Arkamı döndüğümde her hareketimi dikkatle izleyen gözlerin hapsinde olduğumu fark ettim. "Benim hemen gitmem gerek!" dedim. Yatağın çaprazında duran siyah pufun üstündeki hırkamı aldım ve hızla giyindim. Sırt çantamı da tek omzuma astım.

Yataktan kalkarken "Tamam, seni gideceğin yere bırakırım" dedi.

Daha fazla oyalanacak vaktim olmadığından tamam anlamında başımı salladım. O önde ben arkada apartmandan çıktık. Arabasının yanına geldiğimizde o sürücü koltuğuna otururken ben de yanındaki yolcu koltuğuna oturdum. Mahalleyi tarif edip sessizliğe gömüldüm. Sessizliğimizi bir bıçak gibi bölense onun erkeksi sesi oldu.

"Daha önce doğru dürüst tanışma fırsatımız olmadı. Ben Arel Haznedar" dedi. Gözlerini yoldan ayırmadan. Yola diktiğim gözlerimi bu defa onun yüzüne hizaladım.

"Memnun oldum, ben de Zemheri Oflaz" dedim. Saçma bir tanışma olmuştu ama hiçbir şey zaten olması gerektiği sırada olmuyordu.

"Bende memnun oldum Zemheri" dedi. Yüzüne çakılmış çarpık gülümsemesi, yine peyda oldu yüzünde.

Gündüzün üstüne çöken gece gibi çöktü sessizlik aramıza. Evimin bir üst sokağında durmasını isteyene kadar bu sessizliğe ne o müdahale etti ne de ben. Yaptıkları için teşekkür edip indim arabadan ve hızla evin yolunu tutum.

Telefonumdan saate baktım. Babamın bu saatte işte olması gerekiyordu. Evin kapısını sessizce açıp içeri girdim ve adımlarımı salona yönlendirdim. Adımlarım günahkâr bir insanın ateşe yürümesi gibi korkak ve kaçmak istercesineydi. O kapının arkasında benim cehennemim vardı. Salonun aralık kapısını içeriyi rahatlıkla görebileceğim kadar araladım. Annem koltukta uyuyordu. Babamı yolcu ettikten sonra uyuyakalmış olmalıydı. Sessizce salondan çıkıp odama girdim. Hemen banyoya girip ılık bir duş aldım. Ateşim çok olmasa da hâlâ hastalığın ağırlığı vardı.

Hızlı bir duşun ardından banyodan çıktığımda gri keten bir pantolon ve lacivert ince bir kazak giydim. Saçlarımı saç kurutma makinesi ile kurutup taradım. Çantama da ihtiyacım olan birkaç şeyi koyduğumda hazırdım. Siyah deri ceketimi de alıp odadan çıktım. Salona tekrar dönüp annemin yanına gittim. Korkutmamaya çalışarak omzuna uyanması için dokundum. Gözkapakları yavaşça aralandı. Yattığı yerden hızla doğruldu.

"Zemheri! Neredesin sen, telefonlarımı neden açmıyorsun?" dedi.

Sana da günaydın anne! "Zeynep'leydim anne. Telefonum bozuldu galiba çalmıyor. Derse dalınca da seni aramayı unutmuşum" dedim, yüzüne bakmadan.

"Neden benden izin almıyorsun? Emrivaki yapar gibi arkadaşın benden izin alıyor. Neyse bir daha böyle bir şey olmasın. Baban çok sinirlendi. Eğer bir daha böyle bir şey olursa neler yapar biliyorsun" dedi.

Ah, bilmez miyim yiyeceğim dayağı!

"Biliyorum anne. Bir daha olmaz. Ben çıkıyorum" dedim ve hızla odanın kapısına yöneldim. Kaçmak istiyordum. Bu şehirden, hayatımdan kaçarak uzaklaşmak istiyordum.

Düz taban, siyah postallarımı giyip çıktım evden. Bugün okula gitmeyecektim. Ortalık biraz durulana kadar gitmeye de pek niyetim yoktu açıkçası. Yavaş yavaş yürüdüm. Eski bir sahafçının önünde durana kadar yürüdüm eskimiş yolları.

Sahafçıya girip kitaplara bakındım bir süre. Oğuz Atay'ın Tutunamayanlar kitabı ilişti gözlerime. O çok severdi Oğuz Atayı... Elime mazinin tozunu taşıyan eski kitabı aldım. Eski kitapları severdi benim gibi. Kitabın sayfalarının arasına mazinin tozlu kokusu karışınca daha güzel oluyor, derdi. Kitapla beraber kasanın başında, kitaplar gibi yıllanmış ve mazinin huzuru yüzüne çökmüş güler yüzlü amcanın yanına ilerledim ve ücreti ödeyip geçmişi raflar arasına saklamış sahafcıdan çıktım.

ZEMHERİ (TAMAMLANDI)Tempat cerita menjadi hidup. Temukan sekarang