I Love You! Now You Know!

107 7 0
                                    

Lindsay, yalnız kalınca Hannah'yı çağırmıştır diye düşündüm. Ki bence bu çok mantıklıydı. Zach ve Ada'yı da yan yana mutlu görünce Hannah'nın sinirlenmesi olasıydı. Bahse varım Lindsay, Zach'i ve Ada'yı gördüğünde, en ince detayına kadar her şeyi anlatmıştır.
''Burada ne işin var?'' diye bağırdı Zach.
Onu hiç böyle görmemiştim. Fazla sinirli görünüyordu. Hem de çok fazla.
''Beni özlediğini düşündüm ve seni görmeye geldim sevgilim,'' diyerek Zach'e doğru bir adım attı.
''Sakın bana yaklaşma Hannah. Bana sevgilim de deme. Unuttuysan diye söylüyorum beni terk etmiştin. Biz diye bir şey yok yani artık!''
Ada, sakinleşmesi için elinden geleni yapıyordu. Zach'in koluna girmişti. Ona doğru kısık bir sesle bir şeyler söylüyordu ama duyamadım.
''Burada ne işiniz var sizin?'' diye çıkıştı Lucas.
Lindsay'in veya Hannah'nın cevap vermesine fırsat vermeden araya Harrison girdi.
''Lindsay... Biraz konuşabilir miyiz?'' diyerek yanımdan ayrılıp Lindsay'in yanına gitti. Onu kolundan çekiştirerek yanımızdan uzağa götürdü.
''Yürü Zach, içeri girelim,'' dedi Ada. Endişeli görünüyordu.
Zach, Hannah'ya kötü kötü bakmaya devam etti. Ama bir yandan da yürümeye başladı.
''Demek yeni kız arkadaşın bu ha? Benden sonra bu kadar düşeceğini tahmin etmemiştim Zach,'' dedi Hannah gülerek.
Zach cevap vermek üzereyken Ada onu biraz daha çekiştirdi ve içeri girdiler. Onun yerine Nate konuştu.
''Hannah yeter. Gerçekten yeter. Neden buradasın ki hala? Gitmen gerekmiyor mu?''
''Benim olanı almaya geldim ve gerekmiyor.''
''Burada senin olan bir şey yok!'' dedi Victoria.
Hannah şaşırmıştı. Hem de fazlasıyla. Ağzınızı açmış, başını sallayarak ona bakıyordu.
''Lindsay seni asla ''arkadaş'' diye yanında tutmamalıydı. Şu haline bak. Sefil durumdasın. Takıldığın kişilere bak. Bir kaybeden olmayı seçtiğin halde nasıl hala mutlusun,'' dedi Hannah dudaklarını büzerek.
''Bir daha onlara en ufak bir laf etmeye kalkışma Hannah. Gerçekten kötü olacak,'' diyerek ona doğru bir adım attı. ''Şimdi git. Hemen.''
Elis, Yaprak ve Debra ile gözgöze geldik. Elis başıyla içeri girmemizi işaret etti. Debra ve Yaprak onu izledi. Ancak ben peşlerinden gitmedim.
''Size inanamıyorum. Harika bir şöhretiniz var ama bunlarla takılıyorsunuz? Yazın neredeyse tamamını onlarla harcıyorsunuz bunun farkında mısınız?'' diye çıkıştı Hannah bu sefer.
''Tek yaptığın insanlar arasında ayrım yapmak Hannah değil mi? Çünkü kimse senin kadar mükemmel olamaz. Kusursuz veya güzel olamaz,'' diyerek sahte bir şekilde güldü Victoria.
''O kadar önyargılısın ki...'' diyerek başını salladı Nate. Ardından Logan'ı da kolundan tutup içeri girdi.
Hannah oldukça sinirlenmiş görünüyordu. Tam anlamıyla burnundan solduğunu söylemeliyim.
''Nasıl isterseniz. Ama onlar görecekler. Siz de göreceksiniz!'' diye bağırdı ve omzuma çarparak yanımdan geçti.
Zihnimden milyon tane düşünce geçti o anda. Ne yapabilirdi ki diye düşünmeden edemedim. Ne yapacağımı bilemedim. Açıkçası endişeliydim. Sinirlerim bozulmuştu. Rahatlamaya ihtiyacım vardı. Victoria'nın sinirleri bozulmuş gibi görünüyordu. Lucas, ona sıkıca sarıldı. Saçından öptü. ''Hadi içeri girelim,'' diye mırıldandı. Ardından bana baktı.
''Siz gidin, ben... Harrison'a bakacağım,'' dedim dudağımı yalayarak. Lucas tamam anlamında başını salladı. Ben de gittikleri yere doğru ilerledim. Seslerini duyabiliyor gibiydim. Sesin geldiği yöne doğru ilerledim hızlıca.
''Sana defalarca söyledim Lindsay, bunu bili-'' dediğini duydum Harrion'ın. Ama cümlesi yarım kaldı. Sebebini de biliyordum.
Onları karşımda görünce sinirlerim bir kez daha alt üst oldu. Kalp atışlarım bir kez daha hızlandı. Karnıma bir kez daha bir bıçak saplandı. Bir kez daha hızlı hızlı nefes almaya başladım. Boğazım düğümlendi. Gözlerimin yavaş yavaş yaşlarla dolduğunu hissebiliyordum. İyice nemlenmişlerdi.
Onlar öpüşüyordu.
Onu Lindsay'in öptüğünü biliyordum. Onu kendine çekip öptüğünü biliyordum. Ama yine de Harrison'a kızdım kendi içimde. Yapabileceğim bir şey de yoktu.
Niheyetinde Harrison kendini geri çektiğinde ikisi de beni fark etmişti.
''Talya!'' dedi Harrison şaşırmış bir şekilde.
Lindsay ise şaşırmış gibi yapıp ağzını açmıştı.
Sahte.
O kadar sahteydi ki.
Ama ben cevap vermedim. Başımı iki yana sallayarak, ellerini gözaltlarıma götürerek hızlıca arkamı döndüm ve eve doğru koşmaya başladım. Merdivenlerden o kadar hızlı çıktım ki bizimkiler beni fark etmedi bile. En azından üzgün olduğumu fark etmediler. Daha doğrusu ağladığımı. Kendimi banyoya kapattım. Emin olduğum bazı şeyler vardı. Beni sevmeyen birini seviyordum. Daha doğrusu başka birini seven. Hayatım boyunca bir gün karşılaşırsak, tanışırsak her şeyin çok kolay olacağını düşündüm. Harika biri değildim, onun etrafındaki kızlarla, özellikle de Lindsay ile yarışabilecek kadar güzel değildim. Ama iyi bir kalbim vardı. En azından ben böyle düşünüyordum. Şimdi ise tüm şansım yitip gitmişti. Hıçkırarak ağlıyordum. Elimden gelen tek şey buydu. Kısa bir anlığına da olsa eski günlerim aklıma geldi. Daha önceden de ağlamıştım, üzülmüştüm ama bu seferki daha zor geliyordu bana. Hannah'nın alacağı intikamı düşünmeden edemezken, Harrison'ı ve Lindsay'i öyle görmek beni iyice delirtmişti açıkçası. Banyodan çıktıktan sonra da ne yapacağımı bilmiyordum. Harrsion'a ne diyecektim, ''kız arkadaşınla öpüşmen sinirlerimi bozdu'' mu? Daha saçma bir şey olamazdı.
O sırada kapı çalındı.
''Talya... İçeride misin?''
Sesin sahibi Harrison'dı. Sesi gayet sakin geliyordu açıkçası. İçeri girip beni bu halde görmesini istemedim.
''İçeri girme!'' diye bağırdım. Açıkçası o an üzülmekten çok sinirlenmiştim. Neden bu kadar ilgiliydi ki? O böyle yaptıkça onu daha çok seviyordum.
''İyi misin? Talya, lütfen. Girmeme izin ver,'' dedi.
Cevap vermedim. Verecek bir cevabım da yoktu açıkçası. Ben cevap vermeyince Harrison kapıyı açtı. Kilitlemediğim için çok pişman oldum. Beni gözyaşları içinde görünce yüzünde çok şaşkın bir ifade oluştu. Hemen yanındn hızlıca geçerek banyodan çıktım. Harrison arkamdan ''Talya!'' demeye devam ediyordu. Hemen odama girip kapıyı sertçe kapattım ama üç saniye sonra geri açıldı. Gelen Harrison'dı.
''Talya, neden ağlıyorsun söyler misin?'' diyerek bana yaklaştı Harrison.
''Bana yaklaşma Harrison, sakın!'' diyerek bir adım geri çekildim.
Belki de fazla ağır tepki veriyordum ama umrumda değildi.
''Ben ne yaptım ki? Talya, lütfen. Neler oluyor söyler misin?'' diye sordu çaresizce.
''Hiçbir şey tamam mı? Sadece... Beni yalnız bırak.''
''Sen ağlarken, seni yalnız bırakamam!'' dedi sesini yükselterek.
''Neden umursuyormuş gibi yapıyorsun ki? Yapma!'
''Çünkü umursuyorum Talya. Sorun ne? Neden bizi görünce hemen gittin? Neden ağlıyorsun? Ne oldu?''
Bana daha da yaklaştı. Ama geri çekilemedim. Bunu yapmak istemedim. Ama yine de ona kızgındım. Buna hakkım olmasa da kızgınım.
''Neden umursuyorsun peki Harrison? Neden bu seni bu kadar ilgilendiriyor? Neden bu, bu kadar umrunda,'' dedim ben de sesimi biraz daha yükselterek.
''Çünkü seni önemsiyorum!'' diye bağırdı.
''Önemsiyor musun? Sen mi? Beni? Ah, lütfen güldürme beni,'' diyerek sinirle gülüp devam ettim. ''Neden Lindsay ile birliktesin o zaman?''
Harrison biraz afalladı. Biraz daha yanıma yaklaştı. Aramızda çok az bir mesafe vardı. Hem de çok az. Gözyaşlarım kısa süreliğine durmuştu ama tekrar harekete geçebilirlerdi. Hem de her an.
''Ne? Bunun Lindsay ile ne alakası var? Sen... Benim arkadaşımsın.''
Derin bir nefes alıp bakışlarımı ondan kaçırdım. Başımı eğdim.
''Arkadaş... Evet, sadece arkadaşınım,'' diye mırıldandım.
Harrison çenemi tutup yüzümü ona çevirdi.
''Yoksa sen...'' diye devam etti şüpheyle. Ama daha çok vebalı olduğu öğrenmiş gibi bakıyordu. Üstelik vebalı bile değildim.
''Evet,'' diyerek elimi çenesinden çektim, gitmek için ilerledm. Ama o beni tuttu.
''Evet, ne?'' diye sordu.
''Tamam,'' dedim kollarından kurtulup geri çekilerek ''Bunu mu duymak istiyorsun... Pekala, seni seviyorum. Evet, seni. Seviyorum,'' diyerek göğsünü yumruklamaya başladım. ''Oldu mu? Mutlu musun? Seni seviyorum işte. Eğlendin mi? Memnun musun?''
Gözlerimin yeniden nemlendiğini hissedebiliyordum. Ama kendi kendime söylenmeye devam ediyordum. Harrison şok geçirmiş gibi hiçbir şey söylemezken beni gözyaşlarımın süzülmesiyle hala sözlerimi tekrar ediyordum. Yumruklarım azalmıştı. Dayanamayıp başımı Harrison'ın göğsüne koydum. Hıçkırıklar içinde ağlamaya devam ettim. Daha sonra onun da kollarıyla beni sardığını fark ettim. Başımı hafif yana çevirince kolunun arasından odanın açık kapısını gördüm. Başta Lindsay olmak üzere herkes kapının önüne dizilmiş, bizi izliyordu. Biraz korktum ama yerimden hiç kımıldamadım. Yalnızca ne zamandan beri izlediklerini merak etmiştim. Ama Harrison'ın kolları beni güvende hissettirmeyi başarmıştı. Lindsay bilmiyordu belki ama öpüşmekten çok daha öte sarılmak diye bir şey vardı. En azından benim için. Onları sarılırken görmek muhtemelen daha çok canımı yakardı. Ama şimdi Lindsay bizi böyle görüyordu. Belki fazla önemsemezdi ama benim için yeterliydi. Gözlerimi yumup kendimi sonsuz güven duygusuna bırakmadan önce gördüğüm son şey, Lindsay'in arkasını dönüp gidişi oldu.
Ama geri geleceğini biliyordum.

_CQʄf


Londra'da Olan, Londra'da Kalır... Peki Ya Kalmazsa?Donde viven las historias. Descúbrelo ahora