Rakibelerin Savaşı

221 17 13
                                    

Ertesi Gün

Nurbanu Sultan Dairesi

" Biz yeri gönlümüz olsun istedik lakin o aramıza ayrılık gayrılık otunu ekti. Oysa benim kuzenim, yakınım, kendi kanımdan olan... Ancak vaziyet de ortada. Bu savaşı Safiye başlattı. Ben sona erdireceğim inşallah. "

Sultanının sözleri üzerine derince bir iç çekmişti Canfeda Kadın. Yıllardır bu saraydaydı o. Nurbanu henüz daha genç bir kızken de, Selim'in kucağına Murad'ı verirken de o hep yanındaydı. Zinhar pişman değildi. Aksine görüp görebileceği en yüksek mertebedeydi. Harem halkı ondan çekinir, hürmet ederdi. Fakat onun da canını sıkan hadiseler vardı elbet. Misal Safiye... Onun mevcudiyeti başta hanımını akabinde de kendini meşgul ediyordu. Buna bir an evvel son vermeli ve mümkünse o yolu kendi açmalıydı.

" Hiç kuşkunuz olmasın sultanım. Dün gece Canpare Hatun iyi iş başarmış. Öyle ki hünkarımız sabah ezanına dek hatunu salmamış hareme. Hatun efsunlu mudur nedir, görenleri yakıp geçiyor, hele bir de düşünün koynuna girene ne yapmaz?... "

Dediğine utanır gibi olmuştu Canfeda.  Dilinin ölçüsünü kaçırdığından olsa gerek kızarmıştı. Nurbanu ise sadık hizmetkarının ayıbını yüzüne vurmak yerine gülümseyip ona şerbetini doldurması için gümüş tasını işaret etmişti.

" Has odayı zinhar Safiye'ye teslim etmemeliyiz Canfeda. Öyle ki Murad'ım bıkana usanana dek her vakit yeni  hatunlar göndermek bize farz. İşittin değil mi? Safiye'ye geçit olmayacak. "

" Siz hiç merak etmeyin validem. Safiye has odaya varmadan Arnavut, Rum, Rus güzeller çoktan işini gördürmüş olacak.  "

İşte şimdi keyiflenmişti Nurbanu. Eline aldığı şerbet dolu gümüş tası sıkarcasına kavramış ve akabinde de gül renkli dudaklarına götürmüştü.

" Bu sarayı ona dar edelim Canfeda. O bizi ezip geçmeden biz onun ciğerini sökelim.  "

...

***

Safiye Sultan Dairesi

Üzgündü Safiye. Öyle ki aldığı haberle yıkılmıştı. Herkes bir yana sevdiği adamın başka kadınlara dokunmasına dayanamıyor ve dahi içten içe üzülüyordu.

" Nice zaman sonra beni perişan etmenin sırrına vakıf oldular Cevheriye. Bağrımı yakıp geçen şeyin başka bir hatun olduğunu anladılar. Üstelik bunu bir vakitler anam yerine koyduğum Raziye yaptı."

Hanımının haline haddi olmayarak acımış ve dizleri üstüne çöküp küçük kara gözlerini şefkatle sultanı üstünde gezdirmişti Cevheriye Kadın.

" Hünkarımıza taht nasip olduğu zamandan belliydi ki siz sultanımın pek çok rakibesi olacak. Bu kubbe altında nice gözde, sultan hanım daha genç yaşında kuruyup gitmiştir a sultanım. Gayrı sizin yapmanız gereken şey oturup üzülmek ve dahi düşmanlarınızı sevindirmek değildir. Evvela bir an evvel durumu kabullenip her ne olursa olsun hünkarımızın nezdinde itibarınızı yitirmemenizdir. "

Haklıydı hatun. Ağlayıp zırlamanın hatta Murad'tan bunun hesabını sormanın yeri miydi sanki? Hem gayrı o devirler mazide kalmıştı. Öyle ki Murad tahta çıkmasıyla birlikte değişmiş daha ciddi ve ana sözü dinler birine dönüşmüştü.

" Doğru dersin. İtibarımı yitirmemek için evvela Murad'ın suyuna gitmeli. Nurbanu Sultan'a gelince... Elbet onun da defteri dürülecek. Lakin şimdi sabır kılıcını kuşanmalı ve beklemeliyim. "

Öyle de yapacaktı Safiye. Hiçbir şey yokmuş hiç üzülmemiş gibi davranacak ve kimselere hürmette kusur etmeyecekti. Ta ki bazı şeylerin vakti gelene kadar...

***

Mihrimah Sultan Dairesi

Dünden beri yatak döşek yatmaktaydı Mihrimah. Öksürmekten yırtılıp kanayan boğazına sürülen merhemler bir yana hekim kadınlar eşliğinde ciğerlerine ve midesine iyi gelecek karışımlar gelip gitmekteydi.

" Sultanım... Korkuttunuz bizi. Gayrı az daha iyi misiniz? "

Nurbanu'ydu bu. Görümcesinin yatağının ayakucuna oturmuş sahici kederli gözlerle Mihrimah'ı süzmekteydi.

" İyiyim. Yalnızca şu öksürük..."

" Hekim kadınlar mühim bir şeyin olmadığını söylediler. Tez vakitte sıhhatinize kavuşacaksınız.  "

Nurbanu Valide'nin bu sözü üzerine tereddüt dolu bakışlarını kaçırıp yere dikmişti hekim kadın. Öyle ki vaziyet kötüye gitmekten öteye varmıyor ve sultanı daha da perişan edeceğe benziyordu.

" Elbette validem. Mihrimah Sultanımız tez vakitte iyileşeceklerdir."

Esasen Nurbanu da farkındaydı gerçeğin. Ancak acı sözler edip iç karartmak istemiyor ve ölüm hissini ötelemek istiyordu.

O sırada kapının açılmasıyla birlikte içeriye Sultan Murad'ın kadınlarından Şems-i Ruhsar ve Nazperver Hasekiler girmişti. Her ikisi de sultanlar karşısında saygıyla eğildikten sonra hasta yatağında yatmakta olan Hala Sultan'a acil şifalar dilemiş, yatağın etrafındaki yerlere atılmış Acem şilteleri üstüne kurulmuşlardı.

Nurbanu Valide ise o sırada keyifsiz görünen gelini Ruhsar'a bakmış ve canının sıkkın olduğunu fark etmişti. Sebebini ise pek tabii bilmekteydi. Öyle ki nedimesi Canfeda'dan almıştı haberi. Ruhsar gebe kalmak istiyor fakat kalamıyor üstelik de Murad onu ihmal ediyordu.

" Ruhsar... Hünkar oğlum ikindi divanından sonra Esmahan'ı ziyarete gidecek. Zevcesi olarak sen de kendisine refakat edeceksin. "

Aldığı bu haber üzerine yüzüne yansıyan hüzün yığınları dağılmış adeta yüzünde güller açmıştı Çerkes Haseki'nin.

" Hadi sen git de hazırlan. Öyle değil mi Mihrimah Sultanım?  "

Senelerin kurduydu Mihrimah. Gelini Nurbanu'nun ne yapmaya çalıştığını gayet iyi biliyor ve Murad'ın olur da yanında Safiye'yi istemesinden korkusuna Ruhsar'ı öne sürdüğünü anlıyordu.

" Elbette. Git hazırlan.  "

Ruhsar Haseki gidedursun dairede bulunan şehzade anası Nazperver'in ise kin duyguları kabarmış ve dahi yüzü asılmıştı. Oysa o bir sultandı. Hanedana erkek vermiş, Nurbanu Valide'ye her daim sadık kalmıştı. Ancak hal şimdi böyle olunca... Kendini Safiye ve Ruhsar arasında sıkışıp kalmış hissediyordu.

" Yusuf nasıl? "

Mihrimah Sultan yine aklını kullanmış, rakibeler arasında husumet cereyan etmesin diye hasta olmasına rağmen konuyu Nazperver'in şehzadesine getirmişti. Nazperver Sultan ise oğlunun bir anlığına dahi olsun kıymete binmesi sebebiyle mağrur ve sevinçlere gark olmuştu.

" Yusuf'um iyi sultanım. Nasipse gayrı kılıç talimlerine başlayacak."

" Maşallah benim civanmert şehzademe. O halde Hala Sultan olarak şehzademe has bir kılıç yaptıracağım."

" Sağ olun sultanım. "

" Büyük validesi olarak ben de torunuma elmaslarla süslü muhteşem bir kaftan diktireceğim. Dost düşman görsün bilsin şehzademizi.  "

...

Bu vaadler karşısında kibre kapılıp oturduğu şilte üzerinden belini dikleştirip oturuşunu değiştirmişti Macar Sultan. Evet bunlar şüphesiz ki güzel vaadler, hoş sözlerdi ancak peki ya derinlerinde neler gizliydi?

....

Rakibelerin savaşı henüz yeni başlıyordu. Daha nice hadiselere şahit olacaktı bu saray. Savaş yakıp kavuracaktı. Peki ya bu savaşı körükleyenler iki ateş arasında kalacaklarını biliyorlar mıydı acep ? Ziyana uğrayıp kül olacaklarını...?

🌔 Yorumlarınızı bekliyorum arkadaşlar.

ŞEMS-ÜL HÂREWhere stories live. Discover now