21▪︎ Masumiyet

517 28 8
                                    

Sarayın en karanlık ve rutubetli koridorları öndeki ağanın tuttuğu meşalenin ışığıyla aydınlanıyordu. Hemen arkalarından gelen Sultan ve iki hatun temkinlice kimseyi uyandırmamaya çalışıyordu. Sonunda kağıdın üzerinde işaretlenen yeri bulmuştular. Küçük daire kapısını açarken çıkan gıcırtıyla bir sıçan ayaklarının altından kaçıverdi. İçerideki hareketlilik ve birkaç fısıltı şeklindeki bağırışın ardından Genç Sultan içeri girdi. Yaşı ilerleyen ağa, iki yanındaki ağaların boğazına dayadığı hançer ile zapt edilebiliyordu. "Söyle bakalım ağa o mektup nerede?" Ağzımı örttüğüm peçeden yüzüm tam belli olmasada karnım kendimi ele veriyordu.

"Ne mektubu hatun? Ne istiyorsunuz benden?" Her şeyi bildiği gözlerinden okunsada inkarı seçmişti.

"Haddini hududunu bil ağa, karşında yüce Hünkarımızın Hasekisi var." Yanımdaki meşaleyi tutan Gazanfer ağanın kalın sesi odada küçük bir yankı yapmıştı.

"Ben bilmem mektup falan kendi halimde yaşarım." Boğazına yapışan ellerimle nefesini alamaz olmuştu. Genişçe açtığım gözlerimle yüzünü incelerken iğrendiğimi belli ediyor olmalıydım. "Emin misin? Pişman olmayasın sonra?"

"Allahtan başka kimsem yok benim ne pişmanlığı? Kim ile tehdit edeceksiniz beni?" Ellerimi yakasından ayırmamla iki ağa hançerlerini tekrar boğazına dayadı.

"Hatun sen şu sandığa bak, ağam sende şu dolaba falan bak. Darın ağanın yıllardır kulluk ettiği efendisi Esmehan hatunun mektuplarını bulun."

"Ne Esmehanı? Benim alakam yok."

"Acele edin."

"Sultanım burada bir sandık var." Elindeki küçük kutuyla yanıma gelmişti Sevgi Hatun. "Getir." Açtığım kutuda çil çil altın ve mücevherat vardı. Çarşıdan satın alınamayacak kadar değerliydiler. "Vay vay vay."

"Benim değil onlar."

"İster olsun ister olmasın eğer Esmehanın mektuplarının yerini söylemezsen yarın ilk işin bunlarla Hünkara gidip seni astırmak olur. Nede olsa sarayda bi hırsıza ihtiyaç yok."

"Sultanım, bende bir şeyler buldum lakin işe yarar mı bilemedim."

"Getir ağam getir ne bulsak fayda." Gazanfer ağanın getirdiği kutuda çeşit çeşit şişe vardı. Kapakları sıkıca kapatılmış kimi boş kimi dolu bazısı yarım renk renk sıvılarla dolu bir kutuydu. "Sultanım sanirsam bunlar zehir her biri ölümcül olabilir."

"Hatun bunları al." Elimdeki iki kutuyu bizi kapıda bekleyen Aygüle uzattım. Benim gibi himayemdekilerde pelerinlerini giymiş peçelerini takmıştı. "Başka bir sey bulabildiniz mi?"

"Sultanım, Sultanım buldum mektup." Sesinin yüksekliğini ayarlayamayan hatun eliyle masanın altını gösteriyordu. Hızlı adımlarla eğilip masanın altından kağıdı aldım. Esmehan tarafından mühürlenen kağıt benim istikbalimdi. "Tamamdır çıkıyoruz."

"Ağalar, Darın ağayı alın Hünkara gidiyorum." İlk daireden ben çıkmıştım. Havanın aydınlığından olsa gerek içerisi ısınmaya başlamıştı. Meşaleyi kenara koymuştu ağa. Sarayın iç kısımlarına yaklaştıkça haremin sabah gürültüsü duyulmaya başlanmıştı. "Haydi hatunlar uyuşuklanmayın! Kalkın haydi, haydi!" Afife Kalfanın sesi tüm taşlıkta duyuluyordu. Üzerimdeki pelerini ve peçeyi çıkardım. Fırlatıp koridorun köşesine attım. Kapı ağası beni görmesiyle destur çekti. "Destuur Haseki Cihannara Sultan!" Hatunlar sıra olmuş eğilerek geçip gitmemi beklerken Afife yanıma geldi. "Sultanım, sabahi şerifleriniz hayır olsun."

"Saol Afife Kalfa."

"Erken uyanmışsınız. Bi hal mi oldu?"

"Evet Afife çok mühim bir şey oldu."

Sarayın YansımasıWhere stories live. Discover now