Bölüm 17

102 72 13
                                    

Kim daha temiz?
Üstü başı parlayan mı?
Yalan konuşmayıp yüreği ışıldayan mı?
Kim dost?
Yara bandı yapıştıran mı?
Yaralarını öğrenmeye çalışan mı?
Hangisi gerçek?
Ölüm mü?
Yaşam mı?

İhsan Oktay Anar

***

Geçmiş Zaman

"Pislik, pislik, pislik..." Beni istemiyorlardı. Beni neden sevmiyorlardı ki, ben de onlar gibiydim. Sadece vücudum birazcık renkliyse ne yapabilirdim ki, bunun suçlusu ben değildim ki. "Geri zekâlı, geri zekâlı..." Susmak bilmiyorlardı. Ben de çocuktum.

"Seni kıskanıyorlar vücudunun renkli olmasını kıskanıyorlar. Ahahaha" beynimin içinde ki ses yine konuşmaya başlamıştı. O da susmuyordu. Neden sessiz bir ortama sahip olamıyordum. Ellerim kulaklarımda, seslerin susmasını beklemekten başka çarem yoktu ki, okuldan nefret ediyordum. Çocuklardan nefret ediyordum, yaşamak istemiyordum.

"Arkadaşlar biliyor musunuz? Meyra orospuymuş. Orospu, orospu..." Yine aynısıydı. Ben 10 yaşımda ne yapmış olabilirdim ki, niye herkes aynı şeyi söylemekten geri durmuyordu. Teneffüs zilinin sesi duyulduğunda, hocanın öğrencileri uyaran ses tonuyla konuşuyordu. Fark etmediğim tek bir şey varsa bir kızın gelip beni iteklemesiydi. Yere düşmenin etkisiyle canım çok fazla yanmıştı. Bütün sesler susmuştu. Kafamı yere çarpmasının etkisiyle bütün sesler yok olmak istermişçesine karalığa teslim oluyordu. Karmakarışıktım. Canımı yanması bu sefer çok hoşuma gitmişti. Beni burada kimse bulamazdı. Okulun en köşesinde kalıyordum. Gözlerim karanlıkta son yolculuğuna uğurlanmayı bekliyordu. Küçücük benliğime her türlü acıyı sığdırmayı başarmıştı hayat. Başıma gelen bu tehdidi bile geri savuşturamamıştım.

Kendimi bile korumayacak kadar acizken, neden benden bu kadar tiksiniyorlardı ki. Daha küçücüktüm ya, ben sevgisiz büyüyen bir çocuktum, hala da çocuktum. Kimse niye beni sevmek istemiyordu. Neden herkes benden bu kadar korkuyordu. Ben karıncaya bile zarar veremezdim. Neden bana bunları yaşatıyorlardı? Birisini sevemeyecek kadar korumasız, bir o kadar da acizdim. Birilerinin beni sevmesi benim ne haddimeydi. Benim karanlık gecenin ardında doğmamam gerekiyordu belki de, ben o gece hiç doğmaması gereken o bebektim. Güzel mi doğmuştum, çirkin mi? Onu bile bilmiyordum. Benden nefret eden bir ailem olması da benim suçum değildi. Gözlerimin önünde annemi kaybetmem hiç adil değildi.

Ondan da nefret ediyordum. Bana o travmayı yaşatan o kadından nefret ediyordum. Her gece evimizde onun ruhunun gezdiğine inanırdım. Çünkü ne zaman dayak yesem, o soğuk zemine başımı yasladığım anda bir ninni çalınırdı kulaklarıma, ne çok severdim, fışfış kayıkçı ninnisi, ne zaman o sesi duysam onunla konuşuyormuş gibi hissederdim. Her ne kadar ondan ölesiye nefret etsem de o benim annemdi. Beni her kötülüğe karşı korumak isteyen annemdi o. Babam ise -keşke doğmasaydın- diye her gün yüzüme vururdu. Sanki doğup doğmamak benim elimdeymiş gibi davranırdı.

Yoldan geçerken bir televizyon dükkanının önünden geçerdim. Aynı gün, aynı saatte bir çizgi filim oynardı. Aslında belgeseldi: Sadece ben onu çizgi filim olarak görmeyi isterdim. Zebralar olurdu; aslanlar, ayılar, arılar bile olurdu. Ama en çokta aç kalmadıkları sürece birbirlerine saldırmazlardı. Hep düşünürdüm, acaba babam karnını ii doyuramadığı için mi? Bana zarar veriyor diye. O yüzden yemeklerimi az az yerdim, yarısın da babam yerse bana saldırmaz diye düşünürdüm. Ama bu huyumla bile dalga geçerdi beynimin içinde ki sesler. Yatağımın altındaki canavarlardı onlar. Zayıfım diye hep; zargana, kemik torbası gibi çirkin sözleri ile baş başa bırakılırdım. Bir kez iyi bir öğretmenim -çok güzelsin- demişti. İyi birisine benzediği için inanıvermiştim. Gerçekten güzel miydim?

YALNIZLIĞIN GÖLGESİ (YARI TEXTİNG)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin