38. Bölüm

5.2K 519 113
                                    

Viski bardağını gergince masanın üstüne bıraktı. Dün akşam olanların sinirini hala atamamıştı. En çok kime neye sinirli olduğunu da bilmiyordu. Çocuklara çok kırgındı, ondan emindi. Ama o Neslişah... Tavırları Burak'ın sınırlarını zorluyordu artık. Onun kızmasına alınmasına gücenmesine hak veriyordu. Fakat kendisine yüklenemediği her anda o tırnaklarını başkalarına doğru çıkarması ve özellikle hedefinde Ebru'yu bulundurması... Olan bitende Ebru'nun en ufak bir suçu bile yokken üstelik! O dememişti gel bana âşık ol diye. O dememişti karını bırak benimle ol diye. Burak hayatının bundan sonrası için bir karar almıştı. Bu kararı alırken Neslişah'ın da iyiliğini göz önünde bulundurmuştu hep. Lakin şimdi bu iyiliğinin gerekliliğinden şüphe ediyordu.

Ailesi de ayrı çıldırtıyordu. Babası bu sabah asistanı vasıtasıyla öğlen yemeği yemek için 'randevu' almıştı kendisinden. Aşırı meşgulmüş süsü verip yaptığı bu hareket Burak'ın yıllardır alışkın olduğu bir trip atma yöntemiydi. Türkiye'ye dönüp kendi medya şirketini, onların şirketler grubundan bağımsız olarak kurduğunda da uzunca bir süre bu yollarla trip atmıştı kendisine Agâh Bey.

İnsanların sinirine dokunan ne kadar özelliği varsa babasından almıştı Burak. Bunu da çok iyi biliyordu. O yüzden babasıyla bir konuda çatışıyorsa, ikisi de fikrini kabul ettirmeye çalışan baskın taraf olduğu için asla bir mutabakata varamıyorlardı. Tabii bugüne kadar yaşça büyük olan babası olduğu için Burak hep ona hürmeten susmuş, son sözü ona bırakmıştı.

Fakat Ebru konusunda öyle olmayacaktı.

Bugünkü yemekten her zamanki gibi bir mutabakata varamayarak kalkmışlardı. Ama Burak bu kez babasına hürmeten susmamış, onu restoranın önünde şok içinde bırakıp gitmeden evvel "Bu kez istediğin gibi olmayacak," demişti kendinden emin bir tavırla. "Bundan sonra hayatımı ben kontrol edeceğim. Size sevdiğim kadını hayatınıza kabul etmenizi rica etmeyeceğim. Onu kabul edeceksiniz. Onun adına şimdiye kadar yaptığınız hakaretleri görmezden geleceğim. Ama bundan sonra o kadar sabırlı olmayacağım baba. Haberiniz olsun."

Her şey üstüne üstüne geliyordu. Güya hayatını yoluna koyabilmek için bu kararları almıştı. Etrafında bu kadar çok caydırıcı etmen olması, bugüne kadar kendi hayatını yaşamadığının en büyük kanıtıydı aslında.

Önündeki pufa uzattığı bacaklarından birini diğerinin üstüne attı. Arkasına daha çok yaslanarak karşısında oynayan ama hiç bakmadığı televizyona dikmeye devam etti gözlerini. Bu otel odasından da sıkılmıştı. Ev konusunda artık bir karara varması gerekiyordu. Seçenekleri aza indirgemeliydi.

Koltukta duran telefonu titremeye başlayınca bakışları oraya kaydı. Evinin—eski evinin—numarasını görünce kaşlarını çattı. Onu evden direkt arayan pek olmazdı.

"Efendim?" diyerek yanıtladı telefonu. Hattın öbür ucundan oğlunun burnunu çeken sesini işitti.

"Baba?..." diye mırıldandı Can. Burak az önce yayıldığı koltukta bir anda doğruldu. Panikle bardağı sehpaya bırakırken "Oğlum n'oldu? İyi misin? Neden ağlıyorsun?" diye sordu. Can normalde bu kadar ağlayan bir çocuk değildi. Son zamanlarda hiç ağlamadığı kadar ağlamaya başlamıştı.

"Gelip beni alır mısın? Lütfen. Kalmak istemiyorum ben burada."

"Can'ım neyin var? Neden böyle diyorsun? Bir şey mi dedi annen?"

"Sürekli diyor ki! Bıktım artık Ebru teyzeye laf etmesinden. Ben o kötü biri değil dedikçe beni de tersliyor, azarlıyor. Yediğim her şeyi söyledim, özür diledim, bütün gün bana kızgın kızgın baktı. O yediklerim yüzünden hasta olacağımı söyledi. Baba yemin ederim sadece bir paket jelibon, iki çeşit cipsten çok az yedim. Jelibonu da bitirmedim! Okuldaki çocuklar bunun kaç katını yiyorlar. Hiçbir şey olmuyor. Biliyorum ben. Annem hala beni çocuk gibi kandırmaya çalışıyor."

GÜZEL GÜNLER KULÜBÜWhere stories live. Discover now