27. Bölüm

5.3K 514 143
                                    

Çağatay arabasının direksiyonunda parmaklarını tıkırdatarak bekliyordu. Bu arabanın Çağatay'la son günleriydi. Cuma günü satışını gerçekleştireceği adama teslim edecekti. Hafta sonu da Ebru'yla gidip işlemlerini tamamladıkları, Volvo XC60'ı alacaktı.

Havanın tatlı sıcaklığının ve Başak'ı görecek olmanın heyecanının etkisi sayesinde içi kıpır kıpırdı. Başak'ın bir an evvel gelmesini istiyordu. Sonraysa zamanın hiç geçmemesini diliyordu. Kaplumbağa hızında aksa hayır demezdi.

Ön camdan havaya dışarıya bakarken birden sol tarafta karşıdan karşıya geçmekte olan ateş kırmızısı saçların rüzgârdaki uçuşması dikkatini çekti. Dudaklarını kemirerek, sağına soluna bakınan Başak'ı izlemeye başladı. Siyah düz bir elbise üzerine krem renkli bir trençkot giymişti. Ayağında bileklerinin biraz üstüne kadar gelen kalın topuklu botlar vardı. Her zamanki gibi azıcık makyajla mükemmel görünüyordu.

Arabalardan fırsat bulup yolun karşısına geçerken Çağatay kapıyı açıp arabadan indi. Başak da anında onu gördü. Nazikçe gülümseyerek Çağatay'a doğru yürüdü.

İlk anda ne şekilde selamlaşmaları gerektiğine karar veremeyerek bir tutukluk yaşasalar da, Çağatay onu kollarından hafifçe tutarak sabit durdurdu, ardından eğilip yanağına kuş kadar hafif bir şekilde dudaklarını bastırdı. Başak'ın nefesi gürültüyle kesildi.

"Hoş geldin," dedi geri çekildiğinde. Başak elmacık kemikleri pembeleşirken "Hoş bulduk," diye geveledi. Çağatay atılıp onun kapısını açtığında Başak da tam kapının koluna uzanmıştı. Karşılaştığı incelik karşısında nazikçe gülümseyerek Çağatay'ın etrafından dolaştı ve arabaya bindi. Çağatay da hemen kendi tarafına geçti.

Arabayı çalıştırıp yola çıktıklarında genel olarak halini hatırını sordu. Kısa sohbetten sonra "Özellikle gitmek istediğin bir yer var?" diyerek Başak'a fikrini sordu.

Başak ilk anda kitlenerek bu soruya ne yanıt vermesi gerektiğini bilemedi. Düşünceli bir şekilde bilinçsizce çenesini kaşıdı. Ortalık bir yerlere gitmek risk almak demekti. Birinin onu Çağatay'la görmesi, isteyeceği son şeydi. Bunu ona kırmadan söylemenin bir yolunu ararken Çağatay "Kadıköy'de Moda taraflarında çok güzel yemekleri olan küçük bir yer biliyorum. Biraz ara sokakta bir yerler... Muhtemelen Kaan'la her zaman gittiğin restoranlardan çok farklı olacak ama, eğer istersen?" deyince gözlerini kocaman açarak ona baktı. Başak daha bir şey demeden onun derdini anlamış gibi bakıyordu.

"Tabii ki isterim. Seninle gittikten sonra neresi olduğu hiç fark etmez."

***

Arabayı restoranın yakınlarındaki küçük bir otoparka bıraktıktan sonra beraber sessizce Moda'nın sessiz sokaklarında, fazla uzakta olmayan mekâna doğru yürüdüler. Tüm bu süreç boyunca iki taraf da hala olayın tuhaflığından dolayı şaşkınlık yaşadıkları için sessiz kalmışlardı. Çağatay birkaç kez Başak'ın yürürken yanında sallanan eline doğru uzanmayı düşünmüş, sonra vazgeçmişti. Henüz iki sevgili mertebesine erişmiş değillerdi. Bunun Burak ve Ebru'da olduğu gibi kolay olmayacağını biliyordu. Kendilerinin durumu Ebrulardan çok daha karışıktı.

Mümkün olsa onların ilk celsede boşanmasını sağlardı. Ama bunun olmayacağını biliyordu. Yarın Kaan'a anlaşmalı boşanmayla ilgili bir protokol hazırlayacaklarını bildirecekti. Muhtemelen Kaan ilk etapta mırın kırın edecekti her zaman olduğu gibi ama Çağatay ne olursa olsun onu ikna etmeye yeminliydi. Tabii Soner'le görüştüğünde bir pürüz çıkmazsa bu şekilde olacaktı. Yoksa ilk önce Soner'i ikna etmek gerekiyordu. Başak artık onun da bu işe sıcak baktığını söylemişti. Onunla çıkarlar doğrultusunda anlaşmaya varmak kolay olursa, kendinde Kaan'ı ikna etmesine yetecek manevi gücü bulabilirdi.

GÜZEL GÜNLER KULÜBÜWhere stories live. Discover now