Suyunu çıkardığını anladığında artık sessizleşerek daha kısa açıklamalar yapmaya başladı. Burak ince eleyip sık dokuyarak önündeki takımlardan birini göstererek "Bunu denemem mümkün mü?" diye sordu en sonunda. Ebru her zamanki çalışan nezaketiyle gülümseyerek "Tabii, buyurun, ben size prova odalarını göstereyim," dedi ve elindeki askıyı kafasının üstünden daha yükseğe kaldırarak prova odalarının olduğu tarafa yöneldi. Arkasından gelen Burak'ın adım seslerini işitiyordu.

Takımı askıya asıp geniş prova odasından çıktı. Burak'ın yüzüne bakarak yüzüncü kez tebessüm etti. Burak birkaç saniyeliğine Ebru'nun gözlerinin içine çok acayip bir ifadeyle baktı, baktı, baktı. Sonra önünden geçip odaya girdi ve Ebru'ya fırsat vermeden kapısını kendisi kapattı. Ki Ebru biraz afallamıştı o bakışların ardından. Neden öyle bakmıştı ki şimdi bu adam?

Tüm takımı giymesinin biraz zaman alacağını düşünerek prova odalarının olduğu bölümden çıkıp gergin bir şekilde volta atmaya başladı. Eliyle ensesini ovuşturarak başı öne eğik vaziyette bir oraya, bir buraya yürürken, Burak denen bu adamın üzerinde bıraktığı etkiyi anlamlandırmaya çalışıyordu.

Tamam, adam karşı konulamaz derecede yakışıklıydı. Kumral saçları, rengini tam seçemediği ama her zaman gizemli ve aşırı anlamlı bakan gözleri, geniş dudakları, ona hoş bir görüntü veren sakalları ve bıyıkları kalp kıracak cinstendi. Gözlerinin yanları kırışmaya başlamıştı. Bu durum onu yaşlı göstermekten ziyade daha da fazla karizmatik yapıyordu. Tek tük beyazlarının kumral saçlarının arasına gizlenmiş olması, vücudunun dik ve fit duruşu yaşını göstermemesini sağlayan en büyük avantajlarındandı. Kırk civarı olduğunu tahmin ediyordu Ebru. Neslişah'ın kendisinden bir yaş küçük olduğunu biliyordu ama eşinin yaşıyla ilgili hiçbir muhabbet geçmemişti haliyle daha önce.

"Adam evli Ebru ya... Durmuş burada ne kadar yakışıklı olduğunu düşünüyorsun. Salak salak davranacağına git işini yap," diye kendi kendine sessizce mırıldandıktan sonra arkasındaki kapı aralanınca hızla geriye döndü. Gözleri fal taşı gibi açıldı.

"Sizi göremeyince bu halde dışarı kadar çıkmak zorunda kaldım," dedi Burak. Takımı giymişti, kravatı bile özenle bağlamıştı. Ebru'nun aklı uçmuştu. Sola doğru taranmış waxlı saçları, mankenlere has karizması ve takımı üzerinde sanki kendisi için yapılmış gibi taşıyan haliyle cidden insanı aklını oynatmaya sürüklerdi bu adam. Zira Ebru nefes almayı bıraktığını; can çekişir gibi derince bir nefes çekip adama rezil olduğunda fark etmişti. Nefessiz kaldığı o arayı hatırlamıyordu. Beynine oksijen gitmediğinden düşünmeyi bırakmıştı.

"Vay canına... İyi duracağını tahmin ediyordum ama bu kadarını inanın ben bile beklemiyordum. Sanki sizin için dikilmiş gibi," dedi tüm açık sözlülüğüyle. Nasılsa bu takımı satması gerekiyordu değil mi? İstediği kadar yalakalık yapabilirdi.

"Bunu bir mağaza görevlisi olarak mı söylüyorsunuz, yoksa bir kadın olarak mı?"

Ebru istemsizce kaşlarını çattı. Bu adam cidden alttan alttan flörtöz cümleler kuruyordu. Ebru dünkü kız değildi yani. Ayırt edebiliyordu bazı şeyleri. Durum tuhaftı. Evli adamların kendisiyle fazla samimi konuşmalarına alışkındı. Hatta bundan daha aleni şeyler olduğu bile oluyordu, fakat bu adama nedense yakışmıyordu. İnsan, dış görünüşü bu kadar düzgün olan bir adamın, içinde de aynı düzgünlüğü barındırmasını bekliyordu.

'Belki de ben abartıyorum. Adam sadece nazik olmaya çalışıyor olmalı... Hem baya Avrupai bir tip gibi. Avrupa'da bunun kaç katını yapıyorlar insanlar...' dedi içinden kendi kendine. Bu şekilde teselli etmek istemişti kendisini.

"İkisi olarak da söylüyorum. Bir mağaza görevlisiyken kadınlıktan çıkmıyorum," dedi çok çok az alay eden bir tınıyla. Sesine tatlılık da katarak sözlerini yumuşatmıştı.

GÜZEL GÜNLER KULÜBÜWhere stories live. Discover now