Bölüm 25+

55 29 40
                                    

Burada ne kadar kaldığımdan haberim bile yoktu. Gökyüzünü göremediğim her dakika zaman algımı yitirmeye başlıyordum. Bu odada iğrenç bir koku hakimdi. Zift kadar keskin, yılan kadar sinsiydi. Ruh gittikten sonra ne yapabileceğimi düşünüp duruyordum. Düşünceler zihnimi talan ediyordu. Sessizlik ilk defa işime yaramamıştı. Aksine bütün seslerin gün yüzüne çıkmasına yardımcı olmuştu.

Bir süre sonra kapının paslı gıcırtısı, bütün mahzeni inletecek kadardı. Hükümdar dediğini yerine getirmişti. Yarım saat dolmuştu. Bu gelen her kimse beni götürmek için gelmişti. Aynıydı.

Onunda yüzü peçeler ile örtülüydü. Sadece gözleri görünecek kadar açıktı. Ayakkabılarının yerde bıraktığı sesleri dinledim bir süre. Yavaştı, adımlarını çok yavaş bir biçimde atıyordu. Ayakkabının her yere değdiğinde, aklımın en ücra köşelerine saklanmış olan, benim gizli hayaletim belirmişti. "Dışarıda tonlarca topluluk var. Neler oluyor?" Şuanda bu sesi sevebileceğimi tahmin bile etmezdim. Koca gözleriyle bana bakıyordu. Karşımda bu kadar net bir şekilde belirmesi tuhaftı. Çoğunlukla sesini duyardım, ya da öylesine silik bir görüntü ile karşıma çıkardı. Ama sorduğu soru yüreğimin sızlamasına neden olmuştu.

"Bilmiyorum, bilmeni istediğim tek şey seni ilk defa sevebildim." Kocaman gülümsemişti. Elleri yüzüm ile buluşmuştu. Ellerini o an fark etmiştim. Buruşuktu, ince ve uzun parmakları vardı. İlk önce kirpiklerime dokundu. Kirpiklerimde ne aradığını bilmiyordum. Sonra anlıma dokundu. "Beni sevebileceğini hiç düşünemezdim sahip." demişti.

Sesi aşina olduğumuz seslere göre pürüzlüydü. "Sana yardım etmeye geldim." sözlerinin ardından ellerinin arasından bir kolye çıkarmıştı. "Bunu takmalısın, önceki tılsımın zarar görmüş. Bu yüzden de ölüm meleği tarafından gönderildi." Çok güzeldi. Beyaz ve siyahın iki ayrı oluşturduğu köprü gibiydi. Bu sefer siyahın üzerinde yıldızlar serpiştirilmişti. Beyazda ise Güneş sembolü vardı. Harikuladeydi. "gitmem gerekiyor. Tılsım seni koruyacaktır."

Adımların benim bulunduğum mahzende durmasıyla, derin bir nefes koptu dudaklarımın arasından. Şimdi başlıyordu. Ne olabileceğini zamana bırakacaktık. Kilitten klik sesinin gelmesiyle gözlerim kendiliğinden kapandı.

Korkuyordum.

Sadece bilinmezliğin içerisinde kaybolup gitmekten korkuyordum.

Yanıma yaklaşması ile usulca bileklerimden kavramıştı. Gözleri gözlerime değmemek için büyük bir uğraş içerisindeydi. Nazik denecek kadar naif hareketlerle hapsedildiğim yerden kaldırılmıştım. Bu durum şaşırtıcıydı. Yüzüne daha çok dikkatli bakmaya çalışsam da peçeler bunu engelliyordu. Gözlerini bilerek göstermiyordu. Yaptığı şeyden utanç duyuyormuş gibiydi. "Kimsiniz?" Demekten başka elimden hiçbir şey gelmiyordu. Az da olsa duraksamasına neden olsa da, kaldığı yerden tekrar devam etmişti.

Demir parmaklıkların arasından çıkmamız ile uzun sayılmayacak, lakin şimdi ki zaman ile çok uzun bir yoldu. Yanımda ki adamın bu kadar nazik davranışları olabilmesine rağmen neden böyle bir işe girişmişti. Sorular zihnimi serbest bırakmamakta ısrarcıydı. Konuşmak, sorgulamak istiyordum. Bu benim en doğal hakkım olmasına rağmen, şu siktiğimin hayatında hiçbir şeyi açıklamama konusunda oldukça ısrarcıydı.

Sorumu yenilemiştim. "Kimsiniz?" Hala cevap vermemekte ısrar ediyordu. Merdivenin başına gelmemiz ile önünü kontrol etmeye başlamıştı. Kimsenin olmadığının kanaatine varmış olmalı ki, konuşmaya başlamıştı. Ama bu ses fazla tanıdıktı.

"Beni affet lütfen, sana yardım edemeyecek kadar çaresizim."

Tanımıştım, onun kim olduğunu anlamıştım.

YALNIZLIĞIN GÖLGESİ (YARI TEXTİNG)Where stories live. Discover now