Göğün İki Yüzü

127 10 15
                                    

3 Gün Sonra

Valide Sultan Dairesi

Yağmurlu bir gündü. Hava kararmış, gök de yarılmışcasına yağmaktaydı. Valide Safiye Sultan o sabah üzerine geçirdiği mor ipeklilerinin içinde dairesinin baş köşesinde oturmuş, kahvesini yudumluyor bir yandan da gidişata seviniyordu.

Doğrusu içi rahattı. Öyle ki devletin şah damarına kan taşıyan divana bizzatihi kendi seçtiği adamlarını yerleştirmiş, haremde de kendi devrini başlamıştı. Keyfine diyecek yoktu lakin yine de aklını kurcalayan bir husus vardı.

" Vicdan... İsteriz ki arslanımızın gönlü hoş olsun. Nicedir düşünürdük, şu Güher... Nedendir bilmeyiz lakin onda tazeliğimizi görürür, hatırlarız. Deriz ki aslanımla hemhal olsun."

Validenin bu sözüyle yüzü aydınlanır gibi olmuştu, Vicdan Hatun'un. Zira o da Güher Hatun'u sever ve dahi onun önünü açmayı dilerdi.

" Pek tabii sultanım. Güher Hatun ki Arnavut soyundan bir asil afettir. Şüphem yok, hünkarımız da bu izdivaca sevinecek, huzuru bu hatunda bulacaklardır. "

" Ala. Biz de bunu dileriz ya. O halde evvela Mehmed'e haber etmek gerek. Lakin arslanımız pek asi. Sözümüzü dinlemek bir yana aklına yalnız şu Benli Haseki'yi koymuş. Buna bir çare düşünmek icap eder. "

" Bundan kolay ne var sultanım. Şems-i Ruhsar Hatun ne güne durur ?"

" Arslanımız anasını saymaz da onu mu dinler, dersin ? "

Durulmuştu Vicdan. Yüzü kızarmış, karnı üzerinde kenetlediği elleriyle oynar olmuştu. Safiye ise yılların yarenliğini yapmış olan cariyesinden bir cevap beklemekteydi. Öyle ki bunu duymaya ihtiyacı vardı onun.

" Zannımca dinlerler sultanım. "

Anlamıştı Safiye. Doğurup büyüttüğü, taht yolunu açtığı oğlu ona kulak tıkamış da gidip üvey anasının ağzına bakar olmuştu.

" O vakit Ruhsar'ı bekleriz dairemize. Şerbet Ağa'ya da söyle bize kaymaklı bir ayva tatlısı hazırlasın. "

" Emredersiniz sultanım."

Vicdan Hatun'un huzurdan el pençe divan durarak çıkmasının ardından derince bir iç çekmişti, Safiye Valide. Bu öyle bir iç çekişti ki içinde nice kırgınlık ve aynı zamanda da kurnazlıkları barındırıyordu.

" Sen de yola geleceksin Mehmed. Er yahut geç elbet benim sözümü dinleyeceksin."

Ah...

...

***

Fatma Haseki Dairesi

" Havadisi işittin değil mi Nihal ? Handan gebeymiş."

Fatma Haseki'ydi bu. Kor rengi parıltılı bir kaftan içerisinde kıymetli bir mücevhercesine parıldasa da kehribar rengi gözlerinin uhdesi kaçmış, hüznünden de bir ince dal misali dalgalı kumral saçlarla bezeli başını öne eğmişti.

Evet o da her padişah kadını gibi mutsuzdu, hüzünlüydü. Kalbinde cihana hakim olan erkeğini başka hatunlarla paylaşmanın kıskançlığını, ağırlığını hissediyordu. Üstelik de bu hatunlar bir bir sevdiği adamdan bir parça taşıyordu. Öyle ya Halime gebeydi. Şimdi de Handan...

" İşittim sultanım. İnşallah bu kez de bir oğlan doğurmaz. "

" İnşallah Nihal. Rabbim bana, evladım Mahmud'uma acısın da bir şehzade daha doğmasın artık. "

" Amin. "

Kederliydi güzel sultan. Öyle ya oğlu Mahmud'un önünde iki ağabeyi varken, kolay kolay kader çarkı ona gülmezdi. Üstelik Mahmud'un ardından gelen şehzadeler de vardı. Hal böyleyken daha doğacak olanları düşündükçe Fatma Haseki'nin içi içini yiyor, göğsü daralıyor ve ne yazık ki ruhunu onulmaz bir elem kaplıyordu.

ŞEMS-ÜL HÂREKde žijí příběhy. Začni objevovat