşıyordu içim. Bu kalbi susturmak zorundaydım. Buna izin veremezdim. Karımı seviyordum, onunla geçirdiğim o günlere ihanet edemezdim. Kızım, o günlerin meyvesiydi. Onu bana armağan eden o kadına bunu yapamazdım. Bütün bu düşünceler beynimde dolaşırken kendimi o kızın mahallesinde, pencerelerine bakarken buldum. Bunca yolu nasıl gelmiştim bilmiyordum. Tek bildiğim bir şey vardı; derhal oradan uzaklaşmalıydım.

Peki kalbim ne olacak? Kurtulabilecek miydi o yangından? Kendime bunu yapmaya hakkım var mıydı? Asıl ihanet bu değil miydi? Kafamda bu sorularla savaşırken istemesem de ayaklarım beni geri - eve götürdü.
Eve asık bir suratla geldim son zamanlarda hep olduğu gibi. Karım yine neyim olduğunu, neden derdimi ona söylemediğimi, sorunlarımı onunla paylaşmadığımı sordu. Bunu yapmadığım için de beni ondan uzaklaşmakta itham etti. Ben de her zaman olduğu gibi öyle bir şey olmadığını, sadece yorgun olduğumu söyleyip geçiştirdim.

"Her şeyden o kadar uzaklaşmışsın ki kızınla ilgilenmiyor, onun evde olup olmadığını bile fark etmiyorsun." diye azarladı bir de beni. Evet benim bir genç kızım vardı ve karımın oturup durup bana bunu hatırlatmasından nefret ediyordum.

"Ben biliyorum, bunun farkındayım. O benim biricik kızım, onu çok seviyorum, kendimden çok seviyorum. Zaten o olmasa ..." deyip söylemek istediğim son sözleri geri yuttum.

"Evet o olmasa ne yapardın? Ne yapardın he? Gider miydin? Boşar mıydın beni?"

Onun bu sözleriyle kendime geldim. Her şeyi anlayacak diye kendimi müdafaaya geçtim.

"Hayır öyle söylemek istememiştim. Neden öyle düşünüyorsun? Beni tanımıyor musun?" Falan filan diye, kadını öyle düşündüğü için utanmadan bir de suçladım. Ve bunu öyle yaptım ki benden özür bile dilemek zorunda kaldı. Bana yaklaştı saçlarımı , yanaklarımı okşadı, boynuma sarılıp af diledi, uzun zamandır bana göstermediği yakınlığı gösterdi. Ve kendimi onun kollarında buldum kapının çalan ziliyle uyandığımda.

Saat on buçuktu, kızımdı gelen ona kızmalı mıydım? Evet, dedim karıma bakınca, onunla aramı düzeltmişken hafiften azarlamam gerekiyordu, sonuçta ilgisiz bir baba olmadığımı göstermek zorundaydım. Bana kalırsa, kızıma güveniyordum, nerede olduğunu sorardım o kadar ama öyle yapmadım, karıma yaranmak için, azarladım kızımı.

"Bir daha tekrarlanmasın, beni seninle başka tür konuşmak zorunda bırakma" dedim. Kızım;

"kızma babacığım, sen de tanıyorsun arkadaşları. Melek'in doğum günüydü. Anneme söylemiştim." dedi.

"Bana neden sormadın? Ben bu evde neyim?" derken

"Sen kaç gündür evde misin?"

"Neredeyim kızım, evdeyim tabii."

"Cismin burada da, ruhun burada değil gibi."

"Kız, benimle doğru konuş, o ne demek, cismin burada ruhun değil, babanım ben senin."

"Senin gibi konuşmaya çalıştım, kusura bakma babacığım, deyip yanaklarımdan öptü."

"Yılışma hemen. "

"Ya babacığım kaç gündür keyifsizsin, ben de seni rahatsız etmedim, annemden aldım izni. Anne, neden söylemedin babama?"

"Bir dahaki sefere benden al izni."

"Olur babacığım." deyip salona geçti Suraye.

İşte güzel bir aile babası tablosu çizmiştim. Böyle olması gerekiyordu. Artık mutluydum. Karımı da inandırabilmiştim, iyi bir eş, onlardan başka kimseyi düşünmeyen iyi bir aile babası olduğuma. Kızım benim gibi bir babası olduğu için çok mutlu olduğunu söylemişti konuşmam ardından. Çok sevinçliydi. Gülücükler saçıyordu etrafına. Onu da mutlu eden bir şeyler oluyordu hayatında, farkındaydım. Kendimi unutup, kızımı böyle mutlu eden şeyin ne olduğunu düşünmek istedim ama yapamadım.

Herkes mutluydu. Gülüyor, kahkahalar atıyorlardı anne kız. Bense iki parça olan ruhumla hiçbir şey düşünemiyordum. Suçluluk duygusuyla kendim gibi, olduğum gibi davranamıyordum. Kendimden nefret ediyordum. Karımın gözünde sadık bir eştim belki de ama kendi gözümde aşağılık bir adam.

Biri tarafından sevilmek miydi beni ona iten, beni birinin gözlerinde, kalbinde, içinde her yere taşıdığını bilmek ya da biri için ilahlaştırıldığını, onun hayat ışığı, yaşama sevinci olduğunu bilmek miydi kafamı karıştıran, yoksa ben de aynı duyguları taşıyordum?
Evet, onun beni gezdirdiği gibi ben de onu gezdiriyordum içimde. Benimle heryerdeydi, işe giderken, yemek yerken, hikaye yazarken, kızarken konuşurken, gözümde, bakışlarımda. Benimle adımlıyordu. Yok yok aynıydı hislerimiz. Hem karşılıklı, hem karşılıksız.

Onun için bunun ne kadar kötü bir şey, yıkıcı bir şey olduğunu düşündükçe içim acıyordu. Bazen, şeytan diyor ki git söyle onu ne kadar sevdiğini ama kendi durumumu düşündükçe bunu ona söylememin onun için daha da yıkıcı bir durum olacağını anlıyor ve vazgeçiyordum.

Belki zamanla unutur, anlamazsa, bilmezse benim ona hislerimi, bunun- bu imkansızlığın peşine takılmaz vazgeçer ve iyileşir. Onun iyileşmesiyle ben de iyileşirim diye düşünüyordum. İşte kafakarışıklığım burada da meydana çıkıyordu.

'Onun beni sevdiği için mi seviyorum?' sorusuna cevap aramaktan vazgeçip, hayatı akışına bırakmak en iyisi, dedim ve bir de bu azaptan kurtulmak için bir bahane dahi buldum kendimce. Kendi hislerim yokmuş gibi onun hislerini eleştirdim bu kez de.

'Beni babasının yerine koyuyor.' dedim. 'Evet yanılıyordur. Bir gün bunun böyle olduğunu anlayacaktır.' Bir azacık olsa da rahatlamıştım. Ondan uzak durmalıydım. Evet bunu yapabilirdim. Koskoca adamım. Hem bunu yapmak bana düşer, evli olan, yakışıksız durumda olan, olgun (ne olgunlukmuş ama) olan bendim.

Az geçmedi kararımı değiştirdim. 'Hatta belki ondan uzaklaşmama gerek yok' dedim.

Hiçbir şey anlamamış gibi yaparsam, böyle bir şeyin olamayacağını anlayıp kendiliğinden vazgeçer. Kararımdan çabuk dönmüştüm. İçimden bir ses bu kararı kendim için verdiğimi bas bas bağırsa da duymazlıktan geliyordum. Hislerimi saklarsam, onu görebilirdim belli bir çerçevede. Rahatlamıştım ondan uzak kalmak kendimi diri diri mezara koymak olurdu bunu da göze alamazdım.

SURAYE  (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin