Cleaning Up The Mess

165 10 0
                                    

Tiz sesli bir kız bağırışıyla gözlerimi hafifçe araladım. Daha sonra biri üzerime battaniyemsi bir şey örttü. Gözlüğüm gözümde değildi. Önümüzdeki o alçak masanın üzerinde olduğunu fark ettim. Daha sonra çevrediklere bakmadan direkt gözlüğümü almak için oraya uzandım. Kıvrak bir haraketle gözlüğümü aldıktan sonra gözüme geçirdim. Karşımdaki manzara tam anlamıyla kargaşaydı. En azından benim gözümde. Hannah, Zach'e ''Bunların burada ne işi var dedim sana!'' diye bağırıyordu. Başımı ovuşturarak yerimden doğruldum. Arkamdakini Logan olduğunu fark ettim. Doğal olarak bana battaniyeyi örten de oydu. Ellerimi başımın arasına aldıktan sonra saçlarımı geriye ittim.
''Neler oluyor?'' diye sordum uykulu bir ses tonuyla.
''Ah, evet. İşte biz de bunu merak ediyorduk,'' diye bağırdı Lindsay. ''Neden buradasınız siz.''
Açıkçası cevap verecek durumda değildim. Elis hala uyanmamıştı ve hafif uzanmış bir biçimde olduğum koltuğun ucunda da o vardı. Ada uyanmış ama uykulu gözlerle onlara bakıyordu. Yaprak ise hala uykusundaydı. Lindsay'e cevap vermedim. Çevreye bakındım. Nate'in hemen yanında Debra'yı gördüm. Sinirli bakışları Lindsay'in üzerindeydi. Harrison, Lindsay'in arkasında durmuş onu sakinleştirmeye çalışıyormuş gibiydi. Zach hala Hannah ile tartışmaya devam ediyordu. Lucas ise Victoria'yı bırakmıştı bile. Onunla ilgilenmeyi kesmişti. Victoria ise Lucas'ı dürtükleyip duruyordu.
''Şey... Lucas ve Zach... Onlar buraya gelmemizi söyledi,'' dedim uyuşuk bir şekilde. Bunu söylememle birlikte Hannah'ın Zach'e, Victoria'nın da Lucas'a bakışlarındaki o kızgınlığı çok net görmüştüm. Yanlış bir şey söylediğimi o an anladım. Yangına körükle gitmek gibi bir şey olmuştu bu. Onlar bizden nefret ediyordu. Şimdi ise sevgilileri tarafından evlerine davet edilmiş sayılırdık. Aslında ben hala bunun sebebini anlayamamıştım. Bizden nasıl çok bahsetmiş olabilirler ki? Ayrıca neden? Ben bizi de normal hayranlar deyip geçeceklerini düşünmüştüm. Ama görünüşe göre öyle olmamıştı.
''Demek öyle? Harika! Harika!'' diyerek sinirle kahkaha attı Hannah. ''Bundan sonraki vaktini de evde onlarla geçir o zaman Zach!'' diye bağırdı ardından Zach'e doğru. Çantasını koltuğunun altına alarak arkasına döndü ve kapıya yöneldi. Zach, gözlerini devirdikten sonra iç çekti. Peşinden gitti ama sanırım yetişememişti. Ardından Victoria'nın ''Sen de öyle!'' diye Lucas'a bağırdığını duydum. Bakışlarımı onlara çevirdim. Victoria da kapıya yöneldi. Lucas her ne kadar onu bileğinden yakalamaya çalıştıysa da başarılı olamadı. Ardından o da Victoria'nın arkasından koştu. Bense yanlış bir şey söylediğimden tam anlamıyla emin olmuştum. Tedirgin olmuştum ve kalbim çok hızlı atmaya başlamıştı. Muhtemelen bizi evden kovacaklardı. Lucas'ın ve Zach'in aramıza dönmesi kötü olurdu. Hayır, hayır eğer yanımıza dönerlerse kesinlikle bizi evden kovacaklardı. Ben kafamda eve dönmenin planlarını yaparken iyice koltuğa gömülmüştüm. Endişeli bakışlarla gözlerimi odadın dört bir yanında gezdiriyordum. Açıkçası hala uykum vardı. Belki de tekrar uyuyormuş gibi yapsam kötü olmazdı. Ancak gözlerimi kapatsam da bunun işe yaramayacağını anladım.
''Talya,'' diyerek yanıma geldi Debra. Dizlerinin üzerinde çöküp saçlarımı kulağımın arkasına alıp yüzüme baktı. ''Onları umursama bile, anlatmam gereken şeyler var.''
Açıkçası duymak istediğim çok şey vardı. Öğrenmek istediğim çok şey vardı. Ancak uyanık kalarak kargaşa hakkında konuşmak istemiyordum. Üstelik Lindsay hala buradaydı. Ayrıca uyumak istiyordum. Sabah uyandığımda her şey bir nebze bile olsa düzelmiş olurdu. Zach'in yırtık tişörtünü bulmamaları da umduğum bir şeydi. Ya açık olan video kasetler, cips tabakları, kirli bardaklar. Hayır, hayır. Şimdi değil.
''Uyumak istiyorum,'' diye mırıldandım ve gözlüğümü çıkarttım. Gözlük göğsüme düştü. Gözlerimi kapadım. Debra'nın onu alıp bir yere koyduğunu hissetmiştim. Hiçbir şey düşünmek istemedim ve Logan'ın üzerime örttüğü o battaniyeye sarındım. Farkına bile varmadan uykuya tekrar dalmıştım bile.
*
Sabah uyandığımda hala aynı yerimdeydim. Ancak hava aydınlanmıştı ve karşımdaki manzara değişmişti. Artık karşımda kimse yoktu. Televizyon kapanmıştı. Yalnızca yan tarafımda uyuyan Elis vardı. Çapraz koltuklarda uyuyan Ada ve Yaprak da. Onların da üzerlerinde battaniye vardı. Felix de Yaprak'ın koltuğunun hemen yanında uzanmış uyuyordu. Gözlerimi bir kez daha güçlükle araladım ve çevreye bakındım. Etraf sessizdi. Gözlerim ovaladıktan sonra uzanıp gözlüğümü alıp gözüme taktım. Daha sonra battaniyeyi kaldırıp ayağa kalktım. Çantam masanın üzerindeydi. İçinden telefonumu bulmaya çalıştım. Uzun uğraşlarım sonucu bulabilmiştim. Cevapsız çağrılar vardı. Bir tanesi dün geceden kalma, Debra'dandı. İki tane David'den. Dört tane de Dan'den. Görünüşe göre arkadaşını merak etmişti. Ancak o an umrumda olması gereken daha başka şeyler de vardı. Telefonu çantama geri koymadan önce saate baktım, on ikiyi geçiyordu. David'in veya Dan'in aramasının sebebi bu olmalı diye düşündüm. Telefonu çantama geri koydum. Açıkçası ne yapmam gerektiğini kestirememiştim. Çocuklar neredeydi? Daha da önemlisi Debra? Belki de Ada'yı uyandırmalıydım o her zaman zor durumlar için bir şey düşünürdü. Tam onu uyandırmak için yanına yavaş yavaş giderken birinin konuştuğunu duydum.
''Hey, biri uyanmış galiba.''
Hızla arkamı döndüm. Merdivenlerin biraz ilerisinde duran, bunu söyleyen, gülümseyen kişi Harrison'dı. Odada uyanık başka kimse olmadığına göre sanırım bu kişi bendim. Kast ettiği kişi bendim. Söyleyecek bir şey bulamadığım için gülümsemekle yetindim. Üzerindeki tişörtüne hayran kalmıştım. Bana kalırsa siyah ona her zaman yakışıyordu. Ancak onu canlı canlı karşımda görüp onunla konuşunca daha başkaydı. Bir posterden çok daha farklı. O da gülümsememe bir kez daha karşılık verdikten sonra buzdolabına doğru, mutfağa yöneldi. Ben de Ada'nın yanından uzaklaşıp ona doğru yürümeye başladım.
''Şey... Biliyorsun,'' dedim bakışlarımı odanın etrafında gezdirerek. ''Dün gece neler olduğu hakkında hiçbir fikrim yok... Ben... Yani belki bahsetmek istersin?''
Harrison, buzdolabından süt çıkardıktan sonra tezgaha koydu. Ardından bir bardak çıkardı.
''Sen de ister misin?'' dedi süt şişeni sallayarak.
''İyi olurdu,'' diyerek yanına gittim. İkimize de birer bardak süt doldurdu. Sabahları süt içmesi biraz garipti. Öyle biri değildi... En azından ben öyle olduğunu düşünüyordum. Sütünden bir yudum aldı. ''Dün geceyi sormuştun değil mi?'' diye sordu ardından.
''Evet.''
''Lucas ve Zach bize, sizin eve gideceğinizden bahsetmedi. Bak, açık konuşmak gerekirse onlara çok sık sizden bahsediyorduk. Yani kızlardan bahsediyorum.''
Kızlar derken Victoria, Hannah ve Lindsay'den bahsediyordu. Bundan emindim.
''Çünkü tanışmamız garipti, o defterde yazanlar garipti. Biz gerçekten şaşırmıştık. Sanırım fazla bahsedince sizden bunaldılar. Size evde görmek de Hannah ve Victoria'yı sinirlendirdi. Onlar da gittiler. Zach ve Lucas da onlarla gitti. Muhtemelen beraberler şu an. Logan, Nate ve ben varız sadece. Ha, bir de Debra.''
Olayların tahmin ettiğim gibi gelişmesi beklediğim bir şeydi. Demek garip olduğumuz için bizi bu kadar garipsemişlerdi. Artık onlarla takılma fikrine alışsam iyi ederdim. Bu hem istediğim hem de onlara uyan bir şeydi.
''Ya Lindsay?'' diye sordum ardından.
''Şey... O... Sakindi. Birazcık daha sakin. Ama seni görünce çok sakin olduğunu söyleyemeyeceğim.''
''Neden ki? Lindsay'in bana karşı benim bilmediğim bir garezi mi var yoksa?'' dedim gergin bir kahkaha atarak.
''İtiraf etmek gerekirse o deftere bakarken yalnız değildik. Senin ve benim olduğum birkaç kolaj vardı. Hakkımda yazdığın şeyler de tabi... Hoşuma gittiler aslında, herkesin hoşuna gidebilecek şirin şeylerdi. Ancak Lindsay'in pek hoşuna gitmedi.''
Pekala. İşte bir şekilde kıvırmam gereken bir yer daha.
''Ah... Şey, anladım. Ancak bilmeni isterim ki yani... Sonuçta bu sadece beğenme. Yani aslında bakarsan hoşlanmak bile değil... Hayranlıklar böyle bir şey bence... Ayrıca bir erkek ark-''
''Biliyorum bir erkek arkadaşın var,'' diyerek sözümü kesti. ''İsmi neydi? Doug? Damon? Daren? Dean?''
''İsmi Dan,'' dedim umursamaz bir biçimde. Ancak o an ona ayrıldık biz demem gerekirdi. Yani sanırım. Umursayacağından değil ama bence öyle olduğunu bilmesi gerekirdi. Belki de gerekmezdi.
''Ah, şey... Tabi ki. İsimleri hatırlama konusunda pek iyi değilim,'' diyerek sırıttı.
''Onun anlamam uzun sürmedi. O kutlamanın olduğu akşam benim ismimi de yanlış telaffuz etmiştin.''
''Her gün Türkçe isimler duymuyorum. Hem seni pek tanıdığım da söylenemezdi,'' dedi ve sütünden bir yudum daha aldı.
''Bu bir şeyi değiştirmez,'' dedim ve sütümden ben de bir yudum aldım. O ise yalnızca güldü.
''A bir de ödül töreni meselesi var... Yani bu da kızları biraz kızdırdı,'' dedi ardından.
''Niye hayranlarınız konusunda bu kadar takıntılılar?'' diye sordum bardağı tezgaha bırakıp kollarımı göğsümde birleştirerek.
''Hayranlarımız genelde ödül törenlerine gelmezler,'' diyerek başını salladı.
''Hey, o bizim suçumuz değildi tamam mı? Yani... Nate Debra'yı davet etti ve bizim de gelmemizin hoş olacağını düşünmüş. Biz bu yüzden geldik,'' diyerek omuz silktim.
''Bir dakika? Bunu Nate mi söyledi?''
''Evet?'' dedim şaşkınlıkla. ''Yani, o davet etmiş.''
''Nate bu konudan bize bahsetmedi. Hatta sizi beklemiyorduk. Bizim için sürpriz olmuştu gelmeniz. Ama sevinmiştik. Bize bahsetmemesi garip,'' dedi düşünceli bir ifadeyle.
O an düşündüğüm şey hiçbir şeydi. Aklıma bir şey gelmiyordu. Ancak daha sonra aklıma Debra geldi. Belki de Debra bizim de gelmemiz için bize yalan söylemişti. Beyaz ve bizim yararımıza olan küçük bir yalan.
''Hayır, hayır. Hayır. Debra... Yani o bize yalan mı söyledi yoksa?'' dedim.
''Anlamadım?'' diye cevap verdi Harrison.
O sırada merdivenlerin ucundan bir ses geldi.
''Merhaba çocuklar!''
Bu kişi Logan'dı.
''Günaydın Logan,'' diyerek elinde bardağı ile yemek masasına doğru ilerledi Harrison.
Böylece ona açıklama yapmaktan kurtulmuş oldum. Debra böyle bir şeyi yaptı veya yapmadı. En azından bir şekilde onlarla olmamızı sağlamıştı. Belki de ödül törenine katılsak iyi olabilirdi ama bu riski göze alamazdık. Her neyse diye düşündükten sonra ben de yerimden hareket ettim.
''Ben kızları uyandırayım,'' dedim koltuklara yönelerek.
Önce Ada'nın koltuğuna gittim. Onu uyandırmak biraz güç olsa da Yaprak'ı uyandırmak tam anlamıyla eziyet olacaktı. İşkence gibi gelecek olan ise Elis. Bunu daha önce çok sık yaşadığım için biliyordum. Gittiğimiz kamplarda veya birbirimizde kaldığımız zamanlarda uyanmakta çok zorluk çekiyorlardı. Ada'yı uyandırdıktan sonra uzun uğraşlarla Yaprak'ı ve Elis'i uyandırmayı başardım. Logan ve Harrison ise muhtemelen kahvaltıyı hazırlıyordu. Bir şeyler konuştuklarını duyuyordum ama ne dediklerini duymak için ekstra bir çaba sarf etmedim. Pek bir şey duyduğum da söylenemezdi. Kahvaltı masasına geçtiğimizde ise Nate ve Debra hala ortalıkta yoktu.
''Diğerleri nerede?'' diye sordu Ada çatalını zeytine batırarak.
''Zach ve Lucas dönmedi. Muhtemelen Victoria ve Hannah ile beraberler. Nate ve Debra ise yukarıda olmalı,'' diye cevap verdi Logan.
Duyduğu cevaba pek sevinmemişti Ada. Bunu gözlerinden bile anlamak mümkündü. Logan'a cevap vermedi biz de sessizlik içinde yemeğimizi yemeyi sürdürdük. Ta ki Debra ve Nate'in bize doğru gülümseyerek yaklaşıp aynı anda ''Günaydın çocuklar,'' deyişine kadar.
Hepimiz aynı anda başımızı kaldırıp onlara baktık. Düşünebildiğim tek şey Debra'nın bize anlatması gereken şeyler olduğuydu. Nate ile yan yana mutlu görünüyordu. Gözlerindeki ışıltıyı da görebiliyordum. Aynı şeyi Nate için de söylesem yalan olmazdı. Bilmediğimiz bir şeyler oluyordu.
Hatta olmuştu.
Bunu anlayabilecek kadar tanıyordum onu.
Debra'ya sormak istediğim çok fazla şey vardı. Ancak şu anda olmazdı. Onların gözü önünde de olmazdı. Bu yüzden sonraya bırakıp kahvaltıma geri döndüm.
''Dün gece ödül töreni nasıldı?'' diye sordu Yaprak aniden.
Ağzındaki lokmayı bitirdikten sonra Logan atıldı.

Londra'da Olan, Londra'da Kalır... Peki Ya Kalmazsa?Where stories live. Discover now