Yazardan (20)

1.1K 135 32
                                    

Dedenin bütün ailesiyle tanışmıştım neredeyse. Misafirler on çocuk, onların evlatları ve de onların evlatlarıydı. Altmış yetmiş kişilik muhteşem sofrada yeyip içip havadan sudan sohbet etmenin ardından bana malum olan bir yazar olmamdan ziyade buraya Ali Samet'in hocası sıfatıyla gelmemdi. Geliş sebebim de dinlenmek amacıylaymış. Dede misafirleri yolcu ederken geceyi orada geçireceklermiş gibi kalkmadıklarını görünce neredeyse hepsini kovdu.

"Geldiniz gördünüz yazarımızı Rahatsız etmeyiniz daha fazla, haydi hoş gittiniz, evli evine köylü köyüne"

Büyükler mesajı alıp kalktılar. Her birisi benle tek tek tokalaştı giderken. Bu genişlikte aileye sahip olduğu için kıskandım Ağamir amcayı. Bizler üç kişilik aileyi idare edemezken böyle büyük aileyi düzenli bir ordu gibi komuta etmek herkesin harcı değldi. Yaşlı adam gerçek isminin kimsenin bilmemesi için beni tenbihlemiş ağzımdan kaçırmamam için uyarmıştı. Ve ben nedenini bir türlü anlayamamıştım. Özenle yapılıp sofraya dizilen her yemekten yediğimden, tadına bakmamıştım basbayağı doyasıya yemiştim, hareket etmeye halim kalmamıştı. Yolun yorgunluğu üstüne de ağır yemekler ve de alışık olmadığım gürültü beni fazlasıyla hırpalamışa benziyordu. Dede misafirlerini uğurladıktan sonra yüzümden yağan yorgunluğu fark etmiş olacak ki,

"Haydı Aydın, evladım- artık bana ismimle muracaat ediyordu- yukarı çıkalım odan hazır, yat dinlen." dedi.

"Benim de şu an da istediğim tek şey yatıp uyumak." dedim Ağamir Amcaya gülümseyerek. Ev sahibiyle yukarı- odama kalktım. Hiçbir şey düşünmek istemiyordum. Kafam bugünkü sohbetlerden insanların gürültüsüyle fazlasıyla dolmuştu, istesem de düşünemezdim zaten. Yatağıma giderken, karım, kızım geldi aklıma, acaba ne yapıyorlar şimdi, diye kendi kendime mırıldandım. Sabahtan beri aklıma gelmemişlerdi bu yüzden hissettiğim suçluluk duygusunu bastırmak adına suçlu bulmak için fazla çaba harcamadım.

'Günün kargaşasından unuttum sizi, bir haber edemedim'.

Acaba telefon var mı burada bir haber edeyim, diye etrafıma boylandım. Köşedeki dolabın üstünde duran manyetolu telefonu görünce sevindim. Acaba çalışıyor mu, diye elime aldım. Kulağıma gelen düdük sesiyle bu kadar mutlu olacağımı düşünemezdim. Evde durmadan çalan telefonun itici zilinden ne kadar nefret ettiğimi hatırladım.

'Gerektiği zaman kullanılırsa her şey mutlu eder insanı.' dedim içimden. Önce şehir kodunu, ardından evimizin numarasını çevirdim. Çalıyordu. Her zaman olduğu gibi yine de karım açtı telefonu. Neden zamanında haber etmedim diye fırçaladıktan sonra ne zaman geleceğimi sordu. Karımın beni kontrol altında tutma huyunu bildiğimden keyfimin kaçmaması için cevap vermeyip kızımı sordum. Lafı değiştirdiğimi anlamış olacak ki

'kızın iyi' diye alındığı her halinden belli olan ses tonuyla ne zaman geleceğim sorusunu yinelemeyi de ihmal etmeyerek sağollaştı.

Evle konuşmam içimi rahatlatmıştı. En azından eve döndüğümde 'neden telefon etmedin?' diye başımın etini yiyen olmayacaktı. Güzel bir uyku çekebilirdim artık. Yatağıma uzanarak, gözlerimi kapadım.

Gece yarısı yağmurun şırıltısına uyandım. Evin arka bahçesinde-pencerem arka bahçeye bakıyordu- bir demir parçasının üzerine damlayan yağmur tanelerinin "tak tak " diye çıkardığı sesler uykumu kaçırmıştı. Kalkıp pencereyi açtım. Yılın günün bu vaktinde böyle bir yağmur bizim taraflara uğramazdı. Açık pencereden karanlıkta parlayan yağmur tanelerini izledim bir süre. Ünlü bir bestecinin filanca senfonisini dinliyormuş gibi kendimi muziğin mucizeli sesine kaptırdım. Acemi opera sanatçısının sesinde detone notalar duymuş gibi güzelim ahengi bozan o seslere takıldım yine. Bir an dışarıya çıkıp o çelik parçasını bulup, bir yere fırlatmak geçti aklımdan ama vaz geçtim. Kendime söz verdim, yarın mutlaka bulacaktım o çelik parçasını. Yağmurun verdiği serinlikten uykum açılacağına gözlerim kapandı. "Muziğin" tesirindendi her halde. Pencereyi kapayıp perdeyi çektim. Yarım kalan uykuma kaldığı yerden devam ettim.

Sabah olunca araba kornalarının, klor, klor, gatık, gatık(yoğurt) deyen adamların sesiyle uyanmamıştım bukez. Sessizliğin sesine uyanmıştım. Ne güzeldi kendi kendine uyanmak. Tüm yorgunluğunu yatağında bırakır öyle kalkarsın. Kuş kıvraklığıyla kalktım yataktan. Akşam yağan yağmuru hatırlayınca pencereyi açtım. Güneş ağaçların arasından sokularak varlığını nasıl da hissettitiyordu. Temiz ve yeşil yapraklar şehirdeki evimizin önündeki yaprakları toza bulanmış şam ağacının yapraklarını hatırlattı bana, bir de eskik olmayan rüzgarı ve de her estiğinde eve hücüm etmeye hazır olan tozları.

Derinden nefes alıp sabahın oksijenini doyasıya içime çektim. Uyuyanlar rahatsız olmasın diye parmaklarımın ucunda merdivenleri indim yavaş yavaş.
Tahminimin aksine, herkes uyanıktı. Saatime baktım. Sabahın sekiziydi herkes tam takır sofra başında hazır, beni bekliyordu. Ali Samet, Ağamir Amca, Osman Bey, evin hanımı Gülizar Hanım masada yerlerini almışlardı. Masanın üstünde kurulmuş semaverden süzülen pürrengi(tavşan kanı) çay, memlekete özel bal, yağ ve kaymak, ceviz mürebbesi(reçeli) ile güzel bir kahvaltı edip yüzümü dedeye sarı döndüm .

"Biraz dolaşalım mı dedeciğim ne dersin?"

Mustafa dede de bunu bekliyormuş gibi;

"Tabii, az bekle üstüme bir şey alayım çıkarız"

Osman Bey-Ali Samet'in babası;

"baba misafiri nereye götüreceksin sabah sabah?" diye sorunca, dede,

"sen işine bak." deyip yüzünü bana döndü.

"Biliyorum nereye götüreceğimi, sen rahatsız olma"
Osman Bey'e baktım; dışarı fırlamış göbeği, sarı yuvarlak yüzüne sonradan kondurulmuş gibi uzun, karga burnu,
al yanakları vardı. Hafif yanlarda kalmış seyrek saçları, ortası ışıl ışıl parlayan kafasıyla eğlenceli bir görünüşe sahipti.

"Dededen ben istedim gezdirmesini Hacı Murat'ın mezarını ziyaret ederiz belki." dedim.

"O da kim?" dedi Osman Bey. Ali Samet babasına izahat vermek için tarih bilgilerini işe saldı.
"Şeyh Şamil'in muridi. Hani Çar Rusya' sına kan kusturan adam var ya onun naibi...." diye konuşmaya başlayınca Osman Bey onu dinlemeden arabanın kapısını açıp koltuğa oturdu kontağı çevirdi. Hala da anlatmayı sürdüren Ali Samet'e bakıp,

"kapıyı aç...hadi oğlum. Hadi... " diye gülümsedi. Ardından bana bakıp.

"bir soru sormaya gelme saatlerce anlatmaya başlıyor. "diye oğlunun bu halinden memnun ama bilgilerinin kendisinden başka kimseye yararı yok der gibi hafiften gülümsedi ve arabasının kapısını kapatıp elini yukarı kaldırdı.
"Hadi size iyi eğlenceler." Ağamir amca oğlunun arabasının arkasından bakıp;

"bir de iyi eğlenceler diyor." deyip ön koltuğa, yanıma oturdu.

"Mustafa dede, Mustafa dememe kızmıyorsun değil mi?"

"Yanımda kimseler olmadığında söyleyebilirsin."

" Ali Samet söyledi beni o yiğidin mezarına götüreceğini, Osman Bey de öyle söyleyince haberim var diye söylemek zorunda kaldım."

"..."

"Aslında benim seninle başka konuda konuşmam lazımdı. "

"Acele etme konuşacağız ama önce o dediğim yere gidelim sonra. Ayıp olur sonra buralara kadar gelip ziyaret etmezsen."

Memnuniyet ifadesiyle gülümsedim.

"Tabii, tabii."

SURAYE  (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin