GÜZEL GÜNLER KULÜBÜ

By sezgisalman

341K 30.6K 8.4K

Kerem: İyi bir avukat, deli dolu bir insan, mükemmel bir arkadaş. Bahar: Enerjik kişilik, sabırlı karakter, m... More

Giriş
1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm
26. Bölüm
27. Bölüm
28. Bölüm
29. Bölüm
30. Bölüm
31. Bölüm
32. Bölüm
33. Bölüm
34. Bölüm
35. Bölüm
36. Bölüm
37. Bölüm
38. Bölüm
39. Bölüm
40. Bölüm
41. Bölüm
42. Bölüm
43. Bölüm
44. Bölüm
45. Bölüm
46. Bölüm
47. Bölüm
48. Bölüm
49. Bölüm
50. Bölüm
51. Bölüm
52. Bölüm
53. Bölüm
54. Bölüm
55. Bölüm

56. Bölüm (Final)

7.7K 637 340
By sezgisalman

1 Yıl Sonra

Ebru uzandığı doktor sedyesinde, odanın aşırı sessizliğinden ötürü belli belirsiz duyulan saat sesini dinliyordu. Parmakları sessizce göğüslerinin altına kadar sıyrılmış olan bluzunun üstünde oynuyordu. Doktoru bilgisayarının başındaydı.

Tam "Yetişemeyecek herhalde," diyeceği esnada odanın kapısı vurulmadan hızla açılınca hafifçe doğruldu. Doktorun bakışları da hızlıca oraya yöneldi.

"Kusura bakmayın! Çok özür dilerim." Burak arkasından hızla kapıyı kapatırken Ebru kapı aralığından dışarıda bekleyen Derin, Tolga, Ekin ve Sıla'yı gördü. Dördünün de kafası merakla eğilmişti odaya doğru. Kapı tamamen kapanana kadar içeri bakmışlardı.

"Sorun değil Burak Bey. Biz de sizi bekliyorduk zaten. Artık başlayabiliriz muayeneye." Doktor gerekli hazırlıkları yaparken Burak Ebru'nun öbür tarafına geçip onu yanına geldi. Alnına güven vermek istercesine sıcak bir öpücük bıraktı.

Bebek konusu Elmaskaya çifti için oldukça zorlu bir süreç olmuştu. İkisinin de yaşının biraz ileri olmasından ötürü, Ebru'nun tekrar hamile kalması zaman almıştı. Öyle özel bir tedavi olmamışlardı fakat Burak cinsel hayatlarına doktor elinin değmesinden çok da mutlu değildi. Pozisyona kadar yönlendirme almak can sıkıcı olmuştu. Neyse ki ikisinin de sevişmek konusunda sıkıntıları ya da çekinceleri yoktu. Her zaman her an istekli olabiliyorlardı.

"Bakalım ne kadarlık olmuşuz?" dedi doktor pozitif enerji vermek istercesine ikiliye gülümseyerek. Ebru bir süredir bir şeylerden şüpheleniyordu. Daha doğrusu iki şeyden şüphelenmişti tüm bu süreç boyunca. Regl olamayınca menopoza da giriyor olabileceğini düşünmüştü erken olmasına rağmen. Onların ailede maalesef bu iş erken olabiliyordu. Füsun Hanım geç girmişti ama annesi oldukça erken sayılabilecek bir zamanda menopoza girmişti.

Hamile olduğuna da inanmak istemişti ama daha sonra hayal kırıklığına uğramayı göze alamadığı için kendini bu fikre körü körüne inandırmaktan kaçınmıştı. Bu endişe dolu süreci yüzünden çok uzun süre doktora gelmekten kaçmıştı. Çok az kilo almış ve şişmişti ama bunları belirti olarak kabul edemiyordu bir türlü. Burak'a bile durumdan şüphelendiğini çok geç söyleyebilmişti. Kafasındaki kararsızlıktan bahsedince Burak doktordan randevu aldırmıştı artık.

"Kendinizden eminsiniz, ne güzel," diye mırıldandı Ebru. Sesi laf sokar gibi değil de endişeliydi.

"Bence siz de olmalısınız Ebru Hanım." Doktor birkaç tuşa basarak dikkatle Ebru'nun rahmini incelemeye başladı. Sessizlik odaya hâkim oldukça Ebru yerinden kalkıp o saati sökmemek için kendini zor tutuyordu. Birazdan gerginlikten çatlayacaktı.

"Ebru Hanım siz n'aptınız?" Doktorun sözüyle ikisinin de gözleri büyüdü. Ebru korkuyla "N'apmışım?" diye sordu. Ağladı ağlayacaktı.

"Nereden baksanız üç buçuk aylık olmuşsunuz! Nasıl o kadar beklediniz? Neredeyse cinsiyet öğrenme zamanı gelmiş, siz daha hamile olduğunuzu yeni öğreniyorsunuz. Anadolu'da bile artık bu kadar geçe kalmıyor insanlar." Doktor biraz daha ekrana eğilip dikkatle bakarken "Aslında biraz kasarsak şimdiden bakabiliriz cinsiyete ama tabii öncesinde size söylemem gereken bir ayrıntı daha var."

Burak ve Ebru o kadar şok içindeydi ki şu an ekrana baksalar da bir şey görmüyorlardı. Burak mutluluktan çıldırmak üzere olduğunu ciddiyetinin arkasına saklamak için çok uğraşıyordu.

"Burada net bir şekilde görülüyor bakın! İkizlere hamilesiniz! Hem de tek yumurta ikizleriniz var."

Ebru'nun gözleri kocaman olurken çenesi resmen şaşkınlıktan düştü. Burak'sa bir an için şaşırsa da anında hemen "A-a?!" diye bir tepki vererek sırıtmaya başladı. Mutlulukla bağırmamak adına alt dudağını ısırırken tekrar Ebru'nun saçlarını severek onu birkaç kez öptü saçlarından. "Bu müthiş bir haber!"

Ebru hala bir şey demiyordu. Doktor bebeklerle ilgili genel açıklamaları yaptı. İkisi de sağlıklıydı. Kesin olmamakla beraber kız olma ihtimalleri daha yüksekti. Bunu bir sonraki kontrolde daha net görebileceklerdi. Fakat Ebru hala bunları duymuyordu. Oluşan ilk sessizlik anında tepesinde pişmiş kelle gibi sırıtan Burak'a ve sonra onun gülümsemesini aratmayacak kadar keyifli olan doktora bakıp isyan edercesine bağırdı. "Ya ben damızlık mıyım ya?! Ne demek ikizler?!"

Bağırışı hastane koridoruna kadar taşınca, birkaç saniye sonra kapı tıklanarak yavaşça aralandı. Sırasıyla aşağıdan yukarı doğru Ekin, Derin, Sıla, Tolga olacak şekilde dört kafa içeri doğru uzandı. Çok komik görünmelerine rağmen Ebru gülemiyordu.

"Hayatım ne alaka? Ne güzel işte! İki kızımız olacak!" dedi Burak onu neşelendirmeye çalışan bir sesle. Doktor "Küçük bir ihtimal olsa da belki de erkek," derken kapıdan uzanan dört kafadan "İkiz mi?" "Ne? Nasıl?" "İki tane mi?" gibi muhtelif tepkiler duyuldu.

"Ya başlatmayın ikizinizden! Ben neden diğer normal kadınlar gibi teker teker doğuramıyorum ya? Yeter artık! Bir seferde bir tanesi bile yeterince zorken niye her seferinde iki tane?!"

"Merak etmeyin Ebru Hanım. Pelvisiniz gayet geniş. Eminim ki ilk doğumunuzda da rahatlıkla üstesinden gelmişsinizdir."

Ebru alaycı bir ifadeyle gülermiş gibi yaparak "Hıı..." dedi doktora. Suratsız bir şekilde "On bir saat sürdü bu canavarların doğması!"

Tolga durduğu yerden "Haydaaa!" diye söylenince doktor güleç yüzüyle arkasına dönüp baktı. Derin "Anne bizim ne suçumuz var ya? Bilseydik öyle yapar mıydık?" diye söylendi.

Ebru az önce birazcık kaldırdığı kafasını pat diye geriye bıraktı. Burak bir anda ona doğru atılmak istese de hemen durdu. Klasik 'karım hamile' modundaki adamlara dönüşmesi bir saniye sürmemişti.

"Bittim ben! Mahvoldum..." diye inleyerek kafasını sallarken doktor iki bebeğin de kalp atış seslerini açınca, oda o sesler dışında tamamen sessizliğe büründü. Ebru ve Burak bu tip sesi ilk kez duymuyorlardı ama diğerlerinin bu konuda hiçbir tecrübesi yoktu.

Ekin saf mutlu bir ses tonuyla konuştu. "Ebru... Ne güzel değil mi bu?"

Ebru bir an için arkadaşına gülümser gibi oldu. Gerçekten gülümsüyormuş gibiydi. Bakışları hala en baştaki gülümsemesini mükemmel şekilde muhafaza eden doktora kaydı. Ardından öbür tarafında duran kocasına baktı. O da duygusallaşmıştı.

Tamam, içindeki bir parça gerçekten duygusaldı. Sonuçta sevdiği adamdan çocuk sahibi olacaktı. Anne olmak dünyanın en kutsal olayıydı falan ama...

Ani bir şekilde duygusal ifadesini kaybederek ağlar gibi sesler çıkarıp omuzlarını düşürdü. "Ben böyle hayatın içine sıçayım ya!"

***

Ekin hala bugün yaşadıkları yüzünden gülüyordu. Ekin Bir'e anlatırken gülmekten karnına ağrılar girmişti, Ekin Bir'i de çok güldürmüştü.

"Bi de öyle duygusal duygusal bakıyor ya 'ha' dedim, 'kalp atışları işe yaradı'... Kadın küfretti doktorun yanında ya! Neyse ki biz bir şeyler yiyip ayrıldıktan sonra fikre biraz biraz alışmaya başlamış gibiydi. Yine de Burak'ın işi bir süre çok zor. Beklemediği çıkışlarla karşılaşabilir."

"Aslında kendisi için çok iyi bir şey. Yaşı yüzünden sürekli endişelenip duruyordu. Böylelikle bir seferde iki tane birden doğurarak büyük finali yapmış olur. Onlar mutlu bir aileler ve durumları da aşırı derecede iyi. Dünyanın sayılı zenginlerinden olan bir aileye mensuplar. Eminim ki iki çocuğu aynı anda yetiştirmek onları yormayacaktır."

Ekin elindeki şarap bardağını sehpaya bırakarak gidip kocasının kucağına ata biner pozisyonda oturdu. Ekin Bir'e bakarken gözlerinin içi gülüyordu. Ekin Bir de Ekin kucağına oturur oturmaz ellerini onun beline dolayarak kavuşturdu. Biraz doğrularak ona doğru yaklaştı.

"Bebek kalp atışı dinlemek sahiden değişik bir şeymiş," diye mırıldandı. Ekin Bir onun belini hafif hafif okşarken uzanıp onun çıplak köprücük kemiğinden öptü. Gözlerini Ekin'in gözlerine doğru kaldırdı. "Bu sözlerin tınısında bir mesaj mı hissediyorum karıcığım?" diye sordu.

Ekin kıkırdadı. "Ben çok anaç bir insan değilim ama... Neden olmasın ki? Biliyorum, yeni evli sayılırız ama bence en azından düşünebiliriz."

Ekin Bir büyük ellerini karısının küçük suratının iki yanına yerleştirdi. Onu dudaklarından öptü. "Ben dünden razıyım küçük buğday tanesi. Sana ilk imzamı hatırlatırım, çocuklarımız olacağını sana söylemiştim."

"Başarabiliriz değil mi? Bence yapabiliriz!"

"Tabii ki yapabiliriz sevgilim." Ekin Bir uzanıp karısının dudaklarını tutkulu bir şekilde ele geçirdi. Onu büyük bir açlıkla öperken kollarını sımsıkı ona doladı. Ardından onu yavaşça oturduğu koltuğa yatırarak, az önce konuştukları konu için çalışmalara başladı.

***

Harun duştan çıktığında karısını yatakta ve laptopu kucağında açık halde bulunca hiç şaşırmadı. Şu hayatta her şeyi hesap edebilecek kadar ileri görüşlü olmuştu ama Sıla'nın işkolik bir insan olabileceğini hiç hesap etmemişti.

"Bebeğim, şimdi söyleyeceklerim sana hakaret olacak ama önceden gardımı alıp uyarımı yapıyorum alınma, üzülme diye."

Sıla Harun'un dediklerini anlamamışçasına kaşlarını çattı ona bakarken. Klavyenin üstünde tıkırdayan parmakları durdu.

"Prenses çok affedersin ama sen sadece bir junior'sın. Bu neyin işe adanmışlığı Allah aşkına? Bırak şunu elinden. Yarın cumartesi ayrıca!"

Sıla bir ekrana, bir kendisine doğru gelen Harun'a baktı. Kızmış değildi tabii ki ama sadece afallamıştı.

Harun lak diye yatağa oturup zıplayarak karısının yanına geldi. "Bak Bahar gece saat on birden sonra mail atan beyaz yakalıların arkasından ne derdi biliyor musun?"

Sıla sorarcasına kafasını iki yana salladı.

"'Bu adam fazla yaşamaz, erkenden ölür, eşi de gider başkasıyla evlenir arkasından, ben size söyleyeyim' derdi."

Harun'un sözleriyle Sıla'nın gözleri fal taşı gibi açıldı. Harun bir an için onun gözbebeklerinin içinde o korkuyu görünce gülecek gibi oldu ve yaptığından ötürü kendine kızdı ama yine de durmadı. "Bir de düşün ben senden çok daha büyüğüm. Sen benden önce ölürsen çok büyük sıkıntı o. Çok genç gidersin maazallah." Rolünü iyice gerçek kılmak adına kulak memesini tutup öpücük sesi yaparak komodin tahtasına vurdu.

Sıla laptopun kapağını indirerek gidip koltuğa bıraktı. Sonra ürkmüş bir halde kendini yatağa atıp üzerine örtüyü çekti. Korkmuş gibi yatağa doğru gömülünce Harun daha fazla dayanamadı ve kahkahalar atarak uzanıp karısına sarıldı. Sıla onun baya baya dalga geçtiğini geç de olsa anlamıştı ama ifadesi değişmemişti. Çünkü Harun'un bu sözleri başka endişeleri beraberinde sürüklemişti.

"Harun, bak sakın! Benden önce falan ölemezsin! Duydun mu beni? Seksen doksan yaşına gelsen de anlamam! Ölürsen seni... diriltir ben bir daha öldürürüm!"

Harun Sıla'nın o korkmuş ifadesini görünce ağzı şaşkınlıkla açıldı. Akabinde gülerek karısına tekrar sarılıp öptü. "Prenses, ne yapacağım ben doksan yaşına kadar? Abartma! Ben kendimi doksan yaşında hayal edemiyorum."

"Haruuun!" diye bağırdı resmen Sıla sitemle. Sanki onun gitmesine sonsuza kadar engel olabilecekmiş gibi sımsıkı sarıldı ona. "O zaman beraber öleceğiz! Valla başka türlüsü olmaz. Ya da ben önce öleceğim o zaman," diyerek omuz silkti. Harun kıkırdamasını durduramıyordu. Sıla ne kadar ciddiyse Harun da o kadar eğleniyordu.

"Tamam, sen önce ölürsün. Ben de eğer çok zengin bir amca olursam arkandan bi çıtırla evlenirim. Tam zampara olurum sonra," dedi Harun ciddi ciddi. Sıla'nın alt dudağının iyice düştüğünü ve ağlar gibi olduğunu görünce hemen pes etti. "Ay kıyamam ben sana gel buraya! Bir şaka yapayım dedim konu nereye geldi. Düşünme öyle şeyler. Kimsenin bir yere gittiği yok."

"Tabii! Allah uzun ömürler versin." Sıla uzanıp Harun'u yanağından şapur şupur öptü. Harun yine güldü. "Bak cidden her şey bir yana; Bahar tam olarak bunu demese de, iş için bu kadar zorlama kendini."

"Ya bugün Ebru için Ekin'le beraber erken çıkınca birkaç mail kalmıştı. Toparlayayım dedim... Ondan..." diye geveleyerek kendini açıklamaya çalıştı Sıla. Harun başını aşağı yukarı sallarken onun saçlarını sevdi.

"Bugünkü konserin iptal olması iyi oldu. Yarın erken kalkıp kahvaltıya bir yerlere gideriz, ne dersin?" diye sordu Harun yataktan kalkıp. Bornozunu üstünden çıkarıp kuruması için askılığa astı. Boxerını giyerken, Sıla sırf Harun'un poposunu görebilmek adına neredeyse yataktan düşecek kadar eğilip onu kesti. Harun son anda dikizlendiğini fark edince güldü.

"Neden olmasın? Ama önce giyinmeden yatağa gelsene!"

Harun omzunun üstünden bakıp kaşlarını havalandırdı. "Popomu ısıracakmış gibi bir halin var?" dedi alayla. Sıla tekrar "Neden olmasın?" derken bu kez ahlaksızca sırıttı.

Harun yazlık şortunu giymekten vazgeçerek direkt yatağa gitti. Yüzükoyun yatağa atlayarak Sıla'ya doğru uçtu adeta. Onu belinden çekip yatırarak altına aldı. Öpücüklerinin arasında fısıldadı. "Acaba kahvaltıyı da mı yatakta yapsak?"

***

Başak artık çok zor eğiliyor olmasına rağmen az önce yere düşürdüğü bezi artık almak zorunda olduğu için tezgâha tutunarak eğilmeye çalıştı. Ahlaya uhlaya bu süreci gerçekleştirmeye çalışırken Çağatay mutfağa girdi. Karısını o halde görür görmez "Sen ne yapıyorsun?!" diye bağırdı adeta. Bezi yerden kaptığı gibi Başak'ı zorla doğrulttu. Sitemle onun gözlerine baktı. "Durduğun şekil doğum için rahat bir pozisyon olabilir de, daha erken hani sanki?"

"Alt tarafı bir bez alacaktım Çağatay. Muhtemelen üç dakikamı falan alacaktı ama başaracaktım yani!" Başak kendine kıkırdarken, Çağatay da içinden gülmüş olsa da dışından kızgınca bakmayı sürdürdü. Fakat Başak onun gözlerinde eğlendiğinin ışığını görmüştü.

"Ebru yine ikizlere hamileymiş. Çok iyi değil mi ya?" diye sordu Başak mutfaktaki sandalyelerden birine otururken. Çağatay yerden alınan bezi lavaboda yıkıyordu.

"Valla bilemiyorum. Telefonda konuştuğumuzda biraz sinirliydi. Hamile kalmak için o kadar çabaladıktan sonra sitem etmesinin âlemi yok gerçi."

"Tek seferde hepsini aradan çıkarıyorlar işte. İyi bir şey aslında. Her seferinde ikiz denk gelmesi de çok hoş."

"Onun annesinin tarafında var sanırım öyle genetik bir durum. Yarın öğleden sonra onlara gidebiliriz kutlama için. Uygun mu sana?"

"Tabii ki de. Malum, artık işim yok." Başak tepkili bir şekilde nefes vererek arkasına yaslandığında Çağatay omzunun üzerinden ona baktı. Bakışlarıyla evlere ateşler salıyordu Başak adeta. Geçtiğimiz hafta artık sekiz aylık olduğu için Çağatay onun kuaföre gitmesine yasak koymuştu. Bunu yapmak zorunda kalmıştı, çünkü bebek altı buçuk aylık olduğunda kuaförün sahibi Nesrin Hanım aslında Başak'tan izne çıkmasını istemişti fakat Başak onu dinlemeyip sonuna kadar kalacağını söylemişti. Ama en nihayetinde Nesrin Hanım Çağatay'ı da arayarak, duruma Başak'ın kocası olarak sert bir şekilde müdahale etmesi gerektiğini söyleyince, Çağatay da her ne kadar yapmak istemese de yumruğunu masaya vurarak onun artık işe gitmesine engel olmuştu. Başak bir iki gün trip atmayı denemişti ama en sonunda kabullenmeyi başarmıştı. Şimdi arada böyle laf falan sokuyordu sadece. O kadarının da Çağatay'a zararı yoktu.

"Bebek doğar doğmaz bir süre annemlerin yanına Bodrum'a gidelim mi? Orada daha rahat ederiz."

"Bilmem. Olur yani, neden olmasın? Yazlık yer oğlumuza da iyi gelecektir."

"Gel hadi içeri geçelim." Çağatay her şeyin toparlandığından emin olduktan sonra Başak'a yardım ederek onu kaldırdı. Beraber direkt yatak odasına çıktılar. Çağatay televizyonda güzel bir film ararken Başak rahat pijamalarını giymek üzere üstünü değiştirdi. Bluzunu çıkarıp askılı pijama üstünü üzerine geçirecekken aynada geçen seneden kalma olan dikiş izini görünce durdu. Elini yavaşça o izin üzerinde gezdirdi. Hamilelikle beraber orası iyice gerilmişti. Zaten hep o yarayı çirkin buluyordu, şimdi daha da çirkin geliyordu.

"Lütfen her çıplak kaldığında şuna dalıp gitme. Boş ver, kendini yok yere üzüyorsun. Dünyadaki kadınların yarısından fazlası senin kadar güzel olabilmek için bir kolunu feda eder. Takılma artık buna."

Çağatay sadece boxerıyla yatağa oturup, sırtını başlığa dayayarak ayaklarını uzatmıştı. Zap yaparak güzel bir şeyler bulmaya çalışıyordu. Başak da pijamalarını giydikten sonra ağır hareketlerle onun yanındaki yerini alıp, ondan daha kaykılmış bir vaziyette pikenin altına girdi. "Kendimi bir panda gibi hissediyorum. Sürekli çok ağır hareket edesim var."

Çağatay kıkırdadı. "Pandalar çok sevimli hayvanlardır. Bence de doğru tercih oldu bu!"

Başak gülümseyerek kendisinden bir baş daha yukarda kalan kocasını süzdü bir süre. Çağatay onun âşık bakışları karşısında daha fazla dayanamadı ve gözlerini televizyondan çekip ona çevirdi. "Ne oldu? Neden bakıyorsun?" diye sordu.

"Sen gerçekten mükemmel bir baba olacaksın. Benim olacağım anneden çok daha iyi bir baba hem de."

"Saçmalama!" diyerek alayla güldü Çağatay. Başını iki yana salladı. "Ben çok haşarıyım. Bakma böyle uslu göründüğüme. Çok kolay çocukla çocuk olabiliyorum. Benimle çok işin var."

"Zaten bu seni mükemmel baba yapacak olan öge. Eğer Ebru'nun anlattığının yarısı kadar bile olursan, sana her gün yeniden âşık olmak zorunda kalacağım."

"Gerçekten çocuğumuza nasıl arkadaşının çantasından kalem araklayabileceğini öğreten bir baba mı olmamı istiyorsun?"

Bu sefer gülen Başak'tı. "Evet, aynen öyle bir baba olmanı istiyorum. Sonra yeri geldiğinde adaleti de öğretirsin... Hem belli mi olur, belki bizim oğlumuz da babasına ve dedesine çeker, hukukçu olur." Karnını sıvazlayarak kıpırdanan oğluna kendini ve Çağatay'ın varlığını iyice hissettirmeye çalıştı. Çağatay da elini onun karnına götürdü. Oğlu muhtemelen şu an dönüyordu.

"Önce bir sağlıkla doğsun da, sonrasına bakarız."

"Acayip uykum var. Bütün gün hiçbir şey yapmadım ama üstümden tır geçmiş gibi. Çok saçma."

"Hiçbir şey yapmadım dediğin yine kileri temizlemişsin yazın ortasında."

"Aradığımı bulamayıp yerine tonlarca toz bulunca dayanamadım ne yapayım? Ayrıca o gerçekten hiçbir şey."

"Tamam hadi uyu sen. Kapatayım ben şu televizyonu da, biraz kitap okurum belki."

"Yok yok! Açık kalsın sorun değil. Ben şuraya doğru sokulsam, yeter!" diyerek kocasına doğru kaydı Başak. Yastığını da beraberinde çekti. Çağatay da hemen onun kadar kaykılarak karısının başını göğsüne getirdi. Kızıl saçlar bir anda çıplak göğsüne yayıldı.

"İyi geceler güzellik."

"İyi geceler."

***

Bahar gözlerini kısmış karşısındaki gözlere bakıyordu. Önce bir taraf pes edecekti ama bunun hangi taraf olacağı meçhuldü. Resmi olarak aynı evde yaşamaya başlayalı on ay olmuştu ama hala şu konuda mutabakata varılamamıştı. İki çift göz de sinirliydi. İkisi de inatçıydı.

"Bana bak seni pire torbası! Yeter artık! İn şuradan!" diye bağırdı Bahar Themis'e doğru. Themis kırk iki tane dişini açıkça göstererek hırladı. Bahar onun hırlayışıyla alay eder gibi geri hırladı ona doğru. Onun diş sayısı bi on tane eksikti ama iman dolu göğsü savaşma gücüyle doluydu.

"Hadi gel! Gel ısır beni de, atsın seni sahibin evden! Bir daha nah girersin bu eve beni ısırırsan! Pis tüy yumağı. Tüylü yelloz!" diye tısladı adeta. Themis de bir homurdanıyor bir hırlıyor ama kesinlikle o koca cüssesini yataktan kaldırmıyordu. Tam olarak da Bahar'ın yastığının önüne yatmıştı. Kerem'in yerinin yanına...

"Seni sokaktaki çocuklara veririm, duydun mu? Kuyruğuna maytap bağlayıp patlatırlar."

Kerem Bahar'ın son tehdidini işiterek odaya girdi. Odanın ortasında durup yatağındaki iki azılı dişiye baktı.

"Ben de sen hayvanseverler derneğine şikâyet etmek zorunda kalırım Erşi. Ondan sonra da sen mahpuslarda yatarken, sana temiz çamaşır getirir, akşam da yatağıma ve zavallı kuyruksuz Themis'in sıcaklığına geri dönmek zorunda kalırım."

Bahar ateşler saçan kısılmış gözlerini Kerem'e çevirdi. "Demek öyle Mirza Bey? O zaman buyurun siz bu gece artık elinize talim ediniz. Ben de çalışma odasındaki koltuğu açıp misler gibi orada yatayım!" Atarlı atarlı yataktan kalkarken Kerem koşarak Bahar'ı yakaladı. O debelenirken zorla belinden tutup öpücüklere boğdu. Bahar kaçmaya çalışsa da durmadı. "Aşkım, sevgilim, bebeğim, bir tanem, canım arkadaşım! Nereye gidiyorsun? Ben alırım şimdi onu oradan, sen merak etme."

Bahar durulduğu an Kerem koskoca Themis'i kucaklayıp onu kendi yatağına götürdü. Hayvan geniş köpek yatağına ilk önce kuruldu. Fakat ne zaman ki Bahar yastığını ve örtüyü silkeleyip, Kerem'le beraber yatağa girdi, o da yerinden kalktı ve ayakucuna çıkarak Kerem'in tarafına doğru kuruldu. Bahar gözlerini devirdi. "Hey güzel Allah'ım ya!" diye bağırdı.

"Bırak bırak, kalsın. Bi zararı yok. Zaten benim tarafımda yatıyor."

"Kerem bütün haftadır ikimiz de mesai yapmaktan bir türlü denk gelememişiz, libidom olmuş yüz seksen, vurmuş tavana, valla odada başka canlı varmış yokmuş dinlemem bu şekilde sevişirim haberin olsun! Olacaklardan kendisi sorumlu."

Kerem kıkır kıkır güldü. "Tamam! Aynen! Dediğin gibi, göreceklerinden o sorumlu. Sen gel buraya!" Kerem Bahar'ı kendi üstüne doğru çekti. Bahar'ın sadece bir salise içinde modu değişti. Uzanıp büyük bir açlıkla Kerem'in öpüşlerine karşılık verirken soyunmaya başladı bile. Ve hatta Kerem'i de kendi elleriyle soyarken, vücuduna öpücükler bıraktı.

Başı hala yastıkta olan Kerem Bahar'ın tekrar aklına düşüğü o günü düşünüyordu. Çok hasta olduğunda gelip onunla kaldığı o geceyi... Aynen rüyası da böyleydi. Bu yatakta Bahar'la beraber birikmiş bir ihtiyaçla kavuşmuşlardı. Ama o zamanlar sadece bir rüya olan bu şey, şimdi fazlasıyla gerçekti. İliklerine kadar hissediyordu.

Bahar Kerem'in eşofmanını da aşağı çekip ufaklığı özgür bıraktığında Kerem yattığı yerde iyice mayışarak gözlerini kapattı. Bahar'ın kendisine yaptığı tatlı işkencenin tadını çıkarırken gözlerini açtığı bir saniyede Themis'i tepesinde, dilinden salyalar akıtır vaziyette görünce irkildi. "S*kti—!" diye bağırarak hafifçe doğrulurken Bahar da kafasını kaldırdı. Themis, Kerem'e doğru şapşal bir şekilde sırıtır gibi, dili dışarda soluyordu.

"Kızım şimdi olmaz, in aşağı, görmüyor musun, çok müşkül durumdayım ve çaresi Bahar!" diyerek Themis'i resmen yataktan aşağı itti. Zavallı hayvan patileri çıtırdayarak parkeye düşünce paşa paşa kendi yatağına gitti. Bahar da kendini tekrar işine verdi.

Bahar aynı yoldan gerisin geri yukarı çıkarken gülümsüyordu. Kerem'in kucağına oturduğunda, yatağından kötü kötü sevişen ikiliye bakan Themis'e doğru sırıttı. "Neden kendine beraber bunları yapabileceğin yakışıklı bir tüy yumağı bulmuyorsun Themis? Böylelikle yalnız da kalmazsın," dedi. Kerem onu tekrar sevişmeye odaklarken Bahar kıkırdadı. Kollarını Kerem'in boynuna dolayıp onun öpüşlerine karşılık verdi.

"Gerçekten bir daha asla bir hafta kadar uzun bir süre ayrı kalmıyoruz Bahar. Bunu unut!" diye hırlarcasına fısıldadı Kerem. Adam resmen Kerem olup tutuşmuştu.

"Merak etme. Ben de ayrı kalmanın taraftarı değilim. Bir daha gerekirse öğle arasında büroya geleceğim ve masanın üzerinde falan halledeceğiz. Bu kadar ayrı düşmek yok!"

"Yok!"

***

4 Yıl Sonra

Genç adam dakikalardır izlediği manzaraya doğru yaklaştı. İçinden yükselen isteğe daha fazla karşı koyamamıştı. Adımları gitmek istediği noktaya yaklaştıkça yavaşlarken, kucağındaki küçük kızla konuşmakta olan genç kız, başını kaldırıp gelene baktı. Hiçbir tepki vermeden tekrar tüm ilgisini kucağındaki prensese yöneltti.

"Şimdi Leylacım, seninle yüzyılın sırrını paylaşıyorum, hazır mısın?" dedi Derin kucağında oturan üç buçuk yaşına yaklaşmış olan kız kardeşine. Kızcağız elindeki karpuzu, sularını hep yerlere akıta akıta yemişti. Derin onun eline bunları böyle dangıl dungul veriyordu ama Elizabeth görse kıyameti koparırdı, biliyordu.

"Hazırım abla," diye yanıt verdi Leyla ablasına. Ama hiç ona bakmamıştı. Odağı elindeki bitmek üzere olan karpuzdu. Derin bakışlarını bir kez daha kaldırıp birkaç adım ötesinde duran Emir'e doğrulttu. Pislik nasıl da yakışıklı görünüyordu. Her geçen gün daha da yakışıklı oluyordu bir de! Yirmi iki yaşına basmıştı geçen ay. Güya yurt dışında okuyordu. Yılın dokuz ayını Türkiye'de, sadece üç ayını İngiltere'de geçiriyordu. Mezun olması Derinlerden sonraya kalırdı bu gidişle.

"Asla erkeklere güvenme! Ama güvenmiş gibi yap. Onlar bundan hoşlanırlar," derken Emir'in gözlerinin içine bakıyordu. Emir'se keyifle sırıtıyordu Derin'i dinlerken.

"Abimlere de mi? Babama da mı?" diye sordu Leyla dehşetle. Daha konuşması tam oturmamış çocuğun aklıyla oynuyordu resmen.

"Babana her zaman güven Leylacım. Baban ne söylüyorsa doğrudur, haklıdır. Ama abilerine bile güvenme. Hep şüphe duy."

"Nasıl şüphe duyacağım?" diye sordu Leyla karpuzunu ısırmaya devam ederken. Aslında konuya ilgisiz olduğu o kadar belliydi ki...

"Zamanla öğreneceksin kuzucum!" Derin dayanamayıp kardeşini karpuz sulu yanaklarından öptü. Sonra onu kıkırdatana kadar defalarca öptü de öptü. Yanakları o kadar yumuşaktı ki!

"Derin! Nurgül'ü bulup onunla beraber kızları odaya götürüp yatırabilir misin?" Ebru oradan oraya koşturmaktan o kadar meşguldü ki, buna ayıracak vakti yoktu. O yüzden kucağındaki Dila'yı ablasına doğru gitmesi için yere indirdi. Dila paytak adımlarla koşarak Derin'e doğru gitti.

İki küçük canavarla baş başa kalan Derin kucağındaki Leyla'yla beraber ayağa kalktı. Karpuzunu bitirmiş olan ufaklık esniyordu tam da beklenildiği gibi. Dila da Derin'in kucağına çıkmak için onun bacaklarına dolanırken "Abla ben deee!" diye bağırıyordu. Derin burnundan bir nefes verirken parmaklarını yalayan Leyla'nın parmaklarının arasından doğru Emir'e baktı. En sonunda dayanamayıp "Orada konu mankeni gibi durarak bizi izleyeceğine yardım etsene! Dila'yı alır mısın?!" diye bağırdı. Emir birden koşarak geldi ve Dila'yı kucağına aldı. Beraber yemyeşil ormanımsı bahçenin içinden ilerleyerek bungalow evlerin olduğu tarafa doğru yürüdüler. Derin telefondan Nurgül'e, kiralanan odaya gelmesi için mesaj yazdı.

Bugün Can'ın doğum günü etkinliği için günübirlik olarak Sapanca'ya gelmişlerdi. Aynı zamanda Ebru'nun da doğum günüydü bugün ama Ebru'nun bu doğum gününü kutlayacak yerleri ağrıyordu açıkçası. Hadi kırk yaşı zorla kutlatmışlardı ama kırk birin kutlanacak bir yanı yoktu. Can'ın misler gibi on üçüncü yaş günü kutlanıyordu işte. Kocaman bir adam olmaya adım atıyordu artık. Ergenliğe girmeye başladığını yavaştan hissettiriyordu. Boyu uzuyor, sesi kalınlaşıyor, vücudu şekillenmeye başlıyordu.

"Bu yıl Ebru ablanın ortalaması seninkini geçmiş," dedi Emir sanki sorar gibi. Derin ters bir ifadeyle yandan yandan ona baktı. "Sen bu hayata beni sinir etmek için mi geldin?" diye sordu. Hayır yani bir ikili ilişki, dört beş sene içinde biraz bile mi ilerlemezdi?

Emir bir kahkaha patlattı. "Ama ne yapayım! Bu çok ilginç bir şey! Annenle aynı bölümde okuyorsun, garip gelmiyor mu?"

Bu sahiden de büyük bir olaydı. Ebru, Tolga ve Derin'in üniversite sınavına girdiği yıl onlarla beraber dershaneye gidip sınava girmişti. Sonra da Derin'le aynı okulu ve aynı bölümü kazanmıştı. İkisi de Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde okuyorlardı. İlk senelerde Derin daha iyi performans göstermişken, ikizler biraz büyüdükten sonra Ebru okula daha iyi adapte olabilmiş ve derslerini daha da iyileştirmişti. Ama yine de okulu uzatmayı düşünüyordu. Zaten uzayacak gibiydi ama olmazsa da bilerek uzatacaktı. Daha hala üniversitenin tadına varamamıştı.

Bu fikri ve jesti Burak'a borçluydu. Bir gece Ebru'yu karşısına almış ve bu isteğini dile getirmişti. Onun hayalini gerçekleştirmek istediğini... İlk planda Ebru'yu sadece sınavdan geçerli bir puan alabilecek kadar kurslara, hocalara boğup ve onu özel üniversiteye göndermek vardı ama Ebru; Burak'ın, hatta kendisinin bile beklemediği bir performans göstererek ülkenin en yüksek puanlı okullarından birini kazanmıştı.

"Garip falan gelmiyor. Gayet de iyi bir şey... Senin okul nasıl gidiyor? Bu yıl ilk sınıfı geçebildin mi bari?" diye sordu alayla Derin. Laf sokmamak ve hanımefendi çizgisini korumak istemişti ama sonunda dayanamamıştı. Başarıya da ulaşmıştı, Emir'in yüzü düşmüştü.

"Ben de döneceğim muhtemelen. İngiltere'de bu iş olmayacak. Sıkılıyorum ben orada. Hiç çalışmak istemiyorum. Eğer olursa Tolga gibi Yeditepe'ye geçmeye çalışacağım."

Derin gözlerini devirdi. İçeride eşyaların olduğu bungalow'un önüne gelince kapıyı açtı. İkizler mayışıktı. Uykuları vardı ve Derin onların huzursuzluk çıkarmamasını umuyordu. Nurgül zaten bugün tonlarca çocukla uğraşıyordu, o yüzden ona destek olmak gerekiyordu. Ve Derin'in destek olmak konusunda sınırları vardı. Leyla ve Dila'yı çok seviyordu ama aralıksız ağladıkları anlarda, kafasını yerinden koparmak istiyordu.

Gerçi susturmanın kolay bir yolu da vardı. Babalarını bir oyuncak bebek gibi suratlarına doğru tutunca hemen susuyorlardı. Derin de bir kız çocuğuydu ama hayatında böyle babaya düşkünlük görmemişti. Gerçi Derin kendi babasının düşkün olunacak bir baba olduğunu düşünmüyordu ama bu kızlarınki de abartıydı. Ebru'ya dünyayı dar ederken, Burak'ı gördükleri an komutanını görmüş askerlere dönüyorlardı. Burak da onları şımarta şımarta delirtiyordu.

"Hadi bakalım küçük prensesler. Uyku zamanı!" Bir de zorla kendilerine prenses dedirtiyorlardı. Harun'u Sıla'ya seslenirken duyduklarından beri herkes onlara prenses diyordu. Önceden böyle bir takıntıları yoktu ama çok sevdikleri Harun dayılarını duyduktan sonra her şey değişmişti.

Derin ellerini çırparak Dila'ya pijamalarını giydirmeye başladığında Emir de aynı şeyi Leyla için yapmaya başladı. Emir Leyla'yla şakalaşarak ve arada onu gıdıklayarak eğlendirirken, Dila gülerek onları izliyordu. Emir onun kıskanmaması için arada ona da sataşmayı ihmal etmedi. Derin bir an için Emir'in ne büyük bir zampara olduğunu unutarak, ona kapılmış gibi onu izlemeye dalıp gitti. Emir onun bakışlarını fark ettiğindeyse durumu fırsata çevirmek istercesine ona çapkınca göz kırptı. Derin hemen toparlandı.

Kızları yataklara yatırıp üstlerini örttükten sonra biraz saçlarıyla oynadı onların. Saçlarıyla oynanınca kolayca uykuya dalmışlardı.

Kapının önünde Derin'i izleyen Emir'se çıtını dahi çıkarmıyordu. Sadece hayran bakışlarla onu izliyordu. Bebefonu da ayarlayıp işini bitirdiğinde sessizce odadan çıkmak için kapıya doğru yönelince Derin'in peşi sıra odadan çıktı Emir de. Derin kapıyı çekip kapatır kapatmaz bungalow'un kapısı açıldı. Gülümseyerek içeri giren bakıcı Nurgül, Derin'e doğru "Sen dön partiye güzeller güzeli. Ben geldim artık, dururum başlarında," dedi. Derin elleriyle açık saçlarını düzeltti. "Eee... tamam! Ben bebefonu açmıştım. Sehpada duruyor. Bir sorun olursa beni ararsın Nurgül abla, kolay gelsin," diyerek kapıya doğru yöneldi. Emir de başıyla Nurgül'e selam vererek Derin'in peşi sıra bahçeye çıktı. Hava aşırı sıcaktı ama doğaya çıkıp bir nefes almak ikisine de iyi gelmişti.

Parti alanına geri yürürlerken Emir Derin'e "Bu Ahmet denen çocuk hala senin etrafında geziniyor mu?" diye sordu. Derin'in bir süre flört ettiği bir çocuktu Ahmet. Emir yurtdışında olduğu zamanlarda konudan uzak kalsa da, olayı yakından takip ediyordu.

Derin gözlerini devirerek "Ne yapacaksın?" diye sordu. "Sana ne Ahmet'ten?"

Emir çat diye durup Derin'i kollarından tutarak kendisine çevirdi. Derin birilerinin görme ihtimalinden korkarak kollarını ondan kurtarmaya çalıştı ama Emir buna izin vermedi. "Derin, yapma artık bunu. Ben o on yedi yaşındaki salak çocuk değilim artık. Neden dönmek istediğimi anlamıyor musun? Dönmek istememin sebebi gayet açık!"

"Emir bugün bunları konuşmak istemiyorum ben. Lütfen partiye dönebilir miyiz?" diyerek Zümrütlerin yanına doğru koşarcasına adımlarla gitti. Emir'i arkasında bıraktı.

Ağustos ayında olduklarından ötürü Can'ın birçok arkadaşı tatildeydi ve bu doğum günü etkinliğine sınırlı sayıda insan katılabilmişti. Yine de Burak hiçbir masraftan kaçınmamış, oğluna büyük ve eğlenceli bir doğum günü düzenlemişti. Her ne kadar Can istememiş olsa da ve yaşının bunlar için çok büyüdüğünü iddia etmiş olsa da palyaço bile vardı. Ki zaten palyaço daha çok Zümrüt ve Derin gibi, ailedeki yirmili yaş civarındaki kızlara tatlı şakalar yaparak onları eğlendiriyordu. O yüzden Tolga yarım saattir sevgilisinden uzakta oturmuş surat asmaktan başka bir şey yapmıyordu.

Tolga'nın iki yanında oturan Çağatay onun bu sirke satan yüzünü gördükçe daha fazla kendini tutamadı. "Oğlum içime fenalık verdin! Kızı palyaçodan kıskanmak nedir ya?"

Tolga homurdandı. "Görmüyor musun dayı, nasıl gülüyorlar adama! Adam da bunlar cilve yapsın diye bi donunu indirmediği kaldı!"

Tolga'nın sözleriyle gürültülü bir şekilde 'Şşt!'leyen Bahar, kucağındaki küçük kızının kulaklarını kapattı. "Konuşma kızımın yanında şöyle!" diye Tolga'yı azarlarken, masada oturan diğerleri kıkır kıkır güldü.

"Valla biz küçükken sen ana avrat düz gidiyordun Bahar abla. Annemle az kavga etmedin, gör nasıl oluyormuş!" dedi Tolga burun kıvırırcasına. Tolga'nın haklı sözleri karşısında masadan bu kez daha yüksek sesli kahkahalar yayıldı. Kerem her ne kadar söz konusu kendi kızı olsa da durumu kabul etti. "Çocuk haklı, ben bir şey diyemiyorum. Hem nasılsa öğrenecek ilerde. Kaçarımız yok! Değil mi kaymak kafalı!" Son cümlesinde sesini incelterek kızına şebeklik yapınca, babasını gören küçük Yaz, yeni patlamış iki dişini ona göstererek güldü. Onun bebek gülüşü masadaki herkese tebessüm ettirdi.

"Anıl'a şimdiden birkaç kelime öğretmişsin bile! Neyse ki çocuk kolay unutuyor," dedi Harun Tolga'ya, Çağatay ve Başak'ın dört buçuk yaşındaki oğullarını kast ederek. Tolga sinsi sinsi güldü. "Bu işler bayrak devir teslim töreni gibi işte," dedi arsızca. Dayısından ensesine bir tane şaplak yerken Başak elini Çağatay'ın koluna koyarak ona müdahale etmek istedi. 'Lütfen' dercesine onun gözlerine bakarken, dudakları muzipçe kıvrılmıştı. Çağatay omuz silkerek bakışlarını karısından çekti ve önüne döndü. Onun bu tripli hali Başak'ı iyice eğlendirdi.

"Abi sen nasıl rahatsın Allah aşkına! Senin karın da orada, resmen kurtlar sofrasının göbeğinde oturuyor," dedi Tolga yeni gelen ikinci palyaçoya bakarken. Sözlerini Harun'a hitaben söylemişti.

Harun gerine gerine arkasına yaslanırken "Canım, sen de benim yaşıma ve konumuma gel, sen de rahat olursun. Biz kendimize güveniyoruz herhalde. Ayrıca benim karıma cilve yapacak palyaçonun alnını ben buradan bile karışlarım, sen merak etme!" dedi. Bilmişçe Tolga'ya göz kırptı.

Ekin Bir kaşlarını çatarak "Nasıl yapacakmışsın onu?" diye sordu. Merakına yenik düşmüştü. Başak'ın kucağında bir yaşındaki kızı, Bahar'ın kucağındaysa iki yaşındaki kızı otururken, Ekin Bir'in kucağında, otuz sekiz yaşındaki karısı oturuyordu.

Harun silahını arar gibi önündeki masaya bakındı. Kuruyemiş kâsesindeki iri bademleri gözüne kestirdi. Palyaço, kafası havaya doğru bakarken alnına koyduğu bir çubuğun üstünde bir tane elmayı dengede tutuyordu. Harun aldığı bademlerden birini yuvarlak lastik ipe takarak bir sapan gibi gerdi. Herkes kıkırdayarak merakla Harun'a bakarken, Harun tek gözünü kısıp hedef aldı. Ve lastiği bıraktığında o küçücük bademle palyaçonun tüm karizmasını ve dünyasını altüst etti. Badem çubuğa çarpınca o da gözlerini kapatıp dengesini kaybetmiş ve elmayı düşürüp kızların ona kahkahalarla gülmesine neden olmuştu.

Masadakiler Harun'u gururla alkışlarken palyaço nereden geldiğini anlamadığı atağın sahibini bulmuştu. Sıla kızların yanında durduğu yerden doğrularak Harun'a doğru yürüdü. Yaptığı şeyden ötürü ona sitemle bakıyordu ama bir yandan da gülüyordu.

"Abi sana helal olsun! Gerçekten sen büyük bi insansın! Çok büyük adamsın!" Tolga hayretle Harun'u övgülere boğarken, zaten egosu tavan olan Harun iyice şımarmıştı. Sıla masanın önüne gelince imalı bakan gözleri Harun'un gözlerine sabitlendi. Eli altı aylık olmuş olan karnının üzerindeydi.

Bahar cıklayarak "Çok üzülüyorum sana Sıla. Bir de bu adam baba olacak. Gerçi çocuğuna daha çok üzülüyorum," dedi alayla. Sıla ona katıldığını belli edercesine başını sallayınca Harun hızla arkasına yaslandığı yerden doğruldu. "Prenses ayıp oluyor ama ya! Ben burada gençlerin selameti için kendimi feda ettim. Durup dururken uçarılık yapmıyorum."

Sıla sanki bunca yıllık kocasına alışmamıştı. "He Harun he!" diye diye masanın etrafından dolaşarak ona en uzak nokta olan Ekinlerin yanına oturdu.

"Nasıl? Kolay uyudu mu küçük canavar?" diye sordu Ekin kendi kızını kast ederek. "Uyudu," dedi Sıla gülümseyerek. Ama gülümseyişinde bir yorgunluk vardı. Doğurmasına üç ay zaman kaldı diye, idman olması adına arada diğerlerinin çocuklarına Sıla bakıyordu.

Başak "Adaşıma canavar demezsek yalnız," diye mırıldanırken, Ekin sanki kendi boğazını kesiyormuş gibi bir hareket yaparak başını hafifçe salladı. Başak güldü.

"Senin anlattığın çocukluğunla bunun uzaktan yakından alakası yok," dedi Ekin Bir Başak'a bakarak. Ekin kaş göz yapmak suretiyle 'kime çektiyse artık' diyerek dudaklarını oynattı. Ekin Bir hariç herkes onun bu yaptığını görebilmiş olduğu için gülüştüler. Ekin Bir de hemen o an fark etti Ekin'in bir şeyler yaptığını. "Ne dedi bu şimdi?" diye sordu millete.

"Başak'ın sana benzediğini düşünüyormuş," diye ispiyonladı hemen Kerem Ekin'i. Ekin Bir eğilip sitemle Ekin'e baktı. Ekin de onunla göz göze gelir gelmez "Ne?!" diye cırladı. "Benim ne kadar sakin bir insan olduğumu biliyorsun. Ben bebekken de öyleymişim. Başak resmen sen! Baban da diyor zor bir çocuktu diye senin için. Sana çektiği aşikâr!"

Zümrütler palyaço esaretinden kurtulduğunda Tolga oturduğu yerden kalkarak diğerlerine veda edip onun yanına gitti. O giderken Ebru masaya doğru geliyordu. Yürürken hiç durmadan oğlunun suratını bir kez sıkıştırdıktan sonra hızla çocukların yanına geldi. Gelir gelmez Başak'ın kucağındaki Ahu'yu kucağına aldı. "Halasının kuzusu! Şuna bak nasıl sakin ya!" diyerek kendi kucağına oturtarak Başakların karşısına oturdu. Gerçekten Ahu bugüne kadar gruba gelen en sakin çocuktu.

Burak gelmeden çocuklara bomba dedikoduyu vermek üzere masaya eğildi. "Neslişah da hamileymiş."

Ekin'in ağzı şok içinde açılırken Bahar "Ne?!" diye çığlık atarak tepki verdi. Çağatay garip bir eğlenme ifadesiyle "Cidden mi?" diye sordu. Diğerleri de oldukça şaşırmıştı.

"Valla öyleymiş. Ben hiç beklemezdim ondan... Hele de bu yaştan sonra."

"İnsanlar kırk beş yaşında da çatır çatır doğuruyor işte Ebrucum. Sen daha otuz yedideyken panikten ölecektin. Bak gör!" dedi Bahar.

Ebru bakışlarını sabitleyerek baktı Bahar'a. "Otuz sekiz! Ayrıca bence Gökhan zorlamıştır onu. Gökhan'ın ilk çocuğu olacak ne de olsa," dedi.

Harun kendini uzaktan uzaktan Neslişah'a bakarken "Ve de son gibi..." diye mırıldanınca herkes güldü. Burak masaya gelince konuyu dağıtmak adına herkes bir oturduğu yerde kıpırdanır gibi oldu.

Fakat Burak kolay kolay külyutmazdı. Masadaki yemiş tabaklarından bir şeyler alıp ağzına atarken elini Ebru'nun sandalyesinin arkasına koydu ve "Eee? Durmayın ya! Biliyorum hamileliği konuştuğunuzu. Benim de birkaç sözüm var bu konuda. Ben de şaşkınım," dedi. Bahar her ne kadar kendini kassa da sonunda tutamadı ve güldü. Onun yanında oturan Kerem Başak ve Çağatay'dan da bir takım gülüş sesleri yükseldi.

"Açıkçası biz ne desek bilemedik Burak. Gökhan Bey'in çabalarını takdir etmek lazım sanırım," dedi Harun adamı uzaktan incelemeye devam ederken. Masadakiler gülüşürken Burak da onlara katıldı. Karısının yanındaki sandalyeye oturup onun kucağından Ahu'yu aldı. Ahu eniştesinin yüzüne uzanarak sakalsız temiz yanakların üzerine küçük ellerini koydu. Burak'la bakışarak birbirlerine gülümsemeye başladılar.

"Ebru bence siz de tekrar yapın. Biz böyle ekipçe loop* halinde devam edelim. Birimiz bitince öbürümüz başlasın." Bahar'ın sözlerine herkes gülerken Ebru ciddi ciddi surat astı. "İnşallah bir dahaki hamileliğinde üçüzlere hamile kalırsın da görürsün gününü Bahar. Seni lanetliyorum!" dedi. Kerem'in gözleri kocaman olurken "Ben neden arada kaynıyorum ya!" diye isyan etti Ebru'ya.

"Belki başkasından yapar Keremcim, sıkma canını. O zaman senin sorunun olmaktan çıkar." Ebru'nun ciddiyetle söylediği dalga geçme sözlerinin üzerine bu kez de Kerem uzanıp kızının kulaklarını kapattı. Tüm masada bir kez daha kahkahalar yükseldi. "Ebru neler diyorsun ya?" diye isyan etti Kerem. Yaz annesinin kucağından sıkılarak babasına yöneldi Kerem ona yaklaşınca. Bahar hemen kızına surat yaparak "Aman git git! Biraz da baban baksın sana!" diyerek resmen Yaz'ı bir pelüş oyuncakmışçasına Kerem'in kucağına iteledi. Kerem kızını keyifle kabul etti.

"Erkek sayısı az," dedi Harun. "Erkek kasmak lazım... Hala bir futbol takımı kuramıyoruz." Ekin Bir hak verircesine başını salladı.

"Biz cidden dükkânı kapattık. Sınırları zorlamayalım. Sizden gelecek her şeyin sonuna kadar yanındayız ama," dedi Burak nazik bir sesle.

"Cidden mi? Pes ettiniz mi?" diye sordu Ekin kaşlarını hayretle havalandırarak. Diğerleri de şaşırmıştı. Burak hala son bir kez denemeye sıcak bakıyordu çünkü normalde. Fakat Ebru'nun ne kadar yorulduğunu gördüğünden, vazgeçmişti artık. Kadının ömrü böyle geçmişti ve de. Kalan ömrünü çocuk peşinde koşturarak geçirmesine gönlü razı gelmeyecekti. Biraz kendi kendisiyle kalmalıydı.

"Evet. Ettik. Böylesi daha iyi olacak. İkizler bizi çokça zorluyor zaten... Bu arada yattılar mı onlar?"

"Evet, Derin götürüp yatırmıştı. Bir bakmak lazım aslında."

Ebru ve Burak ikizlere bakmak üzere giderlerken, Başak da Ahu'yu alarak Çağatay'la beraber Anıl'ın yanına gitti. Harun ve Sıla biraz yürüyüş yapmak üzere kalktılar. Ekinler de Başak'ı kontrol etmek için gittiğinde, Kerem ve Bahar, Yaz'la beraber yalnız kalmışlardı. Anne ve babasının arasında kalan ufaklık, onların yaptıkları oyunlarla ve şakalarla eğleniyordu.

"Acaba onlar da bir gün bizim gibi bir grup olacak kadar iyi anlaşabilirler mi? Ne dersin?" dedi Kerem.

Bahar "Kimler?" diye sordu hemen.

"Yaz, Anıl, Ahu, Başak, Leyla, Dila... ve yoldakiler?"

Bahar sessizce güldü. "Hmm! Neden olmasın. Belki de olurlar? Hatta belki içlerinden ikisi bizim gibi bile olabilir?"

Kerem bir an için bu işin olurunu kafasında tarttı. Düşündükçe yüzüne bir gülümseme yayıldı. "Güzel olurdu. Kertsek mi ne yapsak?"

Bahar ilk önce Kerem'in ciddiyetle yaptığı esprisine güldü sonra alayla onaylarcasına başını salladı. Ciddileştiğinde tekrar devam etti. "İnşallah bizden bile çok daha iyi arkadaş olurlar. Çünkü insanın hayatı boyunca yanında ölümüne güvenebileceği dostlarının olması paha biçilemez bir şey. Hayattaki birçok şeyden daha değerli."

"Kesinlikle öyle Erşi. Kesinlikle..." Kerem elini uzatıp Bahar'ın yüzüne düşen saçlarını geriye itti. Bahar ona bakarken gülümsemekten kendini alamıyordu. Dayanamayıp kafasını çevirdi ve Kerem'in avuç içine bir öpücük bıraktı.

Böyle güzel ve temiz aşklar bakiydi ama çoğu zaman aşk bile kalıcı değildi. Onlar, dostluk gibi çok daha değerli bir şeye sahiplerdi. Ve hiçbiri, bu gerçeği hiçbir zaman unutmuyordu, unutmayacaktı.

*loop: döngü

Continue Reading

You'll Also Like

2M 86.6K 68
Aile problemleri yüzünden evden kaçmış ve kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan, aynı zamanda sinir hastası olan Pare, ucuza gelsin diye ikinci el...
340K 34.4K 64
Bir Aralık sabahı, Güneş doğmayı unuttu İstanbul'a. Gökyüzü siyah çarşafına büründü. Beyaz olan düşler, boyandı kan kırmızısına. Bir çocuğun acı hay...
45.8K 5.8K 31
Yıllardan 2008, Mayıs ayının sonu Fethiye'de Sımsıcak bir yaz gelmek üzere! Merih ve Venüs ikiz kardeşler, doğma büyüme Fethiyeliler. Büyüdükleri yer...
22.2M 902K 116
İşte oradaydı... Muhtaç olduğum kadın korkuyla bana bakıyordu. Ona biraz daha dokunmazsam sanki ölecektim. Bu hastalıklı duygular beni resmen ele geç...