Ahiret eşim ol...(Bitti - Düz...

By Muslimah-Mind

186K 12K 1.3K

Esselamu aleyküm ve rahmatullahi ve berekatuhu akhiler uhtiler ve diğer okuyucular! . Bu hikaye bir genç kızı... More

[1]...Rüya...
[2]...Mescid...
[3]...Beklenmedik yardım...
[4]...bütün duyular ile yaşamak...
[5]...Koruyan yasak...
[6]...Zorunlu düşünceler...
[7]...Namaz...
[8]...Mantıksızlık...
[9]...Kişilik...
[10]...Karar vermek...
[11]...Araştırma...
[12]...Evlilik...
[13]...Arama...
[14]...bekleme süreci...
[15]...mescit...
[16]...istişare...
[17]...istihare...
[18]...kahvede...
[19]....Hazırlıklar...
[20]...Hazırlıklar 2...
[21]...Talak...
[22]...O Hikaye...
[23]...Son gün...
[24]...sabr...
[25]...Hayatı belirleyen kararlar...
[26]...şakalaşma...
[27]...Örgülü saçlar...
[28]...Sürpriz...
[29]...önyargı...
[30]...çocuk...
[31]...yaşlı kadın...
[32]...Es-Sabur...
[33]...iş...
[34]...ÜMMET...
[35]...Sohbet...
[36]...Doğum...
Soru Cevap
[37]...Kitaplar...
[38]...Teravih namazı...
[39]...Ramazan açıklaması...
[40]...Ziyaret...
[41]...Sünnet...
[42]...Zina...
[43.1]...Hastalık...
[43.2]...Hastalık...
[45]...yaratılış sebebi...
Yenilikler ve sizin düşünceleriniz
[46]...islam ve ego...
[47]...egoistlik ve Peygamberlik...
[48]...Komşuluk...
[49]...Fatıma...
[50]...sağlık...
[51]...gençlik...
[52]...kaybolan çocukluk...
[53]...ölüm...
[54]...hayat...
[55]...bugünde yaşamak...
[56]...günlük yaşam...
[57]...ru'ya...
[58]...sınır...
[59]...bekleme...
[60]...yusuf'ca şeyler...
[61]...söz...
[62]...organizasyon...
[63]...bir evde üç gönül...
[64]...bir araya geliş
[65]...kaza...
[Kitap fragmanı yayında]
[66]...yenileme...
[67]...kaygılar...
[68]...anılar...
[69]...Allah rızası...
[70]...anne şefkati...
[71]...SON...
[Epilog]+Serinin devamı

[44]...koruyucu inanç...

1K 82 6
By Muslimah-Mind

🍀Risale-i Nur Külliyatı, 2.inci Lema

Hureyrenin saate bakıp teravih namazını kılmamız gerektiğini söylemesiyle geriye kalan okumamızı sonraki geceye erteledik. Sonraki gün benim de intörn doktorla görüşmem olacaktı.

(...)

Ramazanı yarılamıştık ve Hureyre oruça niyet ettikten birkaç saat sonra işe gitmiş bende doktor için hazırlanıp yola çıkmıştım. Oraya ulaştığımda son olaylarda teşhisi konulan şeylerin evrakını verip bekleme odasında oturup sabr etmekle yetindim. Oturduktan sonra Risale-i Nur Aplikasyonunu açarak Hureyreden bağımsız bir bölümü okumaya koyuldum.

Bu bölümü Risale-i Nur Külliyatıyla ilk tanıştığım zamanlarda okumuştum, subhanallah ne kadar da hayran bırakan ve öğretici bir bölümdü benim için. Allah Azze ve Celle Bediuzzaman Said Nursi den razı olsun.

🌸ﺑِﺴْﻢِ ﺍﻟَﻠّﻪِ ﺍﻟﺮَّﺣْﻤَﻦِ ﺍﻟﺮّﺣِﻴﻢِ ٭ ﺍَﻟﻠّٰﻪُ ﻟﺎَ ﺍِﻟﻪَ ﺍِﻟﺎَّ ﻫُﻮَ ﺍْﻟﺤَﻰُّ ﺍﻟْﻘَﻴُّﻮﻡُ ٭ ﺍِﻥَّ ﺍِﻥَّ ﺍﻟﺪِّﻳﻦَ ﻋِﻨْﺪَ ﺍﻟﻠّٰﻪِ ﺍْﻟﺎِﺳْﻠﺎَﻡُ🌸

🌸Allah Teâlâ ki, Ondan başka hiçbir ilâh yoktur. Hayy Odur (Hayatı ezelî ve ebedî olan ve bütün varlıklara hayat veren Odur). Kayyum Odur (Bizzat kâim olan Odur. Varlığı sonsuza kadar devam eder, bütün varlıklar Onunla ayakta durur ve varlıkları Onunla devam eder)🌸
🍀Bakara Sûresi, 2:255🍀

🌸Şüphesiz ki Allah katında makbul olan din İslâm dinidir.🌸
🍀Âl-i İmran Sûresi, 3:19🍀

Şu dünya ve dünya içindeki ruh-u insanî ve insanda dinin mahiyet ve kıymetlerini ve eğer din-i hak olmazsa dünya bir zindan olması ve dinsiz insan, en bedbaht mahluk olduğunu ve şu âlemin tılsımını açan, ruh-u beşerîyi zulümattan kurtaran

ﻳَﺎ ﺍَﻟﻠّٰﻪُ

ve

ﻟﺎَ ﺍِﻟٰﻪَ ﺍِﻟﺎَّ ﺍﻟﻠّٰﻪُ

olduğunu anlamak istersen şu temsilî hikâyeciğe bak, dinle:

Ve artık bunun üzerine okuduğum misaller beni derin bir dünyanın dertli insanlarının yanına taşıdı ve nazikce bırakıverdi. Bu hikayenin derinliği, miş gibi yapan sözde ilim insanlarının yaptığı üstün koru açıklamadan daha evlâ olduğundan emindim. Bu islamın açıklaması olmalıydı, ancak Allah böyle kusursuz bir sistem var edebilirdi.

Eski zamanda iki kardeş, uzun bir seyahate beraber gidiyorlar. Gitgide tâ yol ikileşti. O iki yol başında ciddi bir adamı gördüler. Ondan sordular: "Hangi yol iyidir?" O dahi onlara dedi ki: "Sağ yolda kanun ve nizama tebaiyet mecburiyeti vardır. Fakat o külfet içinde bir emniyet ve saadet vardır. Sol yolda ise serbestiyet ve hürriyet vardır. Fakat o serbestiyet içinde bir tehlike ve şakavet vardır. Şimdi intihabdaki ihtiyar sizdedir."

Bunu dinledikten sonra güzel huylu kardeş sağ yola ﺗَﻮَﻛَّﻠْﺖُ ﻋَﻠَﻰ ﺍﻟﻠّٰﻪِ (Tevekke'ltü al'Allah) deyip gitti ve nizam ve intizama tebaiyeti kabul etti. Ahlâksız ve serseri olan diğer kardeş, sırf serbestlik için sol yolu tercih etti. Zahiren hafif, manen ağır vaziyette giden bu adamı hayalen takip ediyoruz:

İşte bu adam, dereden tepeden aşıp, gitgide tâ hâlî, yani bos ve issiz bir sahraya girdi. Birden müdhiş bir sadâ, yani ses işitti. Baktı ki: Dehşetli bir arslan, meşelikten çıkıp ona hücum ediyor. O da kaçtı. Tâ altmış arşın derinliğinde susuz bir kuyuya rastgeldi. Korkusundan kendini içine attı.

Yarısına kadar düşüp, elleri bir ağaca rastgeldi, yapıştı. Kuyunun duvarında göğermiş olan o ağacın iki kökü var. İki fare, biri beyaz biri siyah, o iki köke musallat olup kesiyorlar. Yukarıya baktı gördü ki: Arslan, nöbetçi gibi kuyunun başında bekliyor. Aşağıya baktı gördü ki: Dehşetli bir ejderha, içindedir. Başını kaldırmış, otuz arşın yukarıdaki ayağına takarrub etmiş, yani yakslamis ona. Ağzı kuyu ağzı gibi geniştir. Kuyunun duvarına baktı gördü ki: Isırıcı muzır (zararlı) haşerat, etrafını sarmışlar. Ağacın başına baktı gördü ki: Bir incir ağacıdır.

Fakat hârika olarak muhtelif çok (çok çeşitli) ağaçların meyveleri, cevizden nara kadar başında yemişleri var. İşte şu adam, sû'-i fehminden, yani yanlisa dusup yanlis anlayip tabir ettiginden, akılsızlığından anlamıyor ki, bu âdi bir iş değildir. Bu işler tesadüfî olamaz. Bu acib işler içinde garib esrar var. Ve pek büyük bir işleyici var olduğunu intikal etmedi, yani bunu anlamaya erisemedi. Şimdi bunun kalbi ve ruh ve aklı, şu elîm (acı veren) vaziyetten gizli feryad u figan ettikleri (bağırıp çağırarak ağlayıp üzülerek) halde; nefs-i emmaresi yani yanlis gunah ve kotu olan faliyetleri isteyip yaptirmaya calisan nefsi, güya bir şey yokmuş gibi tecahül edip, yani bilmemezlikten gelerek, ruh ve kalbin ağlamasından kulağını kapayıp, kendi kendini aldatarak, bir bahçede bulunuyor gibi o ağacın meyvelerini yemeğe başladı. Halbuki o meyvelerin bir kısmı zehirli ve muzır idi. Bir hadîs-i kudsîde (bildirmesi Allah'tan olup sözün bire bir Allah'a ait olduğu bir Hadis) Cenab-ı Hak buyurmuş:

ﺍَﻧَﺎ ﻋِﻨْﺪَ ﻇَﻦِّ ﻋَﺒْﺪِﻯ ﺑِﻰ

Yani 🥀Kulum beni nasıl tanırsa, onunla öyle muamele ederim.🥀

Subhanallah! Adam etrafını sarmış olan çeşitli tehlikeler içinde idi ve buna rağmen, bu kadar zor bir durumda Allah'a firar etmek ve O'ndan yardım istemek yerine kendi arzu ve isteklerni umursuyor ve egosundan sebep meyvelerden yemeyi tercih ediyor.

İşte bu bedbaht (mutsuz) adam, sû'-i zan ile, yani kotu ve iyi asla goreeyen bir bakis açisiyla, ve akılsızlığı ile, gördüğünü âdi ve ayn-ı hakikat (gerçeğin ta kendisi olan hakikati) telakki, kabul, etti, ve öyle de muamele gördü ve görüyor ve görecek! Ne ölüyor ki kurtulsun, ne de yaşıyor, böylece azab çekiyor. Biz de şu meş'umu (kötü ve uğursuz), bu azabda bırakıp döneceğiz. Tâ, öteki kardeşin halini anlayacağız.

İşte şu mübarek akıllı zât gidiyor. Fakat biraderi gibi sıkıntı çekmiyor. Çünki güzel ahlâklı olduğundan güzel şeyleri düşünür, güzel hülyalar eder, yani hayaller kurar. Kendi kendine ünsiyet eder, dostluk ve tanisiklik kurar. Hem biraderi gibi zahmet ve meşakkat çekmiyor. Çünki nizamı bilir, tebaiyet eder, yani duzene ve duzeni kurana boyun egerek razi gelir, teshilat görür, ona boylece tum kapilar acilir, yani ona bir kolaylik verilir. Asayiş yani huzurlu ve guvenli bir sekilde ve emniyet içinde serbest gidiyor. İşte bir bahçeye tevafuk etti. İçinde hem güzel çiçek ve meyveler var. Hem bakılmadığı için murdar (pis ve kirli) şeyler de bulunuyor. Kardeşi dahi böyle birisine girmişti. Fakat murdar şeylere dikkat edip meşgul olmuş, midesini bulandırmış. Hiç istirahat etmeden çıkıp gitmişti. Bu zât ise, "Her şeyin iyisine bak" kaidesiyle amel edip murdar şeylere hiç bakmadı.

İyi şeylerden iyi istifade etti. Güzelce istirahat ederek çıkıp gidiyor. Sonra gitgide bu dahi evvelki biraderi gibi bir sahra-i azîmeye, buuk bir ova olan col misali yere, girdi. Birden hücum eden bir arslanın sesini işitti. Korktu, fakat biraderi kadar korkmadı. Çünki hüsn-ü zannıyla ve güzel fikriyle; "Şu sahranın bir hâkimi var. Ve bu arslan, o hâkimin taht-ı emrinde, emri altinda, bir hizmetkâr olması ihtimali var" diye düşünüp teselli buldu. Fakat yine kaçtı. Tâ altmış arşın derinliğinde bir susuz kuyuya rastgeldi, kendini içine attı. Biraderi gibi ortasında bir ağaca eli yapıştı; havada muallak, askıda, kaldı.

Şaşkınlıkla başımı ve bakışlarımı kitaptan kaldırdım. Ben de bu şekilde olmasa da böyle iki arada kalıyordum, öyle anlardı ki, sanki bir çare yoktu, bir çıkış ve kurtuluş yolu yok gibi geliyordu, evet, hatta bazen arafta kalmış gibi oluyordu. Ama aslında herşey birbirine bağlı olduğu gibi bizlere tercih bırakarak bizi sınıyordu. Yani iki farklı yol ve tercih olması beni zorlamak veya bana zorluk çektirmek için için değil beni imtihan edip benim kendim için en iyi olanı seçmemi ve bunu kendi başıma seçerek kararlarımın bilincinde olmamı sağlamak içindi.

Baktı iki hayvan, o ağacın iki kökünü kesiyorlar. Yukarıya baktı arslan, aşağıya baktı bir ejderha gördü. Aynı kardeşi gibi bir acib sasirtici vaziyet gördü. Bu dahi tedehhüş etti, yani dehsete dustu. Fakat kardeşinin dehşetinden bin derece hafif. Çünki güzel ahlâkı, ona güzel fikir vermiş ve güzel fikir ise, ona her şeyin güzel cihetini gösteriyor. İşte bu sebebden şöyle düşündü ki: Bu acib işler, birbiriyle alâkadardır. Hem bir emir ile hareket ederler gibi görünüyor. Öyle ise, bu işlerde bir tılsım (bilinmeyen harika güçlü bir kuvvet) vardır. Evet bunlar, bir gizli hâkimin emriyle dönerler. Öyle ise ben yalnız değilim, o gizli hâkim bana bakıyor; beni tecrübe ediyor, bir maksad için beni bir yere sevkedip davet ediyor. Şu tatlı korku ve güzel fikirden bir merak neş'et eder, meydana gelir, ki: Acaba beni tecrübe edip kendini bana tanıttırmak isteyen ve bu acib yol ile bir maksada sevkeden kimdir?

Sonra, tanımak merakından tılsım sahibinin muhabbeti neş'et etti ve şu muhabbetten, tılsımı açmak arzusu neş'et etti ve o arzudan, tılsım sahibini razı edecek ve hoşuna gidecek bir güzel vaziyet almak iradesi neş'et etti. Sonra ağacın başına baktı, gördü ki, incir ağacıdır. Fakat başında, binlerle ağacın meyveleri vardır. O vakit bütün bütün korkusu gitti. Çünki kat'î, kesinkez, anladı ki bu incir ağacı, bir listedir, bir fihristedir, bir sergidir. O mahfî (gizli) hâkim, , bağ ve bostanındaki meyvelerin numunelerini, bir tılsım ve bir mu'cize ile o ağaca takmış ve kendi misafirlerine ihzar ettiği (hazırladığı) et'imeye (yemeye) birer işaret suretinde o ağacı tezyin etmiş, yani suslemis olmalı. Yoksa bir tek ağaç, binler ağaçların meyvelerini vermez. Sonra niyaza, yalvarmaya, başladı. Tâ, tılsımın anahtarı ona ilham oldu.

Bağırdı ki:
"Ey bu yerlerin hâkimi! Senin bahtına düştüm. Sana dehalet ediyorum, siginiyorum, ve sana hizmetkârım ve senin rızanı istiyorum ve seni arıyorum."

Ve bu niyazdan sonra, birden kuyunun duvarı yarılıp, şahane, nezih ve güzel bir bahçeye bir kapı açıldı. Belki ejderha ağzı, o kapıya inkılab etti, yani donustu ve arslan ve ejderha, iki hizmetkâr suretini giydiler ve onu içeriye davet ediyorlar. Hattâ o arslan, kendisine musahhar bir at şekline girdi.

Hakikaten de herkes içten içe, bilerek veya bilmeyere bir çığlık atıyor,bir yardımcı istiyor, onu kurtarabilecek, bisikletinden düşen ve birinin tutması için çocuğun attığı çığlık gibi, sınavda zorlanan bir öğrencinin yalvarılır ve acizliği gibi, bir yetişkinin araba kazasındaki yardım ve korku feryadı gibi, herkes kendince zorlanıyor ve bu denli yardıma muhtaçlık çekiyordu.

İşte ey tenbel nefsim! Ve ey hayalî arkadaşım! Geliniz! Bu iki kardeşin vaziyetlerini muvazene edelim. Tâ, iyilik nasıl iyilik getirir ve fenalık, nasıl fenalık getirir; görelim, bilelim. Bakınız, sol yolun bedbaht yolcusu, her vakit ejderhanın ağzına girmeye muntazırdır, yani beklyor ve gozluyor; titriyor ve şu bahtiyar ise, meyvedar ve revnakdar, parlak ve guzel, bir bahçeye davet edilir. Hem o bedbaht, elîm bir dehşette ve azîm bir korku içinde kalbi parçalanıyor ve şu bahtiyar ise leziz bir ibret, tatlı bir havf (korku), mahbub (sevilen ve sempati duyulan) bir marifet içinde garib şeyleri seyir ve temaşa ediyor (ibretle bakıp gözlemlemek). Hem o bedbaht, vahşet ve me'yusiyet (ümitsizlik) ve kimsesizlik içinde azab çekiyor. Ve şu bahtiyar ise, ünsiyet (alışkanlık kadar kolay bir şekilde) ve ümid ve iştiyak (heyecan) içinde telezzüz (zevkle fiile geçirmeyi diliyor) ediyor.

Hem o bedbaht, kendini vahşi canavarların hücumuna maruz bir mahpus hükmünde görüyor ve şu bahtiyar ise, bir aziz misafirdir ki, misafiri olduğu Mihmandar-ı Kerim'in (iyilik severek büyük bir cömertlik'le misafirlerine ikramda bulunan yüceler yücesi Allah Azze ve Celle) acib (şaşırtan) hizmetkârları ile ünsiyet (dostluk) edip eğleniyor. Hem o bedbaht zahiren leziz, manen zehirli yemişleri yemekle azabını ta'cil (acele ettiriyor) ediyor. Zira o meyveler, numunelerdir. Tatmaya izin var, tâ asıllarına talib olup müşteri olsun. Yoksa, hayvan gibi yutmaya izin yoktur. Ve şu bahtiyar ise tadar, işi anlar. Yemesini te'hir eder ve intizar ile telezzüz eder. Hem o bedbaht, kendi kendine zulmetmiş. Gündüz gibi güzel bir hakikatı ve parlak bir vaziyeti, basiretsizliği (kalbiyle gerçeği anlayamama) ile kendisine muzlim (karanlık) ve zulümatlı (zulmedici) bir evham (kuruntuyla), bir cehennem şekline getirmiş. Ne şefkate müstehaktır ve ne de kimseden şekvaya hakkı vardır.

Meselâ: Bir adam, güzel bir bahçede, ahbablarının ortasında, yaz mevsiminde hoş bir ziyafetteki keyfe kanaat etmeyip kendini pis müskirlerle (sarhoşluk verici içkilerle) sarhoş edip; kendisini kış ortasında, canavarlar içinde aç, çıplak tahayyül edip (hayal edip) bağırmaya ve ağlamaya başlasa, nasıl şefkate lâyık değil, kendi kendine zulmediyor. Dostlarını canavar görüp, tahkir ediyor (hor ve küçük görüyor). İşte bu bedbaht dahi öyledir ve şu bahtiyar ise, hakikatı görür.
Hakikat ise güzeldir. Hakikatın hüsnünü derk etmekle, hakikat sahibinin kemaline hürmet eder. Rahmetine müstehak olur.

İşte "Fenalığı kendinden, iyiliği Allah'tan bil" olan hükm-ü Kur'anînin sırrı zahir oluyor, yani acikliga kavusuyor. Daha bunlar gibi sair farkları muvazene etsen (ölçüp tartsan) anlayacaksın ki: Evvelkisinin nefs-i emmaresi (kötü ve islam ahlakına uymayan davranışları arzulayan nefsi dürtüler), ona bir manevî cehennem ihzar etmiş (hazırlanmış). Ve ötekisinin hüsn-ü niyeti (iyi kalpliliği ve temiz düşünceleri) ve hüsn-ü zannı (iyi ve güzel düşüncesi yani bugünün tabiriyle positiv düşüncesi) ve hüsn-ü hasleti (güzel ahlakı) ve hüsn-ü fikri (düşüncelerindeki güzellik), onu büyük bir ihsan ve saadete ve parlak bir fazilete ve feyze mazhar etmiş.

Ey nefsim ve ey nefsimle beraber bu hikâyeyi dinleyen adam!

Eğer bedbaht kardeş olmak istemezsen ve bahtiyar kardeş olmak istersen, Kur'an'ı dinle ve hükmüne mutî' ol (itaat et) ve ona yapış ve ahkâmıyla (hükümleriyle) amel et.

Şu hikâye-i temsiliyede olan hakikatları eğer fehmettin (anladın) ise; hakikat-i dini ve dünyayı ve insanı ve imanı ona tatbik edebilirsin. Mühimlerini ben söyleyeceğim. İncelerini sen kendin istihrac et, yani sen kendin icin ders cikar.

İşte bak!

O iki kardeş ise, biri ruh-u mü'min (imanlı bir mümin ruhuyla) ve kalb-i sâlihtir (Allah'ın emir ve yasaklarına uyan, Salih kul/Saliha kul).

Diğeri, ruh-u kâfir (kafir ve inkara meyilli olan ruhlu) ve kalb-i fâsıktır (günahkar ve doğru yoldan sapmış ruha sahiptir) ve o iki tarîkten (yoldan) sağ ise, tarîk-i Kur'an (yolu) ve imandır. Sol ise, tarîk-ı isyan (yolu) ve küfrandır. Ve o yoldaki bahçe ise, cem'iyet-i beşeriye (insanlar topluluğu) ve medeniyet-i insaniye (medeniyet sahibi insanlık) içinde muvakkat (geçici) hayat-ı içtimaiyedir (toplum hayatıdır) ki;

hayır ve şer, iyi ve fena, temiz ve pis şeyler beraber bulunur.

Âkıl odur ki:

ﺧُﺬْ ﻣَﺎ ﺻَﻔَﺎ ﺩَﻉْ ﻣَﺎ ﻛَﺪَﺭْ

kaidesiyle amel eder
🌸Duru olanı al; bulanık olanı bırak!🌸 selâmet-i kalb (ferahligi ile) ile gider.

Ve o sahra ise, şu arz ve dünyadır...
ve o arslan ise, ölüm ve eceldir...
ve o kuyu ise, beden-i insan ve zaman-ı hayattır...
ve o altmış arşın derinlik ise, ömr-ü vasatî (ortalama ömrü) ve ömr-ü galibî (çoğunluğunun ömrü) olan altmış seneye işarettir...
ve o ağaç ise, müddet-i ömür (yaşam süresi ) ve madde-i hayattır...
Ve o siyah ve beyaz iki hayvan ise, gece ve gündüzdür...
ve o ejderha ise, ağzı kabir olan tarîk-ı berzahiye (ölüm sonrası hayata giden yoldur) ve revak-ı uhrevîdir (ahirete giriştir)...
Fakat o ağız, mü'min için, zindandan bir bahçeye açılan bir kapıdır...
ve o haşerat-ı muzırra (zararlı böcekler) ise, musibat-ı dünyeviyedir (dunya dertleri). Fakat mü'min için, gaflet uykusuna dalmamak için tatlı ikazat-ı İlahiye (Allah'tan geler uyarılar) ve iltifatat-ı Rahmaniye (rahmana ait bütün sıfatlar) hükmündedir...
ve o ağaçtaki yemişler ise, dünyevî nimetlerdir ki; Cenab-ı Kerim-i Mutlak (sonsuz cömertlik ve bağış sahibi), onları âhiret nimetlerine bir liste, hem ihtar edici, hem müşabihleri (benzerlikleri), hem Cennet meyvelerine müşterileri davet eden numuneler suretinde yapmış...
Ve o ağacın birliğiyle beraber muhtelif başka başka meyveler vermesi ise, kudret-i Samedaniyenin (Allah'ın hiçbirlerim ve kimseye muhtaç olmaması...
ve her kisi ve seyin O'na mutac olusu) sikkesine (yani mührüne) ve rububiyet-i İlahiyenin (Allahin herşeyin sahibi ve terbiyecisi olmasına) hâtemine (mühür)...
ve saltanat-ı uluhiyetin (hiçbir ortak kabul etmeyen Allah'ın bütün âlemdeki saltanatı) turrasına (mührüne) işarettir.

Çünki "Bir tek şeyden her şeyi yapmak" yani bir topraktan bütün nebatat (bitkiler) ve meyveleri yapmak; hem bir sudan bütün hayvanatı halketmek (yaratmak);
hem basit bir yemekten bütün cihazat-ı hayvaniyeyi (hayvanların organlarını) icad etmek;
bununla beraber "Her şeyi bir tek şey yapmak" yani zîhayatın yediği gayet muhtelifü'l-cins (çesitli ve fakli cinste) taamlardan (yemeklerden) o zîhayata (hayat sahibi) bir lahm-ı mahsus (özel et) yapmak, bir cild-i basit (sade bir cilt) dokumak gibi san'atlar; Zât-ı Ehad-i Samed (herşey Kendisine muhtaç olduğu halde Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan ve birliği herbir şeyde görünen Allah) olan Sultan-ı Ezel ve Ebed'in (Sonsuz'un) sikke-i hâssasıdır (kendine has mührüdür), hâtem-i mahsusudur, taklid edilmez bir turrasıdır.

Evet, bir şeyi her şey ve her şeyi bir şey yapmak;
her şeyin hâlıkına (yaratılmasına) has ve Kàdir-i Küll-i Şey'e (Herşeye kudreti yeten Allah Azze ve Celle) mahsus bir nişandır, bir âyettir. Ve o tılsım ise, sırr-ı iman ile açılan sırr-ı hikmet-i hilkattir (yaratılış hikmetidir) ve o miftah yani anahtar ise,

ﻳَٓﺎ ﺍَﻟﻠّٰﻪُ ﻟﺎَٓ ﺍِﻟٰﻪَ ﺍِﻟﺎَّ ﺍﻟﻠّٰﻪُ ﺍَﻟﻠّٰﻪُ ﻟﺎَٓ ﺍِﻟٰﻪَ ﺍِﻟﺎَّ ﻫُﻮَ ﺍﻟْﺤَﻰُّ ﺍﻟْﻘَﻴُّﻮﻡُ

dur. 🌸Allah Teâlâ ki, Ondan başka hiçbir ilâh yoktur. Hayy Odur (Hayatı ezelî ve ebedî olan ve bütün varlıklara hayat veren Odur). Kayyum Odur (Bizzat kâim olan Odur. Varlığı sonsuza kadar devam eder, bütün varlıklar Onunla ayakta durur ve varlıkları Onunla devam eder).🌸

"Sare Kaya hanım, buyrun lütfen."

Bir saat sanki on dakika gibi geçmişti. Hızla kadını takip edip muayene odasına yürüdüm, halen okuyup öğrenme şerefine nail olduğum hakikatlerin etkisi olan düsüncelerimdeki sis sanki zihnimin her zerresini hafifçe okşayarak beni kendime getirmeye devam ediyordu.
.
.
[Devamı geliyor]
.
.
Bu zor zamanlarda mutlaka Allah'a sığınıp bakış açımızı değiştirmemiz gerektiğini yeterince açık gösteren bu kelama kulak verin inşaAllah. Şifa namazınızı mutlaka kılın ve aşırıya kaçmaktan Allah'a sığının. Ne fazla korku doğru ne de fazla rahatlık, Allah bizleri yanlışa düşürmesin. Âmin. Hastalıkta elbette şehadet ve şehitlik vardır, ayrıca rahmettir. Bize düşen bu hastalığın ardına bakmaktır; acaba bize bu korkuyla "asla yapmam" dediğimiz neyi yaptıracaklar? Allah hakkımızda hayırlısını versin. Allah'a sığınıp O'na ve hakkımızda murad ettiğinden başka yol olmadığına iman etmekten daha evla kalbi ve bedeni temiz tutacak olan dezenfektan yoktur. Tedbiri biz alalım takdir ve rahmet Allah'tan.
Cem-i Cümlemiz Allah'a emanet...

Continue Reading

You'll Also Like

14.9K 932 11
❝ Doktor Stephen Vincent Strange; milyoner, hayırsever, zampara, dahi Anthony Edward Stark'a tutuldu. Üstelik bu kısa sürecek gibi de görünmüyor! ❞ ...
139K 3.5K 53
Ama ben, ilk pişimi ona yapmıştım; ilk onun yüzünden kolumu yakmıştım fakat o, hıçkıra hıçkıra ağladığım mutfakta sadece pişilere dikkat kesilip tüm...
89.5K 6.4K 33
Afitap:Bana bak pide hırsızı! Afitap:Ben o pide kuyruğunda kaç saat bekledim biliyor musun? Afitap:Şu mübarek Ramazan ayında hırsızlık yapmaya utanmı...
34.6K 2.4K 46
Artık Olya Ateş ve Azad Ateş'in hikayesi sona erdi. Şimdi sırada Aymira Ateş ve Olaz Ateş'in hikayesi başlıyor.