Time Flies

112 10 0
                                    

    Zaman o kadar çabuk geçiyordu ki neredeyse aralığı bile bitirmek üzere olduğumuzu fark edememiştik. Belki de şu aptal yazılılara kendimizi fazla kaptırmıştık ve takvime bakmayı unutmuştuk. Hoş baksak da bir şeylerin iyiye gideceği yoktu zaten.
Yine sıkıcı bir Perşembe akşamı oturmuş edebiyat testleri ile boğuşurken telefonumun ışığımın yanmasıyla irkildim. İşin aslı bu yeni telefona da alışmamıştım bir türlü. Kızlardna başka kimseyle konuşmuyor ya da mesajlaşmıyordum zaten. Telefonum, çalıyordu. Arayan Ada'ydı.
''Efendim Ada?'' diyerek telefonu açtım.
''Ben... Zach'in bana yazdığı bir notu buldum...'' dedi hıçkırarak.
''Ne? Ne?'' Ses tonunda biraz gözyaşı mı sezmiştim yoksa bana mı öyle geliyordu acaba.
''Ben... Ben... Döndüğümden beri hiç şey yapmadım... Bu... Bu kulübedeki çantamdaki şeyleri hiç açmadım... Hatırlamak istemedim. Kıyafetleri çıkarmıştım sadece. Bugün... Bugün o çantayı açtım ve... Zach'in bana yazdığı bir notu buldum. Bana Eastbourne'de vermişti onu hep üzerimde taşıdım. Daima ama sonra o çantaya koymuştum. Bugün... Yani biraz önce görünce... Ben çok kötü oldum,'' burnunu çekmeye devam etti.
''Ada, Ada... Lütfen öncelikle sakin ol. Pekala, bu nottan bize bahsetmemiştin. Sevgilin ile özelin olduğunu düşünüp bu konuyu fazla kurcalamıyorum ama... Tamam, notta ne yazıyordu?''
Açıkçası ne diyeceğimi bilemiyordum. Nasıl teselli edeceğimi, neler demem gerektiğini. Ada, erkekler konusunda fazla kırılgandı ve Zach muhtemelen onun sayılı ilişkilerinden biriyidi. Ne kadar sonu güzel bitmeyip, garip bir ilişki olsa da Ada o zamanlar çok mutluydu. Ancak elbette çok uzun süremedi. Maalesef.
''Notta mı... Şey... William Shakespeare'in bir sözü yazıyordu ama... Bilmiyorum Talya. Her şey zihnimde yeniden canlandı ve ben kendimi berbat hissediyorum. Yine. Üstelik yarın biyoloji sınavım var ve ben bu haldeyim. Lanet olsun... Okul açılınca her şeyin daha iyiye gitmesi gerekiyordu!''
Bir süre sessiz kaldım. Çünkü diyecek bir şeyim yoktu. O kısa sürede düşünüp bir şeyler söylemeye çalıştım. Elimden geldiğince bocalamamaya çalıştım.
''Ada ben... Ne diyeceğimi bilemiyorum... Gerçekten söylenecek bir şey yok. Her şey daha iyiye gidecek. Elbette gidecek. Yani... İyi bir şeyler mutlaka olacak. Güven bana. Söz veriyorum, her şey güzel olacak. Tamam mı? Bak, bana güven.''
''Söz verme Talya, tutamayacağın sözler verme,'' diye ısrar etti. ''Buradan kurtulup kendimizi sahnelere atmamız o kadar kolay olmayacak, Zach bana geri dönmeyecek. Belki de Felix'i ve Debra'yı bir daha hiç görmeyeceğim. Annemlerin hayalindeki hayatı yaşayıp gideceğim.''
''Sakın! Asla böyle düşünme Ada. İstemediğin bir hayatı kimse sana zorla yaşatamaz tamam mı? Ayrıca ben sana ne zaman tutamayacağım sözler verdim? Hadi sen söyle. Şimdi de söylüyorum. Bir yolunu bulacağım tamam mı? Ama sen bu umutsuzluklarına ve saçmalıklarına bir son vereceksin. Anlaştık mı?''
Ada bir süre burnunu çektikten sonra cevap verdi.
''Yapacağını biliyorum Talya ben sadece... Peki, anlaştık. Umutsuz olmayacağım.''
Sesi biraz yumuşamıştı ve sanırım birazcık tebessüm etmişti. En azından ben böyle algılamıştım. Ya da belki de öyle olmasını umduğum içindi. Bilemiyorum.
''İşte bu. Hadi şimdi sakinleş. O kartı at demiyorum, sakla ama pek gözünün önünde olmasın. Yüzünü yıka ve ardından tekrar biyolojinin başına geç. Yarın sınavında sana ondan sormayacaklar,'' diyerek güldüm hafifçe.
''Pekala... İyi ki varsın Talya. Gerçekten. Seni çok seviyorum ve sanırım gerçekten çalışmaya dönsem iyi olacak. Teşekkür ederim,'' dedi gülerek.
''Yarın görüşürüz Ada,'' diyerek telefonu kapattım.
İşin aslı evet asla tutamayacağım sözler vermezdim ama bu sefer endişelerim vardı. Her şeyi yoluna koyabilecek miydim bilmiyordum. Nasıl olacağını bilmiyordum ama bunu yapmak zorundaydım. Bir yolunu bulmam gerekiyordu. Çünkü Ada'yı hayal kırıklığına uğratamazdım. Hayatım boyunca sevdiğim insanların mutluluğunu görmek istedim. Onlar için hep çabaladım. Bu belki biraz yorucuydu ama onları öyle görmek beni bir şekilde mutlu etmeye yetiyordu. Şimdi yine Ada'yı mutlu etmem gerekiyordu. Onu üzgün görmek beni fazlasıyla üzüyordu çünkü. Elis ''Her şeye yetişemezsin. Herkese yardım eden kız olamazsın. Okuduğun kitaplardaki gibi olmak istiyorsun. New York'ta geçenler gibi. Onlar gibi olma. İnsanların mutluluğunu bu kadar düşünme. Herkese yardım edip mutlu olamazsın,'' derdi. Ama insanın sevdiklerini mutlu etmesi kadar güzel bir şey var mıydı bilmiyordum. Bu konuda Elis'e katılmıyordum işte. Yaprak ise benim dostluklara ne kadar önem verdiğimi bilirdi. Dostluklar konusunda ne kadar fedakar olduğumu da. O yüzden o ne yaparsam yapayım arkamda olurdu. Bana karşı çıkmazdı. Ada, benim en yakınım olmayı başarmış biriydi. Nedense çoğu zaman onun ablasıymış gibi hissederdim. Yeri geldiğinde öyle davranmam gerekiyordu çünkü. Yaprak'a olduğu oluyordu. Elis'e ise bazen annelik yapmam bile gerekiyordu. Ama bu beni yormuyordu. Onları seviyordum, doğal olarak onları mutlu etmeyi de. Bunda yanlış bir şey yoktu. Şimdi yine yapmam gerekiyordu. Zor olacaktı. Ama yapamazsam... Çünkü eğer yapamazsam...
Hayır, bunu düşünmek bile istemiyordum.
*
''Yılbaşı geliyor,'' diye mırıldandı Yaprak gözlerini etrafta gezdirerek.
''Evet, bunu Starbucks'ın yei bardaklarından da anlayabiliyoruz... Ah ve bir de şu... Dışarıdaki kırmızı şeyler işte,'' diyerek sırada biraz daha ilerledim.
Görevliye bir sıcak çikolata istediğimi söyledikten sonra biraz daha ilerleyip beklemeye başladım. Kızlar da kendi siparişlerini söyledikten sonra yanıma geldi.
''Köşedeki yer boş. Oraya oturalım,'' diyerek arkamdaki koltukları gösterdi Ada başıyla.
Sıcak çikolatam gelmişti ben de onu elime alıp Ada'nın olduğu yere doğru ilerledim. Kızların da gelip oturmasıyla konuşmaya başladık.
''Her şey burada başlamıştı hatırlıyor musunuz?'' diye sordu Yaprak.
''Hayır Yaprak... Mersin'deki bir Starbucks'ta başlamadı,'' dedim gülmeye çalışarak.
''Onu kast etmediğimi biliyorsun Talya,'' diyerek Yaprak da benimle güldü.
''Pekala... Şakaydı.''
''Sanırım... Onları özlesek de... Her şey o kadar kötü gitmiyor ha?'' dedi Ada.
''Yeni yıl geliyor bence mutlu olmamız bile gerekebilir,'' diyerek omuz silkti Elis.
''Neredeyse aynı şey sayılır tabi...'' dedim düşünceli bir tavırla.
''Tek sorun artık dergilere bile bakamıyor oluşum. Bir de albümlerin ve DVD'lerin olduğu yere. Konser DVD'lerinin olduğu yerde onlarında albüm ve DVD'leri vardır. Yani görmüş bile olabilirim. Bu yüzden istemiyorum. Ama onun dışında sorun yok sanırım. Bir de Youtube var ama o kadar da sorun değil sanırım,'' dedi Yaprak.
''Belki de biz abartıyoruzdur. Yani yaşadıklarımızı harika birer anı olarak rafa kaldıramamız biraz geçicikti sanırım. Yani... Kötü olaylar... Sanırım...'' dedim biraz tereddütle. Çünkü kızlar bana hiç iyi bakmıyordu.
''Harrison'ı sevdiğini sanıyordum?'' dedi Elis tek kaşını kaldırarak.
''Ben... Seviyorum Elis. Hatta hala seviyorum ama... Sonuçta o... Yani ben gittikten sonra muhtemelen Lindsay ile olan ilişkisine devam etmiştir. Ben hala bizi İngiltere'de zannettiklerine bahse varım,'' diyerek sıcak çikolatamdan bir yudum aldım.
''Ah, saçmalama lütfen,'' dedi Elis yüzünü ekşiterek.
Yalnızca omuz silkmekle yetindim. Bu bence yeterliydi. Yeni yıl geliyordu, planlarımız yoktu. Ne yapacağımızı bilmiyorduk. Ama her şey bir şekilde ilerliyordu. Eskiden her şeyin ilerlemesi için bir şeyleri kontrol altında tutmam gerektiğine inanırdım. Ama artık yavaş yavaş buna olan inancım yok oluyordu.
Belki de her şey güzel olurdu kim bilir. Belki de yine de bir şekilde sahneye çıkmayı başarırdık. Onlarla yeniden karşılaşırdık.
Belki.
*
Yılbaşını geçmişti. Geceyi ve ertesi günü Ada'nın evinde geçirmiştik. Bütün bir gece boyunca olabildiğince yemiştik. Hem de ölesiye. Bir yandan Victoria's Secret Show'u izleyip kendi kendimizi yiyorduk. Kendimizi aşağılamanın daha kolay bir yolunu bulabilirdik aslında. Onları izleyip, biz niye böyle değiliz demeye gerek yoktu. Hoş, hepimiz kendimizi olduğumuz gibi seviyorduk. Bizce gayet iyi durumdaydık. Hatta bu görüşe o kadar çok inanıyorduk ki o akşam kendi şovumuzu yapmıştık. Evet, salonu podyum gibi kullanıp yürümüştük. Tabi biz bunu değişik kıyafetler giyerek yapmıştık. Kanatlarla değil. Eğlenmiştik. Ama Londra'da olsak belki de her şey daha farklı olurdu diye düşünmeden edemedim. Acaba Debra yılbaşını nasıl geçirmişti? Muhtemelen David ve Dan ile beraber geçirmişlerdir. En azından bence. Çocuklara gelince... Onlar ne yaptılar bilmiyordum ama bilmeyi çok isterdim.
*
Mart ayına yaklaştığımız süreç içinde hayatımızdali tek şeyin okul ve dersler olduğunu fark ettik. Aile ile sorun yaşamamak için yapabileceğimiz tek şey buydu. Elbette bizi düşünüyorlardı. Elbette iyi bir meslek sahibi olup hayatımızı yaşamamızı istiyorlardı. Ama belki de onların istediği meslek ile hayatı yaşamak zordu bize göre. Ben bu açıdan biraz daha rahattım. Büyük babam bana asla baskı yapmadı. Sanırım yapmayacak da. Bu düşünülünce gerçekten şanslıyım. En azından bu konuda. Ada için aynı şeyi söyleyemeyecektim ama. Aramızda belki de en çok baskı gören oydu ailesinden. Yani bu okul konusunda. Aslında kendi de biraz istekliydi yani ders konusunda sorumluluklarını bilen biriydi. İşin aslı okulla bir problemim yoktu. Matematiği saymazsak derslerimde bir problem yoktu. Elis ve Yaprak belki biraz daha sorunluydu bu konuda ama yapabileceğimiz bir şey de yoktu.
*
Mart ayı ortalarına doğru biraz daha iyiye gidiyordu her şey. Artık daha sık dışarı çıkmaya başlamıştık. Bu nisan ayına kadar böyle devam edecekti muhtemelen. Ama nisan ayında yazılıların yeniden başlamasıyla yeniden not, ders kargaşasına gömülecektik. Pek de haz aldığımız dönemler değildi ama bir yolunu bulabilirdik.
*
O kargaşa üç dönem boyunca kendini tekrar edince gerçekten bunalmıştık. Ama en azından kafamızı dağıtacak bir şeyimiz olmuştu. Genelde insanlar derslerden kurtulmak için kafalarını dağıtacak bir şeye ihtiyacı duyardı. Bizde ise tam tersi olmuştu. O tatilin etkisini üzerimizden atmak için kendimizi daha çok çalışmaya vermiştik. Bu sayede evdekilerle iyi geçiniyor, kavga etmiyorduk. Hatta ağızlarından bu yıl yine Londra'ya gidersiniz belki lafı bile çıkmıştı. Daha doğrusu Elis'in annesi bunu söylemişti. Ada'nın ve Yaprak'ın annesi de onay vermişti. Büyük babama bunu söylediğimde bu sefer daha dikkatli olacağımı bildiğinden izin vereceğini söyledi.
İyi haberler kendini göstermeye başlamıştı. Bunu duyunca ister istemez umutlanmıştık. Belki hatalarımızın bir telafisi olurdu. Ya da özlediklerimizi yeniden görebilme fırsatımız. Bunları düşündükçe içimi bir umut kaplamıştı. Neredeyse her gece uyumadan önce düşünür hale gelmiştim. Hatta plan bile yapmıştık. İlk gün ayak basar basmaz Debra'nın kulübesine gidecektik. Sonra pastane ziyareti. Her şeyi planlamıştık. Aslında bunu neredeyse ilk döndüğümüz günden beri düşünmeye başlamıştık. Fazla umutlu olarak değil belki ama yine de detaylıca düşünmüştük. Her şeye karşı hazırlıklıydık artık.
O gün geldiğinde hazır olacaktık.
*
Mayıs'ın sonu gelip havalar iyice sıcaklamaya başladığında hazırlıklarımız için iyince düşünme fırsatımız olmuştu. Bir yandan da okul ile uğraşmaya devam ediyorduk. Ada ve ben sık sık bir araya gelip yeni besteler yapıyorduk. O sürekli beste işiyle uğraşırken ben de şarkı sözü yazmaya devam ediyordum. Elis ve Yaprak da bizim yanımda oluyordu bazen. Onların olumlu yorumları bizi mutlu ediyordu. Ayrıca çalışma isteğimizi de körüklüyordu. Ben daha özenli şarkılar yazıyordum, Ada da bir beste üzerinde mükemmel olması için günlerce çalışıyordu. Yani gerçekten çalışıyorduk. Bazı zamanlar fazla yorulduğumu düşünüyordum ama buna değeceğinden emindim. Vize işlemlerini şimdiden düşünmeye başlamıştık bile. Çok zor olduğunu biliyorduk zaten. Fazlasıyla form, fazlasıyla bilgi... Zor olacaktı ama biz her şeyi yapmaya hazırdık.


Londra'da Olan, Londra'da Kalır... Peki Ya Kalmazsa?Where stories live. Discover now