Arkadaşlarıyla olan Whatsapp grubuna yine bir ton mesaj gelmişti. Ama onun asıl merak ettiği kişiden hiçbir şey yoktu.

Başak'a ulaşmak İngiltere kraliçesine ulaşmaktan da zordu nedense bu aralar. Düğünden sonra defalarca ona ulaşmaya çalışmıştı ama tüm girişimleri başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Kuaföre birkaç kez gitmişti ve Başak'ı hiçbir seferinde orada bulamamıştı. Aramalarına da cevap vermemişti. Fakat ilginçtir ki iki kez mesaj atmıştı Çağatay'a 'Ben iyiyim, biraz meşgulüm bu aralar. Seni arayacağım' tarzında bir şeyler karalamıştı. Ama günler geçmesine rağmen hala aramamıştı, yazmamıştı. Amsterdam'da sözleşmişlerdi oysa ki.

Hayatına devam etmek istemiyordu. Kerem, Çağatay'ı her elinde telefonla Başak'a mesaj bırakırken görüşünde "Vazgeç artık," diyordu. Ama Çağatay bunu yapabileceğini sanmıyordu. O Berna konusuna rağmen Başak'tan vazgeçmemişti. Başak için bu gerçekle bile yaşamayı göze alıyordu. Deli gibi, sorunlu bir insan gibi davrandığının farkındaydı. Kendisini istemeyen bir kadına zorla sahip olmaya çalışıyor gibiydi. Ama Çağatay biliyordu ki Başak da istiyordu. Sadece korkuyordu.

Dayanamayıp yine Başak'ı aradı. Defalarca çalmasına rağmen açılmayınca şaşırmasa da hayal kırıklığını her seferinde yaşıyordu. Sinirli bir şekilde telefonu yan koltuğa atıp, aynı gergin tavırlarla arabayı vitese takıp yola çıktı.

Yolda Kerem'e direkt eve geçeceğini haber vererek adliyeden doğruca evine gitti. Evi de son günlerde tam da olacağını tahmin ettiği gibi acayip çekilmezdi. Yalnızlık sinirlerini bozmaya başlamıştı bile. Ama adli tatil dönemi geldiğinde annesiyle babasının yanına, yazlığa gidecekti. Hem diğerleri de mutlaka gelirlerdi o dönemde. Yalnız olmamanın tadını sonuna kadar çıkarırdı.

Arabayı bahçeye sokup park ettikten sonra inip, evin ön tarafına yürüdü. Haftalar önce Yaman'ı bulduğu çardakta şimdi Başak'ı görünce olduğu yere zamkla yapıştırılmış gibi kaldı. Onu gördüğüne öyle bir şaşırmıştı ki, ne kadar özlemiş olduğunu bile idrak edememişti. Öylece Başak'ın varlığının gerçek olup olmadığını tartar gibi bakakalmıştı.

Makyajsızdı. Her zaman özenli olan kıyafetleri bugün paspal, bir kuaför için saçları fazla aleladeydi. Uykusuzluk çektiği gözaltlarından belliydi. Çağatay bunca zamandır kendisinin daha kötü halde olduğunu zannediyor ve buna inanıyordu lakin sanki terk edilen Başakmışçasına, karşısındaki kadın çilekeş görünüyordu.

Tüm bu etmenlerden dolayı Çağatay'ın ağzından dökülen ilk şey "Sen iyi misin?" sorusu oldu. Sesi de yüz ifadesi kadar şaşkındı.

Çağatay'ı gördüğünden beri ifadesiz bakan Başak, onun sorusuyla beraber garip ve yorgun bir tebessüm etti. "O kadar mı kötü görünüyorum?" diye sordu.

Çağatay bir anda irkilmiş gibi toparlanarak "Yoo!" dedi. "Öyle demek istemedim. Kötü değil, yorgun görünüyorsun. Çok mu çalışıyorsun?" diye sorarak kıvırmaya çalıştı. Oysa onun kuaföre uğramadığını biliyordu. Defalarca gitmişti sonuçta.

Başak başını iki yana sallayarak gözlerini devirdi. Niyeti olumsuz yanıt vermek değilmiş de, bıkkınlığını göstermekmiş gibiydi. Ellerini dar kot pantolonunun ceplerine sokarak Çağatay'a doğru bir iki adım attı. Çağatay ancak o anda "İçeri geçelim, ayakta durma böyle," demeyi akıl edebildi. Fakat Başak onu ışık hızıyla reddetti. "Oturmaya gelmedim aslında. Beni merak ettiğin için geldim. Sürekli arıyorsun. Endişelendiğinin farkındayım, biraz seni rahatlatmak istedim. Gördüğün gibi yorgun ama iyiyim. Beni merak etme. İşlerimi yoluna koyduğumda seni arayacağım. Telefonda anlaştığımız gibi konuşacağız ve sorunları çözeceğiz." Ona güven vermek istercesine gülümsedi. Çağatay da gülümsemek istiyordu ama yüreği o kadar sızlıyordu ki sanki gülmek şu an fiziksel olarak mümkün değildi.

GÜZEL GÜNLER KULÜBÜWhere stories live. Discover now