Hasretlik bitse mi? (32)

Start from the beginning
                                    

"Benim suçlu. Onu zorla ben kaçırdım, benim suçlu. Onun hiç bir suçu yok."

"Hele sen, hangi yüzle çıkıyorsun karşıma. Namusumu iki paralık ettiniz."

"Biz kötü bir şey yapmadık, evlendik. Hem de hükümet nikahıyla. İyi mi olacaktı kızınız ömrü boyu bir katilin eşi olarak anılsaydı? iyi mi olacaktı?"

"Allah ona lanet etsin.... Cezasını bulmuş sonunda."

"Evet o cezasını bulmuştur. Peki bu kızın, kızınızın suçu nedir. Kendiniz evlendirmiştiniz onunla sonuna bak ne oldu. O ister miydi, böyle olmasını, hayatının yarım kalmasını?. Evladından uzak kalmayı."

"Bana bak, sen hele hiç konuşma. Ne cesaretle geliyorsun kapıma anlamıyorum..." deyip bir hışımla yere koyduğu çuvalları eline aldı.

"Hadi kadın, geliyorsun gel, yoksa ben gidiyorum "

"Hayır hiçbir yere gitmiyorsunuz beni dinlemeden. "

"Ne yapacaksın, zorla mı tutacaksın?"

"Büyüğümüzsün, büyüklüğünü göster. Affet bizi, suçumu biliyorum, suçluyum ne ceza keseceksen bana kes ama Suraye'yi cezalandırma. Bir suçlu varsa o da benim. Kızınızın bir suçu yok." Yüzünü Minaye Hanım'a döndü.

"Anneciğim, Suraye sizi çok özlüyor. Babacığım, hele torunlarınız. İsmayıl'ı bir görseniz. Suraye Ömer'e çok benzediğini söylüyor. Görmek, sarılmak istemiyor musunuz torunlarınıza. Onların ne suçu var? Dedelerini, nenelerini ne kadar görmek istiyorlar, merakediyorlar biliyor musunuz? Gelirken söz verdim, sizi dedenize götüreceğim diye. Şimdi onlara ne cevap vereceğim. Biz büyükler böyle yaparsak, onlara nasıl öğreteceğiz affetmeyi, bağışlamayı?"

Yusuf Bey, durdu, bir az düşündü. Anahtarı çıkarıp kapıyı açtı, içeri geçti, geçerken de kapıyı açık bıraktı. Ali Yusuf Bey'in arkasından avluya geçti.

**********************************

Ali rahvan yürüyüşle giden atın sırtında Suraye'yi düşünüyordu:

'Babasının barışığa razı geldiğini duyunca çok sevinecek. Annenle babanla barışmak sana iyi gelecek, uzun zamandır gülmeyen yüzün, bir nebze olsun güler belki karıcığım.' Ali karısıyla konuşur gibi içinden konuşuyordu.

"Hele bir barışsınlar gerisi kolay, İşlerimi de halledeyim Polat'ı da alıp geleceğim." dedi ardından. Bu defa sesli söylemişti. Neredeyse köye yaklaşıyordu. Sıcak olsa da atın karnına vurdu yavaştan, at hızlandı.

Suraye avluda eski çardakta oturmuş, düşüncelere dalmıştı. Kocasının nereye gittiğini bilmediğinden, aklına türlü türlü kötü fikir geliyorsa da kovmaya çalışıyor, kendinden uzaklaştırıyordu. Çocukların, 'babam nerede sorularına, babanızın işi vardır' diye cevap verse de kendisini oyalayamamıştı.

"Ne oldu acaba? Bir şey söylemeden gitti. Hiç böyle yapmazdı" diye düşünürken, kapı takırtıyla açıldı. Ali, atın eyeri elinde içeri giriyordu. Kocasının gelişinden gözleri parlayan Suraye, ayağa kalktı, ona taraf gitti. Nereye gittiğini, neden haber vermediğini, başına bir şey mi geldi diye çok merak ettiğini sordu peş peşe.

"Bana bir şey olmaz. Burası benim köyüm, ne olabilir ki karıcığım."

"Korktum işte, sen haber vermeyince..."

"Korkma." dedi. Etrafına baktı sessizlikti.
"Annem, çocuklar nerde?"

"Annen de, çocuklar da uyuyorlar."

"Öyle mi? Hadi gel otur, sana bir şey söyleyeceğim."
Suraye susarak kocasına bakıyor, ne söyleyeceğini merak ediyordu.

"..."

SURAYE  (Tamamlandı)Where stories live. Discover now