Zeya olumlu bir ifadeyle destekledi son cümlemi.

"Abartılı hareketlerden kaçınıyorum, imalardan kaçınıyorum... Boşanmış iki insan, iki ebeveyn gibi olmaya çalışıyorum." dedim.

...

Zeya'nın kliniğinden çıkar çıkmaz telefonum çaldı, arayan Ruby'di. Buna şaşırmıyorum çünkü sanırım üç gün içinde beni birkaç kez arayıp restorana çağırdı. Yine aynısını yapacağına emin bir şekilde açtım telefonu.

"Günaydın." dedim. O sanırım mutfaktaydı, çünkü birkaç talimat veriyordu çalışanlara. Sesimi duyunca ilgisini bana verdi.

"Günaydın Lisa." dedi sıcak bir ses tonuyla. "Bugün restorana gelebilir misin? Çok kalabalığız ve yardıma ihtiyaç olabilir."

Aslında üç gündür teklifini kabul edip restorana gittiğim ve gece yarısına kadar orada kaldığım için tablolarımı tamamlayamıyor, doğal olarak galeriye yetiştiremiyordum. Ama tabii ki reddetmeyecektim.

"Olur, gelirim tabii." deyip vedalaştıktan sonra kapattım telefonu.

Hızla arabama ilerledim. Ruby'nin bu yakınlığı hakkında ne düşünmem gerektiğini bilmiyorum ama mutluyum. İçim yeniden güneş doluyor gibi, aydınlık ve sıcak oluyor ondan gelen her adımda. İçimdeki kapalı pencereleri tek tek açıyor bir sözüyle.

GÜNÜMÜZ - Jisoo'dan

Günler birbirini kovalarken, Roseanne ve ben sanırım zamanın kontrolünü de elimize almıştık. Onunla birlikte olmak, böyle hissettiriyordu bana. Sanki şimdi onunla olduğum için hiçbir şeye geç kalmayan, hiçbir şey için acele etmeyen hatta bir şeye yetişmeye çalışmayan biri gibi hissediyordum.

Sabahlarım eskiden kuru bir gürültü gibi alarm sesiyle başlardı. Şimdi o ses neşeli geliyor bana çünkü hemen ardından uyanıp Roseanne'in sesini duyuyorum. Ona "Günaydın." demek bir dua gibi, onun bana "Günaydın sevgilim." demesi ise Tanrıdan bir yanıt.

Sarışın, öyle kutsal ve öyle muteber benim için.
...

Elimdeki dosyayı incelerken kapı açılmıştı. Roseanne kapıyı çekerek içeri girdi. Üzerinde yine gri takımlarından biri vardı. Gri takım pantolonu, siyah kolsuz olduğunu tahmin ettiğim bir tişört, üzerine ise gri ceket.

Sandalyemi geri iterken gülümseyerek döndüm ve sandalyeden kalktım.

"Hoş geldin." dedim gülümseyerek.

Gülümsediğimi görünce o da gülümsedi. Yanına doğru giderek elinden tuttum. Gözleri üzerimde gezinirken yanağına bir öpücük kondurdum.

"Nasılsın?" diye sordum gözlerimi yüzünde gezdirirken. Kafasını sallarken elimi sıktı.

"İyiyim, sen nasılsın?" dedi. Tekrar masama doğru yürürken iyi olduğumu mırıldandım.

Hemen masanın üzerindeki dosyaları toplamaya başlayıp, yerlerine koydum. Bu sırada, "Aç mısın?" diye sordum Roseanne'e.

"Yemek yiyelim mi?"

"Yani..." dedi ilk önce kısık bir sesle. Sonra koltuğa oturup bacak bacak üstüne attı.

"Açım ama senin işin yok mu?" Sol kolundaki saati kontrol etti. "Öğlen bile olmadı daha."

Yavaş adımlarla ona doğru yürüdüm. Önüne vardığımda yeniden tuttum elini ve dizlerimi kırarak eğildim.

"Benim en önemli işim, sevgilimin daha fazla aç kalmaması." dedim gözlerine bakarak.

Hemen gülümsedi, hemen... Bu o kadar hızlıydı ki, sadece yüzünde yoktu bu gülümseme, gözlerinin içinde de görüyordum. Ve bunu daha çok görmek istiyordum.

23 | jenlisaDonde viven las historias. Descúbrelo ahora