A Date

130 8 0
                                    

    ''Bizimle gelmek istemediğine eminsin yani, öyle mi?'' dedi Ada son kez.
''Evet, eminim,'' diyerek Dan'lerin apartman kapısının önünde durdum.
''Pekala, bol şans,'' diyerek bana sarıldı Ada.
Ardından diğer kızlarla da vedalaştım. Felix de benimleydi. Dan kızlar gittikten sonra neredeyse bir dakika spnra yanımda belirdi.
''Seni beklettim mi?'' diye sordu sonra mahçup bir gülümseme ile.
''Daha uzun beklediğim olmuştu, sorun değil,'' dedim gülümseyerek.
''Ah... Pekala... Felix de mi bizimle gelecek?''
''Şey... Eğer planında köpeklere uygun bir yer yoksa, Felix'i annenin yanına bırakabiliriz? Yani tabi, eğer isterse?''
''Annem de Simon ile beraber kliniğinde. Sanırım Felix'i de oraya götürebiliriz.''
''İlgi görüp, yalnız kalmadığı sürece Felix için sorun yok,'' dedim gülerek.
''O halde gidelim,'' diyerek ellerini ceplerine soktu.
Biz de Beth'in kliniğine doğru ilerledik. Çok bir zaman geçmeden kliniğe gelmiştik bile. Annesi gerçekten çok tatlıydı. Felix'i bırakıp, klinikten çıktık.
''Pekala, nereye gideceğiz söyle bakalım?'' dedim neşeyle.
''London Eye'a gitmediğini biliyordum. Planım oraya gitmekle başlıyor,'' dedi Dan gülümseyerek.
London Eye, her zaman fotoğraflarda gördüğüm bir yerdi sadece. Oraya gitmeyi hep çok istedim ama bir türlü gerçekleşememişti.
''Aman Tanrım, sen ciddi misin?!'' diye sordum şaşkınlıkla.
''Elbette.''
''Hadi gidelim Dan. Oraya gitmek için sabırsızlanıyorum,'' diyerek onu kolundan çekiştirdim.
Ardından London Eye'a doğru yola koyulduk. Vardığımızda ise onun hemen karşısındaki dondurmacıdan bir dondurma aldık. Önce onları yedik. Ardından dönme dolaba koştuk. Bilet fiyatının biraz fazla olduğunu duymuştum ama o ikimizinkini de ödemişti. Açıkçası bu hoştu. Etrafıma bakarak gülümsüyordum.
''Burası harika,'' diye mırıldandım ardından.
Dan'in bana baktığını fark etmiştim.
''Bana neden bu kadar iyi davranıyorsun?'' diye sordu Dan aniden. Aslında yüzü gülüyordu.
''Nasıl davranmam gerekiyor?'' diye sordum.
''Bilmiyorum... Şey... Yani en son yaşadıklarımız düşünülünce...''
''Biz arkadaşız Dan, unuttun mu? Sana kötü davranmam için hiçbir sebep yok.''
Dan'in gülen yüzü hafif bir şekilde buruk bir hal almıştı. Ancak hala gülümsemeye çalışıyordu.
Çabaladığını görebiliyordum.
''Elbette... Haklısın.''
Ona ne cevap vereceğimi bilemedim.
Başımı eğdim.
Daha sonra kafamı kaldırıp etrafıma bakındım. Dışarıyı izledim.
Dönme dolaptan indik.
O süre içinde ikimiz de ağzımızı açmadık.
*
London Eye'dan çıktıktan sonra sokakta yürümeye başladık. Biraz okuldaki anılarımdan bahsettim. O da kendi anılarından bahsetti. Yürürken açılan bir kapıdan burnuma harika kahve kokusu dolunca durdum. Dan'i de kolundan tutarak durdurdum.
''Hadi Starbucks'a girelim Dan,'' diyerek onu kapıya doğru sürükledim.
O sıcak çikolata aldı ama ben kahve aldım. Ardından rahat bir yer seçip oturduk.
''Umarım burada oturarak planını aksatmıyoruzdur,'' diyerek güldüm.
''Pek sayılmaz, bazen plandan sapmak gerekir,'' diyerek sıcak çikolatasından bir yudum aldı.
Yalnızca gülümsedim. Sonra devam ettim.
''Futbolla aran nasıldır peki?''
''Elbette iyi. Chelsea taraftarıyım,'' dedi Dan gururla.
''Öyle mi? Ben Liverpool'luyum ama,'' diyerek tek kaşımı kaldırıp güldüm.
''Eğer sezon açıkken gelseydiniz maç izleyebilirdik. Lig zamanı eğlenceli geçiyor.''
''Ah, bu güzel olabilirdi. Hatta çok isterdim.''
Kısa bir sessizlik oldu. Ama çok az sürdü. Çok az.
Sessizliği Dan bozdu.
''İngilizce'yi beşi ünlü olmakla beraber altı erkekle, bir kızla, iki yetişkin ve eminim daha çok fazla kişiyle konuşabilecek kadar biliyorsun. Pastanede sipariş alıp müşterilerle gayet iyi konuşuyorsun. Öyleyse neden buraya dil okulu için geldin ki?'' diye sordu gülümseyerek.
Ancak cümlesinde birazcık iğneleme olduğunu anlamıştım.
''Öncelikle neden 'beş ünlü' diye ayrım yaptığını bilmiyorum. İkincisi tam anlamıyla dil okulu değildi. Yani... Daha çok yaz okulu gibi. Ayrıca iğneleme yapmana gerek yoktu,'' diyerek bakışlarımı ondan kaçırdım.
''İğneleme yapmak gibi bir amacım yoktu.''
''Bunu anlayabiliyorum Dan. Öyle değilmiş gibi davranmana gerek yok.''
''Ben... Özür dilerim.''
''Önemli değil Dan. Gerçekten, sorun yok,'' dedim gülümsemeye çalışarak.
''O halde içeceklerimizi bitirdikten sonra benim planıma devam ediyoruz?'' diyerek umutla gülümsedi.
''Bugünümü ne için ayırdım sanıyorsun?'' diyerek güldüm.
İçeceklerimiz bittikten sonra kalkıp tekrar sokağa çıktık. Açıkçası Dan'in bir planı olduğunu düşünmüyordum. Çünkü Starbucks'tan çıkalı yirmi dakika olmasına rağmen hala yürüyorduk.
''Bir planın olduğunu düşünüyordum?'' dedim gülerek.
''Aslında hala var... Yani... Pekala... Aslında...''
''Bir planın yok değil mi?'' diye sordum.
''Şey... Aslında...'' derken bile kıvrandığını görebiliyordum.
''Yalan söylemene gerek yok Dan,'' diyerek kıkırdadım.
''Bak sadece seninle güzel zaman geçirmek istiyorum... Yani... Bilmiyorum... Bir planım olursa daha düze-''
''Kaykay yapalım,'' diyerek sözünü kestim.
Kafası karışmış gibi görünüyordu.
''Ne?'' diye sordu tekrarlamamı istercesine.
''Kaykayın olduğunu görmüştüm. Bence yapalım, bu hoş olur... Kaymayı bildiğim söylenemez ama bana hep eğlenceli gelmiştir,'' diyerek sırıttım.
Dan hala inanamış gibi bana bakıyordu. Afallamıştı.
''Bunu istediğine emin misin?'' diye sordu bir kez daha.
''Eminim Dan, bana öğretebilirsin değil mi?''
Dan'in yüzüne geniş bir gülümseme yayıldıktan sonra devam etti.
''Elbette. Elbette öğretirim.''
*
Dan'lerin evinden kaykayı aldıktan sonra kaymak için uygun bir yer bulduk. Bana öğretmeye başladı. Her seferinde sendelesem de yere düşmek üzereyken beni kurtarıyordu. Bu konuda şanslıydım.
''Bak, eğer gerçekten sıkıldaysan öğretmek zorunda değilsin,'' dedim iç çekerek. ''Çünkü gerçekten öğrenci olmak da hiçbir zaman başarılı olamadım.''
''Daha çok liderlik yönün var çünkü... Yani... Bir şeyler öğretmeyi seviyor gibisin... Yani... Öylesin.''
''Bilmiyorum, belki de öyleyimdir. Pekala. Hırslı bir öğretmen olduğun ortada Dan. Elimden geleni yapmaya çalışacağım, hadi bir daha deneyelim,'' diyerek tekrar kaykayın üzerine çıktım.
Dan gülümseyerek tekrar başladı. Bu sefer gerçekten onu çok uğraştırmadım. Neredeyse kırk beş dakika çalıştık. Oldukça iyi olmaya başlamıştım. Sanırım iyi de gidiyordum. En sonunda artık öğrendiğimi düşünüyordum. Dan beni kaykayla baş başa bıraktı ve kenara geçip beni izledi. Ayağımın yerden kesildiğini hissediyordum. Bence uçmak gibi bir şeydi. Rüzgar yüzüme çarptıkça gülümsemeden edemedim. Yumuşak bir dönüş yaptım ve devam ettim. Sanırım gerçekten öğrenmiştim.
Dan'in ne düşündüğünü öğrenmek için onun yanına döndüm ve ayağımla kaykayı havaya kaldırıp yakaladım.
''Ne düşünüyorsun?'' diye sordum kaykayı elimde tutarak.
''Gerçekten harikasın,'' diye cevap verdi başını sallayarak.
Sadece güldüm. O da bana katıldı. Güzel hissediyordum.
*
Kaykay ile Dan'in yanında ilerliyordum. O yürüyordu bense kaykayın üzerindeydim ve konuşuyorduk.
''Her zaman çevrende kızlar mı olur Dan?' diye sordum.
Açıkçası Dan gerçekten hoş biriydi. Kibardı ve harika biriydi. Ama onun yanındayken nasıl konuşacağımı bilemiyordum. Yanlış bir şey söyleyip kalbini kırmak istemiyordum. Ne yapacağım gerçekten bilmiyordum.
''Pekala... Eğer gerçekten bilmek istiyorsan her zaman değil. Ama kızlarla aram iyidir,'' diye cevap verdi Dan çekinerek.
''Britney ile olduğu gibi mi mesela?'' diye sordum tek kaşımı kaldırarak.
''Hatırlıyorsun demek?'' diyerek güldü.
''Soruma soruyla cevap verdin, bu olmaz,'' diyerek güldüm.
''Pekala, pekala. Aslında Britney kötü biri değildi. Yani gerçekten. Aksine gerçekten çok iyi biridir. Ama o gece biraz sarhoştu, hepsi bu.''
''Tamam, her neyse,'' diyerek omuz silktim.
Dan kendi kendine gülümseyip devam etti.
''Kıskandın!''
Açıkçası buna kıskanmak denemezdi. Sadece, bilirsiniz eğer biri sizden hoşlanıyorsa ve siz bunu biliyorsanız bu sizi bir şekilde mutlu eder. İnsanlar, kendilerine değer verildiğini bilmek ister. Onun bana değer verdiğini görebiliyordum. Hatta biliyordum. Başka bir kız söz konusu olunca elbette hafif bir kıskançlık olur. Bu aslında normal. Onunla beraber olmak istemeseniz bile başkasına da bakmasını istemezsiniz. Ben tam anlamıyla böyle değildim belki ama yine de hoşnut olduğum söylenemezdi.
''Saçmalama. Neden kıskanayım ki?'' dedim gülerek.
''Tavrından belliydi,'' diyerek bana hafifçe dirsek attı.
''Hayır,'' diyerek onu ittirdim.
Dengem bozulunca kaykayın üzerinden inmek zorunda kaldım. Gülerek onu bir kez daha ittirdim ve geri çekildim. Kaykayın üzerinden atlayıp çimlere, yolun kenarına doğru koştum.
''Bu savaş demek!'' diyerke bana doğru koştu Dan de gülerek.
Ondan kaçmaya çalışmak eğlenceliydi. Aslında iyi bir koşucuydum. Ama ben ne kadar iyiysem o kadar bir hayli iyiydi. Ayrıca gülerken kaçmak da pek kolay olmuyordu. Beni yakaladığında küçük bir hamle yaparak ondan kurtulmayı başarmıştım. Birkaç adım attıktan sonra beni belimden yakaladı ve ayaklarım hafif de olsa yerden kesildi ve yere düştüm. Doğal olarak Dan de benimle beraber düştü. Yere düştüğümüzde hala gülmeye devam ediyorduk. Birazcık kendimize gelince telefonumun çaldığını fark ettim.
Arayan Elis'ti.
Ben telefonu açar açmaz cevap vermemi bile beklemeden konuştu.
''Talya'cığım, eve dön artık lütfen.''
''Hava daha kararmadı bile,'' dedim gökyüzüne bakarak.
''Sadece eve dön. Hazırlık yapma- Ah!''
Elis'in cümlesi yarım kalmıştı.
''Ne oldu!'' dedim hemen.
''Hiçbir şey... Sadece... Ah, Ada yanlışlıkla ayağıma bastı da.''
''Şey, pekala. Tamam Birazdan evin yolunu tutarım tamam mı?''
''Bekliyoruz canım!'' dedikten sonra telefonu kapattı.
Ben telefonu kapatır kapatmaz ''Arayan kimdi?'' diye sordu Dan.
''Elis. Eve dönmemi söylüyor,'' dedim anlamsız bir ifadeyle.
''Tamam belki de Felix'i alıp eve dönsek iyi olur... Yani tabi... Sen... Dönsen.''
Başımı sallayıp güldüm. Yerden kalkmama yardım etti. Kaykayı da alıp tekrar Beth'in kliniğine döndük. Felix oldukça iyi görünüyordu. Ben köpeklerin gülümseyebildiğine inanırdım.
Ve Felix şu an tam anlamıyla bunu yapıyordu.
Her ne kadar Dan'e beni eve bırakmasına gerek olmadığını söylesem de beni dinlemeyip, beni eve bıraktı. Belki de İngiliz erkeklerinin kibar oldukları doğrudur. Hem de fazlasıyla.
''Sanırım artık içeri girmem gerekiyor,'' dedim gülerek.
Çünkü evin önünde neredeyse on beş dakikadır duruyorduk.
''Kaykayımı almalısın. Benden daha iyi kayan bir sahibe ihtiyacı vardı,'' diyerek gülümsedi.
''Hayır bunu alamam! O senin. Ayrıca yalan söyleme, iyi değilim,'' diye cevap verdim gülerek.
''Olacaksın.''
''Bugün için teşekkürler,'' dedim ona sarılarak.
''Davetimi kabul ettiğin için ben teşekkür ederim.''
Gülümsedikten sonra Felix'i kucağıma alıp kapıya yöneldim. Kapı açıldığında karşımda Yaprak vardı.
''Oh, sonunda! Hey, o kaykay da neyin nesi. Hadi içeri geç!'' diyerek güldü sevinçle.
''Kötü bir şey mi oldu? Siz... Beni çağırdınız ve...'' cümlemin devamını getiremedin. Çünkü kızların hiçbiri bana bakmıyordu. Kıyafetleri çantalara koyuyorlardı. Ne yaptıklarına bakmaya dalmışken Felix kucağımdan atlayınca kendime geldim.
''Neden çanta hazırlıyorsunuz?'' diye sordum hemen.
Tüm kızlar kısa süreliğine de olsa işleriyle uğraşmayı bırakıp bana bakıp sırıttılar.
''Eastbourne'e gidiyoruz Talya, eşyalarını hazırla,'' dedi Debra büyük bir çantanın fermuarını çekerek.
''Ne! Neden?'' diye sordum başımı sallayarak.
Kızlardan cevap gelmedi.
''Size soruyorum,'' diye yineledim.
Onlarsa yalnızca gülüyordu. Daha doğrusu suratlarında parıltılı bir gülümseme vardı. Fazla parıltılı. Birazcık düşündüğümde Elis ile telefonda konuşurken hazırlık yapmak gibi bir şeyden bahsederken birinin onu susturduğunu hatırladım. Bu kişi Ada'ydı ve ayağına basması en azından kasti olarak yapılmıştı. Eastbourne'e gitme kararımızı daha doğrusu kararlarını ben gelince söylemek istedikleri için. Fazla garipti bu, hatta aşırı garip.
''Peki kiminle!'' diye sordum bu sefer. Bu David'in bir planı olabilirdi. En azından ben böyle düşünmüştüm.
Kızlar birbirlerinin yüzüne bakıp güldüler. Sonra Ada bana döndü.
''Bizimkilerle.''
Bizimkilerle derken neyi kast ettiğini çok iyi biliyordum.

�CQ�3�e


Londra'da Olan, Londra'da Kalır... Peki Ya Kalmazsa?Where stories live. Discover now