Memleket (31)

796 121 26
                                    

Ğün öğlenin yerine gelirken trenden indiler. Eşyaları- tahta bavulları bir at arabasına yükeyip kendileri de bir köşesine oturup yola koyuldular. İstasyondan köye kadar bir saatlik mesafe vardı. Bu sıcakta zor olacaktı gitmek. Suraye kendisine yaslanmış çocuklarının kafasına beyaz şapkalarını geçirdi. İlk kez arabaya binen çocuklar, önce attan korksalar da atın onlara ehemiyet vermeyip yoluna devam ettiğini görünce ağlamalarını kestiler.

Meleknaz paş parmağını ağzına sokup emerken arabanın onu atıp tutmasını beşik sallaması sanıp uyudu. İsmayıl ise yol kenarında gördüğü her şeyi - hayvanların ismini, neden öyle olduklarını, onlara da şu at gibi binilebilip binilemediğini sordu.

Suraye Ali'nin nasıl at bindiğini hatırlayıp, babasının da bir zamanlar güzel bir atı olduğunu, çok güzel at sürdüğünü soyledi. Bunun üzerine İsmayıl, annesinin yakasını bırakıp, bu kez de babasını sorgu suale tutmaya başladı.
Onu da köye varınca atına bindirir mi diye sordu. Babası 'bakarız, oğlum' diye gülümsedi. Oğlunun sorusuyla Tren gar'ında atını teslim ettiği günü hatırladı. Adam atını kardeşlerine teslim etmişti o zaman. Ama şimdi atının yaşayıp yaşamadığını bilmiyordu. İyi baksalar yaşardı.

'Yaşlanmıştır şimdi. Acaba beni görse tanırmı?' diye geçirdi içinden.

"Atlar vefalıdır, sahiplerini hiç unutmazlar" dedi yavaştan. Arabacı başını salladı.
"Öyledir muhakkak."

Arabacı beyaz, pamuk cep mendilinin kenarlarını kıvırarak başına geçirmiş, böylece kendini güneş ışınlarından korumanın yolunu bulmuştu. Saçları dökülmüş, başı keldi. Zayıf, uzun boylu, karga burunlu, yaşlı biriydi. Elden ayaktan düşmese de tarlada çölde çalışamazdı. Suraye adamı biraz daha dikkatle incelerken sol ayağının dizden aşağısının olmadığını fark etti. İhtiyar adam pantalonunun ayağı olmayan kısmının boşta kalan parçasını yukarıya kıvırmış, kemer yerine geçirmişti. Bu kez de arabanın içine baktı, iki baston vardı yanında.

'Her halde onlara tutunarak yürüyor' dedi kendi kendine.
Adamın haline üzülmüştü. Kafasına geçirdiği mendilin altından ter damlaları süzülüyordu. Araba tekerleklerinden çıkan tozlar yüzünü kaplamış, yüzünün rengi gümüşü hal almıştı. Önce üzülse de ihtiyarın hoşsohbeti ve tatlı dili, durup durup Ali'yi kahkahalara boğması, aradabir de İsmayıl'a şaka yapması Suraye'ye adamın halinu unutturdu. Suraye düşüncelerinden utanarak, adama. eksikmiş gibi baktığı için kendine kızdı.

'Adam çocuklarının rızkını kazanıyor, herkesin yaptığını yapıyor. Bu adamın onlardan ne farkı var?' diye düşündü. Hiçbir işe yaramayan, orada burada saklanan, ortada yiyip, kenarda gezen insanları hatırladı.
İhtiyar arabacı İsmayıl'la bayağı kaynaşmıştı. Onu yanında oturtmuş, atın eyerini ona vermişti. İsmayıl sıcağa aldırmadan
'ho, ho' diye adamı taklit ediyor, bir arabacı hali takınarak, tüm fikrini yola vererek, dikkatle ileri bakıyordu.

Ali dalıp gitmiş, yılların hasretiyle, tüm gördüklerini hafızasına kazıyacakmış gibi, pürdikkat etrafı seyrediyor, arada sırada köy halkından tanıdıkları soruyor, bazılarının rahmetli olduğunu duyunca 'Allah rahmet eylesin' diyerek, iyi biri olduğunu da ilave etmeyi unutmuyordu.
Bu arada ağabeylerini de sormuş, durumlarının iyi olduğunu öğrenmişti. Bir abisinin il merkezinde çalıştığını, diğerinin ise kolhoz'da işçilerin başında durduğunu - brigadir olduğunu söyledi.

"Ağrına gitmesin ama iyi bir adam değilmiş senin bu Hamit abin, insanları çok incitiyormuş" dedi.
"Gitmez, gitmez serrtir abim, bilirim" dedi ve devam etti.

"Peki annem nasıl, gördün mü onu son zamanlarda?"
"Çok şükür iyi, çok çalışkan maşallah erkek gibi kadın her şeye yetişiyor."

"Öyledir, annem" dedi ve gülümsedi. Aklına Suraye'yi kaçırdığı zamanlar geldi. Annesi demişti
'git kızı kaçır" diye.
"Al kızı götür şehre, ben arkandayım, abilerini merak etme bir şey diyemezler sana" demişti.
Abileri duyduklarında küplere binmişlerdi.
'Kos koca mühendissin, çoluk çocuklu kadın sana yakışmaz, bize yakışmaz diye ortalığı yıkmışlardı.
Annesi ikna etmeye çalışsa da 'sen değil, biz çıkacağız insan içine. El alem ne der, başkasının karısı o, ayıptır." demiş
"namusumuzu iki paralık mı edeceksin?" diye karşı karşıya gelmişlerdi kardeşleriyle.
Annesi böyle durumda ona arka çıkmış;

'madem seviyorsun, al kaçır Bakü'ye, zaten orada yaşayacaksın. Abilerin de kabüllenir zamanla' demişti. Ali de kardeşleri köyde değilken, fırsatını bulmuş, Suraye'yi alıp kaçmıştı. Üzerinden kaç zaman geçmişti. Abileri onu affettiklerini söylemişlerdi. Barışık için uğraşmışlardı. Suraye'nin babasının çetin ceviz çıktığını, bu işe yanaşmadığını, daha fazla bir şey yapamadıklarını söyleyerek, şu barışma işini zamana bırakmasını tavsiye etmişlerdi.
O yüzden köye gelme işi ertelenmişti.

Annesi daha önce birkaç defa gelse de son iki yıldır ne abilerini, ne de annesini görmüştü. Ailesi burnunda tütüyordu. O böyleyse Suraye ne haldedir şimdi kimbilir, diye geçirdi gönlünden, karısına baktı. Hasretli bakışlarını köylerine giden yola dikmişti. Yol ayrımına gelmişlerdi. Arabacı, atın başını Ali'nin köyüne çevirdi.

Suraye dönüp arkada kalan yola baktı yüreğinden bir şey kopmuş gibi hissediyordu. Zorla sevdiklerinden koparılmış gibi bir hali vardı. Gözleri dolmuştu. Hislerini saklamak için kızını kucakladı, eğilip yüzüne dökülmüş siyah saçlarından öptü. Gizlice yanağına damlayan yaşı sildi. Ali karısına baktı merak etme dercesine. Gözlerini kapadı, açtı. Suraye de ondan güç alarak, sevgi dolu gözlerle gülümsedi kocasına. İçinde hafifleme hissetti.

Ali'nin köyüne vardılar nihayet.
Araba iki kanatlı tahta kapının önünde durdu. Ali, Suraye ve çocuklara yardım edip arabadan indirdi. Eşyaları da indirip, arabacının parasını verdi, ardından
"Mevlam dayı, misafirimiz olsaydın. Bir bardak çay içseydin, sonra giderdin." diye eve buyur etti.

"Yok evladım, sağ ol içmiş gibi oldum. Ben de eve gideyim, dinleneyim azacık. Siz de hoş geldiniz evinize. Kızım, sen de hoş geldin."
İsmayıl, herkese hoş geldin deyip de ona bir şey söylenmediğini görüp,

"dede, ben hoş gelmedim mi?" diye sual edince, herkes gülümsedi.

"Sen de hoş geldin kişi bala" dedi ve yüzünü Ali'ye tutup

"hadi, içeri geçin sıcaktır, çocukları güneş çarpmasın" diyerek, eyeri hafifçe salladı, at yavaş yavaş hareketlendi. Belli ki o da sıcaktan bunalmıştı. Ama evleri yakındı, birazdan sahibi onu azad edecek, suyunu yemini verecek o da bir serinlik bulup dinlenecekti.

SURAYE  (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin