"Bu can bile senin değil, ah ah ne çilen varmış Suraye, doğururken annen seni ateşin ortasına doğurmuş. Sıcağında yanıp kavruluyorsun ama yakıp bitirmiyor seni. Çıkmak istiyorsun yeni alevler sarıyor çevreni, yanıp bitmek istiyorsun yaş odun atıyorlar üstüne. "

'Bırakın öleyim, kavuşayım evladıma, onun raylarda ezilen bedenini kucaklayayım, çok acıyor, bana ihtiyacı var' diye her gün rüyasından kabusla uyanan Suraye, çocuğunun onu beklediğini haykırıyor, günden güne kaybolup gidiyordu.

O kara günden aylar geçmişti. Meleknaz on üç yaşına gelmiş büyümüş güzelleşmişti. Annesinin yüzünü güldürmek için her şeyi yapıyordu. Derslerinde başarılı, akıllı bir kızdı. Her kes -amcaları, yengeleri, öğretmenleri onun ne kadar akıllı bir kız olduğunu söylüyordu.

Suraye ölü gibi gezse de kızına karşı görevlerini yerine getirmek zorunda olduğunu biliyordu. Sağlığı el verdikçe onu sabah mektebe göndermek, sobayı yakıp evi ısıtmak, sıcak çay içirip, bir iki lokma bir şey yedirmek görevini yerine getirmeye çalışıyordu. Ama bu gün yine çok kötüydü. Ayağa kalkamayacak derecede kendini kötü hissediyordu. Sanki dövmüşler gibi, her yeri sızlıyordu, gözlerini açamıyordu baş ağrısından, kafasını kaldıracak hali yoktu. Üstüne üstlük gördüğü kabus onu dehşetler içinde bırakmış, kızının elinden alıp içtiği sudan sonra birazcık kendine gelebilmişti.

"Anne, ben çıktım, geç kalıyorum okula. He biraz geç gelebilirim, Dönerken dükkana uğrayıp defter, kalem alacağım."

deyip yanaklarından öptü annesinin. Suraye:

"Allah'a emanet ol kızım, yalnız gitme dükkana, çocularla git, kar, kiyamettir. İt köpek açtır, saldırırlar Allah korusun. Oyalanmayın oralarda." diyerek tenbihledi kızını.

"Merak etme oyalanmam. Hadi hoşça kal." deyip çıktı Meleknaz.

Gördüğü rüyanın etkisinden çıkamamış Suraye, bir az kendi kendine dua edip,

"hayırlara vesile olsun inşallah." dedikten sonra ayağa kalktı. Zorlukla olsa da ahıra gitti. Buzağını açıp emzirmesi için açıp annesinin yanına bıraktı. Sütünden doyunca içtikten sonra çekilip ayakları altına giren buzağını, annesi dili ile yalayarak üzünü gözünü temizledi, sevdi . Karnı doymuş buzağı sarı ineğin ayakları altında yerini rahatlayıp dizlerini kırıp aşağı oturdu, başını ayaklarına yaslayıp gözlerini yumdu.

"Buzağı bile huzuru annesinin yanında buluyor." dedi ve kızını düşündü. Yalnız kaldığını, ona ihtiyacı olduğu yaşta kendini ondan mahrum ettiğini hatırladı. Yutkundu, gözlerinden süzülen yaşa engel olamadı.

Kış olduğundan dışarıda fazla iş güç yoktu. Ahırdaki işlerini bitirip eve geçti, yatakları toplayıp, sobaya odun koydu. Odayı süpürüp sildi. Yemeği hazırlayıp sobanın üzerine koydu. İş yaptıkça ağrılarını unutan Suraye , kaynayan tencereyi sobanın üzerinden alıp yere koyduktan sonra namazını kıldı, dua etti. Yine göz yaşları içinde, her defasında olduğu gibi, Allah'tan yakın bir zaman da canını almasını, oğlu ve kocasına kavuşturmasını dilerken göz yaşarını tutamayıp seccadesini ıslatıncaya kadar hönkür hönkür ağladı ve yine o günden bu yana hep olduğu gibi yine kızını unuttu.

Ellerini göğe açmış

"tez bir zamanda beni onlara kavuştur Allah'ım" diye yalvarıyorken, kapının telaş ve aralıksız vurulmasıyla ayağa kalkmak zorunda kaldı. Başörtüsünün ucuyla göz yaşlarını silip kapıya çıktı. Kapıyı çalan çocuk onu duyan olmadığını görünce avluya girmiş, merdivenin korkuluklarına vurmaya başlamıştı.

SURAYE  (Tamamlandı)Where stories live. Discover now