Things Are Changing

163 9 0
                                    

Evden iyice uzaklaşmıştık. Üstelik sadece yürüyerek. Ancak bir süre sonra yorulunca Debra taksi çağırdı. Adam, Felix'e pek sevimli bakışlar atmasa da sesini çıkartmadı. Ön koltuğa Debra binmişti. Biz de arka kotluklarda dipdibe oturmuştuk. Pastaneye doğru ilerlerken Debra'dan bazı şeyleri anlatmasını istedik elbette.
''Şimdi söyle bakalım Debra, dün gece kaçırdığımız neler oldu? Nate ile aranda ne var?'' diye sordu Elis bir dedektif edasıyla.
Debra gülümsedikten sonra bir süre düşündü. ''Pekala, anlatıyorum,'' diyerek ellerini çırptı. Şoför ters ters bize bakmayı sürdürse de umursamadık. Debra bize doğru dönmüştü. Şoför her iki dakikada bir onu önüne dönmesi için uyarıyordu. Ancak Debra'nın pek de umursadığı söylenemezdi.
''Siz gittikten sonra kızlar ile çocukların kavgasını dinlemek zorunda kaldım aslında. O kısım biraz sıkıcıydı. Ancak Nate bunu fark etmiş olacak ki beni yanlarından almayı başardı. Ödül töreni bir şekilde geçti. Bazı muhabirler Nate'e beni soruyordu. 'Yanınızdaki bu genç bayan da kim?' gibi. Bence bu çok saçma. Neden ben orada yokmuşum gibi davranıyorlardı ki. Bunu onlara söyledim. Muhabire 'Hey, ben buradayım. Yani eğer kim olduğumu merak ediyorsan bana sorabilirsin. Adım Debra' dedim. Nate ve muhabir biraz gülse de ben pek umursamadım. Daha sonra içeri geçtik. Tören boyunca pek konuştuğumuz söylenemez. Ancak törenden sonra böyle parti gibi bir şey vardı. Yani tam anlamıyla parti denemez tabi ki ama öyle görünüyordu işte. Orada bütün vaktimi Nate ile geçirdim zaten. Merak ettiğiniz konu buysa Nate ile aramda bir şeyler olmadı. Ama henüz. Yani sanırım birbirimizden hoşlanıyoruz. Hatta belki de bir ilişki içindeyizdir. Yani sanırım. Emin olamıyorum bir türlü. Çocukları soracak olursanız Harrison, Lindsay ile beraberdi. Zach Hannah ile, Lucas da Victoria ile. Ama Nate ile her şey hakkında konuştuk. Yani onu gerçekten tanıdım. Bu onu tanıdığını zannetmekten çok daha farklı... Tarif edemiyorum ama o... O çok tatlı ve kesinlikle benim için yaratılmış gibi. Daha sık zaman geçireceğiz. Yani hislerimizden emin olana kadar ilişkimizin bir adı olmayacak galiba. Tüm detayları hatırlamıyorum. Yani ne konuştuğumuzu. Ama ciddi anlamda her şey hakkında konuştuk. Hatta belki ülkelerin iklimlerinden bile.''
Etkilenmiştim. Debra'nın mutluluğunu görebiliyorum. Gözleri bunu açıkça ele veriyordu. Onun adına çok sevinmiştim. Hepimizin de böyle hissettiğinden emindim.
''Peki, o zaman artık çocuklarla görüşmek için bir bahane bulmamıza gerek kalmadı ha?'' diyerek güldü Yaprak.
''Sanırım öyle,'' dedi Debra da gülerek.
Daha sonra Debra da bize onlar yokken neler yaptığımızı sordu. Biz de en ince ayrıntısına kadar her şeyi anlattık. Sabah, Harrison ile aramızda geçen konuşmayı da kızlara anlatmış oldum. Tabi doğal olarak Debra'ya ödül törenine gerçekte davetli olup olmadığımızı da sorduk. Tahminim doğru çıkmıştı. Tam anlamıyla davet edilmemişiz. Debra, Nate'e bizim gelmemizin uygun olup olmadığını sormuş. Yani aslında teknik olarak davetli değilmişiz. Bu pekala iyi bir şey gibi görünmüyordu. Ama olan olmuştu, gece sona ermişti. Öyle veya böyle zaten törene katılamamıştık. Taksiden indikten sonra pastaneye girdik. Yoğun bir kahve kokusu etrafı sarmıştı. Felix'i yere bıraktıktan sonra kokuyu derince içime çektim. Kasada David duruyordu. Bizi görünce hemen yanımıza geldi.
''Tanrı aşkına kızlar neredeydiniz! Meraktan öldük!'' dedi ardından.
''Üzgünüz David... Haber vermeliydik ama onlarla kaldık... Yani onların evinde... Stolen Things'in evinde,'' diye cevap verdi Ada.
''Artık ünlülerle mi takılıyorsunuz yoksa?'' diyerek güldü David gergin bir şekilde.
''Elbette hayır David, Debra ve diğer kızlar sana olanları anlatsın. Ben kahve almaya gidiyorum. İçerisi harika kokmuş!'' dedim adım atmaya hazırlanarak.
''Ay, şey pekala. Dan de içeride bu arada.''
David bunu söyleyince bir anlığına durakladım. Ardından tamam anlamında başımı salladım ve mutfağa doğru ilerledim. Kapıdan girer girmez Dan hemen kafasını kaldırıp bana baktı. Ben de kahve makinesinin olduğu yere doğru ilerledim.
''Neredeydin gece boyunca?'' diye sordu. Sesi yüksek çıkmıştı. Biraz da sert. Hesap soruyor gibi bir hali vardı. Ki bu onu hiç ilgilendirmezdi.
''Çocuklarlaydık,'' dedim yine de umursamaz bir tavırla.
''Çocuklar?''
''Logan, Lucas, Zach, Nate ve Harrison?'' dedim elime bir kahve kupası alarak. Ardından kahvemi doldurmaya başladım.
''Geceyi onlara mı geçirdin? Bütün bir geceyi?'' diye sordu hayretler içinde.
''Öyle olsun olmasın bunun neresi yanlış. Çok merak ediyorsan onların evindeydim ama bütün bir geceyi tam anlamıyla beraber geçirdiğimiz söylenemez. Ayrıca neden bana hesap soruyorsun ki?'' dedim başımı iki yana sallayarak.
''Hesap sormuyorum. Merak ediyorum.''
''Öyle mi? Ses tonun pek de öyle gelmiyor ama,'' diyerek kapıya yöneldim. Ancak Dan önüme geçti.
''Ne istiyorsun Dan?''
''Neden böyle davranıyorsun?''
''Nasıl davranıyorum?''
''İyi değil.''
''Bana hesap soruyorsun Dan, neden dün gece yaptığım bir şey için hesap vereyim ki. Tamam. Boş ver. Unut gitsin tamam mı? Hiç konuşmamışız gibi davranalım,'' dedikten sonra yana geçtim ve mutfağın kapısından çıkıp kızların yanına gittim. Debra bir yandan David ile konuşuyordu bir yandan da kasanın orada duruyordu. Elis ve Ada ise somurta somurta insanların siparişlerini alıyordu. Yaprak ise yerlerini silmek için kullandığımız paspası mikrofon gibi kullanmış, şarkı söylüyormuş gibi yapıyordu. Aslında birazcık da yerlerini sildiğini söyleyebiliriz.
''Yaprak iyi misin?'' diye sordum yanına gidip.
''Hayali hayranlarımla olan konserimi bölene kadar evet,'' dedi Yaprak ise.
''Şey... Konserine biletsiz girdiğim için üzgünüm dostum,'' dedim kahvemden bir yudum alarak.
''Boş versene, asla böyle biri olamayacağım zaten. Dert etmiyorum. Belki bir gün piyanist olurum. Ya da hepsini boş verelim bir meslek edinebilirsem şanslıyım,'' diyerek iç geçirdi.
''Bu kadar karamsar olma Yaprak,'' dedim omzuna hafifçe dokunarak.
''Okuldaki notlarımı biliyorsun Talya, ne yapacağımı bilmiyorum. Günün birinde senin gibi bir bir fotoğrafçı da olamayacağım. Ada ve senin planların var. Hepsi mantıklı ve gerçekleşecek. Bir de bana bak.''
''Sakın böyle düşünme Yaprak. İstediğin her şey olabilirsin!'' dedim ona.
''Elis harika tasarımlar yapabiliyor, harika çizimleri var. Yetenekli. Aranızda bir ben böyleyim.''
''Şunu keser misin Yaprak! İstediğin her şey gerçekleşecek. Ben de yanında olacağım. Bak, olumsuz düşünmeye bir son ver tamam mı? Hem her şey yolundaydı, neden bir anda böyle oldun ki?''
''Bilmiyorum Talya... Biliyorsun arada bir böyle şeyler oluyor bana...'' diyerek başını eğdi.
''Hey, başını kaldır. Gülümse. Londra'dasın Yaprak. Unuttun mu? Burası senin şehrin?'' diyerek boş elimle başını kaldırdım.
Gülümsedi ve ardından bana sarıldı. Kahvenin dökülmemesi için oldukça çaba sarf ettim. Ancak öbür elimle sırtını sıvazladım. ''İyi ki varsın,'' diye fısıldadı ardından.
''Sen de öyle,'' diye cevap verdim.
*
Akşam kulübeye döndük. Açıkçası burası biraz yabancı gelmişti. Sadece öyle hissettim. Çantamı bir kenara bırakıp kendimi yatağımıza attım. Sırtüstü uzanıp, gözlerimi tavana diktim. Hepimiz yorulmuştuk. Gözlerim kapanmak üzereydi. Ancak Ada'nın sesiyle irkildim.
''Kızlar, video kameram yok!''
Nerede düşürmüş olabileceğini düşündüğümde aklıma ilk olarak çocukların evi geldi. Çünkü çantasını en son orada açmıştı. Ayrıca sona kalan o olduğu için oldukça acele etmişti toplanırken. Ben orada düşürmüş olacağını düşünüyorum.
''Nerede düşürmüş olabilirsin ki?'' diye sordu Debra telaşla.
''Bilmiyorum...'' diyerek çantasını karıştırmaya devam etti Ada. ''Ama yok.''
''Çantanı pastanede hiç açmadın ki?'' dedi Elis kafası karışmış bir şekilde.
Bense ''Çocukların evinde düşürdün,'' dedim kendimden emin bir şekilde.
Ada başını yavaşça kaldırıp düşünceli bakışlarla bana baktı. Haklı olduğumu o da biliyordu.
''Aman Tanrım, evet!'' diyerek çantayı bıraktı.
''Çocukları ara, getireceklerdir,'' diyerek omuz silktim ve kendime bir bardak su almak için ayağa kalktım.
''Hayır, bunu yapma. Daha sabah beraberdik. Ayrıca geç oldu. Bence bunu yarına bırakın,'' diye araya girdi Yaprak.
''Ya bulup izlerlerse?'' diye sordu tedirgin bir şekilde Ada.
''İnan bana bulsalar bile içindekileri izlemek için vakit ayıracaklarını hiç zannetmiyorum. En iyisi unutun gitsin. Yarın hallederiz. Ben uyumak istiyorum. Sizi seviyorum, iyi geceler,'' diyerek yatağa çöktü Yaprak.
''Haklı olabilir,'' dedim suyumu bitirdikten sonra. ''Bence de uyuyalım. Yarın her şeyi hallederiz.''
Ardından kendimi olduğum gibi yatağa bıraktım. Uyumak için iyi bir saatti.
*
Onlara haber vermeden gitmenin daha iyi olacağını düşündük. Daha doğrusu onlara sürpriz yapmak kulağımıza hoş gelmişti. Bu yüzden Debra Nate'i aramadı. Ayrıca dünden beri ne Harrison beni aramıştı. Ne de Zach Ada'yı... Aslında düşünüldüğünde Hannah'ın Ada'nın numarasını silmiş olması olasıydı. En azından ben böyle düşünüyordum.
''Yolu nasıl bulacağız?'' diye sordu Yaprak kucağında Felix ile beraber.
''Bir taksi buluruz, gideceğimiz yeri tarif edebilirm sanırım,'' diye cevap verdi Debra.
''Ben yolu iyi gözlemledim giderken, şoföre anlatmakta sıkıntı çekmem. Zorlanmayız yani,'' diye araya girdi Ada.
''O halde sorunumuz çözüldü,'' diyerek gülümsedim.
Ardından biraz daha yürümeye devam ettik. Pastaneye gittik. Sabah kahvaltıda bir karar almıştık. Daha doğrusu kesin bir karar değildi. Ancak artık pastanede çalışmayacaktık. Yani tam anlamıyla, her gün gitmemek gibi. Bunun David'i zor durumda bırakacağını düşünüyorduk ama buraya bunun için gelmediğimizi biliyorduk. Aslında buraya gezmek veya başka bir şey içinde gelmemiştik. Her neyse... Bu konu hakkında konuşmak beni oldukça üzüyor ve garip bir karanlığa sürüklüyordu. Debra ile beraber biz de pastaneye girdik. Dan soğuk bakışlarını üzerimde gezdirmeye başlamıştı bile. Ona bakmamaya çalıştım. David, güler yüzüyle bizi karşılaşmıştı.
''Hoş geldiniz kızlar... Ben de nerede kaldınız diye düşünmeye başlamıştım,'' dedi ardından.
''David... Biz... İşi bırakıyoruz,'' dedi Debra başını eğerek.
''Biz... Yani burada çalışmayı seviyoruz... Ama... Sadece bırakmak istiyoruz David... Gerçekten bir sebebi yok,'' diye ekledi Elis.
David kısa süreliğine donuk kaldı. Bakışlarını Dan'e çevirdi. Ardından tekrar bize döndü.
''Kızlar...'' diyerek başını eğdi. ''Yani... Sizi zorla burada tutamam... Ama yine de arada bir sizi burada görmeyi isteriz.''
David'in üzüldüğü açıktı. Ama gerçekten burada çalışmak artık bizi yoruyor gibiydi. Ayrıca Dan ile beraber çoğu şeyin zor olduğu da bir gerçekti. En azından benim açımdan.
''Saygı duyduğun için teşekkür ederiz David,'' dedim gülümsemeye çalışarak.
O da gülümsemeye çalışarak ''Elbette,'' dedi.
''Ayrıca tabi ki buraya geleceğiz. Yani istediğin zaman buradayız. Ne olursa,'' diye atıldı Ada.
''Bir telefon açman yetecektir,'' diye ekledi Yaprak.
''Ah... Elbette. Sizi özleyeceğim çocuklar,'' dedi David en sonunda. Bu seferki gülümsemesi biraz daha gerçekçiydi.
''Biz de seni özleyeceğiz David,'' diye cevap verdim. ''Ama zaten görüşeceğiz. Yani bu kadar dert etme. Bizden kurtulman o kadar kolay olmayacak,''diyerek güldüm.
''Bu isteyeceğim son şeylerden biri. Hepiniz kızlarım gibisiniz artık,'' diye yanıt verdi David.
Bir anlığına aklım aileme gitti. Anneme ve babama. David farkında olmadan acımı aklıma getirse de bunu bastırmaya çalıştım. Anne ve babanızı kaybettiğinizde acıyı hafifletmeniz kolay olmuyor. Üstünden ne kadar zaman geçerse geçsin.
David ile vedalaşamız bittikten sonra ben hariç diğer kızlar uzaktan ''Görüşürüz Dan,'' diyerek el salladılar. Ben sadece ona bakmakla yetindim. Felix'ide David ile beraber bırakmıştık. En azından bir süreliğine. Akşam eve dönmeden önce onlara uğrayıp Felix'i alabilirdik. Bu yüzden pek sıkıntı olacağını düşünmedik. Ardından arkamızı dönüp pastaneden çıktık. Pastaneden çıkmış öylece yürüyorduk.
''Dan'e görüşürüz demedin?'' diye sordu Elis.
''Gerek duymuyorum,'' diyerek başımı eğdim.
''Pekala, her neyse,'' dedikten sonra kolunu omzuma attı. Ben de ona dönüp gülümsedim.
Ancak başını döndürdüğümde ise gördüğüm manzara pek de harika değildi. Uzaktan seçebildiğim en önde olan kişi Deniz Abla'ydı. Dil okulundaki rehberimiz. Bunca zaman karşılaşmamış olmamız şaşırtıcıydı. Ancak o an bunu düşünmek gereksizdi. Arkasında bizim eski kafileden birkaç kişi de görünce hemen Elis'i de kolundan tutarak yanımızdaki çıkmaz sokağa sürükledim. Diğer kızlar da peşimizden geldi.
''Neler oluyor?'' diye sordu Ada koşarak yanıma geldi.
''Görmediniz mi?'' diye sordum kızlara teker teker bakarak. ''Bizim kafileydi. Deniz Abla'yı gördüm. Bizim kafileden olduğunu düşündüğüm birkaç kişi daha vardı. Bizi gördüklerini hiç sanmıyorum ama. Sanırım şanslıyız.''
''Aman Tanrım. Sen ciddi misin?'' diyerek başını ellerinin arasına aldı Yaprak. ''Bizi bulamazlar. Hayır bu olmamalı. Saklanmalıyız!''
''Böyle bağırırsan elbette bulurlar,'' diyerek onun ağzını kapattı Ada.
''Bir dakika neler oluyor? O bahsettiğiniz de kim?'' diye araya girdi Debra.
''Bizim dil okulundaki rehberimiz. Daha doğrusu orası bir çeşit yaz okuluydu. Yani sadece dil eğitimi yoktu. Londra'ya düzenlenecek gezilerde mevcuttu. Şu anda onlardan birini gerçekleştiriyor olmalılar,'' diye cevap verdim Debra'ya.
''O zaman önce bekleyin bir grup var mı bakarım eğer gitmişlerse hemen bir taksi bulup bineriz?'' diye öneride bulundu Debra. Daha iyisi olamazdı.
''Harika fikir,'' dedik Elis ile aynı anda.
''Tamam o halde. Beni burada bekleyin.''
Ardından Debra'nın gayet rahat bir şekilde yola doğru ilerlemesini izledik. İki üç kez çevresine bakındıktan sonra bize döndü. Elini gelin dercesine salladı. Biz de ağır adımlarla onda doğru ilerledik. Tanrı'ya şükür taksi hemen önümüzden geçiyordu. Debra hemen birini durduktan sonra hepimiz hızlıca taksiye doluştuk. Debra öne binmişti. Biz de arkaya sıkıştık. Ada ve Debra adama yolu tarif ediyordu. Radyoda Every Rose Has Its Thorn çalıyordu. Adam bu zaman kadarki karşılaştığımız diğer aksi şoförlerden daha farklıydı. Bu sevindiriciydi. Kısa süreli bir endişe yaşasamda şimdi huzurluydum.


*


Evlerine varır varmaz hemen bahçe kapısından içeri girdik. Bahçede hiçbir araba yoktu. Umarım evdedirler diye düşündüm yine de. Derin bir nefes aldıktan sonra zile bastık. Ancak açan kimse olmadı. Ya evde yoklarsa diye bir düşünce oluştu hemen zihnimde.
Ne yapacaktık?
''Evde yoklar,'' dedi Yaprak kollarını göğsünde birleştirerek.
''Hayır, hayır burada olmalılar,'' diyere ısrarla zile basmayı sürdürdü Elis.
''Size Nate'i aramamın iyi olacağını söylemiştim kızlar,'' dedi Debra ellerini pes etmişcesine kaldırdı.
''Tamam, tamam sakin olalım,'' diyerek olduğum yere çömeldim.
''Talya haklı,'' diyerek yanıma çömeldi Ada da. ''Bir yolunu buluruz.''
Ancak o an gerçekten ne yapacağımızı bilmiyordum.
Boşu boşuna gelmiş olamazdık.
''Tamam, pekala, artık Nate'i arayabilirim? Bu en azından artık sorun olmamalı,''diyerek telefonunu çıkardı Debra.
''Sürpriz olamayacağına göre ara hadi,'' dedim bense.
Debra telefonu kulağına tuttuğunda ise ben de çevreyi inceliyordum. Bahçeleri oldukça genişti. Güzel bir havuzları da vardı. Acaba yüzmek için vakitleri oluyor mu diye düşünmeden edemedim. Ben onları yüzerken düşünürken Debra'nın sesiyle irkildim.
''Kahretsin.''
Debra'nın böyle söylenmesi üzerine hepimiz ona döndük.
''Telefonu kapalı.''
Evet, harika. Hatta mükemmel.
''Bekle, Zach'in telefonu açıktır belki,'' diyerek kendi çantasını açtı Ada. Ardından o da telefonunu alıp Zach'i aradı. ''Hayır, onunki de kapalı,'' diye cevap verdi başını sallayarak.
İşte artık tamamiyle bitmişti. Yapabileceğimiz tek şey beklemekti.
''Gerçekten burada durup öylece bekleyecek miyiz?'' diye sordu Yaprak ellerini beline koyarak.
''Hayır,'' diye cevap verdim. Ardından biraz daha yana kayıp boş kalan yere hafifçe vurdum. ''Oturarak da bekleyebilirsin Yaprak.''
''Komik değildi,'' diyerek kollarını göğsünde birleştirdi bu sefer.
Cevap vermedim. Yaprak için açtığım yere ise Elis oturdu. ''Tamam bekleyelim,'' dedi ardından ve dirseklerini dizlerine koydu. Yüzünü de ellerinin içine aldı.
''Pekala, eğer bekleyeceksek sonsuza kadar ayakta kalamam,'' diyerek Debra'da yere çöktü. En son ayakta Yaprak kalsa da o da en sonunda oturdu. Öylece oturup beklemeye başladık.
''Ya görüntülerimizi izlemişlerse?'' diye sordu Ada.
''En fazla ne olabilir ki?'' diye cevap verdim.
''Tüm saçmalıklarımızı görürler,'' diye cevap verdi o da.
''Evet! Dahası ne konuştuğumuz da anlayabilirler! Biliyorsun, İngilizce konuşmak senin fikrindi Talya,'' diyerek beni işaret etti Yaprak.
''Bunun neresi kötü?'' dedim yüzümü buruşturarak.
''Bazı şeyler açığa çıkabilir,'' diye araya girdi Ada.
''Ne gibi?'' diye sordum.
''Dil okuluna gitmeyip, bütün zamanınızı dışarıda geçirmeniz gibi,'' dedi Debra.
Ellerimi şakaklarıma götürdüm. Gözlerimi kapatıp kısa süreliğine gözlerimi kapattım.
''Tamam, videoların başında sen yoksun. Seninle pastanede tanıştık Debra. Bu dil daha doğrusu yaz okulundan arda kalan bütün zamanlarımızı kameraya çektik. Bazı günler de gitmedik. İşte bunu söyleriz... Tabi eğer sorarlarsa. Sorun çözüldü,'' dedim ardından.
Kızlar bir süre duraksayıp bana baktı.
''Yeni bir yalan daha,'' diye mırıldandı Ada.
''Mecburuz Ada. Benim suçum değil bu,'' diyerek ona döndüm.
''İyi, tamam, her neyse,'' diye cevap verdi.
Açıkçası şu an hiç de tartışacak havamda değildim. Bundan sonra kısa bir sessizlik oldu ve beklemeye başladık. Şarkılar mırıldanıp duruyorduk. Arada bir saatimi kontrol edip duruyordum.
On beş dakika.
Yalnızca on beş dakika mı beklemiştik yani. Oysa ki bu süre gerçekten fazlaydı. Uzun sürmüştü. Ancak bekleyecektik. Öyle veya böyle.
Kırk beş dakika.
Yaptığımız tek yer değişikliği çimlere uzanıp gökyüzüne bakmak oldu. Kırk beş dakikayı sadece böyle geçirdik. Ayrıca birbirimize saçma sapan şeylerden bahsettik.
''Hey, Hitler Nutella'mı çaldı,'' gibi.
Bir saat.
Yalnızca on beş dakika geçti. Çimlerden kalkıp tekrar kapının önüne oturduk. Amacımız neydi bilmiyordum.
Bir saat otuz beş dakika.
Debra telefonunu çıkardı ve biz de sayesinde biraz müzik dinledik. Ancak o an şarkı sözlerinden çok, beklemenin ne kadar berbat bir şey olduğunu düşünüyordum.
Neredeyse iki saat.
Ve onlar hala yok. Bir arama da yok. Ada ve Debra onları tekrar aramaya çalıştı. Ancak telefonları hala kapalı.
İki saat yirmi dakika.
Elis ''Gelmiyorlar işte. Boş verelim tamam mı? Gidelim. Boş yere bekliyoruz!'' diye bağırıp duruyordu. Ancak hiçbirimiz kıpırdamadık. Bunun bizi harekete geçirmeyeceğini o da biliyordu. Ancak buna rağmen söylenmeye devam etti.
İki saat elli dakika.
Hala yoklar.
Tamı tamına üç saat on dakika.
''Eğer beş dakika içinde gelmezlerse kesin olarak gidiyoruz. Kız arkadaşını bile önemsemiyor bu çocuk,'' diyerek ayağa kalktı Debra sinirle.
''Ben henüz çıkmadığınızı sanıyordum?'' diye sordu Elis.
''En azından flört ediyoruz,'' diye cevap verdi Debra.
''Tamam yalnızca beş dakikaları var,'' diye mırıldanıp başımı kaldırdım. Debra'nın arkasına baktım.
Bize doğru gelenler vardı. Tanrıya şükür.
Onlardı.

.1CQz!��


Londra'da Olan, Londra'da Kalır... Peki Ya Kalmazsa?Where stories live. Discover now