Bölüm 13

112 75 12
                                    

Bir amaca bağlanmayan ruh yolunu kaybeder; çünkü her yerde olmak hiçbir yerde olmamaktır.

Montaigne.

***

Lily White

Tanrı bizlere beden ve ruh vermişti. Bir amaç uğruna savaşmayı ise bizler seçmiştik. Çocuklarımıza ya da tanımadığımız herhangi bir insanın ruhunda bıraktığımız acıları umursamadan arkamızı dönüp gitmeyi seçmiştik. Soğuk toprağın üzerinde hareket edemeyecek kadar bitkin bir şekilde uzanırken, hayata bir kez daha lanet etmiştim. 

Neden bir gün bile mutlu ve huzurlu geçmek bilmiyordu ki. Ben neden bu ormana gelmiştim. O kadar şey yaşanmış olmasına rağmen neden?

Bir ses karanlık ruhların burada olduğunu belli eden bir sesti. Diğer tarafta her şey için hazırlıklı olan Beck ailesi. "Keşke" diye düşünmeden edememiştim. "Keşke" ya "keşke" kelimesi bir çok pişmanlığı barındıran bir kelimeydi. Oysa ki sadece bir kelimeydi. Kırgınlıklarımızı, yapmak isteyip de yapamadıklarımızı ya da yapacaklarımızı, tonlarca pişmanlıklar gizliydi o iki heceli kelimede.

Benimde uzun bir aradan sonra ilk keşkem de diğerleri gibi benim de gücüm olmasını dilemekti.

Herkesin ağzında bir tek cümle vardı. O da "Gücün keşfedilmek için seni bekliyor." Daha kendimi bile tanımazken, nasıl gücümü keşfedebilecektim ki. Hiçbir suçum yokken karanlığa ve yalnızlığa mahkum edilmiş bir sanık gibi hissetmekten kendimi alıkoyamıyordum.

Suçum yoktu ama en ağır cezamı hayata gözlerimi açtığım gün ödemiştim.

Bir kadın ve erkek sadece cinsel tatminleri için birlikte oluyorlardı ve kafaları güzelken korunma olmadan, istemeyerekten de olsa bir çocuk dünyaya getiriliyordu. Eğer şanslıysa bir hastane de eğer şansızsa da ya bir tuvalet köşesinde ya da bir çöp konteynırın kenarında hayata gözlerini açıyordu. Aslında kadın ve erkek bile bu birliktelikten çocuk sahibi olmak istememişken, nasıl anne ve baba olmayı bile bilmezken kadının kucağına bir bebek armağan ediyorlardı ki.

Bu armağanın ne kadar büyük bir mucize olduğunu bilmeyen tonlarca anne ve baba vardı. Bir tarafta ise bazı çocuklar çok şanslı doğuyordu. Kendi istekleri ile dünyaya bir bebek getiren ebeveynler vardı. İşte o ailede hayat bulan çocuklar aslında en şanslı çocuklardı. Bizim gibilerse bir kenara atılıp büyümemiz bekleniyordu.

Bazılarımız erken yaştan hayata gözlerini yumanlarda vardı. Ama bazı kardeşlerimizi annesi veya babası ya da her ikisi tarafından katledilenlerle doluydu burası. 

Çocukların ruhlarını rahat bırakmayanlar ise kedi elleriyle birer canavar yetiştiriliyordu. O çocuklar sizin yüzünüzden acı çekiyordu. Diğer çocuklar gibi olamıyorlardı.

Ayrımcılık burada başlıyordu. Ayrımcılığın ana temeli dil, din ve ırk olsa da en çok anne ve babalarımız yüzünde bu durum gelişiyordu. Anne ve baba ne yaparsa çocukta onu örnek alırmış. Çocuk istiyoruz demekle iş bitmemeliydi. Asıl mesele çocuk doğduktan sonraydı. 

Bir çocuğun her yerinde yara varsa, çocuklara fısıldanan ilk cümle şu olurdu. "Onunla çok fazla konuşma olur mu? Sana zarar verebilir."

Nede hep bu cümle neden? Bu çocuk kendi isteği ile dünyaya getirilmemişken, iki ucube tarafından zaten ilk darbelerini yemiş o çocuklar. Neden hala bir darbeyi de diğer insanlar atmak zorunda oluyor.

O çocuğu ikinci kez sizler canavarlaştırıyorsunuz. O çocuğu yalnızlığa bir kez daha niye mahkum ediyorsunuz. Daha masum bir çocukken, niye karar merciine konulup, hemen hüküm giydiriliyordu.

YALNIZLIĞIN GÖLGESİ (YARI TEXTİNG)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin