Suraye: Sözümü tutmam gerek. (34)

Start from the beginning
                                    

"Bir şey değil, sönürse yakması kolay olmuyor diye."
Kadın cevap vermeyip, yenice pişirmiş olduğu yufkalardan birini aldı, arasına peğnir, tereyağı, şor sürüp dürdü, kütüğün üzerine koyduğu tepsiden testiyi alıp, iki bardağı ayranla doldurdu.
"Şunu arabacıya vereyim de öyle konuşuruz" dedi.

Ali bardağı kadının elinden alıp;
"siz ocağa bakın, ben veririm." dedi. Ayranı ve dürmeği alıp arabacıya götürdü. Mevlam dayını arabada görmeyince arabanın arka tarafına geçti. Adam bastonunu da dizlerinin üstüne koyup, arabasının gölgesinde, çimenlere oturmuştu. Mevlam Dayı Ali'i görünce

"konuşabildin mi evladım?" diye sordu.
Ali elindeki ayran dolu bardağı ve yufkayı adama uzattı.

"Sana gönderdi, iç, serinletir"

"Sağ olsun" deyip ayranı ve yufkayı Ali'nin elinden aldı. Başına çekip, kana kana içti.

"Ziyade olsun evladım, çok makbule geçti...Cevap vermedin, ne oldu, söylemedin mi daha?"

"Nasıl söylenir ki böyle şeyler, kimleri kimseleri yok o çocuktan başka, nasıl söyleyeceğim bilmiyorum."

"Çok zor tabii."
Ali bir şey demeden Mevlam kişi'*nin ona uzatmış olduğu bardağı aldı, avluya geçti. Hatice Hanım yerine oturmuş yufka açmaya başlamıştı Ali'yi görünce
tepsiyi işaret etti.
"Sen de ye biraz, ayranın da ısındı yenisini dök istersen"

"Yok bu iyi" deyip ayranı teknefeste içti.
Yufkaya dokunmayıp, elinin tersiyle ayrana bulaşmış bıyıklarını sildi, söze başladı.

"Buraya gelmekte amacım... Aslında kocanızla konuşacaktım."

"Çocuğum, söylesene, neden evirip çeviriyorsun" diye Hatice Hanım yufka açmaya ara verdi.

"Korkmayın, kötü bir şey yok aslında... Belki de iyi bir şey"
"Sen söyle de."

"Konu torununuz."
"Ne oldu torunuma."
"Sakin olun teyzeciğim, hiç bir şey olmadı. Hem nerede torununuz, göremiyorum."

"Dedesine gitti, ona yemek götürdü."
"Demek öyle, sizin yanınızda yani"
"Nerede olacak ki? Elbette bizim yanımızda olacak"

"Yok, öyle demek istemedim, tabii ki ninesinin, dedesinin yanında olmak onun en tabii hakkı"

"Bana baksana sen, kimsin açık açık söyle kim gönderdi?"
"Hiç kimse, yani hiç kimse göndermedi beni kendim geldim. Aslında biri de gelmek isterdi. Görmek isterdi Polat'ı da..."
"Nereden biliyorsun torunumun ismini?"

Ali;
"bakın, açık açık konuşacağım. Ben Suraye'nin kocasıyım, annesi, oğlunu görmek, ona kendisi bakmak istiyor" diye teknefeste ardardına düzdü kelimeleri. Hatice Hanım dövecekmiş gibi elindeki oklovayı yukarı kaldırdı.

"Sen hangi yüzle gelirsin buraya, hele annesi olacak terbiyesize bak. Evlenmesi yetmiyormuş gibi çocuğunu da istiyor. Benim oğlum, onların yüzünden hapishanelerde. Bunlar da evlenip gününü gün ediyor.
Vay ahlaksız, vay seni terbiyesiz."
dedikten sonra karşısında dikilip duran Ali'e baktı.
"Sen hala burda mısın?"

Ali hiçbir şey söylemeden avludan çıktı. Ya burada kalıp karısına yağdırılan hakaretleri dinleyecekti, ya da çekip gidecekti. Bu durumda Abdullah Bey'i de beklemenin anlamı yoktu. Onun da ne cevap vereceğini biliyordu. Başka bir yolu olmalıydı.
Sesleri duyan arabacı çoktan yerini almıştı, Ali arabaya bindi. Atlar tenbel tenbel hareket etti.
Bir süre konuşmadan gittiler, at ayaklarının ve araba tekerleklerinin çıkardığı sesleri dinlediler.
Arabacı sükutu bozdu.
"Bir faydası olmayacak."
"Neyin?"

"Abdullah'la konuşmanın. Aynı cevabı alacaksın. Kim olsa aynısını yapar. Hiçkimse oğlunun çocuğunu, hem de hapishanedeyken onu bırakıp başkasına kaçan kadına vermez."

"Sen de mi Mevlam Dayı?"
"Ben görüneni konuşuyorum."

"Öyle bir şey yok. Ayrılmışlardı ben onu kaçırdığımda. Hepsi benim suçum, onu ben kaçırdım. O sözlerin hiçbirini haketmiyor."

"Biliyorum. Unuttun mu, ben arabacıyım, her kesden çok ben duyarım, ben işiterim. Eğriyi de doğruyu da, giybeti de, övgüyü de ben duyarım ilk önce. Senin o kızı nasıl kaçırdığını, karının gönlü olup olmadığını biliyorum ben. Biliyorum, yalan ayak tutar yürümez. İnanmadı kimse de. Suraye kızımı köylüsü iyi bilir. O kadın da biliyor da içi yanıyordur, ondan öyle söylüyor."

"İçi yansa da böyle söylemeye hakkı yoktur, evladını vaktinde elinden almasalardı, evden atmasalardı, ben de kaçırmazdım. Ben öyle namussuz adam mıyım? Başkasının karısını kaçıracak kadar şerefsiz miyim?"
"Değilsin tabii"

Mevlam kişi sustu. Ali uzaklara daldı. 'Rezil ettim bunca günü, bir şey de elde edemedim. Hiç olmazsa çocuğu görebilseydim.' dedi kendi kendine.
Uzaktan omuzunda kuru bir ağaç dalına geçirdiği bohça, ıslık çala çala bir çocuğun geldiğini fark etti. Eliyle arabacının omuzuna dokundu.

"Mevlam Dayı durdursana arabayı."
Arabacı bir şey söylemeden durdurdu arabayı.

*Kolhozçu-kolhoz'da çalışan işçilere denir.
**şor-ayrandan yapılan peğnir türü.
***motal peğniri-koyun derisinde saklanan peğnir çeşidi. Tulum peğniri.

SURAYE  (Tamamlandı)Where stories live. Discover now