Suraye: Yolculuk (29)

880 128 40
                                    

Arkadaşlarının, iş arkadaşlarının bir bir ortadan kaybolması canını sıkmaya başlamıştı. Bir gün bu dalganın onu da yakalayacağını biliyordu aslında. Kaç yıldır peşinde gölgeyle dolaşıyordu. Karısının bu durumun farkında olmadığını düşünüyordu. Çocukları hala küçüktü. Suraye'ye anlatırsa huzurunun kaçacağından korkuyordu. Hem bilse ne değişecekti ki. En iyisi bu durumdan uzak kalması. Belki de anlamamak, bilmemek en doğrusuydu.

Gittiği her yerde peşlerine takılan kara gölgenin varlığını hissediyordu. Neden izlendiğini bilmeden, bir gün, bir yerde götürüleceği korkusuyla geçiyordu günleri. Sadettin'i, Samedov'u, Veliyev'i her neden izliyorlardısa, onu da o nedenle izliyorlardı. Belli ki ismi kara listelere çoktan geçmişti. Bu listeye geçmek için ise bir sebebe gerek yoktu. Okumuş olman, aklının bir şeylere çalışması yeterdi.

Bundan kurtulmanın bir çaresi olmalıydı. Çocukları, karısını koruması gerekirdi.

'Böyle yaşanmaz, bu işe son vermem lazım.' diye düşünürken buluyordu kendini. Karısının, evlatlarının bu işten zarar görmeden kurtulması mümkün müydü? Bir şey yapmalıydı, ama ne?

Ali çok düşündü, memlekete taşınmaya karar verdi. Suraye'yi Bakü'ye geldikten bu yana memlekete götürmemişti. Bir kaç defa gitmeye niyetlenmiş, her defasında bir şeyler engel olmuştu. Babasının barışmaya yanaşmaması da bu sebeplerden biriydi. Belki orada yaşasalar, baba da inadından vazgeçer, barışırdı kızıyla. İşten eve geldikten sonra karısına toparlanmasını, köye gideceklerini söyledi.

'Sizi yerleştirip geri döneceğim, işlerimi hallettikten sonra bir daha ayrılmamak üzere geleceğim yanınıza' dedi. Suraye ani gidiş kararını sorgulamadan toparlanmaya koyuldu. Çocukların üst başını, gerekli elbise ve eşyaları bohçaya, bavula toplayıp bir kenara koydu. Geri kalan eşyaları kendisinin getireceğini, fazla bir şey almamasımı söylemişti. 'Yarın ola, hayır ola' dedi Suraye ne hissedeceğini bilmeden.

Sabahın köründe kalkıp, Beş yaşlı İsmayıl'ın, üç yaşlı Meleknaz'ın karnını doyurdu, giyindirdi. Belki de başka zaman olsaydı, kaç yıldır fırsatını bulup gidemedikleri köye gidecekleri için bayram ederdi. Ama şimdi- etrafında neler olup bittiğinin farkındaydı-bu yüzden sevinemiyordu bile. Kocasına belli etmese de onun günden güne değişen halinden bir şeylerin ters gittiğini anlamıştı. Ali'nin eve gelmediği o günden sonra hiçbir şeyin eskisi olmayacağını anlamıştı. Kaybolan komşuların, tutuklanan arkadaşlarının, birbirlerine selam vermeye çekinen insanların halınden kötü bir şeyler olduğunu hissediyordu. Önceleri,
"neler oluyor?" diye sormuştu kocasına.

"İyi şeyler olmuyor Suraye. Ama sen içini ferah tut olanlara bakma" diye cevap vermişti. O günden sonra bunun üzerine tek kelime bile konuşmamışlardı. Etrafta mutsuz suratlar, mutsuz anneler, kadınlar gördükçe içi sızlıyor, bir gün bunun kendi başına gelebileceğini tahmin bile edemiyordu.

"Korkma, bana bir şey olmaz "dedi Ali, karısının korktuğunu gördüğünde. Her duyduğu fısıltı ardından.

"İçini ferah tut." dedi, zaman geçtikçe, korksa da ona inanmayı seçti Suraye, duyduklarına kulak tıkadı, duymazlıktan geldi. Görmezlikten geldi, gördüklerini. Yaşamayı seçti. Onlara sunulan sahte ışıltının, parıltının ardını aramadı. Ali de zaman geçtikçe peşindeki insanlara alıştı, görmüyor gibi yaşadı, ikinci çocuğunu kucağına aldı.

"Belki düzelir, belki bir tedbirdir" dedi kendi kendine, inanmayı seçti o da. Ta dünkü olay vuku bulana kadar.

Onun durumuyla aynı olan arkaşlarından biri karısıyla parkta gezerken iyi giyimli bir adam ona yaklaşmış

'bir dakikanızı alabilir miyiz?' diye, gayet nazik bir şekilde, karısının yanından uzaklaştırmış. Adamı köşede arabaya tıkıp götürmüş türlü türlü işkenceler etmişler, yapmadıkları kalmamış onbeş gün süren işgencenin ardından salıvermişlerdi.

Onun geri gelmesi herkesi şaşırtmıştı. Şimdiye kadar böyle durum hiç yaşanmamıştı. Son zamanlarda her tutuklununun çaptırıdığı ceza aynıydı neredeyse: On yıl, yirmi beşyıl sürgün veya idam-kurşunlanarak öldürülme. Bu kez öyle olmamıştı.

Ali de bu duruma herkes gibi şaşırıp kalmışken, bir kaç gün iyileşmek için dışarıdan uzak kalan Hasan, bir çocukla ona, gözlerden uzak bir yerde görüşmek istediğini belirten bir pusula göndermişti. Ali, onun söylediği yere gitmiş, birkaç saat Hasan'ı orada beklemiş, görüşe gelmediği için şüphelenerek, bir şey oldu mu diye endişelenmiş, sormak için evine gidince komşulardan Hasan'ın yeniden tututuklandığını öğrenmişti.

Karısı ve dört çocuğu da ardından götürülmüştü. Ali o zaman onun da vadesinin dolduğunu anlamıştı, peşine takılıp bilgi edinmek için görevlendirilen, buna mecbur bırakılan Hasan, belli ki onu uyarmak istemiş ve anlaşılınca da cezalandırılmıştı.

Bundan o yana yoktu, onun da zamanın tutuklu dalgasına kapılmasına ramak kalmıştı. Belki bir umut, karımı köye, memlekete götürüp güvenliğini sağlayıncaya kadar zamanım olur, diye bu kararını vermişti. Orada kardeşleri vardı, sahip çıkarlardı Suraye'ye ve yeğenlerine muhakkak, diye düşünmüştü.

Belki bir zamanlar tutamadığı sözü de tutabilir Suraye'yi, oğluyla buluştururdu. Ona bunu borçluydu. 'Kaybolup gitmeden bunu yapabilirsem karımın gözünün yaşını bir nebze olsun dindiririm belki' diye düşünürken arabaya yüklediler eşyaları.

"Demiryolu vagzalı'na" (tren garı) diye uyardı şoförü.
İlk defa tren yolculuğu Suraye'yi bir muammaya götürmüştü. Şimdi ise memleketine götürecekti.

SURAYE  (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin