Bölüm 31 Karahindibalar

1.6K 246 138
                                    

   Arabanın tekerleri bilmediğim bir yere doğru yön verirken, içimdeki hisleri ve düşünceleri kontrol etmeye çalışıyordum. Gözüme bir resim geliyordu.

Hayale yakın, gerçeğe uzaktı...

Sanki kocaman bir tarlanın ortasındaydım. Etrafımı karahindibalar çevreleyen, kocaman sonsuz bir tarladaydım.

Yalın ayak yürürken ayağıma gelebilecek karahindibaları umursamıyordum. Düşüncelerim sanki üflenmiş ve havaya karışıp uçmuşlardı. Yüzüme gelen serin rüzgar bedenimde gezinip doğru notayı bulmak ister gibi çırpınıyordu.

Gökyüzü o kadar sakindi ki. Önce korkutuyordu bu sakinlik beni. Ardından huzura erdiriyordu bakışlarımı. Berrak bir mavilik vardı kafamı kaldırdığımda gökte. Başımı eğince gök ile bir araya gelip manzarayı tamamlayan beyaz karahindibaların varlığı göze çarpıyordu.

Tam o anda bir şey oldu.

Yanımda bir hareketlilik hissettim. Kafamı çevirdiğimde gözümün önüne gelen yüz, kaslarımın gevşeyip mayışmasına sebep oldu. Gamzeleri yeni bitmişti yüzünde. Gözleri o kadar aydınlıktı ki!

Hiç sahip olmadığım geleceğim gibiydi.

Kirli sakalları özenle tıraş edilmiş, saçının önü yan tarafa taranmıştı. Üstümdeki beyaz elbiseye rağmen o tam zıttı. Siyah takımı ile bana bakıyordu. Elini uzattı bana tutmam için. Elimi avucuna bırakmak için sabırsızlanıyordum ama biliyorum ki elini tuttuğum an alevler saracaktı o güzel karahindibaları. Hiçbirine üfleyip havaya uçuracak kadar vaktim yoktu biliyordum.

Hayır. Tutamam. Biliyorum ben ne kadar su isem o, o kadar ateş... Onun elini tutarsam gücüm yetmez alevleri söndürmeye...

Yok olur bu karahindibalar...

Peki ne yapacaktım? Ateşe su mu uzatacaktım? Yoksa suyu ateşten mi koruyacaktım ?

Tekerlekler durduğunda yan koltukta oturan Serkan'a döndüm. Bir şeyler söylemesini bekledim. O ise sadece bana gülümseyip kapıyı açtı. Ben inmeden benim kapımı da açıp elini uzattı. Heyecanla elini tutup arabadan indim. Hava kapalıydı. Sanki birazdan yağmur, damlalarını üzerimize bırakacaktı. Önünde durduğumuz yeri anımsayamadım.

"Burası neresi? Neden geldik?" Elimi hala bırakmamıştı.

"Bir şeyleri düzeltmeye geldik. Çok özel bir tasarımcının yeri burası. Hadi gel içeri girelim. " Vitrinine bakılınca asla diğer mağazalar gibi şaşalı süslü gözükmediğini fark ettim. Ünlü bir yer ise neden bu kadar eski görünümlüydü? Daha önce hiç böyle bir yerden giyindiğini görmemiştim Serkan'ın.

Eski tahta kapıyı içeri doğru açtığımızda kapının çıkardığı gıcırdama ile içerideki gözlüklü adam bize döndü. Orta boylu, saçları kelleşmiş, yarı kambur duruşu ile elindeki makasını masaya bıraktı.

"Selami baba hallettin mi?" Gözlerim ikisinin arasında mekik dokuyordu. Adam kendinden emin bir duruş sergiledi. Kafasını salladı olumlu şekilde. Daha sonra bana döndü. Dikkatle üstten aşağı süzdü. Bunu rahatsız edici bir şekilde değil de, tanımak ister gibi yapmıştı. Tekrardan Serkan'a döndü ama beni işaret etti mimikleriyle.

" Bu o mu?" Serkan çenesini aşağı doğru eğerken utanmış gibi görünüyordu. Sonra gururla kafasını salladı. Gözleri benimkiyle buluştu.

Bana öyle bir baktı ki!

O duygunun adını hiçbir şekilde bulamadım.

Dudakları yukarıya kıvrılmış, yanağındaki çukur ortaya çıkmıştı. Gözleri derinleşmişti. Işıl ışıl parlıyordu. Daha sonra kendini toparlayıp az önceki yaşlı adama döndü.

Savcı  (Tamamlandı) Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin