GÜZEL GÜNLER KULÜBÜ

By sezgisalman

341K 30.6K 8.4K

Kerem: İyi bir avukat, deli dolu bir insan, mükemmel bir arkadaş. Bahar: Enerjik kişilik, sabırlı karakter, m... More

Giriş
1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm
26. Bölüm
27. Bölüm
28. Bölüm
29. Bölüm
30. Bölüm
31. Bölüm
32. Bölüm
33. Bölüm
34. Bölüm
35. Bölüm
36. Bölüm
37. Bölüm
38. Bölüm
39. Bölüm
40. Bölüm
41. Bölüm
42. Bölüm
43. Bölüm
44. Bölüm
45. Bölüm
46. Bölüm
47. Bölüm
48. Bölüm
49. Bölüm
50. Bölüm
51. Bölüm
52. Bölüm
53. Bölüm
55. Bölüm
56. Bölüm (Final)

54. Bölüm

4.8K 530 82
By sezgisalman

"Anne, seninle biraz konuşabilir miyiz?"

Ebru, Tolga'nın sesini duyar duymaz başını kaldırdı. Aynaya bakınca odanın kapısında duran oğluyla göz göze geldi ve hemen gülümsedi. "Tabii bebeğim. Gel içeri."

Tolga arkasından kapıyı kapatıp yüzünde hafif bir tebessümle, gelinliğinin içindeki annesine doğru ilerledi. Onun makyaj masasının oraya, odadaki sandalyelerden birini çekip tam karşısına oturdu. Büyülenmişçesine annesine bakmaktan konuşamıyordu.

Ebru gülerek "Gel kravatını bağlayayım," dedi ve Tolga'ya uzandı. Tolga da itiraz etmeyerek annesinin kravatı düzgünce bağlamasına izin verdi. Ne de olsa kendisi bu işte bir hayli başarısızdı.

"Heyecanlı mısın?" diye sordu annesine.

"Yoo... Çok fazla heyecanlı olduğum söylenemez. Sen nasıl hissediyorsun?" Ebru gülen gözleriyle oğlunun gözlerinin içine baktı. Tolga'da çözemediği bir gariplik vardı ama neydi?

"İyiyim. Seni özleyeceğim!" diye mırıldandı omuz silkerek. Ebru anlayışla gülümsedi Tolga'ya. Tam süreyi Ebru bilmiyordu ama bir süre ayrı kalacaklardı. Yarın sabah Tolgalar İsviçre'ye, Fuat'ın yanına gideceklerdi. Ebrularsa düğünden sonra balayı için yola çıkacaklardı. Nereye gidecekleri biraz muammaydı. Burak çok fazla detay vermiyordu. Ebru'nun ilk ve talihsiz Edremit balayından sonra ona gerçek bir balayı yaşatmak için fazla azimliydi. Oysaki Ebru'nun çok umurunda değildi. Burak'la Edremit'te de takılabilirdi.

"Bana istediğin kadar snap atabilirsin. Hepsini anında izleyeceğim." Ebru muzipçe baktı Tolga'nın gözlerine. Sonra dayanamayıp ana oğul kıkırdadılar.

Kravatı düzgünce bağlayıp geri çekildiğinde Tolga ciddiyetle annesine bakıyordu. Ebru'ysa gururla...

"Anne ben üniversite için gitmeyeceğim," dedi Tolga bir seferde. Ebru'nun gülen ifadesi bir anda yerini şaşkınlığa bıraktı. Gözlerini kırpıştırarak Tolga'ya bakarken duyduklarını idrak etmeye çalıştı.

"Ne demek gitmeyeceğim? Çocukluğundan beri plan buydu, üniversiteyi dışarıda okuyacaksınız. Derin de, sen de."

Tolga başını hafifçe iki yana sallarken "Derin'in de vazgeçtiğini sanıyorum. Aslında bu fikir bir süredir aklımızdaydı. Derin hala düşünüyordur belki ama ben eminim. İsviçre'ye de, başka bir ülkeye de gitmeyeceğim. Burada kalacağım. İyi bir okul kazanmak için elimden geleni yapacağım," dedi.

"Ama neden? Nereden çıktı şimdi bu? Yurtdışında okumanın çok daha iyi olduğunu biliyorsun Tolga. Ve elinde böyle bir fırsat var. Bu fırsatı değerlendirmelisin."

"Biliyorum! Belki aptallık ediyorum ama gitmek istemiyorum anne. Eğer yurtdışında okursam yurtlarda ya da öğrenci evlerinde kalmak zorunda kalacağım. Bırak aile olma fırsatını bu kadar geç de olsa yakalamışken, biraz tadını çıkarayım. Hem belki olursa değişim öğrencisi olarak falan giderim? Her deneyimi yaşamış olurum böylelikle."

Söylediği tek bir cümleyle Ebru'yu can evinden vurarak, direkt susturmuştu. Gözleri dolarken oğluna ne diyeceğini bilemedi. Bu yüzden uzanıp sarıldı. Tolga da annesine sımsıkı sarılırken "Bunları ağla diye söylemedim. Ağlama bak valla çok kızar bana Bahar ablalar," dedi. Ebru akmasına izin vermediği gözyaşlarını aceleyle silerek kıkırdadı. Geri çekildiğinde oğlunun sevgiyle dolu bakışlarını gördü.

Bu çocuk ne ara böyle büyümüştü?

"Tatlımlaaaar!" Derin'in cırtlak sesi odada yankılanınca Ebru yüzündeki gülümsemesi büyüyerek kapıya dönerken Tolga gözlerini devirerek arkasına döndü.

"Sakın bana annemi ağlatıyordum deme! Vallahi parçalarım seni!" dedi Derin uçarcasına atlaya zıplaya Ebru'nun yanına gelirken. Annesini deli gibi öpmek istiyor ama makyajını bozmamak adına önünde garip gurup sesler çıkararak zıplamak dışında bir şey yapamıyordu.

"Hayır hayır. Konuşuyorduk sadece." Ebru Derin'i kendine doğru çekip sarılırken, baştan ayağa süzdü. Kızı tam bir hanımefendiydi bugün. Elbisesi Elizabeth'inkinden bile daha şık ve asildi. Üstelik kendi isteğiyle yaşına uygun bir şey tercih etmişti. Yaptığı tek çıkıntılık ayakkabı seçiminde olmuştu. Seçtiği haddinden fazla yüksek topuklulara Tolga baya bir laf etse de, Ebru fazla diretmemişti. Nasılsa seçtiği ayakkabının bedelini alışkın olmayan ayakları ödeyecekti. Yaptığı hatanın farkına elbet varacaktı.

Derin hiçbir çekince duymadan zıplayarak annesi için kullanılan makyaj masasına oturup her zaman yaptığı gibi elinden düşürmediği telefonuna baktı. Gördüğü şeyle gözleri birden büyüdü, ardından gülüşüyle kısıldı. "Babam, Burak abinin eklediği fotoğrafı beğenmiş, bir de altına yorum yapmış. Başımıza taşlar yağacak."

Derin kıkır kıkır gülerken aynı anda şaşkınlıkla sarsılan Ebru ve Tolga da yerlerinden kalkıp ekrana baktılar.

Burak, çocuklarla beraber hazırlık aşamasındaki düğün alanının ortasında bir selfie çekmişti. Sağında Tolga'nın solunda Derin'in kocaman gülümseyen yüzleri vardı. "Bunu ne ara çektiniz? Bensiz hem de?!" diye sitem etti Ebru. Kendisi fotoğraf koyamıyordu çünkü Burak Bey'in görmemesi gerekiyordu... Hatta arkadaşları bile fotoğraf koyamıyordu Ebru'yla. O yüzden herkes büyük isyandaydı.

"Ben olmadan benim çocuklarımla nasıl fotoğraf çekilebilirsin Burak ya!" diye isyan etti Ebru. Normalde üç ayda bir fotoğrafı zor koyan adam, gitmiş çocuklarla olan fotoğrafı Instagram'a koymuştu.

"Ben asıl babamın yorum yapması şaşkınlığındayım. Gördüklerim gerçek olamaz değil mi?"

"Valla yapmış."

Ebru başını biraz daha çevirip Fuat'ın ne yazdığına baktı. Okumayı yeni söküyormuşçasına yavaş yavaş "Çok güzel olmuşsunuz evlatlarım. Sizin de düğünlerinizi görürüz inşallah," diye Fuat'ın yazdığını okudu. Ardından bir süre garip garip ekrana bakıp "Fuat neden elli yaşındaymış gibi yorum yapmış ki?" deyince, çocuklar kahkahayı bastılar.

"Bence o kıskançlıktan feleğini şaşırmış," dedi Derin sinsi sinsi. Saçlarını havalı tavırlarla omuzlarından geri attı. Can saçlarını özellikle çok seviyor diye açık bırakmıştı.

Ebru manidar bir şekilde kızına bakarak gözlerini kırpıştırdı. Derin annesinin imalı bakışları karşısında omuzlarını umursamazca silkerek "Nee!?" diye cırladı. "Hakkı olmasa da kötü hissediyordur. Bırak hissetsin! Zamanında kaçırmasaydı elinden. Asıl akşam senin fotoğraflarını görünce göreceğim ben onu." Tolga'ya dönüp memnuniyetsizce yüzünü buruşturdu. "Ay yazın çekeceğimiz var! Darlayacak da darlayacak bizi."

Ebru konuyu dağıtmak adına arkasına yaslanarak bacak bacak üstüne attı ve "Eee Derin Hanım! Karar verdiniz mi yazın nereye gitmek istediğinize?" diye sordu Ebru. Kimin karnede yıl ortalaması daha yüksek gelirse, bu yaz onun istediği yere gidilecek diye bir koşul koymuştu Ebru. Derin çoğu zaman olduğu gibi Tolga'dan daha iyi notlar alarak bu hakkı elde etmişti.

"Ben Burak abiye söyledim bile sabah. Sana sürpriz olsun."

Ebru gözlerini devirdi. "Bu aralar her şey bana sürpriz olup duruyor. Tamam, iyi güzel sürpriz de, kalpten gideceğim artık."

Derin uzanıp yine annesinin makyajını bozmamaya özen göstererek yanaklarını sıkıştırdı. "Gitmezsin gitmezsin. Hadi biz insanları karşılama seremonisi için hazırlanalım. Az kaldı törene ne de olsa!"

Zıplayarak masadan inip Tolga'yla beraber odadan çıktı.

***

Burak tüm hazırlık süreci boyunca rahat rahat ortalıkta gezinerek Ebru'ya haksızlık ettiğini biliyordu ama bir türlü poposunu kaldırıp kendi hazırlanma odasına gidemiyordu. Burada, bu mükemmel temiz ve ferah bahçede, haziran havasının tadını çıkararak düğün için hazırlanan bir ortamı izlemek çok güzeldi. Çevresinde onlarca insan özenle ve dikkatle son dakika işleri için harıl harıl çalışıyordu. Organizatörler çalışanlara sürekli bir şeyler diyor, eksikleri kontrol ettiriyordu. Birkaç masa ötedeki Zümrüt ve Tolga, sanki bu basit bir düğün salonu düğünüymüşçesine, renkleri ortama bile uymayan krapon kâğıtlarından bir şeyler yapıyorlardı. Onları nereden ve kimden buldukları meçhuldü muhtemelen. Ama onlarla uğraşırken o kadar eğleniyor görünüyorlardı ki, Burak onlara hiç bulaşıp modlarını bozmak istemiyordu. Yaptıkları şekilsiz şeyleri nikâh masasının önüne assalar dahi umurunda olmazdı.

Sonuçta sonunda Ebru'yla evleniyordu. Büyük gün gelmişti.

Ebru hala balayı için spesifik bir yere gideceklerini sanıyordu. Hatta Burak ilk bunu sürpriz olarak saklayacağını söylediğinde "Amaan! Kesin Maldivler falandır zaten," diyerek geçiştirip omuz silkmişti. Burak en ufak mimikten bile kaçınıp, ser verip sır vermemişti adeta.

Bir kere balayı planları bir haftalık değildi. En az bir aylıktı. Temmuzun sonuna kadar sürecekti. Ve bırak tek ülkeyi, tek kıtayı bile içeren bir plan değildi. Plana eklediği en az dört kıta vardı gidilecek. Plan yaptığı kadar bazı detayları da plansız bırakmıştı. Akışına bırakmayı istiyordu. O an içlerinden ne gelirse o şekilde hareket edebilirlerdi. Bu denli hazırlıklı olmaya da gerek yoktu.

Güneş gözlüklerini tekrar takarak yerinden kalktı. Son kontrolleri yapan insanları izliyormuş gibi etrafına bakınarak yavaş yavaş kendi odasına yürüdü. Hazırlanma odalarının olduğu koridora geldiğinde Ebru'nun odasından oldukça yüksek sesli kahkahaların geldiğini işitti. Kendi boş ve soğuk odasına girmeden evvel oraya doğru kulak kesildi. Harun o gür sesiyle, dalga geçercesine Nikâh Masası'nı söylüyordu bağıra bağıra. Diğerleri de ona gülüyordu.

Harun'un alayla Nikâh Masası söylemesinin nedeni Fuat'ın fotoğrafa yaptığı yorumdu. Yaklaşık yirmi dakikadır bunun geyiği dönüyordu odada. Gülmekten kırılıyorlardı artık. Yapılabilecek bütün esprileri yapmıştı tüm ekip.

"Tamam, yeter artık. Burak gelecek duyacak şimdi. Değiştirelim bu konuyu lütfen." Ebru hala makyaj masasının önündeki sandalyede oturuyordu. Artık poposu düzleşmişti burada oturmaktan. Sabahtan beri bunun üstündeydi.

Bahar uzandığı yerden sabahın kör saatinden beri nemlenmesine bir türlü engel olamadığı buğulu gözleriyle Ebru'yu izliyordu. Yüzünde de silemediği bir tebessüm vardı. "Hala büyük günün geldiğine inanamıyorum. Resmen evleniyorsun Ebru ya! Şundan altı ay önce malum yerlerim ağ bağladı diye ağlıyordun!"

Çağatay Bahar'ın son cümlesiyle gözlerini yıkılmışçasına yumarak "Bu sımsıcak paylaşımlar için teşekkür ederiz," diye mırıldandı. Herkesten kıkırtılar yükselirken Ebru o günleri fazlasıyla geride bırakmış olmanın verdiği özgüvenle çıplak dirseklerini makyaj masasına yerleştirip geriye doğru yaslandı. Havalı ve gururlu bir şekilde Bahar'a gülümsedi. "Nazar etme ne olur, çalış senin de olur demişler Baharcım. Gerçi ben pek çalışmadım ama..."

Bahar oturdukları koltukta Kerem'e doğru yaslanıyordu ki gelen cümleyle ona yaslanmayı keserek doğruldu. Kerem'e doğru boş bakışlı gözlerini kırpıştırarak "Sana diyor. Bana demiyor," dedi. Kerem de cevap olarak umursamaz hareketlerle başını onaylarcasına salladı. Yüzü tam 'çok da fifi, çok da tın' ifadesini yansıtıyordu. Bahar'a, onu oyalarcasına kafasını salladıktan sonra Ebru'yla birbirlerine baktılar. Kerem gülerek Ebru'ya göz kırptı.

Camın önünde durup perdenin arkasından dışarıya bakan Harun "İnsanlar gelmeye başlıyor galiba. Biz gidelim de milleti karşılayalım kız tarafı olarak," deyince yavaştan hepsi ayaklandılar. Ebru'yu öperek güzel dileklerini sunduktan sonra teker teker odadan çıktılar. Bahar makyaj masasının üstünde duran gelin buketine bakarak "Mavi ortanca benim favori çiçeğimdir. Neden bu çiçeği seçtiğini cidden anlayamadım ben Ebru? Sen frezya, şakayık, en kötü pembe lale falan seversin. Sahiden ilginç bir seçim," diye mırıldandı.

Ebru dudaklarını bükerek, omuzlarını indirip kaldırdı. "Mavi rengini Burak seviyor. Mendili de mavi, öyle birbirini tamamlasın dedik. Çok takılmadım açıkçası çiçeğe. Nasılsa buketi atacağım."

Bahar gülerek kaşlarını çattı. "Harbi harbi atacaksın yani çiçeği? Hiç mi üzülmeyeceksin?"

"Kızım kocayı kapmışım zaten. Çiçek gitse kaç yazar? Bana ne."

Bahar ona hak verircesine kıkırdadı. Bu lafın üstüne sahiden bir şey diyemezdi. Onu makyajını bozmadan öptükten sonra odadan çıktı. En sona kalan Çağatay kuzenine tatlı bir tebessümle baktı. "Ben törenden evvel geleceğim. Umarım kazasız belasız şu işi atlatırız."

Ebru oflayarak kendini yelledi. Klima son hız çalışmasına rağmen bunu düşündükçe sıcak basıyordu. Bu İngiliz adetleri bu düğün sürecinde Ebru'yu öldürmediyse, başka hiçbir şey öldürmezdi.

Damada teslim şeklinde evleniyorlardı. Onca insanın içinde bir yol boyunca yürüyecekti. Tek tesellisi bunu Çağatay'la beraber yapacak olmaktı. İkinci evlilikte böyle adetlere gerek yoktu ama bunun olmasını hem Burak'ın ailesi, hem de Burak'ın kendisi istiyordu. Bunlar onun sevdiği ve önem verdiği detaylardı.

Ama pek de onun hayal ettiği gibi olamıyordu işte. Çünkü Burak bunu ilk söylediğinde Orhan Bey'i baz alarak söylemişti. O olur diye düşünmüştü. Fakat Ebru uzun geceler bu fikri kafasına evirip çevirip durmuştu. Her ne kadar öz babası, kızının düğününün bir parçası olamamayı hak etse de, onun gözlerinin içine bakarak amcasının kolunca yürüyemezdi. Bu çok tuhaf olurdu. İşin garip tarafı, bunu öz babasıyla yapmayı da hiç istemiyordu. Onunla yürümektense hiç yürümemeyi tercih ederdi. Büyük bir kandırmaca olacaktı çünkü bu. Ebru hiçbir zaman babasının kızı olmamıştı ki onun kolunda teslim edilsindi.

En nihayetinde işin içinden çıkamayınca 'Çağatay!' diye düşünmüştü. En doğru karar oydu. Bu adam onun çocukluğuydu sonuçta. Hayatının en önemli detaylarından biriydi. Kuzeni, en yakın arkadaşı, ev arkadaşı, çocuklarının fahri babası... kardeşiydi... En doğru kişi tartışmasız oydu.

***

Düğün alanını çevreleyen taş duvarların muhtelif bölümlerinde, bir sürü beyaz, pembe, mor, mavi ve gri renkli kâğıtların üzerine yazılmış aşk sözleri vardı. Bunları tek tek Ekin seçmiş, hepsini Ebru'ya sunmuştu. Ebru bakabildiği kadarına göz atmış, kalanını Ekin'in onayına bırakmıştı. Düğün organizatörleriyle bu sözleri asabilecekleri en belirgin yerleri işaretleyip oralara güzel bir dekorasyonla dağıtmışlardı. Şimdi bu aşk dolu günde, tüm duvarlar Nazımlar, Cemal Süreyalar, Shakespeareler, Orhan Veliler, Puşkinler, Attila İlhanlar ve daha nice benzerleriyle çevriliydi.

Ekin Bir, çoğunun şiir hallerini ezbere bildiği bu sözlere yüzünde engelleyemediği bir tebessümle bakarak okurken dalıp gitmişti. Etrafından insanlar gelip geçiyor, bazıları arkadaşlarıyla ya da sevgilileriyle gülüşerek bu sözlere bakıp okuyorlar, önünde fotoğraf çektiriyorlar ve sonra gidiyorlardı. Ama o dakikalardır burada olan sayılı insanlardandı.

'Bir de bu adamlar varken kendini romantik sanıyorsun ya!' diye alay etti iç sesi kendisiyle. Alaycı bir gülüş de dudaklarından firar etti. Başını hafifçe yana yatırıp kâğıtları okumaya devam ederken, hemen göz hizasındaki bir kâğıtta kendi kelimeleriyle göz göze gelince durup kaldı. Kısa sözlerin sağ alt köşesinde 'Ekin Bir – Haziran' yazıyordu.

'Sen bilir misin aşk ateşi ne zaman söner?

Ne bitiş, ne gidiş, ne terk edişte...
Aşk kadimdir, ezelden gelir, ahirdir.
Her nefesle içe üflenir.
Bitmeden harlanır.
Can yakıp canlanır.
Köz olup kararır.'*

"Hazır Haziran film olurken ufak ve basit bir pazarlama yaptık sana."

Ekin'in sesini arkasından duymasıyla hızla geriye döndü. Küçük buğday tanesini mutlulukla sırıtırken görünce Ekin Bir de gülümsedi.

"Bunca mükemmel ve aşk dolu sözün arasında biraz depresif kalmamış mıyım sence de?"

"Herkesin aşkı tarif edişi farklıdır, yaşayışı da."

Ekin Bir hak etmediğini düşündüğü bu gizli iltifat karşısında ancak minnetle tebessüm edebildi. Ekin dikkati, onun ceketinin düzgünlüğüne kaymış gibi göğsüne bakıp kumaşı düzelterek "Nasıl geçti terapi?" diye sordu. Sesini umursamaz bir tınıya bürümeye çalışmıştı ve göz teması kurmayarak baskıcı bir şekilde sormadığını gösterdiğini düşünüyordu lakin Ekin Bir o kadar da aptal değildi. Onun merak ettiğinin ama sormalara çekindiğinin farkındaydı. Merak etmek en doğal hakkıydı.

"Çekinme bu kadar. İstiyorsan gel, diyorum sana."

"Yok," diyerek omuzlarını indirip kaldırdı Ekin. Başını kaldırarak kaçak gözlerle Ekin Bir'e baktı. "Özellikle öyle bir şey gerekmediği müddetçe gelemem ben."

Ekin Bir uzanıp onun alnına bir öpücük bıraktı. Ona sarılarak bugün terapide neler konuştuğundan ve neler yaptıklarından bahsetti. Ekin onun kolları arasında, ona sarılarak sessizce dinledi Ekin Bir'i.

***

Konukların gürültüsü, güzel bir klasik müzik parçası çalan müzisyenlerin sesini bastırmaya başladığı dakikalarda, Burak, Ebru ile evlenecekleri kemerin altına, camdan kürsünün önüne geçti. Sağdıçları da keyifle gülüşerek onun yanındaki yerlerini aldılar. Mike, Craig, Emir ve Zühre'nin kocası Eren, Burak'ın sağdıçlığını yapıyorlardı.

Erkeklerin arasındaki şakalaşmadan doğan gürültü tüm dikkatleri oraya çekti bir anda. Tüm konuklar git gide sessizleşti. Nikâh memuresi hızlı adımlarla, beyaz, mor ve pembe çiçeklerle süslenmiş kemerin altındaki hafif alçak cam kürsünün önüne geldi. Burak nezaketle kadına gülümserken, Mike, Burak'ın arkasından doğru çaktırmadan eğilerek cübbeli genç ve güzel memureyi süzdü. Burak'ın ters bakışlarını üzerinde gördüğü an hızla geri doğruldu ve sırıttı. Müzisyenler sakin düğün parçasını çalmaya başlamadan evvel Burak'ın duyduğu son şey Mike'ın "Ne yapabilirim? Kadın ateşli!" demesi oldu. Bunu da pek umursadığı söylenemezdi.

İnsanın içini huzur dolduran ve istemsizce gülümseten tınılara sahip klasik müzik parçası dalga dalga tüm düğün ortamında yayılırken, konukların arasından kemere doğru uzanan çiçek yapraklarıyla süslenmiş yolda ilk önce Derin yürümeye başladı. Burak'la göz göze geldiklerinde Burak dişlerini gösterecek kadar bir mutlulukla ona gülümsedi ve göz kırptı. Derin yolu bitirdiğinde, en önde yan yana oturan Tolga ve Can'a el sallama isteğine engel olamadı. Yürüyüşü boyunca hayran gözlerle kendisini izleyen Emir'eyse bir kez bile bakmadı.

Derin'den sonra sırayla Bahar ve Ekin de o koridorda yürüdü. Ebru için bir ilk olduğu gibi onlar için de bu nedimelik işi bir ilkti. O yüzden yürürken tüm gözler üstlerinde olduğundan gereksiz heyecanlılardı. Özellikle Ekin en son yürüyen kişiydi ve resmen bacakları, elleri titriyordu. Tüm koridoru düşmeden yürüyüp geçip, Bahar'ın yanında durduğunda derin bir nefes aldı. Gözleri Ekin Bir'i bulduğunda, Ekin Bir'in kendisine aşkla baktığını gördü. O muhtaç bakışlı mavileri görmesi, kalp atışlarını biraz olsun düzene sokmuştu.

En nihayetinde koridorun başında Ebru göründüğünde tüm oturan kafalar ona dönmüştü. Burak başını yerden kaldırıp ona baktığında, bir anda sanki bir filmin içindeymişçesine dünyası yavaşladı. Gördüğü şey, tüm bekleyişine, sabırsızlığına, heyecanına ve merakına değmişti.

Ebru sahiden de adının kast ettiği gibi bir sanat eseriydi. Kabarık ve göz alıcı olmayan bir gelinlik giymek için ayak diretmesine üzüldüğünü hatırlıyordu Burak ama şimdi onu bu gelinlikle görünce 'İyi ki!' demişti içinden. 'İyi ki bu gelinliği seçmişsin!'

Ebru'ya moda ve giyim konusunda sonsuz bir güveni vardı. Kredisi asla tükenmeyecek bir konuydu. Fakat Ebru zarafeti ve şıklığı; 'süslenmek' kavramıyla o kadar başarılı bir şekilde harmanlıyordu ki, Burak pek fazla bunun eşi benzerini gördüğünü sanmıyordu. Genelde bugüne kadar tanıdığı kadınlar hep kendilerini daha fazla gösterebilmek adına anlamsızca şeyler yaparlardı. Ama Ebru yapması gerekenin ne olduğunu herkesten daha iyi biliyormuş gibi seçimlerini yapıyordu her zaman. Burak bile beklemediği bu sonuçlar karşısında aynen şu an olduğu gibi ağzı açık bakakalıyordu.

Eski Yunan kıyafetlerini andıran gelinliğinin üstünde, balerin topuzu yapılmış sarı saçlarında kenarları dantel işlemelerle süslü, hiç tülü olmayan bir duvak takılıydı. Gelinliğinin kumaşına uyacak şekilde bir duvak seçmiş, tüllerden tamamen uzak durmuştu.

Müziğin yavaşlığına uyarak, ağır ağır Burak'a doğru yaklaştı kolunda Çağatay'la beraber. Gözleri bir an için bile birbirlerinden ayrılmadı. Burak, Ebru'nun her adımında kalp atışlarının bir hayli hızlandığını hissediyordu.

Kemerin önüne geldiklerinde Ebru hafifçe Çağatay'a döndü. Çağatay onu yanağından öpüp "Hadi bakalım. Darısı bekâr Demiralların başına," diyerek açık uçlu bir şekilde kendisi için dua etti. Gidip en öndeki annesi ve babasının yanına otururken Ebru onun arkasından kıkırdadı. Hemen akabinde o güleç yüzüyle Burak'ın yanındaki yerini aldı.

Nikâh merasiminin bundan sonrası klasik bir Türk nikâhı olarak devam etti. Malum soruya evet derken Ebru'nun sesi beklediğinden de neşeli çıktı. İşte o zaman evleniyor olduğunu ve hayatında ciddi anlamda değişikliklerin olacağını iliklerine kadar hissetti. Burak'ın aşkla bakan gözlerinin içine baktığında orada kendini görebiliyordu. En sonunda dudaklarına kondurulan öpücüğün ardından kollarını Burak'a dolayıp bir süre ona sarılmayı istedi. Ama insanların önünde bunu yapamayacağını biliyordu. Neyse ki şimdi ilk dansları vardı da, orada aşırı samimi görünmeleri sorun yaratmayacaktı.

Robbie Williams'ın She's The One'ının ilk notaları sistemden tüm bahçeye yayılırken Burak Ebru'yu elinden tutarak, ondan daha hevesli bir şekilde piste doğru götürdü. Kolları arasına alırken keyifli bir şekilde Ebru'yu döndürdü. Ebru'nun şen kahkahası yakın çevresine doğru yayıldı.

Burak'ın güçlü kolları arasında, onun sıkı tutuşu sayesinde göğsüne doğru yaslandı. Sağ eli Burak'ın sert göğsüne yaslıyken, sol eli onun elini tutuyordu.

"Çok güzel ve herkesten farklı olacağını biliyordum ama inan bu kadarını beklemiyordum," diye fısıldadı Burak dans ederken Ebru'nun kulağına doğru eğilip.

Ebru biraz utandığını hissederek yüzünü Burak'ın omzuna doğru eğdi. Gerçi kıpkırmızı olsa yine de o makyajın altından hiçbir şey belli olamazdı. "Teşekkür ederim. Tüm çabam yanında sönük kalmamak içindi."

"Dalga mı geçiyorsun? Siyah bir çöp poşeti giyip evlensen yine de benim yanımda sönük kalamazdın."

"Çöp poşeti bana kısa geleceği için tabii ki de sönük kalmazdım. Çıplak bacaklar her zaman ilgi çeker."

Ebru'nun tatlı sataşmasına güldü. Onun beline koymuş olduğu elini daha çok sıktı. "O kadar mutluyum ki anlatamam. Altı ay önce imkânsız görünen şu an, şimdi gerçekleşiyor."

"Vay canına! Burak Cem Elmaskaya'dan imkânsızlık üzerine bir cümle mi duydum? Senin için imkânsız diye bir şey olmaz sanıyordum.

"Her zaman kendimden eminimdir. Ama söz konusu sen olunca her şey çok başka."

Ebru derin bir nefes alıp vererek başını hiç çekinmeden Burak'ın omzuna doğru yasladı bu kez. Burak da onu sevgiyle karşıladı. Kollarını sımsıkı Ebru'nun vücuduna doladı. Âşık çift herkesi unutarak gözlerini kapatıp şarkıya göre salınmaya devam ettiler.

Düğünün ilerleyen saatlerinde müzikler az daha hızlanmış, olsa da henüz yemek faslı tam anlamıyla bitmediğinden hareketlilik yeterli seviyede sayılmazdı. Bahar daha oturup iki lokma bir şey yiyememişti. Millete sataşıp içindeki aşırı pozitif enerjiyi dağıtmaktan deliye dönmüştü.

Ebru çocukların olduğu masanın oradaydı bir süredir. Derin selfie çekip duruyordu beş dakikadır. Oturduğu masada Emir de olmasına rağmen oldukça kontrollüydü ve hanımefendi çizgisinden hiç çıkmıyordu. Ebru ilk defa çocuklarıyla bu denli gurur duyuyordu.

"Beni artık azat ediyorsan diğer konuklara da uğrayayım Derin?" Ebru'nun ses tonu soru sorar gibiydi. Derin masum masum gözlerini süzerek annesine baktı. "Tabii ki. Özgürsün." Ebru başını iki yana sallayarak güldü ve Derin'i öpüp, Tolga'nın kravatını düzeltip Can'ın da burnunu sıkıştırdıktan sonra insanların arasına karıştı. Burak'ı, ailelerin oturduğu masanın orada görünce oraya doğru ilerledi. Elizabeth'le gözleri çakışınca biraz yavaşladı. Yaşlı cadı bugün bilerek beyaz giymişti. Bir düğünde beyaz giymenin geline saygısızlık olduğunu bile bile yapmıştı bunu. Son çelmesini de bu şekilde takmak istemiş olmalıydı.

Onu göz ardı etmeye çalışarak tekrar gülümsemesini yüzüne yerleştirdi ve Burak'ın tam tepesinde durduğu dayısının olduğu tarafa doğru gitti. Burak'ın dayısı Philip Ebru'yu sevmişti. Elizabeth gibi nemrut bir İngiliz de değildi. Daha ılımlı bir tipti. Dışarıdan hiç de kont gibi durmuyordu. Ebru okuduğu tüm o tarihi romanslardan ötürü kontları kafasında genç yakışıklı esmerler olarak hayal ediyordu hep. Fakat Philip baya beyaz saçlı, akça pakça bir amcaydı. Yine boyu posu asaleti yerindeydi ama insan inkâr edemeyeceği şekilde biraz hayal kırıklığı yaratıyordu.

"Ebru! Gel hayatım! Seninle bu güzel parçada dans edelim!" Philip Ebru'yu görür görmez ayağa kalktı. Sahneye çıkmış olan grup,Papatya'yı çalıyordu. Ebru tango konusunda cahil olmasa da Philip kadar iyi olacağını da sanmıyordu. Yine de reddetmenin kabalık olduğunu düşündüğü için onun teklifini kabul ederek koluna girdi ve beraber boş piste doğru ilerlediler.

Philip muhteşem dans yeteneği sayesinde Ebru'nun az önceki düşünceleri yüzünden utanıp pişman olmasına neden oldu. Altmışlarının sonundaki şu adam resmen atiklik konusunda Ebru'yu çok rahat cebinden çıkarabilirdi. Hem yaptığı tatlılıklara gülmek, hem de ona ayak uydurmak güçtü. Adam biraz daha sempatiklik yaparsa Ebru kıkırdamaktan çatlayacaktı.

"Bugün Burak'ın yüzündeki mutluluğu gördükçe, boşandığına kızdığım için kendime kızıyorum. Bunun için sana büyük bir özür borçluyum. Biz yaşlılar bu eski kafalı düşüncelerimizi bırakamıyoruz. Sizler de olmasanız gerçekleri ve olması gerekeni hiç göremeyeceğiz."

"İnanın bunları konuşmamıza gerek bile yok. Hiç üzmeyin kendinizi. Ben sizleri de anlıyorum."

"Yine de mahcup hissediyorum. Özrümü kabul edersen çok müteşekkir olurum."

Ebru gözlerinin içi bile gülecek kadar derin bir gülüşle baktı Philip'e. "Özrünüzü seve seve kabul ediyorum Bay Byng."

"Siz şey diyor..." Philip bozuk Türkçesiyle konuşmaya çalışınca Ebru bu sefer gürültülü bir şekilde güldü. Philip aradığı cümleyi bulduğunca sevinçle doğruldu. "Bana Philip de!" dedi Türkçe olarak.

Ebru Philip'le eğlenerek dans etmeye devam ederken, Sıla hayranlıkla onu izliyordu. Çenesini eline yaslamış, dirseğini de elbisesinin üzerine koymuştu. Onun hayran bakışlarını fark eden Harun, bir süre buruk bir şekilde karısını izledi. Ardından ona doğru eğilerek elini onun çıplak koluna koydu ve sıvazladı. Sıla'nın gülümseyen yüzü Harun'a döndü.

"Eylülde bir düğün yapmaya ne dersin? Gerçek bir düğün hem de! Her şeyiyle... Yarın babanla ve Samet'le de konuşuruz."

Gelen teklifin ardından Sıla'nın yüzü değişti. Tebessümü yerini gerginliğe bıraktı. Bir an için yarın tekrar babasını göreceğini unutmuştu fakat Harun şimdi bunu hatırlatmıştı. Bugün sabahtan Orhan Bey, Harun'la Sıla'yı karşısına alıp uzun uzun konuşmuş, durumu açıklığa kavuşturmuştu. Salih Bey'in söylediklerini bir bir iletmişti çocuklara. Sıla hala babasının bu kadar kolay ikna olabilmiş olmasına inanamıyordu ama Orhan Bey de kendinden çok emindi konuşurken. Defalarca kez "Nasıl oldu?" diye sorgulamıştı Sıla. Orhan Bey özgüvenle ona bakarak "Benim en son başarısız olduğum olayda, sen daha doğmamıştın," demişti.

"Bunu canın sıkılsın diye demedim prenses. Yüzün düşmesin. Aksine... İkimiz için de iyi olur, olmaz mı?" diye sordu Harun bir heves. Heyecanı sesine yansıyordu.

"Benim düğün yapmakla falan derdim yok Harun. Böyle de iyiyim."

"Sen sırf mütevazı olduğun için öyle diyorsun. Her kadın düğün ister."

Sıla düz bir bakışla Harun'a baktı. "Birinci yılımızda çok büyük bir parti yaparız, olmaz mı?"

Harun bu fikri birkaç saniye kafasında hızla tarttı. Aslında iyi fikirdi. "Olabilir," diye mırıldandı.

Sıla 'bak gördün mü' dercesine bir yüz aydınlanmasıyla doğruldu. "Pratik bir insanım!" dedi. Harun gülerek Sıla'yı kendisine doğru çekti. Onun sırtını kendi göğsüne yaslayıp birkaç defa saçlarından öptü.

Gülerken gözleri bir an için gençlerin oturduğu masaya kaydı. Tolga'yı iki elini önünde birleştirmiş, rahatsız bir yüz ifadesiyle hacıyatmaz gibi ileri geri sallanırken görünce kaşlarını çatarak bir süre onu gözlemledi. Tolga'nın gergin ve rahatsız bakışları ara ara yanında oturmuş, arkadaşlarıyla konuşmakta olan Zümrüt'e kayıyordu.

Harun onun karın ağrısını saniyesinde çözdüğünde Tolga tarafından fark edilmek için kaş göz yapmaya başladı. Tolga birkaç masa ötedeki Harun'un kendisine baktığını görünce doğruldu. Şaşkın gözlerle Harun'a bakarken 'ne var' dercesine başını iki yana salladı. Harun da hemen Tolga'nın fark ettiğini görünce başıyla sol tarafı işaret etti. Tolga ilk anda anlayamayıp tekrar kafasını sorgularcasına salladı. Harun ısrarla kaşı, gözü, başı, her şeyiyle Zümrüt'ü işaret ederken dudaklarını "Dansa kaldır! Dansa kaldır!" diye oynatıyordu. Sıla yaslandığı Harun'daki kıpırdanmayı fark edince başını kaldırıp ona baktı. "Ne yapıyorsun sen?"

"Tolga'ya Zümrüt'ü dansa kaldır demeye çalışıyorum."

"Sessiz film oynayarak mı? Telefon diye bir şey icat edildi Harun. Sesli söyleyemiyorsan yazsana çocuğa."

Harun gözleri hala Tolga'nın üzerindeyken yerinden doğrularak kalktı. Tolga onun Zümrüt'ü işaret ettiğini anlamıştı. Harun anlatmak istediğini kendi kadını üzerinde açıkça göstererek Tolga'ya olabilecek en net mesajı verdi. Sıla'yı elinden tutarak piste götürdü.

Tolga'nın cesaretini toplayıp Zümrüt'ü dansa kaldırabilmesi bir sonraki şarkıyı bulmuştu. Hatta ilerleyen dakikalarda pist iyice dolmaya başlamıştı. Ebru herkesle dans etmişti, babasıyla bile. Ama en çok Philip'le ve Orhan Bey'le dans ederken eğlenmişti.

Ekin Bir, düğünün başında Ekin'i huzursuz etmekten çekinmişti fakat şimdi Ekin içtikçe açılmıştı. Ekin, Amsterdam gezisi boyunca Ekin Bir gibi alkolden kaçınmıştı ama düğünde salmıştı kendini. Ve içtikçe daha özgür olması, Ekin Bir'i de mutlu ediyordu. Hareketli danslarda ona katılmak içinden gelmese de, sevdiği kadını izlemek ona iyi geliyordu.

Ebru dinlenmek için oturduğunda, üçüncü bir göz gibi düğünü dışardan gözlemledi bir süre. Bu düğün için en büyük korkusu aşırı asilzade Elmaskaya tayfasının kendi arkadaşlarıyla yıldızının barışmayacağıydı. Şimdilik her şey güzel gidiyor gibiydi. Hatta kız tarafı ve erkek tarafı arasında çeşitli flörtleşmeler bile oluyordu. Bunlar hep iyiye işaretti.

"Benim güzel karımın keyfi yerinde mi?" Burak Ebru'yu hazırlıksız yakalayarak tepesinden eğildi ve yanağına sıcak bir öpücük bıraktı. Ebru ilk anda irkilse de akabinde hemen yanağını ona uzattı.

"Tabii ki de! Herkes eğleniyor, mutlu... ben de mutluyum! Ama yoruldum. Biraz şundan yiyeceğim," diyerek geldiği andan beri hiç dokunamadığı ana yemek tabağına uzandı. Midesindeki açlığı hızlı bir şekilde bastırması adına ekmek kullanmaktan da çekinmedi ve rostonun suyuna ekmek banarak büyük bir parça etle beraber ağzına attı. Ve bu an yaşanırken kimsenin fotoğraf çekmediğini umdu.

Burak her ne kadar onun bu tatlılığına gülmek istese de o da acıkmıştı. Gelin ve damatlar hiçbir zaman düğünlerde doğru düzgün yemek yiyemezlerdi. Bu bir gerçekti. O yüzden hazır fırsat bulmuşken Ebru'ya gülmek yerine o da yemeklerden bir iki çatal aldı. "Birazdan pasta keseceğiz."

"Ondan kesinlikle yiyeceğim. Şov için tek lokma alıp bırakamayacağım artık."

Ebru ağzında dev bir lokma varken masasının yakınından geçen Isırgan'ın gitaristi Furkan ve solisti Hasan'ı görünce onlara el kol yaparak anında dikkatlerini çekti. Ağzı bir sincap gibi dolu olan bir gelinin oturduğu yerde abuk subuk hareketler yapması kolay dikkat çeken bir durumdu.

"Siz ne zaman çalacaksınız?" diye sordu hemen Ebru ağzındakini yutunca. Uzanıp masadaki şaraptan büyük bir yudum aldı cevap beklerken. Resmen yemek borusu tıkanmıştı şu an.

"Biz de mi çıkacağız?" diye sordu Hasan garip bir ifadeyle.

Ebru alık alık gözlerini kırpıştırdı. "Harun tek başına davul çalarsa kimse dinlemez ve çok anlamsız olur diye düşünüyorum."

"Valla benim haberim yok!" dedi Furkan, bir Hasan, bir Ebru'ya bakarak. "Ayrıca biz burada nasıl çalacağız Ebru? Bakanlar falan var burada."

Ebru gürültüyle oflayarak iç geçirdi. Fakat daha fazla bezmiş bir tepki göstermedi. Birkaç bakanın davete icabet edişi de Agâh Cihangir Elmaskaya ve Burak Cem Elmaskaya ortak yapımı bir çalışmaydı.

"Onlar pastadan sonra gider bence. Hem kalsalar ne olacak? Bu onların düğünü mü? Benim düğünüm! We Are The Champions cover'ı dinlemediğim bir düğünümün olmasını istemiyorum."

Burak çocukların konuşmasına izin vermeden arkasına yaslandığı süslü sandalyeden "Açıkçası Ebru'ya katılıyorum. We Are The Champions'ı ben de isterim. Mümkünse bir Smells Like Teen Spirit ve Love Will Come Through da hoş olurdu. Sonuçta buraya eğlenmeye geldi herkes," deyip peçeteye ağzını nazikçe sildi. Furkan ve Hasan garip bakışlarla karşılarındaki aşırı beyzade görünümlü adamı süzdüler.

"Smells Like Teen Spirit grunge bir şarkı dostum, biliyorsun değil mi?" diye sordu Furkan ürkekçe.

Ebru, Burak şarabından içmekte olduğu için onun adına cevap vererek durumu açıkladı. "Arkadaş 95'te Cure izlemiş bir insan. Muhtemelen siz daha müzik bile yapmıyorken Nirvana konserine gitmiştir." Sesinde böbürlenen bir ton yoktu ama hal ve tavrından biraz Burak'ın bu avantajlarını kıskandığı seziliyordu. Karşısında duran iki adamın kaşları hayretle havaya kalkarken bu kez daha da fal taşı gibi açılmış gözlerle baktılar Burak'a. Burak mahcupça dudaklarını sımsıkı birbirine bastırdıktan sonra çekingen bir tonla "Haziran 92'de Dublin'de izlemiştim. Ergenken arıza bir çocuktum aslında," diyerek görüntüsü ve karakterinin arasındaki alakasızlık durumuna açıklık getirdi.

Furkan hafif hafif başını sallarken dikkatini şu an çalmakta olan Sezen Aksu'ya verdi. "Herhalde bir noktada Ne Kavgam Bitti Ne Sevdam'dan, Smells Like Teen Spirit'e geçmenin yolunu buluruz," diye mırıldandı. Ebru hemen mutlulukla ellerini çırptı. Sonra sağ elinin başparmağını onlara doğrulttu. "Süpersiniz! Pastadan sonra çıkacağınızı organizatöre iletirim ben!"

Ebru bir süre sessizce şarabını içen Burak'ı hayran bakışlarla izledi. Sonra dayanamayıp sordu. "İlk düğününde bunların hiçbiri çalmamıştı değil mi?" Burak birkaç saniye sessizce onun gözlerinin içine baktıktan sonra hayır anlamında başını iki yana salladı. Ebru uzanıp onun koluna sarıldı ve başını omzuna koydu. "Boş ver! Benimkinde de çalmamıştı."

***

Ebru düğününün hangi noktasında eline mikrofonu alıp sahneye çıktığını bilmiyordu ama bunu yapmıştı. Gerçekten yapmıştı. O bet ve sarhoş sesiyle bağıra bağıra Serseri Mayın söylemişti. Isırgan, sahneden ayrılmadan evvel, sarhoş Ebru'nun yanına, hala asaletini son derece koruyan karizmatik kocasını da zorla çıkartıp—Mike'ların bunda büyük payı vardı çünkü yeni evlenen erkeğin sırtına vuran Türkler gibi Burak'ı sahneye itelemişlerdi—We Are The Chapions'ı müstakbel gelin damatla düet yaparak söylemişlerdi. Burak çekinmeyi ancak bırakıp, şarkının 'And bad mistakes... I've made a few...' kısmında giriş yaptığında kızlar öyle abartılı bir çığlık attılar ki, Ebru sahnede durduğu yerden o anda Elizabeth'in yüzündeki ifadeyi görerek keyfine keyif kattı. Sanki birisi yeni yıkanmış bembeyaz bir örtünün üzerine zift dökmüş gibi bakıyordu kadın.

Şarkının nakaratında birçok konuk müziğin sesini bile bastıracak kadar yüksek sesle ve neşeyle şarkıya eşlik ederken herkes çok eğleniyordu. Gençlerin hemen hemen hepsi zaten sahnenin önündeydi ve danslar eşliğinde söylüyorlardı şarkıyı.

Isırgan şovunu bitirip sahneden inerken, artık sonuna gelinmiş düğünde sistemden sesi kısık bir şekilde eski Türkçe pop parçaları işitiliyordu. Ebru da yürümekte bir hayli zorluk çektiği dakikalara girmişti ve ne yazık ki bu akşam uçakta işi pişirme şansını iki kadeh önce kaybetmişti. Muhtemelen uçağa adım atar atmaz ağzından salyalar akıtmak suretiyle sızacaktı. Umuyordu ki Burak ilk gecesinde evlendiği kadının bu rezil halini görmesindi.

Çiçeğini de attıktan sonra artık düğün bitebilirdi. Herkes yorgun, sarhoş, bitik ve en önemlisi mutluydu. Düğünden sonra günbatımı esnasında yapılacak yarım saat-kırk dakika civarı sürecek fotoğraf çekimini de kazasız belasız atlattıktan sonra istediği yere bayılma hakkına sahipti.

"Çiçek atma vakti!" diye bağırdı sahnenin önüne inip sağ kenara gelerek. Sonra bir anda Ebru'nun yapacaklarından habersiz olan bütün bekâr kızlar cırlaya cırlaya onun arkasına doluştu. Derin'in en öne geçtiğini görünce ters ters kızına baktı ama onun otuz iki diş sırıtışı karşısında bir şey diyemeden gerisin geriye döndü.

Tam dönerken sağında duran Bahar'ın güruha katılmadığını görünce gözlerini kısarak ona baktı. Kerem Bahar'ın hemen arka çaprazında endişeli bir şekilde dikiliyordu.

"Sen neden katılmıyorsun? Hala bekâr değil misin?" deyip tatlı bir şekilde sataşarak arkadaşını grubun içine katmaya çalıştı. Onun grupta olması mühimdi. Tüm bu tantana onun içindi ne de olsa...

"Benim potansiyel bir koca adayım var. Bahtsızların önünü kapatmayayım dedim," diye cevap verdi Bahar kollarını göğsünün altında kavuşturup. Lacivert topuklu ayakkabılarını işaret parmağıyla iplerinden tutuyor, ayakkabılar vücudunun yanından sarkıyordu.

"İyi de şansı biraz da emekle birleştirmek lazım. Sen emek vermişsin, üzerine şans kat ki istediğin olsun. Bunların çoğunda ne emek var ne..." Derin'e doğru üstünkörü bir göz attı. "Ne de önümüzdeki on yıl evlenebilme ihtimali... O yüzden geç arkama derim."

Bahar kıs kıs güldü. "Yok, sağ ol. Ben böyle iyiyim. At da fotoğraf çekimine gidelim hadi. Bugün sarhoş olan sen olduğuna göre olgun davranan ben olmalıyım. Değil mi anneciğim?"

Ebru tek kaşını kaldırarak Bahar'ı süzdü. Zavallı Kerem arkasında soğuk terler döküyordu. Ebru onun o haline acıyordu. Kim bilir ne heyecanlı olmalıydı? Bir de Bahar işine ket vurmasaydı çocuğun...

Ama Ebru da pes edecek değildi. Her zaman bir çıkar yol vardı. "Pekâlâ, o zaman..." diye mırıldandı. Heyecanla bekleyen güruha arkasını dönüp çiçeğini iki eliyle tuttu, hafifçe elinde salladı. "Bazen ne kadar çabalarsan çabala, kaderi değiştiremezsin," diye mırıldanırken çiçeği havaya kaldırdı. Arkasından hafif bir uğultu yükseldi fakat Ebru hiç ellerini geriye doğru bile atmadan sol eliyle mavi çiçeklerden oluşan buketini Bahar'ın kucağına attı.

Mavi Bahar'ın rengiydi.

Buketin löp diye kucağına düşmesiyle feleğini şaşıran Bahar, daha "Ne olu—" cümlesini tamamlayamadan; Kerem'in, yanında yavaşça diz çöktüğünü görünce gözleri kocaman açıldı. Bu plandan haberi olmayan yakın grup üyeleri şok içinde onlara bakarken, bekâr kızlar grubundan şaşkınlık dolu sesler yükseldi. Olayı fark eden habersiz konukların da dikkati oraya doğru kaydı. Bahar'ın balık gibi açılmış ağzı ve şok içindeki gözleri bir an için sinsi sinsi sırıtan Ebru'ya gitti, sonra tekrar soğuk terler döken ama şapşal bir âşık gibi gülümseyen Kerem'i buldu.

"Belki de bu Mirza Bey'in hikâyesi mutlu sonla biter. Eğer Aslı'sı, Kara Sultan'ı da isterse tabii... O yüzden..." Kerem aceleyle ceketinin iç cebine elini daldırıp küçük kadife kırmızı kutusunu çıkardı. Yavaşça kapağı araladı.

"Bu soruyu süslü sormanın yolu 'Ömrünü benimle geçirmeye var mısın?'dır tarzı laflardır ya, galiba benim onları dememe gerek yok, nasılsa ömrümüz her türlü beraber geçecek. Yeter ki olması gerektiği gibi beraber geçsin. Bu sebeple net bir şekilde; tek ve mutlak şekliyle soracağım olması gerekeni... En güzel çiçeklerin mevsimi Bahar'ım, benimle evlenir misin?"

Bahar eğlenceli karakterine ve komik şanına yaraşır bir şekilde hala çekiç balığı gözleriyle bakıyordu Kerem'e. Kerem her zaman olduğu gibi içinden biraz da olsa ona gülmek istiyor ama kendini tutmaya çalışıyordu. Sonuçta bu tarihi bir andı. Tamam, Bahar'la hayatları boyunca tarihi sayılabilecek çok an yaşamışlardı ama bunun da değeri başkaydı.

Bahçede resmen acayip bir merak sessizliği vardı. Harun sahnede durduğu yerden birazdan Ebru'nun üstüne düşecek kadar eğilmişti Baharlara bakarken. Ekin daha cevabı duymadan ellerini ağzına kapatmış, gözlerinin musluklarını açmıştı. Çağatay da Bahar gibi şaşkınlığını atamamış sayılırdı ama kendini acayip mutlu hissediyordu. Sanki evlenecek olan kendisiymişçesine mutluydu. Ebru'ysa nefesini tutmuştu. Şu şeyi Kerem'le çok uzun süredir planlamışlardı. Kerem bunu ilk rica edip izin istediğinde Ebru sevinçten çıldırmıştı. O kadar bayılmıştı ki plana, hiç düşünmeden, Burak'a sormadan kabul etmişti.

Bahar Kerem'e asırlar gibi gelen bir süre boyunca sustu. Şaşkınlığını yavaş yavaş kontrol altına almayı başardığında, yüzüne yerleşmeye başlayan gülümsemeyle gözleri kısıldı. Dudakları masumane bir şekilde kıvrılırken gözleri dolar gibi oldu. Birkaç kez gözlerini kırpıştırdı ve dudaklarından sessiz bir gülüş firar etti. Dişlerini alt dudağına geçirip başını hafifçe iki yana salladı. Kerem bir şey çıkaramadı onun mimiklerinden. Gülüyordu ama başını sallıyordu?

En nihayetinde Kerem tam tekrar konuşacakken Bahar gözleri kaybolana kadar sırıtarak "Bir de soruyorsun Mirza Bey!" diye azarlar gibi kendine yakışan cevabı verdi. Eğilip iki elini onun yanağına koyarak onu ayağa kaldırdı. Şimdi boyu boyuna haline gelince iyi olmuştu.

Kerem'in yüzünü iki avucu arasında sımsıkı tutarken gözlerinden birkaç damla firar etti. "Tabii ki seninle evlenirim!" derken kendini tutamadı ve ağlarken gülmeye başladı. Kabul işitilince herkesten bir bağırış çağırış ve alkış tantanası koptu. Çağatay ve Harun ıslık bile çaldı. Hatta cümleleri anlamasalar bile olayı kavrayan İngiliz kesim de alkışladı var gücüyle.

Bahar uzanıp kendisi gibi gözleri dolan Kerem'i öptü. Akabinde hemen sımsıkı sarıldı. Bu sahiden de büyük bir andı. Kerem gibi bir erkeğin bile o okyanus mavisi gözlerinde dalgalara neden olacak kadar duygusaldı. Tüm plan kendisine ait olmasına rağmen Kerem bile o kadar şaşkındı ki şu an, yüzüğü Bahar'a takmadan ona sarılmıştı. Bırakası gelmiyordu.

Harun sahneden inince gelip kolunu Ebru'nun omzuna attı. Gurur ve hayranlık karışımı bir duyguyla ona bakarken Ebru başını hafifçe yana eğerek "Hin ve cin zekâm iş başındaydı Harun Bey. Tıpkı sizinki gibi," dedi. Harun ona hak verircesine kafasını aşağı yukarı sallayarak güldü.

Ekin yanında Çağatay'la beraber Ebru'ya doğru gelirken, hala hem ağlar hem şaşkınlıktan ağzı açık bir vaziyetteydi. "Bunu beraber mi planladınız?" diye sordu Ebru'ya.

"Evet. Kerem düğün akşamı bir şeyler yapmak için benden izin istemişti. Sonra ben daha önce bir videoda gördüğüm bu teklifi hatırlayınca bunu yapmaya karar verdik. O yüzden Bahar'ın en sevdiği çiçeği seçmiştim."

Ebru'nun son cümlesini, ona yaklaşırken duyan Bahar minnetle gülümsedi arkadaşına. Kerem kolunu ona dolamış, Bahar'ın vücudunu sımsıkı kendisine yaslamıştı. İkisinin de yüzünde güller açıyordu.

"Bu cidden büyük fedakârlık Ebru ya... Düğün çiçeğini benim yüzümden değiştirmişsin..." dedi Bahar biraz buruk bir şekilde. Ebru onun bu sözlerini hiç takmadı bile. Az önce sözlenen arkadaşlarının ikisini de kendisine çekip sarıldı. Sonra Ekin "Ay!" diye bağırıp kıskanarak üçlünün üzerine doğru sarıldı. Kerem ufak kadını hemen kolunun altına alarak saçlarından öptü. Bu tablo karşısında Çağatay ve Harun da fazla dayanamadılar ve diğerlerine katıldılar.

"Pardon! Bölüyorum ama karımı alabilir miyim artık? Fotoğraf çekimi için hazırlanmalıyız. Zaten siz de geleceksiniz." Burak'ın seslenmesini duymalarıyla kıkırdaşa kıkırdaşa ayrıldılar.

"Bir selfie çekelim, geliyoruz," dedi Ebru. Bahar hemen Kerem'den telefonunu alarak duruma el koydu. Ve ayrılmaz altılının, bu hayatlarındaki en mutlu günlerinden birini ölümsüz kıldı.


*Kısa şiir canım yazar dostum Ece Altınkaya'ya aittir :)

Continue Reading

You'll Also Like

12.8K 282 23
0544***** Geçmiş olsun zeytin gözlüm 0544***** Batmadınız diğmi, hâlâ zenginsin Zeytin Gözlüm: Kimsin lan sen? Zeytin göz ne? Zeytin Gözlüm: Sen mi y...
22.2M 903K 116
İşte oradaydı... Muhtaç olduğum kadın korkuyla bana bakıyordu. Ona biraz daha dokunmazsam sanki ölecektim. Bu hastalıklı duygular beni resmen ele geç...
27.6K 2.6K 70
Bu hikaye kurgu ve ya hayal değildir..Gerçek hayattan esinlenerek yazılmış bir hikayedir..Her şeye rağmen hayata güle bilen Durunun hikayesi🧚‍♀️ Umu...
574K 48.9K 68
Hazinedarların küçük kardeşi Nehir, abisinin gölgesi altında kalmaktan dolayı oldukça şikayetçiydi. Abisi her işine karıştığı gibi ona uygun olan bir...