Ahiret eşim ol...(Bitti - Düz...

By Muslimah-Mind

186K 12K 1.3K

Esselamu aleyküm ve rahmatullahi ve berekatuhu akhiler uhtiler ve diğer okuyucular! . Bu hikaye bir genç kızı... More

[1]...Rüya...
[2]...Mescid...
[3]...Beklenmedik yardım...
[4]...bütün duyular ile yaşamak...
[5]...Koruyan yasak...
[6]...Zorunlu düşünceler...
[7]...Namaz...
[8]...Mantıksızlık...
[9]...Kişilik...
[10]...Karar vermek...
[11]...Araştırma...
[12]...Evlilik...
[13]...Arama...
[14]...bekleme süreci...
[15]...mescit...
[16]...istişare...
[17]...istihare...
[18]...kahvede...
[19]....Hazırlıklar...
[20]...Hazırlıklar 2...
[21]...Talak...
[22]...O Hikaye...
[23]...Son gün...
[24]...sabr...
[25]...Hayatı belirleyen kararlar...
[26]...şakalaşma...
[27]...Örgülü saçlar...
[28]...Sürpriz...
[29]...önyargı...
[30]...çocuk...
[31]...yaşlı kadın...
[32]...Es-Sabur...
[33]...iş...
[34]...ÜMMET...
[35]...Sohbet...
[36]...Doğum...
Soru Cevap
[37]...Kitaplar...
[38]...Teravih namazı...
[39]...Ramazan açıklaması...
[40]...Ziyaret...
[41]...Sünnet...
[42]...Zina...
[43.1]...Hastalık...
[43.2]...Hastalık...
[44]...koruyucu inanç...
[45]...yaratılış sebebi...
Yenilikler ve sizin düşünceleriniz
[46]...islam ve ego...
[47]...egoistlik ve Peygamberlik...
[48]...Komşuluk...
[49]...Fatıma...
[50]...sağlık...
[51]...gençlik...
[52]...kaybolan çocukluk...
[54]...hayat...
[55]...bugünde yaşamak...
[56]...günlük yaşam...
[57]...ru'ya...
[58]...sınır...
[59]...bekleme...
[60]...yusuf'ca şeyler...
[61]...söz...
[62]...organizasyon...
[63]...bir evde üç gönül...
[64]...bir araya geliş
[65]...kaza...
[Kitap fragmanı yayında]
[66]...yenileme...
[67]...kaygılar...
[68]...anılar...
[69]...Allah rızası...
[70]...anne şefkati...
[71]...SON...
[Epilog]+Serinin devamı

[53]...ölüm...

673 55 0
By Muslimah-Mind

"Belki de canım. Allah bilir.", biraz sonra Zübeyr uykuda olduğu için düzenli nefes alıp vermeye başladı. Bu minnacık beden ve üzerindeki küçük kafanın içinde sandığımdan daha olgun ve güçlü bir çocuk vardı, benden sabırlı. Onun gibi olmayı diledim bu sırada kapıdan gelen tıkırtı seslerini fark edince kalktım ve dürbünden bakınca Hureyre olduğunu görerek yere bakmasını izledim, kapıyı açmamı bekliyordu belli ki...

Kapıyı açtım ve öylece kaldım, baktım ona sadece o da bana baktı ardından kapının kulpunu aldı eline ve kapıyı kapattı. Kısa bir süre daha baktı yüzüme, inceledi, gözlerime tekrar çıkan bakışlarına karşılık vermedim o sırada yere bakıyordum çünkü. Kendimde yüzümü dahi yerden kaldıracak güç bulamaz olmuştum. Fark etti, allahu alem hissetmiş de olabilir, "Gel" dedi. Bu kadar basit bir anda koluyla omuzlarımı kavradı sanki çok kolay birşeymiş gibi. Ceketinin soğuğundan irkilsem de beni toparladığı için ve bunu bu kadar ustaca başardığı için sitem dahi etmeden hayranlıkla izin verdim. Solan geçtiğimizde beni koltuğa oturttu bir bez bebek gibiydim tek farkım gibi benzetmesinin fazlalık olmasıydı. Yanıma oturduktan saniyeler sonra ellerimi bana o an bir dev kadar kocaman gelen ellerine aldı tek yapabildiğim soğuğa karşı dirençten fazlasını gösteren ellerine ve sıcalığına hayran kalmaktı. Sımsıkı tuttu ellerimi ve bana sabah odamızda uyandığımdan o ana kadar süre gelen parmaklarımın uyuşukluk hissini unutturmayı başarmıştı.

"Konuşmak ister misin?", sorusuna net bir cevap vermek için ne sesimi kullandım ne de tek bir kelime etti, sadece başımı iki yanıma 'hayır' anlamında salladım, ki bu hareketimi bile sadece beni yeterince iyi tanıyan insanlar anlardı. Sonra yanımdaki insanın bana bu dünyada gelmiş ve gelecek olan insanlardan en yakın ve en güvenilir saydığım insan olduğunu idrak ederek sesimi kendime yabancı olarak kullandım "Şimdi değil Hureyre.", bakışlarım üzgünlüğümden gök yüzündeki ferahlık hissini aradı ve cama yöneldi, o an gördüm, hava yavaş yavaş açılıyordu. Şaşkınlığım dahi uzun uzun baktığım gök yüzünden ve bağdaştırdığım namaz vaktinden sonra kendini belli etti "Sabah namazını kılmadın sen daha ama!" ama  onun tek yaptığı bir elini sırtıma koymak ve diğeriyle her iki elimi de tutmayı başarmak olmuştu, sanki dünyanın en kolay fiiliydi bu yetenek. "Hava alanında kıldım ben namazımı, orda biraz beklemek zorunda kalınca mescitte kıldım.", yüzümü ona doğru çevirdim "Uçakları kalktı mı yani?". Hureyre bana tüm hislerini tek bir bakışıyla belli etti ve sözlü de yanlış anlamaya bırakmadan düşüncelerini bana aktardı "Sare, eğer istersen bir sonraki uçağa seni yetiştirelim sen de git. Ben Zübeyr'e yalnız da bakabilirim."

Umudun tohumları ışık hızında filizlendi kalbimde, etrafına saçtığı berrak ışık her ne kadar sadelikle beni kendime getirme çabasına girse de ben varlığından dahi güç bularak nereden geldiği belirsiz bir enerjiyle konuştum "Hakikaten mi? Tamam. O zaman..." ama aniden beliren umudumun patlmış balon gibi kontrolsüzce havada savrularak benden çok uzağa kaçması da anlık olmuştu. "Ama Zübeyr'de en az benim kadar üzgün. Ona bunu yapamam. Herkes gider ve sadece o geride kalırsa ne kadar kötü hisseder değil mi? Bunu o kadar küçük bir yüreğe yapamam.". Yorgunluğum yüzümde çukur misali derin bir edindiğinden yüzümü ovaladım ve tavana diktim bakışlarımı. Zübeyr'i bu kadar geride bırakabilmek için bambaşka bir insan olmam gerekirdi yanımda duran Hureyre benim gibi tavana bakmış ve sonra bakışlarını yavaş yavaş önümüzdeki sehbaya dikmişti, sanki demek istediği var da söylemek ve söylememek arasında gidip geliyordu asırlar sürmese de iki kişilik bir odada haddinden fazla süre gelen sessizliğin ardıdan Hureyre söylemek istediğini dile getirme kararı alarak konuştu, "İstersen birlikte Kur'an okuyabiliriz.", ona tereddüt etmeden firar eden bakışlarım durksadı o da bakışıma karşılık verdi ve düşüncesini açıkladı "Artık anneanen için yapacağın en iyi şey ona dua etmek ferahlaması için Kur'an okumak."

Haklı olduğunu uzun zaman önce okudğum bir hadisi hatırlayarak başımı salladım

Efendimiz aleyhisselatu vesselam vefat eden yakınlar hakkında şöyle buyurmuştur:
🥀Ölülerinize Yâsîn okuyunuz.🥀
🍀bk. Ebu Davud, Cenaiz, 24; İbn Mace, Cenaiz, 4🍀

Annem'in üzerine düşen de artık şu hadiste önerilen şekilde mezarında onun bağışlanması için dua etmekti. Bu hadis hakkında Abdullah b. Ömer'den (ra) rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber aleyhissalatü vesselam şöyle buyurmuştur

🥀İçinizden birisi öldüğü zaman onu durdurmayın ve onu kabrine koyma konusunda acele ediniz. Sonra da içinizden birisi, ölünün başucuna durarak Fâtiha sûresini, ayak ucunda da Bakara sûresinin sonunu okusun🥀
🍀 Taberânî, XII, 340 (h.no. 13613)🍀

Hureyreyi beklerken kalktım ve duvardaki raftan eski Kur'an'ımı ve babamın bana verdiğini aldım. Eşimin önüne ufak bir rahle koydum ve kendime de bir yastık aldım, ki onu da kucağıma yerleştirdim onun üzerine de kendi Kur'anımı koydum ve açtım. Besmele çekerek Hureyre okumaya başladı ben ise o sırada mukabele şeklinde okuduğunu bakşılarımla takip ettim, yanlışı olursa da onu uyarmak için pür dikkat kesilmiştim. Son Ayeti okuyunca hissedilebilir derecede ferahlık hissi tüm vücüduma etki etmişti

🌸فَسُبْحَانَ الَّذ۪ي بِيَدِه۪ مَلَكُوتُ كُلِّ شَيْءٍ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ🌸

🌸Her şeyin hükümranlığı elinde olan Allah'ın şanı yücedir! Siz yalnız O'na döndürüleceksiniz.🌸
🍀Yâsîn 36, 83. Ayet🍀

Süphesiz bizler O'na subhanahu ve te'âla geri döndürüleceğiz, bizi ve kainatı ve tüm varlıkları mahlukatı yaratan O'dur. Hiç kimse bana gençken ölmekten muhaf olduğunu söyleyemezdi.

"Sare...", iki Kur'anı elimde hissettirdikleri güvenle ve sevgiyle dolaba bıraktım ve tekrar eşimin yanına geçtim, "Ölüm geri dönüştür, bunun farkındasın değil mi?", zihnimden geçenleri okuyabiliyormuşcasına bana baktı ve yorgun bedenimin ruhumu hapis ettiği yerde bende ona biraz daha sokuldum, sanki yorgunluğum hafifleyecekti biraz daha yakın olunca. Bir zaman önce okuduğum bir kesit geldi aklıma, Risale-i Nur kitaplarından birinden olmalıydı. Annem hastalandığında okuduğum bir bölümdü bu ve konusu sadece hastalığa yönelikti, en azından ben öyle sanmıştım. Oysa ki zorlu dönemler hastalığa mahsus değildi, zorluk her insana göreceli bir kavramdı.

Sare'nin aklından geçen Risale-i Nur kesiti:

🌸ﺑِﺴْﻢِ ﺍﻟﻠّٰﻪِ ﺍﻟﺮَّﺣْﻤٰﻦِ ﺍﻟﺮَّﺣِﻴﻢِ ٭ ﺍَﻟَّﺬِﻳﻦَ ﺍِﺫَﺁ ﺍَﺻَﺎﺑَﺘْﻬُﻢْ ﻣُﺼِﻴﺒَﺔٌ ﻗَﺎﻟُﻮٓﺍ ﺍِﻧَّﺎ ﻟِﻠّٰﻪِ ﻭَﺍِﻧَّﺂ ﺍِﻟَﻴْﻪِ ﺭَﺍﺟِﻌُﻮﻥَ ٭ ﻭَﺍﻟَّﺬِﻯ ﻫُﻮَ ﻳُﻄْﻌِﻤُﻨِﻰ ﻭَﻳَﺴْﻘِﻴﻦِ ٭ ﻭَﺍِﺫَﺍ ﻣَﺮِﺿْﺖُ ﻓَﻬُﻮَ ﻳَﺸْﻔِﻴﻦِ🌸

Besmele ve Ayet...
🌸O kimseler ki, başlarına bir musibet geldiğinde 'Biz Allah'ın kullarıyız; dönüşümüz de ancak O'nadır' derler.🌸
🍀Bakara Sûresi 2, 156inci Ayet🍀

🌸Beni yediren ve içiren Odur. Hastalandığımda bana şifa veren de O'dur.🌸
🍀Şuarâ Sûresi 26, 79-80 Ayetleri🍀

🌼Ey bîçare (çaresiz) hasta! Merak etme, sabret. Senin hastalığın sana dert değil belki bir nevi dermandır. Çünkü ömür bir sermayedir, gidiyor. Meyvesi bulunmazsa zayi (değersizleşir) olur. Hem rahat ve gafletle (dikkatsiz-, düşüncesiz- ve vurdumduymazlık) olsa pek çabuk gidiyor. Hastalık, senin o sermayeni büyük kârlarla meyvedar ediyor yani senin meyve toplar gibi faydalanmana vesile oluyor. Hem ömrün çabuk geçmesine meydan (izin) vermiyor, tutuyor, uzun ediyor tâ meyveleri verdikten sonra bırakıp gitsin.

İşte, ömrün hastalıkla uzun olmasına işareten bu darb-ı mesel (misal verilerek) dillerde destandır ki "Musibet zamanı çok uzundur, safa (rahatlık ve endişesizlik) zamanı pek kısa oluyor."

İnsanların yüzde onu olan hastalara devalar...

🍃Deva:
Ey tahammülsüz hasta! İnsan bu dünyaya keyif sürmek ve lezzet almak için gelmediğine, mütemadiyen (sürekli olarak) gelenlerin gitmesi ve gençlerin ihtiyarlaşması ve mütemadiyen (hiç bitmeden) zeval yani sona erme ve firakta (ayrılma yolunda) yuvarlanması şahittir yani birer delildir.

Hem insan, zîhayatın yani hayat sahibi olanaların en mükemmeli en yükseği ve cihazatça yani donanım ve yaratılış itibariyle en zengini belki zîhayatların (hayat sahibi olanların) sultanı hükmünde iken, geçmiş lezzetleri ve gelecek belaları düşünmek vasıtasıyla, hayvana nisbeten (ondan farklı olarak) en edna (çok az) bir derecede ancak kederli, meşakkatli (zorluklu) bir hayat geçiriyor.

Demek insan, bu dünyaya yalnız güzel yaşamak için ve rahatla ve safa ile ömür geçirmek için gelmemiştir. Belki azîm (kararlılık) bir sermaye elinde bulunan insan, burada ticaret ile ebedî daimî bir hayatın saadetine çalışmak için gelmiştir. Onun eline verilen sermaye de ömürdür.

Eğer hastalık olmazsa sıhhat (sağlık) ve âfiyet gaflet (vurdumduymazlık, bilinçsizlik) verir, dünyayı hoş gösterir, âhireti unutturur. Kabri ve ölümü hatırına (aklına) getirmek istemiyor, sermaye-i ömrünü (verilen çok değerli yaşam süresini) bâd-i heva (heves ve eğlence ile) boş yere sarf ettiriyor. Hastalık ise birden gözünü açtırır. Vücuduna ve cesedine der ki: "Lâyemut yani ölmez, mahvolmaz ve hatta hayatı sona ermez değilsin, başıboş değilsin, bir vazifen var. Gururu bırak, seni yaratanı düşün, kabre gideceğini bil, öyle hazırlan."

İşte hastalık bu nokta-i nazardan (bu bakış açısından) hiç aldatmaz bir nâsih (nasihat değerinde gösterge) ve ikaz edici bir mürşiddir (kılavuz). Ondan şekva yani şikayet değil belki bu cihette (anlamda) ona teşekkür etmek, eğer fazla ağır gelse sabır istemek gerektir.

Bu bakış açısndan yola çıkarak Sare de ölüme bir son olarak değil, daha ziyade ölümün anlamını idrak etmek ve bu şekilde sabrı ve affı dilemeyi hatta yalvarmayı kendine hedef edinmişti.

🍃Deva

Ey şekvacı (şikayetci) hasta! Senin hakkın şekva değil şükürdür, sabırdır. Çünkü senin vücudun ve aza (uzuvların) ve cihazatın (bedenindeki yaratılış cismin), senin mülkün (ait) değildir. Sen onları yapmamışsın, başka tezgâhlardan satın almamışsın. Demek, başkasının mülküdür. Onların mâliki (mülk sahibi), mülkünde istediği gibi tasarruf eder yani kullanır.

Mesela gayet zengin, gayet mahir bir sanatkâr;

güzel sanatını, kıymettar servetini göstermek için miskin (zavallı) bir adama modellik vazifesini gördürmek maksadıyla, bir ücrete mukabil (karşılık), bir saatçik zamanda, murassa (değerli taşlarla süslenmiş) ve gayet sanatlı diktiği bir gömleği, bir hulleyi  (ağır pahalı ve tüm bedeni iki parça halinde saran giyisi) o fakire giydirir. Onun üstünde işler ve vaziyetler verir.

Hârika enva-ı sanatını (çok çeşitli sanatını) göstermek için keser, değiştirir, uzaltır, kısaltır. Acaba şu ücretli miskin adam, o zata dese: "Bana zahmet veriyorsun, eğilip kalkmakla verdiğin vaziyetten bana sıkıntı veriyorsun, beni güzelleştiren bu gömleği kesip kısaltmakla güzelliğimi bozuyorsun." demeye hak kazanabilir mi? Merhametsizlik, insafsızlık ettin diyebilir mi?

İşte aynen bu misal gibi Sâni'-i Zülcelal (sonsuz haşmet ve yücelik sahibi ve herşeyi san'atla yaratan Allah) sana ey hasta! Göz, kulak, akıl, kalp gibi nurani duygularla murassa (değerli taşlarla süslenmiş) olarak giydirdiği cisim gömleğini, esma-i hüsnasının yani Allah'ın en güzel isimlerinin) nakışlarını göstermek için çok hâlât (haller) içinde seni çevirir ve çok vaziyetlerde seni değiştirir. Sen açlıkla onun Rezzak (bütün mahlukatın rızkını veren ve ihtiyaclarını karşılayan) ismini tanıdığın gibi Şâfî (hastalıklara dermanı veren şifasını veren) ismini de hastalığınla bil.

Elemler (acı ve keder) ve musibetler (felaketler) bir kısım esmasının (Allah'ın isimlerinden bazı) ahkâmını (hüm ve kanunlarını) gösterdikleri için onlarda hikmetten lem'alar (parıltı) ve rahmetten şuâlar (parıltılar) ve o şuâat (ışık hüzmeleri) içinde çok güzellikler bulunuyor.

Eğer perde açılsa tevahhuş (orkup ürkme) ve nefret ettiğin hastalık perdesi arkasında, sevimli güzel manaları bulursun.

🍃Deva

Ey dünya zevkini düşünüp hastalıktan ızdırap çeken kardeşim! Bu dünya eğer daimî olsa idi ve yolumuzda ölüm olmasaydı ve firak (kaçış) ve zevalin (sona erme) rüzgârları esmeseydi ve musibetli (dertli), fırtınalı istikbalde (gelecekte) manevî kış mevsimleri olmasaydı; ben de seninle beraber senin haline acıyacaktım.

Fakat madem dünya bir gün bize haydi dışarı diyecek, feryadımızdan kulağını kapayacak, o bizi dışarı kovmadan biz bu hastalıklar ikazatıyla (uyandırışıyla) şimdiden onun aşkından vazgeçmeliyiz. O bizi terk etmeden, kalben onu terke çalışmalıyız.

Evet, hastalık bu manayı bize ihtar (uyarı verip) edip der ki: "Senin vücudun taştan, demirden değildir. Belki daima ayrılmaya müsait muhtelif  (çeşitli) maddelerden terkip (bir araya getirilmiştir) edilmiştir. Gururu bırak, aczini anla (eksikliğini yetersizliğini ve güçsüzlüğünü), mâlikini (sahibini) tanı, vazifeni bil, dünyaya ne için geldiğini öğren!" kalbin kulağına gizli ihtar (uyarıda bulunuyor) ediyor.

Hem madem dünyanın zevki, lezzeti devam etmiyor. Hususan (özellikle) meşru olmazsa (sevinç ve mutluluk verecek değilse) hem devamsız hem elemli (zorluklu) hem günahlı oluyor. O zevki kaybettiğinden hastalık bahanesiyle ağlama; bilakis (tam tersi) hastalıktaki manevî ibadet ve uhrevî  (ahiretlik) sevap cihetini (yönünü) düşün, zevk almaya çalış.

🍃Deva

Ey Hâlık'ını (yaratanını) tanıyan hasta! Hastalıklardaki elem (üzüntü) ve tevahhuş (korku) ve korkmak ise hastalık bazen ölüme vesile olduğu cihetindendir (bundan dolayıdır). Ölüm, nazar-ı gaflet (hakikatten habersizce bakış açısı) ve zâhirî (dış görünüş anlamında) cihetinde dehşetli olduğundan ona vesile olabilen hastalıklar korkutuyor, telaş veriyor.

Bil ve kat'î (kesinlikle) iman et ki: "Ecel (ölüm) mukadderdir (mutlaktır ve kaderde olduğundan değişmez kesindir), tagayyür (değişmez) etmez." Çok ağır hastaların başında ağlayanlar ve sıhhatleri yerinde olanlar ölmüşler, o ağır hastalar şifa bulup yaşamışlar.

Ölüm, sureten göründüğü gibi dehşetli değil, şüphesiz bir surette, Kur'an-ı Hakîm'in verdiği nur ile ispat etmişiz ki ehl-i iman (iman eden müslümanlar) için ölüm:

Vazife-i hayat (hayatta olan yaşama görevimizden) külfetinden bir terhistir yani bu görevin zorluklarından yorgunluğundan ve zahmetinden kurtuluştur.

Hem dünya meydanındaki imtihanda, talim ve talimat olan ubudiyetten bir paydostur yani Allah'a kulluk'ta ve amelde bir sondur.

Hem öteki âleme gitmiş yüzde doksan dokuz ahbap ve akrabasına kavuşmak için bir vesiledir.

Hem hakiki vatanına ve ebedî makam-ı saadetine (sonsuz mutluluk yeri olan makamına) girmeye bir vasıtadır, (yoldur).

Hem zindan-ı dünyadan (dünyanın hapisinden) bostan-ı cinana (cennt bahçelerine) bir davettir.

Hem Hâlık-ı Rahîm'inin (rahmeti herşeyi kuşatan, her bir varlığa ayrı ayrı şefkatini gösteren ve herşeyi yaratan Allah) fazlından yni tarafından kendi hizmetine mukabil (adaletli bir karşılık ile) ahz-ı ücret yani ücret ve karşışığını almayı beklemeye bir nöbettir.

Madem ölümün mahiyeti (önemi) hakikat noktasında budur; ona dehşetli bakmak değil bilakis (tam tersine) rahmet ve saadetin (mutluluğun) bir mukaddimesi  (göstergesi) nazarıyla bakmak gerektir. Hem ehlullahın (Allah kullarının, sevgili evliyaların) bir kısmının ölümden korkmaları, ölümün dehşetinden değildir. Belki daha fazla hayır kazanacağım diye vazife-i hayatın (hayattaki vazifelerinin) idamesinden (bitişiyle) kazanacakları hayrat (sevap ve Allah rızası için) içindir.

Evet ehl-i iman (Allah'a inananlar) için ölüm, rahmet kapısıdır. Ehl-i dalalet (inançsızlar) için zulümat-ı ebediye (sonsuz zulüm) kuyusudur. 🌼
🍀Risale-i Nur, 25inci Lem'a çeşitli devalar 🍀

Sare o an hatırladıklarıyla bedensel hasta olması gerekmediğini ve bu bakış açısının ölüme karşı asla değişmediğini anladı. O anki hissiyatı ve ruhunda hissettiği yorgunlukla çaresiz tutumu bedensel hasta olan bir müslümanın çaresizliğine çok ama çok benzemekle beraber onu ümitsizlikle yeise sürüklemişti. Bundan dolayı tavsiyelere uyarak anneanesinin vefatını bir merhamet timsali ve tabii Allah'ın subhanahu ve te'ala onu bu dünyanın zulümlerinden kurtardığına inanmıştı. "Sare, yine düşüncelere daldın. Seni meşgul eden birşeyler varsa benimle paylaş.", Hureyre beni izlerken her zamankinden daha fazla endişeli göründü yüzüme. Hatırladığım ayetlerden aldığım güçle ve ölümün müminler için kurtuluş olamasının farkındalığıyla ayağa kalkıp Hureyre'ye baktım.

"Hadi gel birlikte biraz bir şeyler yiyelim sonra da Zübeyr'le ilgilenir allahu alem oyun oynarız. Yazık çocuk kesin fark etti herkeste bir hüzünlenme olduğunu bari daha fazla korkutmadan dikkatini dağıtmak için birşeyler yapabiliriz.", benim onaylamamla birlikte sanki yüzünden haline yansıyan endişe az da olsa omuzlarında görülür ağırlığını hafifleterek gitti. Ben mutfağa geçip yemekle ilgilenirken Hureyre de çayı demliyordu.

Sonunda birlikte masaya oturmuştuk ama yemeğe ne ben dokunmuştum ne de Hureyre. Anneanneme yemek yemediğğim zaman bir fayda sağlamayacağımı biliyordum, yemek yemediğim zaman onun gitmiş olmasının içimde açtığı yaranın acısı da hafiflemeyecekti, zaten iyileşmesi imkansızdı. Yine de bunların bilincinde olmam önümdeki çatalın bana dünyadaki en ağır nesneye dönüşmesine engel değildi zaten bir süre sonra Hureyre'nin etrafına bakmasıyla dikkatimi çekmesi an meselesi olmuş ve sonunda ona "Neye bakınıyorsun?", diye aklımda soru işareti bırakan davranışını sorgulamıştım.

"Ahh, sanırım şekeri sofraya getirmeyi unuttuk...çay için yani", masaya bakındığımda hakikaten de masada şekerin eksik olduğunu fark ettim. Aslında istediğimden çok daha hızlı ayağa kalkmıştım ve hemen tezgahta duran küp şekerlerle dolu kupayı aldım ama sandığım kadar kolay olmayacaktı. Eski Sare olsaydım muhtemelen olduğum yerden kıpırdamadan nefes alıp vererek sakinliğimi korurdum galiba böylece panik yapmadan kendimi toparlayabilirdim. Ama o an, tam o saniyede tek yapabildiğim beceriksizce parmaklarımı tırnaklarımı acımadan tezgaha geçirmeye çalışmak ve tutmak olmuştu. Korkudan resmen tenimden akan soğuk teri hissetmiş ve adeta kendimi bir başkasının gözlerinden görürcesine bembeyaz yüzümle görmüştüm, bu sırada elimdeki kupaya sanki en kıymetlim miş gibi aptalca tutunmuştum.

"Hureyre...", o kadar sessiz ve güçsüz bir fısıldamadan çok rüzgara üflediğim bir nefesti ki bu, sanırım fısıldamadan çok insanlık dışı bir ses çıkarmıştım. Kimsenin duyması muhtemel olmayan sesi duyan olmuş ve anında belime sarılan dokunuşla benim dikkatim dağılarak tutunmaya çalıştığım iki yerden ellerimi çektiğim sırada beni saran kişinin güçüne şakınlıkla kanmıştım. Sol kolumda da hissettiğim dokunuş beni tamamen kandırarak bedenimde kaybolan son güç emaresini de ayaklarımdan dışarı fırlatmış ve ben de bunun sonuçunda sol elimi bana en yakın bulduğum şeye koydum. Eğer o an bana bir çocuk üzgün olmanın nasıl bir his olduğunu sorsa kesinlikle ona her insanın üzüntüsünü başka şekilde yaşadığını, kiminin bunu insanlara yansıtmadığını kiminin de yansıttığını söylerdim. Ama eğer bana keder nasıl bir hisle tabir edilir dese ona da kesinlikle kederli hissetmenin tam açılımını baygınlık ve kendini kaybetme halleriyle açıklardım.

"Tamam Sare'm. İyisin. Hadi aç gözlerini biraz. Yavaş yavaş nefes alıp ver. Hadi gülüm.", bana söyleneni yaptığımda önce tavanı tanımakta zorluk çektim ardından gözüm lambaya ilişti ve durdu. Lamba sanki kendi ekseninde dönüp duruyordu ama bu beni rahatsız etmemişti aksine beni çok zorlayan ani soğuun dondurucu etkisiydi. Halen uyuşuk olan uzuvlarımı hareket ettirmeden ellerimi uyuşukluktan çok benim mi diye sorguladığım yüzüme sürdüm ve şöyle bir okşadım. Ellerimi çektiğimde bakışlarım Hureyre'ye ulaştı, o ise bana korku ve endişe karışımıyla bakarken elini alnıma koymuştu "Doktora gidelim mi? Tekrar demir eksikliğin belkide çoğalmıştır, ondan olabilir mi?", başımı fazla sarsmadan son teşhisi için salladım ve bacaklarımı aldına koyduğu sayısız yastıktan kurtararak toparladım. Sırtımı kolduğa yaslayarak turur vaziyete geldiğimde Hureyre başını iki yanına salladı "Doktora gitmemiz lazım Sare.".

"Hayır Hureyre. Allahu alem dediğinde haklı olabilirsin ama ben kendimi ve bedenimi çok iyi tanıyorum, sabahtan beri onca stres ve açlıktan olduğuna eminim. Biraz yemek yiyelim, düzelmezse zaten Zübeyr uyanınca iki dakikalığına doktorun muaynanesine uğrarız. Tamam mı?"

Bakışı beni tekrar suçluluk hissinin uçurumuna sürüklemişti. Yardımıyla ayağa kalkıp onun beklediğinden farklı olarak beni mutfağa götürmesine izin vermeden kollarımı boynuna sarıp ona sımsıkı sarıldım, yavaş yavaş kaybolan uyuşukluk hissinin izin verdiği kadarıyla. Benim Allah Azze ve Celle'den sonra tek dayanma güçümün kaynağı Hureyre idi. Eşim, hem bu dünyada hem de Allah'ın izniyle ahirette...

.
.
Kendi hayatımız ve sevdiklerimizin hayatta oluşuna şükretme adına yazılmış bir bölüm. Düşünce ve fikirlerinizi her zamanki gibi bekliyorum, hayırlı verimli huzurlu olsun cumanız
.
.

Continue Reading

You'll Also Like

450K 23.3K 33
Yeni bir ateş söndürür başkasının yaktığını, Yeni bir acıyla hafifler eski bir ağrı.... Lavin Karayurt.... Kendini işine vermiş kuzeni ve annesi ile...
leylâ By 📚

Spiritual

42.5K 3.4K 50
Yüreğine kazıdığı bir sızıydı o adam. Her geçen gün canı bir öncekinden daha çok yansa da, her gece başını yastığa koyduğunda gece karası gözlerinden...
201K 9.3K 58
"Bir an önce evlenip sana doyasıya sarılmak elini tutmak özgürce yaşamak istiyorum çok mu şey istiyorum yani?" "Sabreden derviş muradına ermiş canım...
14.9K 932 11
❝ Doktor Stephen Vincent Strange; milyoner, hayırsever, zampara, dahi Anthony Edward Stark'a tutuldu. Üstelik bu kısa sürecek gibi de görünmüyor! ❞ ...