This Might Be A Dream...

143 10 0
                                    

Çocukların yanından eve döndüğümeden önce pastaneye uğrayıp Felix'i almamız gerekmişti. Dan ile yine tek kelime etmemiştik. Yalnızca bakışmalar. Eve döner dönmez günün analinizi yapmamız gerekti.
''Pekala. Hadi her şeyden bahsedelim. Analiz yapalım,'' diyerek Ben & Jerry's 'in muzlu ve çilekli dondurmasından bir kaşık aldı Ada.
''Öncelikle artık aramızda yalnız olmayan biri var,'' dedim Debra'ya bakarak.
''Pekala, pekala,'' diyerek ellerini kaldırdı Debra. ''Aramızda bir çekim var, evet. Yani birbirimizle iyi geçiniyoruz... Anlaşabiliyoruz. Bu asla olmasını beklemediğim bir şeydi... Ama bu çok hoş, yani hem bana karşı davranışları... Hem de aramızdaki çekim...'' derken araya Elis girdi.
''Boş lafları bırak Debra. Çıkıyorsunuz işte. Çiftsiniz. Neden bu kelimeyi kullanmak sana bu kadar zor geliyor?''
''Bilmiyorum. Garip geliyor tamam mı? Nate ve ben. Nate Hall ve Debra Topham. Fazla mutluyum ve bozulmasını istemiyorum,'' dedi Debra gülerek.
''Bozulmayacak Debra. Bunu nasıl başardın hiçbir fikrim yok Debra ama bu sürecek. Nate'i gerçekten etkilemiş görünüyordun,'' diyerek kendi yaptığı karışık sandviçten bir ısırık aldı Yaprak.
''Yaprak haklı,'' diyerek onayladım onu. ''Şimdi sana gelelim Bayan Kırık Kalp Onaran,'' diyerek Ada'ya döndüm. ''Anlat bakalım, neler oldu?''
''Pekala... Her şey güzeldi. Yani onu güldürdüm. En azından neşesini yerine getirmeyi başardım. İşin doğrusu tahminimden daha kolay oldu,'' diyerek gülümsedi. Ardından başını eğip devam etti. ''O... Gerçekten farklı biri. Hannah'ı bir zamanlar sevdiği de çok açık. Belki de hala seviyor. Bir fikrim yok. Ama belki de onu unutabilir... Bilmiyorum. Umarım bu kısa sürede olur. Çünkü fazla vaktim yok. Hatta hiçbirimizin yok... Sanırım.''
Ada haklıydı. Fazla zaman yoktu. Belki de hiçbir şey için. Ama yapabilecek bir şey yoktu.
''Anı yaşamaktan bahsediyorduk,'' diyerek başını ellerinin arasına aldı Debra.
''Haklı,'' diyerek onayladım.
''Kızlar, evet biliyorum. Ama... Bazen böyle hissetmekten kendimi alamıyorum. Ailemin yanına dönmem gerekecek. Bu nasıl olacak hala en ufak bir fikrim yok ama onu özlemeye başladım bile.''
Ada haklıydı. Çok haklıydı. Ama gerçekten yapabilecek bir şeyimiz yoktu. Doğruca hava alanına gidip Türkiye'ye de dönemezdik.
''Tamam, özür dilerim. Hepinizin canını fazlasıyla sıktım. Özür dilerim çocuklar,'' dedi Ada.
''Hayır, hayır özür dileme Ada. Haklı olduğun bazı noktalar var. Evet... Bunlara bir şey diyemeyiz... Yani... Boş ver işte. Unut gitsin,'' diyerek gülümsedim.
''Kesinlikle. Boş versene. Logan'ın, ikizimin kıyafetlerini aldım!'' diyerek elini yumruk yapıp havaya kaldırdı Elis.
''Biraz neşelen Ada,'' diyerek onu dürttü Yaprak.
''Zach'e kendini iyi hissettirdin. Olayların nasıl gelişeceğini nasıl bilebiliriz ki? Yarın tamamiyle bir gizem. Belki de işler yolunda gider,'' diyerek gülümsedi Debra.
''İyi ki varsınız kızlar, sizi çok seviyorum,'' dedi Ada. Gözlerinin içi gülüyordu.
''Biz de seni seviyoruz Ada,'' dedik hepimiz aynı anda. Ardından gülüştük. Gülmemiz bittikten sonra Ada bana döndü.
''Ya sen Ada? Harrison ile ne yaptınız?'' diye sordu tek kaşını kaldırarak.
''Bana Lindsay'den bahsetti bir ara. Lindsay ile harika bir ilişkisi olmalı. Ayrıca... Sanırım hala Dan ile beraber olduğumu düşünüyor,'' diyerek çay kaşığımla çayımı karıştırmaya başladım.
''Ne? Neden ona ayrıldık gibi bir şey demedin?'' dedi Elis.
''Fırsat olmadı Elis. Konu açılmadı, sormadı. Ben de söylemedim.''
''Siz çıkmadınız bile,'' diyerek başını olumsuz anlamda salladı Ada.
''Harrison bunun böyle olduğunu düşünüyor ama... Yapabilecek bir şeyim yok,'' diyerek başımı eğdim.
''En azından içinden çıkılmayacak bir yalan değil,'' diyerek omuz silkti Debra.
''Evet, tabi ki... Ama ben daha çok Harrison'ı düşünüyordum. Telefonun gelmesiyle direkt çıktı evden yani. Belki mesaj atmıştır,'' diyerek telefonumu elime aldım.
''Bu da bir ihtimal. Bak bakalım,'' diyerek kollarını masaya koydu Yaprak.
Telefonu elime aldığımda ise bir yeni mesaj vardı. Harrison olabileceğini umut ederek heyecanla mesajı açtım. Ancak mesaj ondan değildi.
Dan'dendi.
'David pastanede çalışmayı bıraktığınızı söyledi. En azından veda edebilirdin.'
Mesaj aynen bu şekildeydi.
''Kimdenmiş?'' diye sordu Ada telefonun ekranına bakmaya çalışarak.
''Dan'den,'' diye cevap vermemle beraber Ada'nın büyük bir hışımla telefonu elimden alması bir oldu.
''Ne diyor yine?'' diye sordu ardından.
''Mesajı sesli oku,'' dedi Elis.
''David pastanede çalışmayı bıraktığınızı söyledi. En azından veda edebilirdinmişmiş. Ne bekliyordu ki birbirinizi yeterince kırmıştınız, bir de veda mı bekliyordu. Hah,'' diyerek telefonu masaya bıraktı Ada.
''Bilmiyorum... Belki de... Yani en azından bir vedayı hak etmiştir,'' dedim bakışlarımı odanın duvarlarında gezdirirken.
''Dürüst ol Talya. Bu çocuğu gerçekten seviyor musun?'' diye sordu Debra. Ben bakışlarımı kaçırmaya devam edince beni çenemden yakaladı ve tam anlamıyla ona bakmamı sağladı.
''Dürüst ol,'' diye yineledi.
''Ben... Bilmiyorum... Yani Dan'i asla incitmek istemedim. Ama... Yani o hoş biri, hem de çok hoş. Ama... Ona... Yani belki de ona aşık değildim ve bu yüzden beni öptükten biraz sonra kendimi geri çektim,'' diyebildim en sonunda.
''Yani Harrison yüzünden yapmadın bunu?'' dedi Yaprak tek kaşını kaldırarak.
''Biriyle beraber olman için de aşık olmana gerek yok bence... Yani sevmen ya da hoşlanman da yetebilir...'' dedi Debra ben bakışlarımı aniden ona çevirince ''Bence,'' diye ekledi.
''Tamam, bunlar oldu ve bitti. Şimdiyi düşünmek zorundayız. Ne yapacaksın? Cevap verecek misin? Konuşack mısın? Ne yapacaksın?'' diye sordu Ada.
Derin bir nefes alıp kısa süre düşündüm. Dan'e veda etmek için henüz erkendi. Ama zamanı geldiğinde olacaktı. O an kafamı boşaltıp, zihnimi yenilemek istiyordum.
''Yarın...'' diye söz başladım. Bununla beraber tüm kızlar bana dikkat kesildi. Cevabımı merak ettikleri kesindi.
''Sinemaya gideceğim.''
Kızlar bana çıldırmışım gibi baktı. Bunun üzerine kendi gülmekten alamadım. Şimdi ise bana derdin ne dercesine yüzlerini ekşitmiş bakıyorlardı. Bense hala gülüyordum.
Bağlantıyı kuramadıkları için olduğunu düşündüm.
İşin aslı zaten bir bağlantısı da yoktu.
*
Sabah uyandıktan hemen sonra hepimiz sessizce kahvaltımızı ediyorduk.
''Şu dün geceki sinema saçmalığı da neydi bu arada Talya?'' diye sordu Yaprak yediği zeytinin çekirdeğini ağzından çıkardıktan sonra.
Bense Felix'in su ve yemek kabını değiştirmekle meşguldüm. Su kabının yanına yemek kabını da koyduktan sonra Felix, elimi yalamayı bırakıp yemeğini yemeye başladı. Ben de çömeldiğim yerden kalkıp masaya doğru ilerledim.
''Kafa dağıtmaya ihtiyacım var. Düşünmemeye çalıştığım şeyler var ve onlardan kısa süreliğine kurtulmak istiyorum,'' dedikten sonra masaya oturdum.
''Yani sinemaya gidiyoruz? Bu konuda ciddiydin?'' dedi Yaprak.
''Evet.''
''Peki ya Felix ne olacak? Onu getiremeyiz,'' dedi Ada Felix'i işaret ederek.
''Ah, evet,'' diyerek iç çektim. ''Bilmiyorum,'' diyerek dudağımı ısırdım ardından.
''Onu evde bırakabiliriz belki? Yani kulağa harika gelmiyor ama yemeğini ve suyunu hazırlarız. Eğer buralara kakasını veya çişini yaparsa temizleriz. Penceleri açık bırakırız. Buna alışkın değil belki ama sonuçta o bir sokak köpeğiydi. Fazla da geç kalmayız,'' dedi Debra düşünceli bir ifadeyle.
Felix'i evde bırakma fikri bana pek de iyi gelmemişti. Ama sanırım başka bir çaremiz yoktu. Ben tam cevap verecekken Elis araya girdi.
''Debra haklı. Yani... Belki de sorun olmaz,'' diyerek bakışlarını bizden kaçırdı.
''Muhteşem bir fikir demiyorum ama yine de fena bir fikir değil,'' dedim tereddütle.
Ada başını olumsuz anlamda sallasa da başka bir seçeneceğimiz olmadığını o da biliyordu.
''Pekala, nasıl diyorsanız öyle olsun,'' dedi en sonunda.
Böylece kahvaltıdan sonra hazırlandık. Kırılabilecek eşyaları sağlam yerlere aldık. Geniş alan yaratıp, Debra'nın küçüklüğünden kalma birkaç oyuncağı en azından oynayabilmesi için yatağının yanına koyduk. Camları araladık ve su-yemek kaplarının dolu olduğundan emin olduk. Felix'e kocaman bir veda öpücüğü ve sarılması verdikten sonra evden çıktık.
''Evet bakalım, hangi filme gideceğiz?'' diye sordu Debra.
''Vizyonda neler var bilmiyorum ki, sadece film izlemek istedim,'' diyerek omuz silktim.
''O halde buna filmleri görünce karar veririz,'' dedi Debra.
Yürümeye devam ettik. Londra'yı bir kez daha iyice gözlemliyordum. Eğer iklimi benim yapım için bu kadar ters olmasaydı, burada sonsuza kadar kalırdım.
''Nate'i aramayacak mısın?'' diye sordu Ada, Debra'ya.
''Bunu isterse kendi yapabilir,'' diyerek omuz silkti Debra.
''Bu kadar süredir, zor-kızı oynaman biraz fazla değil mi? Yani... Bu... Fazla zor,'' dedi Elis.
''Böyle olmak zorunda. Ona okuldaki çocuklara davrandığım gibi davranamam.''
''Ben seni erkekler konusunda daha tecrübesiz sanıyordum,'' dedim gülerek.
''Aslında bakarsanız öyle,'' diyerek güldü Debra. ''Ama romantik komedi filmleri boşuna yapılmıyor öyle değil mi?''
''Hayır. Daha çok ağlamam ve iç çekmem için yapılıyor,'' dedi Yaprak başını sallayarak.
''Tamam, tamam aşk konusunda zaten berbatız. Konuyu kapatsak fena olmaz,'' dedi Elis kahkaha atarak.
''Genelleme yapmalayım derim ben, aramızda berbat olmayan iki kişi tanıyorum,'' diyerek önce Debra'ya sonra Ada'ya baktım.
''Hayır, hayır. Bunu reddediyorum Talya,'' diyerek güldü Ada.
Gülüştükten sonra yolumuza devam ettik. Hoş görünen sokaklardan geçip harika insanlar, yerler gördük. Güzel bir sinema salonu bulmadan önce çok şirin bir kafeye oturup birer kek yedik ve meyve suyu içtik. Oradan kalktıktan sonra tekrar yolumuza devam ettik. Harika görünen bir sinema salonu bulduğumuzda ise içeri girip giremeyeceğimizden emin değildik.
Fotoğraf çekmeye çalışan milyonlarca insan, lüks arabalar, güvenlik şeritleri ve kırmızı halılar.
''Burada neler oluyor böyle?'' diye bağırdım.
Sesimi duyurabilmem için bu şarttı. Çünkü çok fazla ses vardı.
''Bayanlar! Lütfen! İzin verin!'' dedi biri ve bana öyle şiddetli çarptı ki az daha yere düşüyordum. Adam arkasına bile bakmadan koşup gitti. Elinde bir mikrofon vardı. Kafamı kaldırıp etrafı incelemeye çalıştım. Görebildiğim şeylerden biri ''The Avengers'' filminin afişiydi. Hem de beş hatta altı tane. Daha fazla bile olabilirdi. Ardından kameraları fark ettim. Ve ellerinde mikrofon olan muhabirleri. Daha sonra gözüm Chris Hemsworth'a takıldı.
O, gerçekti.
Smokinini giymiş, kameralara poz veriyordu.
Gülümsüyordu.
Çok hoş göründüğünü itiraf etmeliyim.
Onun ardından Scarlett Johansson'ı gördüm.
Elbisesi muhteşemdi.
''Hey! Bu Robert Downey Jr. Değil mi?'' diye bağırdı Elis parmağıyla işaret ederek.

Büyükbir şaşkınlık içerisindeydi. Aslında hepimiz öyleydik.
''Tanrı aşkına, biz nereye düştük böyle,'' dedi Yaprak onu iten insanlardankurtulmaya çalışırken.
''Scarlett'ın elbisesi harika görünüyor,'' dedi Ada gözlerini ondan alamayarak.
''Ama neden burada? Neden bizim sinema günümüzde? Neden?'' diye isyan ettiElis.
O an aklıma gelen tüm parçaları birleştirdim.
Bir sinema salonunun önü.
Çığlık çığlığa insanlar.
Kameralar.
Muhabirler.
Patlayan flaşlar.
Film afişleri.
Kırmızı halı.
Lüks arabalar.
Chris Hemsworth.
Scarlett Johansson.
Robert Downey Jr.
Belki de göremediğimiz oyuncular da vardı. Böyle bir şeyin olabilmesi için ikiolasılık vardı. Ya rüyada olmalıydınız. Ya da...
''Gala!'' diye bağırdık Debra'yla aynı anda.
Cevabımızın doğru olduğundan emindim.



c|elast+CQ'J


Londra'da Olan, Londra'da Kalır... Peki Ya Kalmazsa?Where stories live. Discover now