Sultanın Şaşırtan Hükmü

145 12 6
                                    

2 Gün Sonra

Valide'nin cenazesi büyük bir törenle saraydan çıkartılıp bizatihi oğlu Sultan Murad tarafından yoğun gözyaşları içerisinde Fatih Camii'ne götürülmüştü. Bu veda ki hakikaten de Afife Nurbanu Sultan'a yaraşır haldeydi. Devlet protokolünün cümlesi ve dahi ilim meclislerinden manevi alemlere rehberlik eden hacı hocalar da ağlamaklıydı. Nasıl üzülmesinlerdi ki ? Neticede musallada yatmakta olan Venedik'in asillerinden iken bir köle olmuş ancak talih bu ya evvela Osmanlı şehzadesinin kalbine akabinde de sultan karılığına, analığına yükselivermişti. Üstelik hepsi bu muydu ?

Nurbanu ki ilim irfan için pek çok hayır vakfeden mektepler, hamamlar, mescitler, çeşmeler yaptıran bir kadın olup nice gönülleri mamur eylemiş bir sultandı. Ol sebepten olsa gerek halk da bu valideyi bağrına basmış, içinde yüceltmiş ve dahi son yolculuğunda da ona hak ettiği şekilde bir muameleyle eşlik etmişti.

...

Gelelim saraya ve saraydakilere. Saray, validesinin yasını okunan mevlitler, surelerle tutadursun bir yandan da Safiye'nin akıbetine dair türlü tevatürlerle çalkalanıp duruyordu. Öyle ki kimilerine göre Sultan Murad onu yine Eski Saray'a sürecek kimilerine göre ise kesinlikle idam ettirecekti. Velhasıl bir galaya kuyusu olmuştu harem. Ah, yalnızca harem de değil tabi cümle saray.

Sultanın ikinci hasekisi olan ve aynı zamanda iki şehzade annesi Nazperver bu hadisenin daha da alevlenmesinden yanaydı. Öyle ki şayet Safiye'den kurtulursa pekala Mehmed'in işini bitirmek pek kolay olurdu. Hal böyle iken de kendi evlatlarına istikbalin o şanlı kapıları açılır kendisi de yüce bir makamın içinde yer alırdı. Hem Murad onu sever, sayardı. Safiye'nin yokluğunda onun kalbinde yer edinmeyi de başarabilirdi. Hatta kim bilir belki de Safiye denli kıymete bile binerdi.

Mihriban ise Nazperver'in aksine korkuluydu. Zira o Murad'ın Safiye'yi ne denli çok sevdiğini biliyordu. Olur da Murad bunca sevgisine rağmen Safiye'nin canını aldırtacak olursa... Sahiden yapar mıydı ? Yaparsa şüphesiz bu korkunç bir şey olurdu. Ah, esasında kurtulurdu Safiye'den lakin bir yandan da hayatın acı hakikatleri karşısında aşka olan inancını yitirirdi. En kötüsü de o da korkardı Murad'tan. Murad'ın yapabileceklerinden...

Doğrusu Mihriban gibi düşünen biri daha vardı sarayda : Şems-i Ruhsar Haseki. O da içten içe Safiye'nin bu teşebbüsüne karşı en ağır şekilde cezalandırılmasını istiyorsa da evladı yerine koyduğu Mehmed'in üzülmesinden yana endişe ediyordu. Mehmed ki pek akıllı, pek saygılı ve dahi umut vaadeden bir şehzadeydi. Lakin anasının katline dayanabilir miydi, işte orası meçhul.

Velhasıl her şey karmakarışık bir hal almıştı. Safiye dairesine kilitlenmiş akıbetini, saraydakiler de onun sonunun gelmesini bekliyordu. Gayrı karar Sultan Murad'a kalmıştı. Can almak da vermek de onun elindeydi.

( Can alan ve veren Allah'tan başkası değildir. Fakat buradaki kurgumda mecazi olarak kullandım. )

...

***

Has Oda

" Buna 'şahidiz' diyenler olsa da deliller ispata münasip değildir hünkarım. Safiye Sultan'ımız ki böylesi bir günaha bulaşacak denli canileşmemiştir. Fetva makamı da dahil biz buna yalnızca bir dedikodu olarak bakabiliriz. "

Hoca Saadettin Efendi'nin bu sözleri üzerine yüreğine su serpilmişti Murad'ın. Su serpilmişti evet çünkü o da Safiye'ye dair ağır bir ceza vermek zorunda kalmaktan korkuyordu.

" İlaveten sultanımız 'su' der. Cariyeler ise 'zehir'... Hekim kadınlar ise ' validemiz sekte-i kalpten vefat ettiler ' derler. Tahkikat adına giden hekimler ise zehre dair bir ize rastlamadılar. Sözün özü hünkarım Safiye Sultan'ımıza inanmak yerinde olacaktır. Tabi en doğrusunu siz bilirsiniz.  "

ŞEMS-ÜL HÂREWhere stories live. Discover now