GÜZEL GÜNLER KULÜBÜ

By sezgisalman

345K 30.7K 8.4K

Kerem: İyi bir avukat, deli dolu bir insan, mükemmel bir arkadaş. Bahar: Enerjik kişilik, sabırlı karakter, m... More

Giriş
1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm
26. Bölüm
27. Bölüm
28. Bölüm
29. Bölüm
30. Bölüm
31. Bölüm
32. Bölüm
33. Bölüm
34. Bölüm
35. Bölüm
36. Bölüm
37. Bölüm
38. Bölüm
39. Bölüm
40. Bölüm
41. Bölüm
42. Bölüm
43. Bölüm
44. Bölüm
45. Bölüm
46. Bölüm
48. Bölüm
49. Bölüm
50. Bölüm
51. Bölüm
52. Bölüm
53. Bölüm
54. Bölüm
55. Bölüm
56. Bölüm (Final)

47. Bölüm

4.1K 551 93
By sezgisalman

Sıla akşamüstünden beri milyonuncu kez üstündeki elbiseyi düzelttikten sonra, yüzüne kocaman bir gülümseme yerleştirerek kapıyı açtı. Avuç içleri o kadar çok terliyordu ki, kapı tokmağının elinden kaymaması şaşırtıcıydı. Karşısında kendisi gibi gülümseyen dokuz kişiyi görünce, bir an için kaşları havalandı. Ama akabinde hemen tekrar mutlulukla gözleri kısıldı. "Hoş geldiniz," dedi.

Sıla'nın hemen yanında duran annesi, yengesi ve Samet abisi de ilgi ve merakla kapıda duranlara gülümsediler. Gayet nazik tavırlarla önce büyükleri, sonra gençleri teker teker selamlayıp içeri buyur ettiler. Sılalar da Harunlar gibi kalabalıklardı. Sıla'nın Serdar abisi ve yengesi de isteme törenini duyunca kalkıp gelmişlerdi. Sıla onların gelmeme gibi bir ihtimalleri olmadığını biliyordu.

Sıla'nın ailesi ilk duyduklarında, Harun'un gerçek ailesinden sadece annesiyle gelecek olmasını garip karşılamışlardı. Sıla onlara durumu kekeleye kekeleye açıklamıştı. Harun'un sahip olduğu yegâne ailesinin Baharlar olduğunu anlatmıştı. Ama bu gibi durumlar kendi ailesinin düşünce yapısına ters olduğundan, pek kafaları ermemişti duruma.

Başta annesi çıldırmıştı bu isteme olayına. Kızının kendisinden habersiz böyle işlere kalkışması çok kızdırmıştı Ümran Hanım'ı. Suat gibi Harun'u yerden yere vura vura bitirememişti. Biraz sakinleşip Harun'u sorduğundaysa; resmen yüz seksen derecelik bir dönüş yaşamıştı. Harun'un ünlü şarkıcılarla çalan bir müzisyen olduğunu ve çok iyi bir geliri olduğunu Sıla'nın ağzından kerpetenle laf alarak keşfetmesi, Ümran Hanım'ın gözünü boyamaya yetmişti.

Salih Bey ise nötrdü. En başından beri sakinliğini, sükûnetini ve ifadesizliğini koruyordu. En büyük ağabeyi Serdar'sa Suat gibi huysuzdu tabii ki de. Sıla o kadar alışkındı ki onların bu hallerine, artık takmıyordu. Tek istediği kazasız belasız bu geceyi atlatmak ve bu evden sonsuza kadar çıkmasını sağlayacak bileti kazanmaktı.

Bazen kendini suçlu hissetse de, benliğine sürekli Harun'a âşık olduğunu hatırlıyordu. Harun'u bu evden çıkış yolu olarak görmek istemiyordu. Onunla evlenmek istediği için evleniyordu. Güzel bir işi, güzel bir evi, güzel bir aile ortamı ve güzel bir geleceği olacaktı onunla. Mutlu olacaktı.

Bir tanışma faslı da salonda yaşandıktan sonra Sılaların ortalama genişlikteki salonunda, on yedi kişi bir yerlere dağılarak oturmuştu. Sıla heyecan ve panikten eve girdiklerinden beri doğru dürüst Harun'a bakamamıştı bile. Üstünde Sıla'nın daha önce hiç görmediği bir takım elbise olduğunu fark etmişti. Saçlarını güzelce taramış, sakallarını tıraş etmişti. Her zamanki gibi çok yakışıklıydı. Sıla onun her haline âşıktı!

"Eee... Nasılsınız Salih Bey? İyisinizdir inşallah?" Orhan Bey'in gür sesi salonda yankılanırken birçok göz onun üzerindeydi. Orhan Bey'in oturduğu geniş kanepenin tam karşısındaki tekli kanepede oturan Salih Bey hafifçe başını eğerek "İyiyiz Orhan Bey. Sizler nasılsınız? Bir hayli kalabalık gelmişsiniz, ne güzel!" diye yanıtladı Orhan Bey'i. Artık bir maskeye dönüşmüş olan otoriter ve aksi Türk babası ifadesi yüzündeydi.

"İyiyiz, iyiyiz. Biz böyle değişik... kalabalık bir aile sayılırız," dedi Orhan Bey etrafında oturan gruba bakarak. Herkesi ismen ve ilişkisini söyleyerek tanıttıktan sonra, Harun'u en sona bıraktı. "Ben Harun'u tanıdığımda sene '99'du. Benim oğlumun en yakın arkadaşlarından biriydi... Aslına bakarsanız Çağatay öz oğlum olsa da, Kerem de Harun da benim oğlumdan farksızdırlar. Keza Bahar, Ebru ve Ekin kızlarım da."

Ayfer Hanım nezaketle Salih Bey ve Ümran Hanım'a gülümseyerek "Orhan Bey'in hakkını hiçbirimiz ödeyemeyiz. O yüzden bugün burada bizimle olması çok doğru bir karar," diye ekledi.

Büyükler konuşmaya devam ederken; Harun ilk kez sahneye çıktığı günü hatırlıyordu, o zaman bile bu kadar heyecanlanmamıştı. Kalbi eve girdiğinden beri deli gibi atıyor, inatla yavaşlamıyordu. İçinde garip bir mutluluk, heyecan ve huzursuzluk vardı. Duyguları karman çorman olmuştu.

Arada bakışlarını kaldırıp kaçak gözlerle Sıla'ya bakıyordu. İçi ısınıyordu öyle anlarda, Sıla göremese de gülümsüyordu ona. Ama sonra Suat'ın delici bakışlarını da kendisinin üzerinde hissediyordu. Hemen bakışları Suat'a ve yanında oturan Serdar'a kayıyordu. Serdar'ın sadece bir kez gözlerine bakması yetmişti. Onun da Suat gibi olduğunu, kişilik olarak Samet'le uzaktan yakından alakası olmadığını anlamıştı. Ve Serdar'ın karısının suratındaki yabani ifadeye bakılırsa, o da Serdar'dan çok farklı değildi.

Salih Bey an geliyordu, güzel güzel konuşuyordu. O zamanlarda Harun rahatladığını hissediyordu. Sıla babası hakkında hiçbir şey söylememişti çünkü. Babası, Sıla'nın da dediği gibi, kapalı kutu misali bir adamdı gördüğü kadarıyla. Fikirleri konusunda ser verip sır vermiyordu. Yüzü genelde mahkeme duvarı gibiydi. Ama saygıyı da elden bırakmıyordu Salih Bey. Annesiyle, Orhan Bey'le güzel konuşuyordu.

"Ne işle uğraşıyorsunuz Harun oğlum?"

Harun sorunun kendisine geldiğini birkaç saniye rötarlı olarak fark etti. Ümran Hanım sormuştu. Harun onun bu sorunun cevabını detaylıca bildiğini de biliyordu.

"Müzisyenim efendim," dedi gülümsemeye çalışarak. "Müziğin her alanıyla hemen hemen uğraşıyorum. Asıl branşım bateri çalmak olsa da, yeri geldiğinde aranje de yapıyorum, beste de yapıyorum, DJ'lik de yapıyorum."

"Konserlerde mi çalıyorsunuz?" diye sordu Sıla'nın yengesi meraklı ve memnuniyetsiz sesiyle.

"Konser, albüm kaydı... Ne zaman ne geleceği çok belli olmuyor. Düzenli çalıştığım birkaç şarkıcı var. Kendi grubum da var."

"Tam olarak düzenli bir işin yok o zaman? Güvencesi yok yani?" dedi Serdar uyuz uyuz.

Harun meydan okurcasına baktı ona. "En az sizin, Samet'in işi kadar güvenli benim işim. Sözleşmeli çalıştığınız yerde de yarın işten çıkarılmayacağınızın garantisini size kimse veremez. Ama merak etmeyin, benim kendime güvenim tam. Her ne kadar müzisyenlik dışarıdan laylaylom bir iş gibi görünse de, gerektiğinde günde on sekiz saat bileğimi yorarak çalışıyorum ben. Elimle para kazanmanın ne olduğunu biliyorum. Küçükken de birçok işte çalıştım. Marangozluğundan tutun, araba tamirciliğine, terzi çıraklığına kadar. Çalışmaktan gocunuyor olsam evlenmeye kalkışmazdım zaten. Sorumluluk almaktan kaçınırdım."

Harun'un iddialı açıklaması üzerine Çağatay, Ebru, Ekin, Kerem ve Bahar çaktırmadan birbirlerine bakarak beğeniyle kafalarını salladılar.

"Sıla kızım, hadi sen kahveleri yapmaya başla istersen, vakit alacak gibi." Ümran Hanım salondaki tansiyonun iniş çıkışlarını hissettiği an ayaklandı ve kızını da kendisiyle birlikte ayaklandırdı. Sıla herkesten kahveleri nasıl içtiğini öğrendikten sonra mutfağa döndü. Yengesi de ikiliyle birlikte mutfağa giderken, Bahar son anda peşlerine takıldı.

Salih Bey, Harun'a hayatıyla ilgili detay sorular sormaya devam etti. Genel anlamda Harun'un iş saatlerinden ve yaşama düzeninden pek memnun olmadığını dışarı yansıtıyordu. Normalde en ufak duygusunu saklayan adam, bu konudaki tedirginliğini dışarı yansıtmaktan çekinmiyordu.

Serdar da Harun'un az önceki çıkışından sonra ona iyice bilenmiş, onu nakavt etmeye çalışmaya devam ediyordu.

"Sürekli barlardasın. İçkisi, sigarası, kim bilir nasıl tipler oralarda... Sıla'yı da kendinle beraber buralara mı sürükleyeceksin? Peki ileride nasıl olacak? Sen gece çalışacaksın, Sıla gündüz. Nasıl uyum sağlayacaksınız birbirinizin hayatına? Bunlar önemli detaylar."

Harun, Serdar 'kim bilir nasıl tipler oralarda' derken ok gibi bakışlarını imalı bir gülüşle Suat'a çevirmişti. Suat gecenin başından beri ilk kez diken üstünde oturuyormuş gibi rahatsızca oturduğu sandalyede kıpırdanmıştı.

"Serdar'ın hakkı var biraz. Sıla senin hayatına uyum sağlayamaz. Yanlış anlaşılma olmasın, kimse gücenmesin, bizim dünyamızda pek öyle şeylere yer yoktur," dedi Salih Bey biraz çekingen ama yine de dediğine inanarak konuştu.

"Kimseyi zorla bir yere sürükleyecek değilim, merak etmeyin. Kendim bile barlarda artık zaman geçirmiyorum. Sıla'yı da asla zorlamam. Hem haftanın her akşamı çalışmıyorum. Belli dönemler dışında diyeyim en azından. Çoğu zaman da konserler on ikiye kadar bitmiş oluyor."

Eğer beş dakika sonra kahvelerin ilk partisi gelmeseydi, Harun iyice kendini Sıla'yı kötü yola düşürecek koca adayı gibi hissetmeye başlayacaktı. Arada Orhan Bey'in ve annesi falan da destek çıkmaya çalışıyordu ama Serdar'ın tavrı bezdiriciydi gerçekten. Suat'ın daha etkili bir versiyonu gibiydi adam.

Kahvelerin tamamı dağıtıldığında neyse ki konu biraz dağılmıştı. Harun sağdan soldan gelen saldırıları savuşturmaya çalışmaktan yorulmuştu. Sıla kahvesini verirken onun gözlerinin içine bakıp gülümseyecek gücü bile kaybetmişti. Oysaki Sıla'ya güven veren bir şekilde gülümsemeyi istemişti. Çünkü bütün gece boyunca en yakın olabilecekleri tek an, o andı.

Sıla kahve işleri bittikten sonra yerine oturduğunda, gecenin başında sahip olduğu neşesini biraz kaybettiğini hissetmişti. Çünkü salona döndüğünde, insanların yüzlerindeki ifadeleri görünce tadı kaçmıştı. Harun'un rengi atmıştı, biraz da terlemişti. Gözlerinden içinde kızgınlığıyla savaş verdiği çok rahat okunuyordu. Sıla onun böyle anlarını biliyordu.

Bu gecenin kolay olmasını hiç beklememişti ama en azından olumlu sonlanmasını istiyordu. Zor da olsa her şeyin yoluna girmesini istiyordu.

Kahve içtikleri süre boyunca Ayfer Hanım, Muğla'daki yaşamından bahsetmişti biraz. Keyifleri yerine getirmeye çabalamıştı kadıncağız. Ama Harun artık içine çöreklenen huzursuzluğu daha baskın olarak hissetmeye başladığı için doğru dürüst annesine kulak verememişti. Salih Bey'in isteksiz ve gergin gözlerinden alamıyordu bakışlarını bir türlü. Serdarlar gram umurunda değildi, ne düşündükleri, ne yaptıkları... Şu adam bir ısınsaydı...

Annesi boş kahve bardağını sehpaya bırakıp "Artık lafı uzatmayayım hiç ben. Direkt konuya gireyim o zaman. Sebebi ziyaretimiz malum... Allah'ın emri, peygamberin kavliyle, kızınız Sıla'yı, oğlumuz Harun'a istiyoruz," dediğinde Harun bakışlarını Sıla'ya çevirdi. Nasıl da hevesle ve umutla bakıyordu Sıla, Salih Bey'e doğru. Harun onun gözlerindeki o umut dolu yıldızları gördüğü an içi cız etmişti.

Ama Harun öyle bakamıyordu.

Salih Bey genzini temizleyerek oturduğu koltukta yavaşça doğruldu. Gergince bakışlarını sırayla Füsun Hanım'ın, Orhan Bey'in, Ayfer Hanım'ın ve Harun'un üstünde gezdirdi. Onları asıl muhatabı olarak kabul etti ve konuşmaya başladı.

"İlk duyduğumda Sıla'nın kendi başına bir işe kalkışmasına biraz hiddetlenmiştim. Fakat bu devirde işler artık bu şekilde yürüyor, gençler kendileri karar alıyorlar... Tekrar kusura bakmayın. Sizler okumuş etmiş, İstanbul'da yetişmiş, aydın insanlarsınız. Bizim eski usul adetlerimiz size tuhaf gelebilir... Ben, kızım da sizler gibi okumuş, tahsilini tamamlamış birisi olsun diye bunca sene çabaladım. O bugüne kadar beni üzmedi, ben de ilk kez kızım benden bir şey rica etmiş, onun istediğini yapayım dedim..." Salih Bey konuşmasına bir es verip "Lakin!.." dediğinde, art arda salondaki birçok yüz düştü. Sıla afallamış bir halde babasına bakarken anında gözleri doldu. Hâlbuki ne kadar güzel başlamıştı konuşmaya! Sıla ilk kez kendisi hakkındaki fikirlerini duymuştu babasından.

"Harun her ne kadar iyi yürekli, efendi bir adam olsa da, bu işe mâni olan birçok teferruat var. Sıla daha çok genç... Ben sana yaşlısın demiyorum, sakın yanlış anlama ama aranızdaki yaş farkı da göz ardı edilemeyecek kadar fazla. Bizim zamanımızda böyle şeylerin üstesinden gelinirdi tabii. Şimdi olur mu, onu bilemiyorum, güvenemiyorum. Hadi bunu bir kenara bırak, senin hayatın Sıla'nın hayatına denk olur mu hiç? Sen her ne kadar bana üstesinden gelebileceğini söylesen de, ben bunların lafta kalacağını biliyorum. Senin eve gelmediğin her bir akşam, benim kızımı üzecek, endişelendirecek, mutsuz edecek."

Samet uzanmış sıkı sıkı Sıla'nın elini tutuyordu. Sıla elini öyle bir yumruk yapmıştı ki tırnakları avuç içlerine batıyordu delicesine. Samet'se onun kendini böyle kasmasına engel olmaya çalışıyordu ama nafileydi. Yüzünü göremese de kardeşinin dişlerini sıktığının, hırsından çıldırmak üzere olduğunun farkındaydı.

"Sayacak çok neden var aslında ama ben daha fazla konuşup üzmek istemiyorum sizi... Ben altmış yaşındayım, daha tükenmeyen sevda görmedim. Evliliği yürüten birliktir, dirliktir. Siz çok ayrı dünyaların insanlarısınız."

Sıla yerinden kalkacak gibi olduğu an Samet sıkı sıkı tuttu onu. Herkes sus pus olmuş, kimseden çıt çıkmıyordu. Babasının akabinde Serdar oturduğu koltukta dikleşip "Açıkçası ben de babama katılıyorum maalesef. Bu işin pek oluru yok gibi," dedi. Orhan Bey bile ilk defa hangi iki kelimeyi bir araya getirmesi gerektiğini bilmiyordu. Adam eğer ters konuşarak bu işi yapmış olsaydı bir şekilde hallederdi. Fakat Salih Bey de kendince haklı konuşmuştu. Kızını güvence altında tutmak istiyordu. Her ne kadar suratsız bir baba gibi görünse de, kızını fazlasıyla seven ama bunu pek gösteremeyen bir baba olduğu aşikârdı.

Salih Bey sustuğundan beri sadece Sıla'ya bakmakta olan Harun'sa gözlerini ondan alamıyordu. Onu burada bırakıp gitmek istemiyordu. Onsuz gidemezdi. Şimdi kolundan tutup götürse ne olurdu? Her şey daha mı berbat olurdu?

Sıla'nın gözlerinden akan yaşlara bakarken 'Keşke' demişti içinden. 'Keşke daha düzgün bir hayatım olsaydı. Keşke bir serseri gibi büyümeseydim. Babamın oğlu olacağıma, Sıla'nın yanına yakışacak bir adam olsaydım.'

"Siz de kendinizce haklısınız Salih Bey. Fakat üzdünüz çocukları. Bizi de!" diye mırıldandı Orhan Bey. Harun'un omzunu sıktı hafifçe.

"Biraz zaman geçtiğinde onlar da anlayacak, görecekler demek istediğimi Orhan Bey... İyi ki geldiniz, ayağınıza sağlık." Salih Bey ayaklanınca Orhan Bey de ayaklandı. İkili tokalaşırken, yavaştan herkes üzerindeki tutukluğu atarak koltuklarından ve sandalyelerinden kalktı.

Harun allak bullak bir haldeyken, Suat'ın sinsice gülümseyen yüzü gözüne çarptığında içinde bir öfke dalgası hızla yükseldi. Kendini tutamayıp onun üzerine atlayacak gibi olduğunu hissettiğinde Kerem'in elini omzunda hissederek durdu.

Kalabalık grup kapıya giderken gözleri Sıla'yı aradı fakat göremedi. Kargaşada kaçmış olmalıydı. Samet'in koridordan geldiğini görünce Sıla'nın odasına gitmiş olabileceğini tahmin etti. Kim bilir nasıl ağlıyordu, nasıl mutsuzdu... Yanında bile olamıyordu ki!

"Tekrar kusura bakmayın Ayfer Hanım, Orhan Bey, Füsun Hanım. Yanlışımız olduysa affedin," dedi Salih Bey kapıda herkesi uğurlarken. Kapı önünde herkesin aynı anda konuşmasından kaynaklı bir uğuldama olduğu esnada, sesler kafasında büyüyen Harun Suat'ın gülerek yanındaki kardeşi Süha'ya doğru "Ben demiştim o küçük düzenbaza o iş yaş diye... Dinlemedi beni. Onun ne haddine kendi başına evlenmelere kalkışmak falan!" diye bir şeyler dediğini duyunca bir anda nevri döndü. Hiç kimseyi ama hiç kimseyi umursamadan Suat'ın üstüne doğru gidip onu arkasındaki duvara yapıştırdı. Aynı anda birkaç kadının dudaklarından panik nidaları döküldü. Neye uğradığını şaşıran Suat şok içinde göğsüne dayanmış kola bakarken Harun dişlerinin arasından "Seni de, kendimi de yakarım Suat! Bir an bile düşünmem, yakarım! Sus!" diye tısladı. Serdar Harun'a doğru atılacakken olan bitene hâkim olan Samet korkuyla Suat'ı Harun'un elinin altından çekti. "Aman abi yapmayın!" dedi Samet, Harun'a doğru korkuyla. Gözlerini kocaman açmıştı imalı bir şekilde. Orhan Bey ve Ayfer Hanım, Harun'u azarlarken Salih Bey ne olduğunu anlamaya çalışır gibi delikanlılara bakıyordu. Harun ceketini düzeltip Salih Bey'le direkt göz teması kurmadan ona ve Ümran Hanım'a hitaben "Özür dilerim sizden. Kendime hâkim olmam gerekirdi ama... dört oğlunuz var... alışkınsınızdır erkeklerin bu itiş kakışlarına. Saygısızlık ettim, kusura bakmayın. İyi geceler!" dedikten sonra apartman koridorundaki arkadaşlarını yararak hızlıca demir kapıyı açıp dışarı çıktı fırtına gibi. Gençler de Harun'un peşi sıra kendilerini apartmanın bahçesine attılar.

Onlardan birkaç saniye sonra Orhan Beyler de Harun adına özür dileyip ayrıldılar. Orhan Bey en son gitmeden evvel Harun'un son davranışı yüzünden biraz çekince duysa da "Bir daha düşünün Salih Bey," demişti kendini tutamayıp.

Son kişi de gidip kapı kapandıktan sonra Salih Bey eski aksi baba ifadesine bürünerek oğullarına doğru döndü. Serdar ve Suat aralarında Harun'un densizliğinden ve nasıl işe yaramaz herifin teki olduğundan bahsederlerken Salih Bey ciddi ve kızgın bir sesle "Ne demek istedi Harun 'seni de kendimi de yakarım' derken?" diye sordu. Samet'in gözleri bir kez daha şaşkınlıkla büyürken, Suat'ın bir anda beti benzi attı. Bembeyaz bir yüzle babasına bakakaldı.

***

Harun kendini açık havaya atar atmaz hiçbir şeyi umursamadan bir sigara yaktı. Hızlı adımlarla Bahar'ın arabasına yürürken arkasından adını seslenerek koşturan arkadaşlarına doğru döndü. "Annemi de kızlarla beraber bizim eve atar mısınız, Kerem, Çağatay? Ben Bahar'ın arabasını alacağım tek başıma."

"Nereye gideceksin bu halde tek başına? Biz de gelelim nereye gidiyorsan?" dedi Ebru.

"Biraz yalnız kalayım Ebru, lütfen. Annemi eve bırakın, başka bir şey istemiyorum."

"Ama Harun ya!" diye inledi Ekin. Harun daha fazla bu savaşı verecek gücü olmadığını hissettiğinden "Hadi beni yormayın. Yarın bol bol vaktimiz olacak zaten halime ağlamaya," dedi. Bahar'ın arabasının kilidini açıp hemen arabaya bindi. Orhan Beyler apartmandan çıkmadan gazlayıp gitti.

***

Harun bir elinde az önce aldığı votka şişesi, diğer elinde gündüzden Bahar'ın bagajında kalmış olan akustik gitar kutusuyla parkın denize bakan tarafındaki banklardan birine yürüdü. En uçtaki boş banka kendini boş bir çuval gibi bıraktı. Kuvvetli dalgalar parkın etrafındaki çıkıntılara çarptıkça havalanarak yerlere dökülüyordu.

Votka şişesinin kapağını bilinçsiz bir hareketle açtıktan sonra şişeyi direkt kafasına dikip büyük bir yudum aldı. Cebinden telefonunu çıkarıp bir süre boyunca boş boş ekrana baktı. Duvar kâğıdında Sıla'yla beraber çekildiği bir fotoğraf vardı. Hiçbir yerde paylaşamadığı, Sıla'nın ailesi görür diye herkesten bir sır gibi sakladığı onlarca fotoğraftan birisiydi.

Rehberinden favorilerden onun numarasını buldu. Titreyen başparmağını 'Prenses' adının üzerine getirdi. Telefon uzun bir süre çaldıktan sonra bir iç çekiş sesiyle açıldı.

"Bebeğim?" diye mırıldandı Harun. Sesini elinden geldiğince güçlü çıkarmaya çalışmıştı. Sıla zaten üzgündü, daha fazla üzmek istememişti.

Sıla bir şey demedi. Burnunu çekmek dışında hiçbir tepki vermeyince Harun kafasını bankın arkasına doğru attı. Onun sessizce ağlamasını dinledi. İkisi de telefonu kapatmadı.

"Ağlama prenses. Lütfen bak... dayanamıyorum. Ağlama."

"Bana boşuna prenses deme artık. Gördün bir prenses olmadığımı! Nasıl bir dünyada yaşadığımı... Bana her şey haram. Benim hayal etmeye bile hakkım yok—"

"Şşt şşt şşt! Bu böyle bitmeyecek Sıla. Ailen izin vermiyor diye benden vaz mı geçeceksin? Beni sevmeyi bırakabilecek misin?"

"Kendimi bilmem ama sen bırakmalısın Harun... Babam haklı, görmüyor musun? Biz çok ayrı dünyalarda yaşıyoruz. Ben senin yaşadığın o cennete gelemeyeceğim, seni kendi cehennemime çekeceğim, anlasana! Seni daha fazla zorlayamam."

"Ne cenneti, ne cehennemi, ne zorlaması Sıla? Ben neye zorlanıyorum? Ben sadece şu an zorlanıyorum! Sensizken zorlanıyorum, anlamıyor musun? Çok seviyorum Sıla! Ben vazgeçmeyeceğim!" diye bağırdı artık Harun. Sokakta olmayı umursamadı bile.

Sıla hattın öbür ucunda dili tutulmuş bir halde durdu. Diyecek bir şeyi yoktu. Kalbi acıyordu, ruhu acıyordu. Sanki neresinden tutmaya çalışsa elinde kalacakmış gibi hissediyordu.

"Pes etmeyip ne yapacağız?"

"Bir yolunu bulacağım Sıla. Sana söz veriyorum..."

"Seni seviyorum Harun. Her şeyden çok seviyorum."

"Ben de seni prensesim. Ben de seni çok seviyorum."

Sıla, Samet abisi odaya gelince telefonu kapatmak zorunda kaldı. Harun son anda sinirle telefonu denize fırlatmanın eşiğinden döndü. Oysaki telefonu çok güzel kapatmışlardı.

Ama ikisi de çaresizdi hala.

Votkasından birkaç yudum alırken sağ tarafında kalan bankta birinin oturduğunu fark edince başını yavaşça o tarafa doğru çevirdi. Ekin Bir, bacak bacak üstüne atmış, bir kolunu bankın arkasına, başını da eline yaslamış vaziyette Harun'dan tarafa dönük oturuyor, yüzünde dümdüz bir ifadeyle Harun'a bakıyordu.

"Senin burada ne işin var?" diye sordu Harun. Sesinde ne yazık ki az önceki sinirlenişinin ve tatsız gecesinin izleri vardı. Normalde durup dururken suçsuz adama böyle ters bir tavırla yaklaşmak istemezdi.

"Anladığım kadarıyla senin ne işin varsa, benim de o işim var," dedi Ekin Bir, Harun'un sesine hiç aldırmadan. Alayla gülerek arkasında kalan şarap şişesini hafifçe kaldırıp Harun'a gösterdi.

Harun gözlerini kapatıp derin bir nefes alarak kendini toparlamaya çalıştı. İsteksiz, buruk ve alaycı bir gülüşle, başını iki yana sallayarak gözlerini açtı. "Entel adam şarap içiyor tabii."

Ekin Bir bu kez daha kuvvetli güldü. "Beynimi uyuşturacak herhangi bir şey kâfidir. Düşünmeyeyim yeter."

Harun votkasından birkaç yudum daha aldıktan sonra yanında duran akustik gitarı kutusundan çıkardı. Gece mavisi rengindeki gitarı kucağına koyarken Ekin Bir de kalkıp Harun'un yanına, onun bankına oturdu. Dirseklerini dizlerine dayayarak gitarı görecek şekilde eğildi.

"Sen davul çalıyorsun sanıyordum?" dedi konuşmuş olmak adına. Neler olduğunu sormayacaktı Harun'a. Sormanın hiç gereği yoktu.

"Bunu da az buçuk tıngırdatıyoruz." Harun sol elinin işaret parmağını dördüncü perdeye yerleştirip bir nota bastı. Sağ elinin parmakları arpej yaparak tellere vurduğunda sahile hüzünlü bir ton yayıldı.

Sonra yine arpejle hoş bir melodi çalmaya başladı. Arada geçişlerde hızlanıyor, akabinde tekrar o duygusal çalışa geri dönüyordu.

"I walk through the valley of the shadow of death.

I fear no evil because I'm blind to it all.

My mind and my gun they comfort me,

Because I know I'll kill my enemies when they come.

Surely goodness and mercy will follow me all the days of my life,

And I will dwell on this earth forevermore.

I walk beside the still waters and they restore my soul,

But I can't walk on the path of the right, because I'm wrong."*

Tarazlı, yorgunluktan ve mutsuzluktan çatallanmış sesine rağmen yine de şarkıyı güzel söyledi. En azından Ekin Bir'in arkasına yaslanmasına ve gözlerini kapatarak sadece Harun'u dinlemesine yetecek kadar güzel söyleyebildi. İkisi de birkaç dakikalığına her şeyi düşünmeyi bırakabilmişlerdi böylelikle.

Harun'un parmakları son cümleyi söylerken yavaşlayarak durdu. Uzanıp votka şişesini aldı ve kafasına dikti. Uzun süren yudumu boğazını yakınca yüzünü buruşturdu. Şişeyi geri bıraktıktan sonra tekrar tellere dokundu. Yine dudaklarından hüzünlü bir şarkının sözleri döküldü.

***

Sabaha karşı eve döndüğünde kafası o kadar bulanıktı ki, anahtarını kilide yerleştiremedi. Birkaç saniyenin ardından kapı açılınca dayandığı pervazdan içeri doğru düşecek gibi oldu boş bulununca. Kapıyı açan Çağatay onu tuttu.

"Senin ne işin var bura—" derken evinin salonunda oturan grubu görünce gözleri büyüdü. "Orhan amca sen hala burada mısın?" Şok içinde açtığı gözleriyle balkonun önünde purosunu içmekte olan Orhan Bey'e baktı. İçeri girince Çağatay arkasından kapıyı kapattı.

Kerem, Bahar, Ekin, Çağatay ve Orhan Bey evdeydi. Ayfer Hanım'ı zorla yukarı uyumaya göndermişlerdi. O da bir süre oturup oğlunu onlarla beraber beklemiş, sessizce ağlamıştı. Bahar kadıncağızın yorgun düştüğünü görünce zorla yukarı göndermişti bir saat önce.

Orhan Bey purosunu söndürüp gergin birkaç adımla Harun'a doğru geldi. Harun onun fazla yaklaşıp içki kokusunu almasını istemedi. Ama muhtemelen şu an Çin'den bile kokuyu duyuyorlardı.

"Saatlerdir şu eve dönmeni bekliyoruz hepimiz. Nedir bu pes etmiş tavırları falan? Vallahi çıldırtacaksın beni Harun!" diye çattı Orhan Bey sesini fazla yükseltmemeye çalışarak. Lakin kızgın ve uykusuzdu. "Otur şuraya!" dedi Harun'a koltuğu işaret ederek. Harun ürkek bir şekilde Ekin'in yanına doğru poposunu yerleştirdi.

"Bu akşamın senin için çok zor, kötü ve yıkıcı olduğunun farkındayım. Eğer içindeki kızgınlığı ve nefreti attıysan artık işimize bakalım. Çünkü bu iş düşündüğün kadar kötü değil!" dedi Orhan Bey kendinden emin bir şekilde. Harun "Nasıl?" diye şaşkınca sorarken Orhan Bey onun karşısına geçti ve oturdu.

"Salih Bey konuştuğu kadar isteksiz değil. Ben anladım onu... derdini. O adam ikna edilebilir."

Harun şaşkınlığını sürdürerek omuzlarını indirip kaldırırken "E ne yapacağız o zaman? Gidip n'olur n'olur n'olur diye yalvaracak mıyız?" diye sordu.

"Sen yalvarmayacaksın. Ben yalvaracağım. Onun suyuna gitmenin yolunu çok rahat çözerim ben. Sen bu esnada Sıla'yı kaçırmış olacaksın zaten."

Harun anlamamışçasına kaşlarını çatıp çenesini öne çıkararak "Ne yapacağım, ne yapacağım?" diye sordu. Şaşkınlıktan, sinirden ve yorgunluktan gülüyordu artık.

"Kaçıracaksın işte oğlum! Hiç mi duymadın filmlerde dizilerde, çevrenden falan? Köy kasaba görmüş adamsın, elbet efsane hikâyeler kulağına çalınmıştır!" dedi Kerem kollarını bağlayıp oturduğu yerde arkasına yaslanırken.

İyice öne doğru eğilip heyecanla karşısında konuşanlara baktı. Yüreği yerinden çıkacak gibi atıyordu. "Bunu yapabilirim, değil mi?" diye sordu. Orhan Bey parmağını şıklatarak "Hem de çok rahat yaparsın!" dedi. Ardından yerinden kalkıp Harun'un yanına gitti ve oturdu.

"Gel sana temel planı ve yapman gerekenleri anlatayım..."


Shawn James - Through The Valley

*Ölümün gölgesindeki vadide yürüyorum.

Kötülükten korkmuyorum çünkü her şeye gözlerim kör.

Aklım ve silahım beni rahatlatıyor,

Çünkü biliyorum, düşmanlarım geldiğinde onları öldüreceğim.

Elbette iyilik ve merhamet hayatımın bütün günlerinde beni takip edecek,

Ve ben bu dünyada sonsuza kadar yaşayacağım.

Durgun suların yanında yürüdüm ve onlar ruhumu iyileştirdiler,

Fakat doğrunun yolunda yürüyemiyorum, çünkü ben yanlışım.

Continue Reading

You'll Also Like

15.1M 171K 34
Koca sema, diz çöktü gözlerine. Ay bembeyaz parlak tenin yanında soluk kaldı, yıldızlar gökyüzü kadar karanlık olan saçlara meydan okudu. Bulutlar ağ...
11.6M 177K 16
17 NUMARA'YI KİTAP SATAN HER YERDE BULABİLİR, SATIN ALABİLİRSİNİZ. BURADA YALNIZCA TANITIM AMAÇLI İLK ON BÖLÜM VE ÖZEL BÖLÜMLER YAYIMDADIR. Gecenin k...
1M 82.6K 51
Üzüldüğünde gökkuşağından bir renk çalan kızın hikayesi.
1.6M 77.3K 31
Kalplerden Ritimler Serisi 4- Wattys 2018 The Originals Kazananlarından Azra Solmaz ülkesinin yetiştirdiği en başarılı buz patencilerinden biridir. B...