Suraye: Sözümü tutmam gerek. (34)

Start from the beginning
                                    

Günler böyle, koşturmacayla sürüp giderken Ali'nin ayda bir, iki ayda bir bir günlük de olsa gelişiyle şenlenirdi evleri. Gelirken çocuklar babalarının getirdiği şekerleri hevesle yerken sevinçlerini, yüzlerindeki gülücükleri gördüğünde tüm yorgunluğu, korkusu uçup gidiyordu Suraye'nin. Ali en çok Meleknaz'ı oynatıyordu. O hem küçük, hem de kız çocuğudur, diyordu Ali. Suraye; "İsmayıl gücenir sonra, onu neden kucağına almıyorsun?" dediğinde,
"o bir erkek çocuğu, erkeklere öyle davranırsan, sorumluluklarını bilmezler," diye cevap veriyordu. Kızının şekerden yapış yapış olan yüzüne bir öpücük kondurup, dizinde oynatırken, İsmayıl'ın da saçlarını okşayıp annesini ona, onu da Allah'a emanet ediyordu.
Suraye, kocasının gelişini dörtgözle beklerken, geldiğinde gidecek diye hüzünleniyor, gözyaşlarına engel olamıyordu. Her defasında 'her şey iyi olacak, biraz zaman gerek. Sabret' diyordu Ali. Bunları söylerken Suraye'ye verdiği sözü hatırlıyordu.

Her köye gidişinde,
'Bu kez gideceğim, Polat'tan bir haber getireceğim' düşüncesiyle çıksa da evden fırsat bulamıyordu. Ama bu kez gidecekti, ne olur olsun bu kez gidecekti, varsın evde kalmaya vakti kalmasın. Bu defalık az kalırdı yanlarında yüzlerini görer gerir dönerdi. Bi düşüncelerle trenden indiğinde arabayı Avuçlu'ya sürdürdü.

Köy, çok uzak olduğundan ikindiye doğru ulaştı oraya. Sorup Abdullah Bey'in evini buldu.

Derme çatma, eğri büğrü tahtadan yapılmış küçük kapını tıklattı. Ses gelmeğince, kuru ağaçlardan yapılmış çitin üzerinden avluya baktı.

"Abdullah amca, Abdullah amca" diye seslendi bir kaçkez. Hatice Kadın bahçedeki tek ağacın gölgesine serdiği hasırın üzerinde oturmuş yufka açarken, bir yandan da pişirmekle meşguldü. Kocasına seslenildiğini duyunca elindeki oklovayı sofranın üzerine bırakıp, eski yamalı önlüğünün ununu çırptı, üstünü başını silkeledi. Sonra ocaktaki yufkayı alıp pişirdiği diğer yufkaların üzerine bıraktı.

Ali, Hatice Hanım'ı görünce Abdullah Bey'i çağırmasını ve onunla konuşmak istediğini söyledi. Bir yandan konuşup, belki çocuğu görebilirim diye etrafı inceleğen Ali, Hatice Hanım'dan Abdullah Bey'in evde olmadığını öğrenince bir umut,

"çocuk filan yok mu arkasından gönderebileceğiniz?" diye sordu. Hatice Hanım;

"yok evladım." diye cevap verirken Ali, duyduğu söz karşısında afallayıp kaldı.

"Nasıl, bir torununuz da mı yok?"

Hatice Hanım Ali'ye cevap vermek isterken durdu,

"kimsin sen evladım, hem ne yapacaksın Abdullah Bey'i?"

"Ben mi?"

"Sen. Ne yapacaksın Abdullah Bey'i? Yoksa evladımdan - Keremimden  haber mi getirdin? Ona bir şey mi oldu? Oğluma bir şey mi oldu yoksa?"

"Hayır teyze, hayır, oğlunuzu tanımıyorum, ondan da bir haber getirmedim. Aslında sizinle de konuşabilirim"

"Gel evladım, geç içeri, yufka açıyordum, sıcak sıcak, yersin."

"Sağol teyze, aç değilim, sadece konuşmak istiyorum."
Kadın kapıyı açıp Ali'yi içeri davet etti.
Ali içeri girsin mi, girmesin mi düşünürken kadın,
"gel oğlum, gel, hem dinlenirsin biraz" deyip yolun kenarındaki arabacıya sarı seslendi.
"Siz de gelin, serin ayran var, ikram edeyim."
Arabacı
"sağ ol bacım, siz sohbet edin, ben alışığım. Bir bardak serin ayran verirseniz yeter." deyip kadına teşekkür etti. Hatice Hanım daha fazla ısrar etmeden Ali'yi içeriye aldı, kapıyı kapattı. Çardaktan bir minder getirip yere serdiği hasırın üstüne koydu.

"Sen otur ben evden ayran getireyim, yenice yapmıştım."
Ali, yaşlı kadının getirdiği mindere baktı. Oturmak isterken ocağın sönmek üzere olduğunu fark etti. Kenardaki çalılardan bir ikisini alıp ocağa attı, ocak yeniden tutuştu. Kadın elinde tepsi içinde üç bardak, bir tabakta şor** ve motal peğniri***, tere yağıyla ve de üzeri kamışla örülü küçük cam testiyle geri döndü.
"Ocağı da unuttum, az kalsın sönüyormuş, sağ ol, odun atmışsın."

SURAYE  (Tamamlandı)Where stories live. Discover now