Bölüm 27

50 25 34
                                    

"Yapman gereken tek şey odaklanmak, ne yaparsan yap odaklan."

Profesör zamanın daha fazla akıp gitmesine müsaade etmeden, derse başlamıştı bile. Zihnimde fazla düşünce kapanı vardı. Odaklanmamı engelleyen tonlarca düşünce kafamın içinde fink atıyordu. Elimde ki sopa bir kaç defa hedefini şaşırmasıyla, dayanamamış olacaktı ki, sopayı tek bir hamleyle tutmuştu.

"Ders biri unuttu mu? Aklın nerede dolaşıyor?"

Benim aklım o gün olanlardaydı. Benim aklım; Beck ailesindeydi, benim aklım umudumdaydı, zihnimde yaşayan o yaratıktaydı. Gerçek Lily White diye zırvalayan o ruhtaydı. Doğru ya bu saatten sonra yokum demişti. Gerçekten de kaybolmuştu. Tanımadığım insanlara uydurmak için kullandığım ismimdi o. Bu kadar tesadüf bana bile fazlaydı. Bulduğum isim boştan yere o kitapta olamazdı. Her şeyin bir anlamı vardı. Belki profesör bilebilirdi. Ona sormaktan başka çare de bırakılmamıştı. Soracak bir kişi vardı. Bu sefer lanet olsundu.

"AKLINI KURCALAYAN NE DEDİM, LİLY WHİTE." Bağırmasının ardından irkilmiştim. Aniden bağırması da neydi öyle? Sinir bozacak her türlü olay bulunuyordu. Bana bağırması da bardağı taşıran son damlaydı. sopayı elinden çektiğim gibi yere fırlatmıştım. "BANA BİR DAHA BAĞIRMA." ona karşı ilk defa bu kadar sert çıkışmıştım. İlk başta dumura uğrasa da, kendisine gelmişti. "SENDE KENDİNE GEL." Derin bir nefes çekmiştim içime. Ciddi olmazdı.

"SAKIN BİR DAHA BANA BAĞIRAYIM DEME." Onu arkamda bıraktığım gibi ağacın altına oturmuştum. Hiç bir derdim tasam yokmuşçasına bir de bununla uğraşıyordum. Ağaçlar bile sinirimi alamazdı. Dağlığın arkasında kalan ormanlık alandaydık. Gerçi bir nevi kayalıklarla çevrelenmiş o yerdeydik. Başım da onun gölgesini hissettiğimde, bıkkın bir nefes kaçmıştım dudaklarımdan. Ne olduğunu söylemediğim sürece peşimi bırakmayacak olduğu kesindi.

Ama benimde kanımda inat dalgaları geziniyordu. Bir kaç dakikalıkta olsa onun meraktan çatlamasını bekliyordum. "Bana bir daha bağırmayacaksın." Şuan da tek bir noktaya odaklıydım. Bana bu kadar yükselmesini kabul edemezdim. En sonunda kafamın üstünden çekilmesiyle, güneş bütün ihtişamı ile beni bulmuştu. Ben yaz insanıydım. Sıcaklığı severdim lakin terlemekten de nefret ederdim.

Dibimde tekrardan onun sesinin işittiğim de yan tarafıma bakmıştım. "Bağırttırma o zaman." Sonra o da kendisini ağacın gövdesine yaslamıştı. "Seni uyarmaktan usandım. Kural 1: Bana bağırmaya hiç bir şekilde hakkın yok." Benim dediğim şeyleri kendisine göre uyarlamıştı. Elimi başımın arkasına yaslamamla, sıkıldığımı hissediyordum. "Sen benim patronum değilsin, aksine sen benim askerimsin. Bunu sakın ama sakın aklından çıkarma."

O benim sinirlerimle oynadığı sürece bende onun sinirleriyle oynayacaktım. Sinirlenmesi benim en son umursayacağım olaydı. Sinirlendirmekten başka boka yaramayan bir ucubeydi. Bu sefer gülmüştü. Eliyle karnını tutarak, bas baya gülmeye başlamıştı. Şaşkınlığımı gizlemeye hiç gerek duymadan öylece ona bakakalmıştım.

Sakinleşmesi ile "Neyi düşündüğünüzü söylemek ister misiniz, komutanım?"

"Böyle hizaya getirirler adamı."

Dediklerimin arkasındaydım. Ben onların lideriydim. Bunu onlar söylerken bile bu kadar ukalaca konuşma üslubuna ev sahipliği yapamazdım.

"Tamam, sakinleş artık. Dilinin altında ki baklayı söyleyecek misin?"

Gerçekten sessizlik dolu bir yaşam dileğim hiç bir zaman, hiç bir şekilde kabul görülmeyecek miydi? Kısa bir kabullenişin ardından merak ettiğim o şeyi sormaya karar vermiştim.

"Saraya kadar, gerçek Lily White ruhu ile birlikte yaşıyordum. Gerçi o öyle diyordu. Şimdi nerede olduğu aklıma takıldı."

Hızlı bir hamleyle ayağa kalkmamla üstümü silkelemiştim. Arkamdan geleceğini biliyordum. Sorun cevabını da er ya da geç alacaktım. Eve doğru daha doğrusu mağara görünümlü eve yürümeye koyulmuştum.

YALNIZLIĞIN GÖLGESİ (YARI TEXTİNG)Where stories live. Discover now