Meet... But Greet?

383 19 0
                                    

Düşünün.

Böyle bir şeyin olması ne kadar mümkün olabilir?
Ya da Tanrı nasıl size hayallerinize götürür?

O kadar garipti ki. Çok heyecanlanmıştım. Ancak hiçbir şey diyemiyorum. Donmuş gibiydim. Sanırım diğer kızlar da öyleydi. Hatta Felix bile önümüzde oturmuş duruyordu. O bile koşmayı bırakmıştı. Harrison’ın arkasından diğer çocukları da fark ettim. Gülümsüyorlardı ancak hala içeri girmemişlerdi. Neden böyle durduğumuzu çözmeye çalışıyor gibi bir halleri vardı. Ardından Harrison şapkayı çıkardı. Gülümsedi. Bense hala şaşırmış bir biçimde bakıyordum.


‘’Merhaba?’’ dedi o, her zaman bayıldığım ses tonuyla.

Aslında rüyada mıyım diye düşünmedim değil. Çünkü hayat son üç dört gündür benim için çok garip ve güzel bir hal almaya başlamıştı. Yaralarıma, polisler ya da parasızlığıma rağmen. Ancak daha sonra çocukların hepsi bize bakıp, bizden cevap beklediği için kendime geldim. En azından çalıştım.


‘’Şey… Ah… Merhaba,’’ diyebildim sadece. O an çok daha fazlasını söylemek istedim. Normal zamanlarda hep düşünürdüm ‘’Acaba karşılaşsak ne derim, ne konuşuruz?’’ diye. Şimdi karşımdaydılar ve tek diyebildiğim şey merhaba olmuştu. İnanılmazdı. Açıkçası onların da aklı karışmış gibiydi. Çığlık atmamızı, ağlamamızı ya da fotoğraf çekilmek için yanlarına gitmemizi bekliyorlardı muhtemelen. Ancak tek yaptığımız onlar bakakalmaktı. Dışarıdan çok sakin görünsem de kalbimin yerinden çıkabileceğine garanti verirdim.


‘’Kıyafetler yakışmış!’’ diye atıldı Logan ve Harrison’ı geçerek kapıdan içeri girdi.
‘’Biz... Gerçekten çok özür dileriz. Yani sizin olduklarından haberimiz yoktu ve sadece… Yani denemek… Evet denemek istedik,’’ diyebildi Yaprak. Konuşmakta o da zorlanmıştı.


‘’Gergin görünüyorsunuz? Bir sorun mu var,’’ diye sordu ardından Zach. Hepsi kapıdan içeri girmiş önümüzde duruyordu artık. Hepsi oldukça rahat davranmaya başlayınca kendimize gelmemiz gerek diye düşündüm. Hemen sağ tarafımda olan Elis’i hafifçe dürttüm. Ardından kızların da dikkatini çekebilmek için konuştum. Olabildiğince sakin ve soğukkanlı bir şekilde.


‘’Üzgünüz çocuklar. Yani biz… Sizin konseriniz olduğunu bilmiyorduk. Kendimizi birden burada bulduk ve… Kıyafetler çok hoştu. Aslında You Me At Six konseri olduğunu düşünmüştük,’’ diyerek omuz silktim. Elis ne yapmaya çalıştığımı anlamış olacak ki bana katıldı.


‘’Ya da Bring Me The Horizon.’’

O da gayet umursamaz bir tavır içerisindeydi. Daha sonra göz ucuyla Debra, Ada ve Yaprak’a bakmaya çalıştım. ‘’Ne yapmaya çalışıyorsunuz?’’ dercesine bize bakıyorlardı.


‘’Kıyafetlerin kime ait olduğu yazıyor ama orada?’’ diye sordu Lucas. Vay canına, zeki çocuk diye düşündüm.


‘’Umursamazca kıyafetleri aldık, yani onlara dikkat etmemiz gerekmiyor. Bu arada isminiz neydi sizin?’’ diye sordum yine aynı umursamaz tavrımla. Yaprak ise beni dürtmüş. Gözleri ‘’Amacın ne senin?’’ dercesine bakıyordu. Aldırış etmedim.


‘’Bunu soru konusunda ciddi miydin? Yani, gerçekten kim olduğumuz hakkında en ufak bir fikrin bile yok mu?’’ diye sordu Nate.

Açıkçası sözlerinde kibir yoktu. Aksine incinmiş gibi görünüyordu. İyi de herkes onları tanımak zorunda değildi ne de olsa. Gerçi bunlardan biri ben değildim. Hatta hiç birimiz değildik. Ama böyle olması gerekiyordu.


Elis tereddütle bana baktı ben başımı hafifçe salladım, ‘’devam et’’ dercesine.


‘’Şey, evet,’’ dedi o da. Yine o umursamaz tavrına bürünmüştü.

Londra'da Olan, Londra'da Kalır... Peki Ya Kalmazsa?Where stories live. Discover now