GÜZEL GÜNLER KULÜBÜ

By sezgisalman

345K 30.8K 8.4K

Kerem: İyi bir avukat, deli dolu bir insan, mükemmel bir arkadaş. Bahar: Enerjik kişilik, sabırlı karakter, m... More

Giriş
1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm
26. Bölüm
27. Bölüm
28. Bölüm
29. Bölüm
30. Bölüm
31. Bölüm
32. Bölüm
33. Bölüm
34. Bölüm
36. Bölüm
37. Bölüm
38. Bölüm
39. Bölüm
40. Bölüm
41. Bölüm
42. Bölüm
43. Bölüm
44. Bölüm
45. Bölüm
46. Bölüm
47. Bölüm
48. Bölüm
49. Bölüm
50. Bölüm
51. Bölüm
52. Bölüm
53. Bölüm
54. Bölüm
55. Bölüm
56. Bölüm (Final)

35. Bölüm

5.6K 499 183
By sezgisalman

"Metallica Tribute Gecesi... Evet, elleri göreyim?" Harun cebinden çıkardığı biletleri evinin salonuna doğru salladı. Tolga buruk bir özlemle Harun abisinin elindeki biletlere bakıyordu.

"Biz alırız iki tane." Ekin hemen kendisi ve Ekin Bir adına konuşarak koltuktan kalktı ve Harun'dan biletleri aldı. Harun, Ekin ayağına kadar gelmişken onun elindeki yarısı yenmiş kurabiyeyi kaparak kendi ağzına attı. Ekin bir an için ona ters ters bakmak istese de hafifçe gülümsedi istemsiz olarak. Yerine geri otururken Harun onun gözlerine bakarak çiğniyordu kurabiyeyi. "Ebru yapmış bunları, hemen anlarım," dedi. "Başka, var mı başka isteyen?"

Tolga bakışlarını iyice yavru köpekleştirip, annesine sadece gözleriyle isyan ederek yalvardı. Bağdaş kurup oturduğu tekli kanepede dizlerini hızlıca indirip kaldırıyordu. Ebru tek kaşı havada, gücünün bilincinde olan gözlerle oğluna bakarken; kolunu onun omzuna doğru atmış ve arkasına yaslanarak rahat rahat oturmakta olan Burak'sa onların eğlenceli iletişimini yüzünde bir tebessümle izliyordu. Geçen hafta sonu gerçekleştirdikleri aile kaynaşması temalı gezilerinde ve Ebruların evindeki yatı partilerinde, Tolga'yla arası çok daha ısınmıştı. Acayip keyifli bir hafta sonu geçirmişlerdi Ebru, Burak, Tolga, Derin ve Can.

"Anne n'ooooooolur?!?"

"Sence de biraz şansını zorlamıyor musun?"

"Zorluyorum! Onu inkâr eden yok ki zaten! Ya lütfen lütfen lütfen izin ver! Bak Derin'e her şeyde izin veriyorsun. Hep beni böyle süründürüyorsun."

Derin ani bir atakla araya girerek "Şimdi beni niye karıştırıyorsun ya?!" diye bağırdı. Tolga ona bakmadı bile.

"Aşk olsun Tolga. Sizi kayırmıyorum ben. Sadece onun istekleri daha usturuplu oluyor genelde. Tabii yurtdışına çıktığı an o da sapıtıyor ama..."

"Anne valla bak senden önümüzdeki sonbahara kadar pahalı hiçbir şey istemeyeceğim. Yazın bile uslu olacağım. Söz bak! Yeter ki sen bu konsere gitmeme izin ver, onun dışında... ne demiş adamlar: And nothing else matters*."

Salonda eğlenen kıkırtılar yükseldiğinde Ebru da oğlunun çıkışı yüzünden kendini tutamayarak ciddi anne ifadesini kaybetmiş ve gülmüştü. Harun beğeniyle başını hafifçe sallayarak Tolga'ya bakıyordu. "Çocuk işini biliyor," derken işaret parmağıyla Tolga'yı göstererek aynı köşede kalan Burak, Ekin, Ekin Bir ve Kerem'e baktı.

"Yaz geliyor Tolgacığım. Babanla gittiklerinin dışında benden Bodrum tatili isterken hatırlatırım bu dediklerini. Bak şahidim var bir sürü... Ve de yine hatırlatırım ki, yaşın barlara girmeye tutmuyor. Şu adamların bir sözünü daha var senin bu yaşta bara girememene istinaden söyledikleri... neydi o? Hah!.. Maalesef sad but true**."

Ebru'nun çıkışıyla Kerem ortalığı kızıştırmak ister gibi gülerek "Ooo"larken, bu kez gülüşler daha yüksek sesliydi. Ağlar gibi inleyen tek kişi Tolga'ydı. "Ya anne ya!"

Harun daha fazla Tolga'ya kıyamayarak "Hadi Ebru! Mahvettin çocuğu. Siz de gelin. Hem sen de dinlersin Metallica... Ben Tolga'ya kefilim. Bir tane bira dışında içki içmeyecek," dedi. Tolga minnetle Harun abisine gülümseyip tekrar ağlak bakışlarını annesine çevirdi.

"Benim gelmem zor," diye mırıldandı Burak Harun'a bakarken. Kaşlarıyla Derin'in yanında oturan Can'ı işaret etti. Ayaklarını sallayan Can babasının kendisinden bahsetmesiyle birden durdu.

"Sen git ki!?" dedi Can saf saf cümleyi bir anda kurduğu için doğru kuramayarak. Burak oğluna bakıp gülümserken "Sen ne yapacaksın paşam? Seni de mi bara sokacağız?" dedi dalga geçerek.

Can işaret parmağıyla çenesini kaşırken muzipçe güldü. "Ben kendi kendime kalabilirim, tek."

Burak alayla 'tabii tabii' dercesine kafasını salladı. Derin olaya müdahale ederek "Valla bence Can tek kalır Burak abi... Ama gerek yok. Ben evde olacağım. Biz Can'la film falan izler yatarız erkenden. Sen istersen gidebilirsin," dedi. Can konuştuğu süre boyunca heyecanla Derin'e baktıktan sonra, o cümlelerini bitirince hızla babasına dönüp kafasını güvercin misali sallamaya başladı. "Evet evet! Öyle yaparız biz baba!" dedi heyecanla.

"Galiba bu ikisi evde yalnız kalınca parti falan verecekler. Bizi o yüzden göndermeye uğraşıyorlar." Burak Ebru'ya doğru dönüp güya mırıldanarak söyledi bu cümleyi. Fakat tüm salon duymuş, akabinde de gülmüştü.

"Pekâlâ, o zaman? Size üç tane veriyorum. Tolga benim sorumluluğumda... Kerem?" Harun üç bileti Ebru'ya uzatırken Tolga oturduğu yerde sevinçle dans ediyordu.

"Yok abi, ben de eve geçeceğim. Themis beni görememekten küsme aşamasına geldi artık. Çok yorgunum bu aralar. Yeni ofis olayları, ayrılmadan şirketteki işleri halletmek... Her şey üst üste geliyor. Hem... Metallica şarkıları Baharsız çekilmez be!" dedi içten bir şekilde Kerem. Bu aralar Bahar'ın adını çok az anmaya özen gösterse de, bu kez gayet içinden gelerek anmıştı. Son zamanlarda hep sevdiği kadın Bahar'ı anıyordu. Fakat bu kez en iyi arkadaşı Bahar'ı anmak istemişti.

"Ay doğru dedin!" dedi Ebru içi giderek Kerem'e bakarken. Ekin'in de yüzü hüzünlüydü.

"E iyi madem. Bir dahakine gelirsin o zaman," dedikten sonra sehpadaki kurabiyelerden bir tane daha aldı Harun. Kolçaktaki deri ceketini giyerken "Kaçtım ben. Akşama görüşürüz Joker'de," dedi.

Bahar'ın arabasının anahtarlarını antredeki çanaktan aldıktan ve her şeyinin ceketinin cebinde olduğuna emin olduktan sonra, portmantodaki aynada son kez kendine bakıp üstünü başını düzeltti. Düzgün ve yakışıklı göründüğünden emin oldu.

Bugün büyük gündü.

Samet'le tanışıyordu.

Salondakilere son kez veda edip evden çıktı. Buluşma yerine gidene kadar gerginliği azalacağına artmıştı. Bir de erken gitmişti. Beraber sadece akşam yemeği yiyecek kadar vakitleri vardı. Samet son randevusundan yedi buçukta çıkıp gelecekti. Harun'un da saat on birde barda olması gerekiyordu.

Restoranın açık kısmında, kenardaki masalardan birinde otururken gerginlikten ölmek üzereydi fakat bir tane sigara bile içemiyordu. Çünkü kokmaması gerekiyordu. Kızların zorla alıştırdığı şekersiz kolaya talim ediyordu bir de. Ne alkol, ne sigara...

Baktığı yeri bile görmeyen gözlerle dalıp gitmişken tepesinde duran bir gölgenin kendisine "Hey!" dediğini hayal meyal işitince irkilerek oturduğu yerde doğruldu. Başını kaldırıp baktı. Sıla gelmişti! Onu gören Harun'un tüm gerginliği bir anda yok oluverdi. Kalbi ısındı, içine huzur doldu. Bu kızın tebessümünün kendisinde yarattığı etki tarifsizdi.

"Selam prenses. N'aber?" diyerek ayağa kalkıp ona sımsıkı sarıldı. Sıla da kollarını sevgilisinin boynuna dolayarak başını onun boynuna doğru gömdü. Burnunu Harun'un sıcak tenine dayayıp kokusunu içine hapsederken, Harun'un içi çekildi adeta.

"Seni görünce daha iyi oldum. Sen nasılsın?" diye sordu Sıla geri çekildiğinde. Harun'un arkasından vuran ve Sıla'nın gözlerinde parıldayan güneş, Harun'un, onun gözlerine daha bi aşkla bakmasına neden oldu.

"Ben de."

"Çok yakışıklı görünüyorsun. Hayırdır?" dedi Sıla alayla. Harun'un karşısındaki yerine geçerken sırıtıyordu.

Harun da yerine geri otururken gülümsedi. "Normalde yakışıklı görünmüyor muyum hanımefendi?" diyerek Sıla'ya sataştı. Ona uzun zamandır sataşmadığını ve onu kızdırmadığını fark etti. Son zamanlarda böyle şeylere vakit kalmıyordu. Bu tarz cilveleşmelere gelemeyecek kadar canları sıkılmış oluyordu.

"Her zaman yakışıklısın da... Bugün bir başkasın. Biri için mi süslendin?"

Harun bu kez sesli güldü. Kafasını iki yana salladı gülerken. "Çok fenasın... Ben senin abine düzgün görünmek için bi' tarafımı yırtayım, senin şu yaptığına bak."

"İyi yapmışsın. Ama saçına böyle özellikle özenmene gerek yoktu. Ben dağınıkken de çok seviyorum onları." Sıla bakışlarını biraz kaçırarak etrafında garson aramaya başladı. Harun'sa sırıtarak onu izliyordu. Hem iltifat ediyor, hem utanıyordu.

Samet onlara katılana kadar sadece bir şeyler içip olan bitenden bahsettiler. Suat konusu yine gündemdeydi. Harun hala Samet'e söylemekten yanaydı. Bu fikri çoğunlukla Yaren'in para avcısı bir eskort olmasından kaynaklanıyordu. Suat'a gram acıdığı yoktu fakat ailenin hakkı olabilecek bir parayı karıya kıza yedirmesi Harun'a gelmiyordu.

"Gerçekten büyük hır çıkacak diye korkuyorum Harun. Samet abimle Suat abim hep gerginlerdir. Anlaşamazlar normalde de. Bir kere Suat'ın Koç burcu, Samet'in Aslan burcu olması yetiyor. En geçinemeyen iki burç grubu olabilirler gerçekten de."

Harun Sıla'nın ilginç tespiti karşısında güldü. Sıla bir kez daha telefonunun ekranındaki videoya bakarak yüzünü buruşturdu. "Kız da cidden... Nasıl bir şey ya? Ben anlamıyorum bu kadınları. Nasıl bu kadar rahat olabiliyorlar? Hiç utanmıyor. Para için değer mi bu?" Kafasını geri çekerek omuzlarını düşürdü. "Çok ayrı dünyalarda yaşıyoruz. Bana çok uzak bunlar."

Videoyu kaydırıp bir fotoğrafa geçti. Biraz kızgın, biraz üzgün baktı ekrana. "Bir de çok güzel... şu gülüşe bak," diye mırıldanarak ekranı Harun'a çevirdi. Harun, Yaren'in aldatıcı gülüşüne ifadesiz gözlerle baktı. Sıla ondan kat kat daha güzeldi. Çok daha güzel gülüyordu. Yaren'e çirkin demiyordu, güzelliğini de inkâr etmiyordu fakat onun güzelliği makyaj güzelliği gibiydi. Nasıl bir insanın kalbinin güzelliği yüzüne yansıdığında istemsizce onu güzel buluyorsan, Yaren'in durumunda olanlar için de içinin fesatlığı zaman zaman gözlerine yansıdığı için, aklını biraz kullanabilen bir erkeğin üzerinde istediği etkiyi yaratması zor olurdu.

"Güzel. Ama öyle delice yaklaşacak bir şey yok. Sen onu üçe beşe katlarsın," dedi Harun gayet 'şuradan iki ekmek alıp geliyorum' der gibi rahat bir ton ve tavırla. Sıla minnetle gülümsedi ona. "Sen bunu beni sevdiğin ve erkek arkadaşım olduğun için söylüyorsun. Gerçekçi olalım Harun."

Harun bir anda ciddileşti. "Ben gayet içten duygularla söylüyorum bunu. Ben kadından anlarım Sıla! Anladığım şeylerin arasında ilk üçte gelir. Bir müzik, iki kasap sucuğu, üç kadın! Net adamız biz. Yalan yok bizde!"

'Yaren dışında,' dedi iç sesi Harun'a.

"Kasap sucuğu mu?" diye sordu Sıla anlamamışçasına kaşlarını çatarak gülerken.

"Tabii ki! Hem zaten sana yağ yakacak olsam hiç iş olmadığını söyler geçerdim. Seni de deli gibi överdim. Ben onun güzelliğini inkâr etmedim. Ama abartılacak bir şey olduğunu da düşünmüyorum."

"Sen araştıracağını söylemiştin. Kimmiş, neciymiş öğrenebildin mi? Zengin falan mı acaba? Gerçi o işi yapan bir insan zenginse niye yapsın? Yaptıktan sonra zengin olur ancak."

Sıla'nın sözleri üzerine yine baston yutmuş gibi bir duruşla ve dumur bir ifadeyle kalakalan Harun'un bu seferki kurtarıcısı Samet oldu. "Kim zenginmiş Gurbet Kuşu?" diye sorarak masanın başında bitmişti. Masada oturan iki kafa da aynı anda Samet'e doğru döndü. Samet ilk anda kardeşine bakarak gülümsese de bakışlarını hızla Harun'dan tarafa çevirdi. Sıla'ya gülümsediği kadar derin bir tebessüm etmese de, yine de saygılı bir ifadeyle Harun'a baktı. Harun aceleyle ayağa kalkarak Samet'e elini uzattı.

"Merhaba, hoş geldin. Harun ben," diyerek kendini tanıttı. Samet onun elini sıkıca kavrayıp tokalaştı. "Hoş bulduk. Samet ben de. Memnun oldum."

"Ben de."

Sıla uzanıp abisini yanaklarından öptükten sonra "Sen gel buraya geç, ben Harun'un çaprazına otururum," dedi. Samet "Rahatsız olma," diyerek bir iki mırın kırın etse de kardeşinin yerine, Harun'un tam karşısına geçti. Sıla da abisinin yanına oturdu.

"Eee? Böldüm ben sizi. Ben geldim diye susmayın." Telefonunu falan cebinden çıkarıp masaya koyarken hala kendini rahatça gülümsemeye zorlayarak Sıla'ya ve Harun'a bakıyordu. Harun kendisini o kadar acayip hissediyordu ki ne yapması gerektiğini bilemiyordu. İlk kez ciddi anlamda bir kız arkadaşının ailesinden biriyle tanışıyordu sonuçta.

"Yok öyle havadan sudan konuşuyorduk biz." Sıla elini havada basitçe sallayarak konuyu geçiştirdi.

Garsona yemek siparişlerini verdikten sonra Samet Harun'u sorulara boğarak onu detaylı olarak tanıma faslına geçti. Harun kendisinden altı yedi yaş küçük bu adam karşısında, ancak onun sorularına yanıt verdikçe açılabilmişti. Ve Allah için Samet gerçekten de çok rahat bir abiydi. Sıla'nın dediği kadar vardı. Normal bir abi bile ortalamanın üstünde korumacı olurken, Samet'in kontrollü modernliği çoğu kişiye örnek gösterilesiydi. Harun bile zaman zaman Bahar, Ekin ve Ebru konusunda bu kadar medeni olamıyor, bir anda korumacı bir öküze dönüşüyordu. Tabii en ufak ters hareketinde Samet'in de öyle bir şeye dönüşeceğine emindi.

Yemek yedikleri süre boyunca kâh birbirlerini tanıyacak sorular sorup cevap vermişler, kâh Samet klişe bir şekilde Sıla'nın çocukluk anılarını anlatarak onu sevgilisine karşı utandırmış, kâh Sıla onları tatlı tatlı anlattığı okul anılarıyla güldürmüştü. Harun Samet'in kendisini sevdiğini hissetmişti. Kendisi de Samet'i çok sevmişti. Daha onu tanımadan evdeki müttefiki olarak görmüştü hep. Artık daha da güveniyordu. O Sıla'nın arkasında olduğu müddetçe evdeki hiçbir manyak Sıla'ya zarar veremezdi.

Saat onu geçtiğinde mecburen izinlerini isteyip kalkmak zorunda kaldı. Sahneye yetişmesi gerekiyordu. Bir tek bu konu Samet'in ciddiyetle eşelediği konu olmuştu. Harun'un iş hayatındaki dengesizlik... Kendisi hafta içleri, nadir de olsa bazen hafta sonu belirli saatlerde çalışan bir insandı. Harun'un sistemi ona garip geliyordu o yüzden. Harun her ne kadar hayatı boyunca hiç maddi sıkıntı çekmediğini söylese de, hiç düzenli geliri de olmamıştı. Samet'in bu konuları çok benimseyememesini de anlayışla karşılıyordu Harun. Hayattı sonuçta bu. Ne zaman ne olacağı belli olmazdı. Fakat Harun'un kendine güveni tamdı. O işe yaramaz bir baba ve abinin nasıl bir şey olduğunu görmüştü. O yüzden çalışmaktan asla gocunmazdı. Müzisyenlik dışında bir iş yapması gerekse de, buna asla hayır demezdi. Taşı sıkar, suyunu çıkarır, seve seve çalışırdı.

***

"İyi geceler size, çok teşekkürler tekrar anne bu akşam için." Tolga sessizce konuştuktan sonra uzanıp annesinin iki yanağına birer tane öpücük bıraktı. Ebru ve Burak da ona iyi geceler diledi. Merdivenlerden çıkıp direkt odasına gitti Tolga.

Ebru ve Burak mutfağın dışını çevreleyen tezgâhın oraya dayanmış duruyorlardı. Karanlıkta ve sessizliktelerdi. Saat çoktan üçe geliyordu ve artık yatmaları gerekiyordu. İkisinin de yarın sabah işe gitmesi gerekiyordu.

Ebru derin bir nefes vererek iç geçirirken gözlerini açık tutmakta zorlandığını hissetti. Tezgâha koyduğu çantasını yavaşça çekerken "Galiba artık biraz yaşlandığımı kabul etmem lazım. Hafta içi metal müzik, eve geç gelmek ve ertesi sabah erken kalkıp işe gitmek bana göre değil. O dönemleri geçtim," diye mırıldandı sessizce. Burak da aynı sessizlikle kıkırdadı. Eğilip Ebru'yu yanağından öptü. "Senin yaşlandığın iddiasını şiddetle reddediyorum ama hafta içi bu tarz etkinliklere daha nadir gitmek gerektiğini ben de savunuyorum. Ben de kendimi çok yorgun hissediyorum."

"Hadi gidip uyuyalım o zaman." Ebru ayaklarını sürüyerek merdivenlere doğru ilerledi. Burak birkaç saniye onun arkasından bakıp vücudunu kestikten sonra yaslandığı tezgâhtan doğruldu. Ebru'nun peşi sıra merdivenlerden çıkarken yaklaşık bir haftadır, bir ferdi gibi yaşadığı bu eve iyice alışmıştı. "Ben bi Can'ı kontrol edeyim," diye fısıldayarak yavaşça Tolga'nın odasına, Can'ın geçen çarşambadan beri kaldığı yere baktı. Ama Can'a ait yatak odada yoktu. Pijamasını giymekte olan Tolga Burak'a doğru sessizce konuştu. "Derin'in odasında sanırım."

Burak başını salladıktan sonra Derin'in odasının kapısını müthiş bir özenle araladı. Başını içeri uzattığında gördüğü manzara, her akşam olduğu gibi onu gülümsetti. Tabii her akşamın aksine, bu gece Tolga yerine Derin'le beraber bu manzarayı sergiliyordu oğlu.

Derin'in yatağından bir tık daha alçakta duran yedek yatakta, her zaman olduğu gibi tek çıplak ayağını örtüden dışarı çıkarmış derin derin uyuyordu oğlu. Derin de Can'dan tarafa dönmüş, üzerindeki kalın yorganın altında dertop olmuş, yorganı en tepesine kadar çekmiş, sessiz ve düzenli nefesler alıp veriyordu.

"Örtüyü düzeltmeyecek misin?" diye fısıldadı Ebru Burak'a doğru. Burak gülümseyerek başını hayır anlamında salladı. "Ben düzeltsem de o iki dakika sonra tekrar çıkaracak. Onu yapmazsa rahat edemiyor."

Ebru da Burak gibi gülümseyerek baktı Can'a. Bu çocuğu ileride çok mutlu etmeye yeminliydi. Bir haftadır şu yavrulu bazalı karyolalardan çıkan uyduruk yatakta huzurla uyumayı başarıyordu. Tolga kendi yatağını ona vermekte çok ısrar etmişti fakat Can o kadar asildi ki, kesinlikle kabul etmemişti bunu. Kendisinin her yerde uyuma özelliği olduğunu söylemişti. Ayakta bile uyuyabiliyordu iddia ettiğine göre. Ve bundan hiç de rahatsız olmuyordu.

"Kesinlikle çok güzel bir aile olacağız Ebru'm. Her üyesinin istisnasız çok mutlu olduğu bir ailemiz olacak. Göreceksin." Burak'ın sesi kısık ama aşırı kendinden emindi. Kapıyı geri örtüp Ebru'dan tarafa döndü. Kollarını onun beline dolayıp dudaklarına uzun bir öpücük bıraktı.

Konuşmadan Ebru'nun odasına doğru giderlerken Ebru, koridorun sonundaki Çağatay'ın odasından ufak bir ışık sızdığını görünce "Sen geç ben geliyorum," diyerek Burak'tan izin istedi. Burak Ebru'nun odasına girdi ve Ebru da Çağatay'ın odasına doğru ilerledi. Aralık kapıyı hafifçe iki kez tıklatıp, yavaşça açtı. Çağatay odasındaki tekli koltukta oturmuş bir şeyler okuyordu.

"Uyumadın mı sen hala? N'apıyorsun?" diye sordu Ebru.

"Cuma günü için son kontrollerimi ve çalışmalarımı yapıyorum."

"Çağatay, alt tarafı anlaşmalı boşanma davası bu. Tabii ki sorunsuz sonuçlanacak. Lütfen sakin olmaya çalış artık. Hayatının davasına girecekmişsin gibi davranıyorsun."

"Çok korkuyorum Ebru. En ufak sıkıntı olmasından bile korkuyorum. Her an bir döneklik yapacakmış gibi geliyor Kaan bazen. O döneklik yaparsa ben onu desteklemek zorundayım. Ve bunu yapabileceğimden emin değilim. Başak'ın tamamen benim olmasını o kadar çok istiyorum ki... Eğer Kaan en ufak cayma eğilimi gösterirse n'aparım... bilmiyorum."

Ebru dayanamayarak gidip kuzenine sarıldı. Uzun bir süre boyunca kollarıyla sımsıkı sarıp, ona güç verdi. "Sen gördüğüm en akıllı adamsın Çağatay. Eminim her zaman bir çözüm bulursun. Ama bana güven. Ben hissediyorum. Bir sorun yaşamayacaksın."

"İnşallah Ebru. Hadi git yat sen. Ben de yatacağım birazdan. Yarın sabah yedide nasıl kalkacaksın?"

"Bak işte onu da ben bilmiyorum. Ağlayarak kalkarım herhalde."

Çağatay Ebru'nun derbeder haline güldü. Ebru söylene söylene odadan çıkarken kapıyı çekmeden iyi geceler diledi kuzenine. Sonra kendi odasına, sevdiği adamın yanına geçti.

***

Gerekli prosedürlerin yapıldığı süre boyunca küçük mahkeme salonunda tuhaf bir atmosfer hâkimdi. Orhan Bey ve Yıldırım Bey'in salonda denk gelmesi tatsız atmosferi yaratan nedenlerden sadece biriydi. Onlar, Çağatay, Soner ve Kerem alışkındı bu tuhaf atmosferlere. Fakat Çağatay için bu seferkini daha farklı kılan şey, salona girdiğinden beri karşısında oturan kadından gözlerini alamamasının yarattığı etkiydi. Resmen Brezilya dizisi entrikası hâkimdi salona şu an. Müvekkil, avukatının davacı olduğu tarafa âşık olduğunu bilmiyordu. Davacı olduğu tarafı suçladığı gerçeğin aslında gerçek olmadığını da bilmiyordu.

Müvekkili adına konuşup dava dosyasındaki şartlarını hâkime bir kez daha okurken içinden belki de yüzüncü kez Kaan'ın erkekliğine küfür ediyordu. Çağatay konuşurken Soner'in takındığı tavırları hâkim fark ediyorduysa da, iyi çaktırmıyordu. Fakat Çağatay konuşurken arkasında kalan Kaan'ı görmese de, onun Soner'e oturduğu yerden nefret saçtığını hissedebiliyordu. İkiliyi bir ringe salsalar birbirlerini parçalarlardı. Tabii Çağatay Soner'den önce davranıp Kaan'ın ağzını yüzünü dağıtmazsa...

Kendi tarafından sonra söz Başakların tarafına verildiğinde Soner de konuştu. Kaan, o konuştuğu müddetçe garip gurup sesler çıkardı. Fakat Çağatay Kaan'a hiç bakmadı. Zaten gözlerini nadir olarak Başak'tan ayırabiliyordu. Şu sade ve resmi kıyafetiyle bile o kadar güzeldi ki... Kaan onu ilk gördüğünde resmen gözle görülür şekilde dumur olmuştu. Özenle yapılmış saçları, hafif makyajı, vücudunu güzelce saran kıyafeti onu afallatmıştı. Muhtemelen kaybettiklerinin farkına varmıştı.

Çağatay bunun için sürekli Allah'a şükrediyordu içinden. Kaan'ın bu kadar salak olması kendi işine yaramıştı.

Babasından yalnızca birkaç yaş genç olan hâkim, bıkkın tavırlarla son kararlarını Kaan ve Başak'a sormuş, ikisinden de sorunsuz bir "Eminim," cevabı aldıktan sonra kararı açıklamıştı. İkilinin 'resmen' boşandığını hâkimin dudaklarından duyan Çağatay'ın omuzları bir rahatlamayla çökmüştü. Gözlerini kapatarak bir oh çekmişti içinden.

Dava salonundan çıkarlarken Kaan'a adetten dolayı "Geçmiş olsun Kaan Bey," demişti. Onunla son kez tokalaştığını umuyordu. Koridorun öbür ucunda duran Soner ve Başak'a kaçak gözlerle bakmaya çalışmıştı kapıdan çıktıktan sonra.

"Teşekkürler her şey için Çağatay Bey. Eğer siz gözümü açıp bu kadar ısrarcı olmasaydınız bu davayla çok uzun süre uğraşacaktık belki de. O Soner pisliğini bizim lehimize olan bir anlaşma yolu bulmaya ikna edebilmemiz çok iyi oldu."

Çağatay burnundan solumamaya çalışıyordu. Tamam, kendisi de Soner'i çok sevmiyordu ama...

Kaleme gidip temyizden feragat için imza attıktan sonra, Brezilya dizisi atmosferlerinden hiçbir şey kaybetmeyerek Soner ve Başak önde, Çağatay ve Kaan arkada olacak şekilde adliyenin çıkışına yürüdüler. Çağatay babasının, Kerem'in falan orada beklediğini biliyordu.

"Çağatay!" Dışarı çıkar çıkmaz Yıldırım Bey'in kendisine seslendiğini duyan Çağatay ondan tarafa döndü hızla. Kaan da döndüğünde, Yıldırım Bey ikisine birden gülümsedi.

"Geçmiş olsun ikinize de. Oldukça hasarsız ve hızlı bir sonuç oldu bizim açımızdan." Yıldırım Bey iki elini genç adamların omuzlarına koyarak keyifle gülümsedi. Kaan onu onaylayarak onunla bir sohbete dalarken Çağatay'ın bakışları yine çaprazında kalan Başak'ı buldu. Bu kez o da bakıp gülümsüyordu. O turkuaz mavisi gözlerinden ne çok şey okunuyordu... Kim bilir nasıl hissediyordu şimdi.

"Gerçekten mi?" Kaan'ın kendisine konuştuğunu fark edince kafasını hafifçe sallayarak tekrar dikkatini yanındaki adamlara verdi. Yıldırım Bey sitemle, Kaan'sa şaşkın bakıyordu kendisine. Acaba neye gerçekten mi demişti?

"Kusura bakmayın, kaçırdım ben," diye mırıldandı. Kaan açıkladı hemen. "Yıldırım Bey'in yanından ayrılıyormuşsunuz."

"Ah evet. Kendi büroma geçeceğim artık. En yakın dostlarımdan biriyle büro açacağız."

Yıldırım Bey'in sitemli ama yine de gülen gözleri üzerinde gezinirken, Çağatay'ın bakışları merdivenlerin hemen aşağısında Kerem'le sohbet etmekte olan babasına doğru kaydı.

"İzninizle... Tekrar geçmiş olsun Kaan Bey," diyerek ikilinin yanından sıyrılma fırsatını yakaladı. Orhan Bey keyifle kolunu Kerem'in omzuna artarak önce kendisine doğru gelen oğluna, ardından oğlunun arkasında kalan Yıldırım Bey'e baktı. Gururlu ve alaycı bir şekilde sessizce güldü.

"Geldiğiniz için çok naziksiniz, teşekkür ederim de, artık böyle yardıma muhtaç köpekmişim gibi peşimde gezinmezseniz çok mutlu olacağım," diye mırıldandı Çağatay, Orhan Bey ve Kerem'e bakarak. Kerem bakışlarını kaçırmaya çalışarak başını öne eğdi ve Çağatay'a çaktırmadan gülmeye çalıştı. Orhan Bey'se özgüvenli bir edayla omuz silkip "Senin için gelen de kimmiş? Ben adliyelerde takılmayı seviyorum, ondan geldim buraya. Soner oğlumun da davası varken bir uğrayayım da göreyim dedim," dedi. Çağatay babasına alenen gözlerini devirince Orhan Bey ciddileşti. "Babaya göz devrilmez. Alırım ayağımın altına bak."

"Orhan abi, nasılsın?" Soner gözlerinden okunan bariz bir mutlulukla gelip Orhan Bey'le selamlaştı. Orhan Bey de onu aynı coşkuyla karşılayıp biraz lafa tuttu. Tüm bu süre boyunca yalnız kalan Başak kaçak kaçak Çağatay'a bakarken artık Kaan gitse de, Çağatay'la rahat rahat konuşabilsem diye düşünüyordu.

"Kardeşim, benim bir iki işim var burada, sonra şirkete geçeceğim." Kerem saatine baktı. Çağatay başıyla onu onaylarken arkadaşına gülümsedi. Haftaya Kerem'in şirkette son haftasıydı. Orhan Bey şimdiden kendi bürosuna gelen, Kerem'in ayrıldığı alana tam yakışacak ve başarıyla üstesinden geleceği bir dava paslamıştı. Daha büronun işlerini tam bitirmeden bu işlere dalmışlardı. Çağatay'ın keyfi yerindeydi gerçi. Hayatı istediği yönde şekillenmeye başlamıştı artık. Tüm bunları Başak'ın hayatına gelişine borçlu olduğunu biliyordu.

Kerem herkesle vedalaşıp gittikten sonra Soner ve Orhan Bey hala koyu bir sohbetteydi. Davayla ilgili konuşuyorlardı.

"Gerçekten ben böyle varlıklı adamlara hiç yakıştıramıyorum bunu. Ne olursa olsun... Bir kadını böyle ortada bırakmak, yakışık almayan bir durum. Ama aferin Başak kızıma! Kendi ayakları üstünde duruyor çok güzel." Orhan Bey bir kez daha gururla gülümseyerek baktı. Bu kez bakışları Başak'ın üzerindeydi. Başak da nezaketle kızararak Orhan Bey'e tebessüm, akabinde de teşekkür etti.

Soner pis pis Kaan'a bakarken, Kaan onun ateş saçan bakışlarını yakaladı. O da en az Soner kadar kötü şekilde geri baktı ona.

"Rahatsız. Yeminle rahatsız herif," diye geveledi Soner. Kaan kollarını göğsünde kavuşturarak, merdivenlerin yukarısında az ötesinde duran Başak'a doğru birkaç adım attığında üç erkek de aynı anda durdukları yerde gerildi. Çağatay pusuya yatar gibi bakışlarını Kaan'ın üzerinde sabitledi.

"Artık benden de kurtulduğuna göre, rahat rahat istediğini yapabilirsin, değil mi? Bir de kendine iş bulmuşsun... Geldiğin yerlere dönmeye karar vermişsin."

Başak dişlerinin arasından konuşarak "Kaan lütfen. Bitti artık işte, uğraşma benimle," diye mırıldandı. Utanç dolu gözleri hızlıca etrafındaki insanların üzerinde gezdi.

"Sahiden Kaan... şansını zorlama istersen. Rahat bırak kızı." Soner'in de sesi katıydı. Orhan Bey'le Çağatay'ın yanından hafif seğirterek Başaklara doğru yürüdü.

"Sen de her yerde onun avukatlığını yap ama! Hiçbir fırsatı kaçırma!" Kaan oldum olası Soner'den nefret etmiş olduğunu ona olan yaklaşımıyla açıkça gösteriyordu.

"Beyler! Burası yeri değil. Derdinizi başka yerde halledersiniz." Orhan Bey'in kati sesinin üzerine herkes toparlanıp dağılmaya başladı. Çağatay, Yıldırım Bey'le de vedalaşırken, Orhan Bey sanki az önce gençlere ayar veren kendisi değilmişçesine, imalı bir ses tonuyla "Görüşürüz Yıldırım! Sana başarılar bundan sonra!" dedi yüksek bir perdeyle. Yıldırım Bey gözlerini kısarak güldü. Orhan Bey'in, Çağatay'ın gidişine gönderme yaptığını biliyordu.

"Sana da Orhan, sana da," diye mırıldandı. Orhan Bey çocuk gibi kıs kıs gülerek yürürken Çağatay da babasının haline gülüyordu. Soner ve Başak hemen arkalarında olduğu için rahattı. Kaan ve Yıldırım Bey çoktan uzaklaşmıştı onlardan.

"Bu Kaan cidden sopalık adam. Yıldırım'ın müşterisi olmasından belli ama..."

"Baba n'olur! Kaç yaşına geldiniz artık. Kan davası gibi aranızda... bi' bitmedi şu gerginlik."

"Rekabet iyidir! Rekabet her zaman olacak. Ben de biliyorum Soner'le seni bir masaya oturtup barıştırmayı fakat yapmıyorum. Neden? Çünkü ikiniz de iyi avukatsınız."

"Ay baba dur ses kaydı alayım. Bu milyon yılda bir gerçekleşen müstesna durumu kayıt altına almak şart!"

"Sus! Zevzek! Sanki iyi avukat olmaman mümkünmüş gibi. Benim oğlumsun sen. Tabii ki iyi olacaksın!"

Bir süre gülümseyerek birbirlerine baktılar. "Dikkat et kendine hadi... Ebrular hafta sonu yoklarmış. Burak onları Şile'ye mi, bir yere götürüyormuş çiftliğe. Sen de yalnız kalma istersen, gel bize."

"Yok. Yalnızlığa alışmaya başlasam şimdiden iyi olur. Burak Beylerimiz ev bakmaya başlamışlar."

"İstediği kadar baksın! O kızın parmağına yüzüğü takmadan nah aynı evde oturttururum ben onları."

Çağatay babasının ciddi atarına kahkahalarla güldü. "Oturtmazsın valla sen... Amcamla konuştun mu?"

Orhan Bey hayır dercesine cıklayarak kaşlarını havalandırdı. "Önce Ebru konuşsun. Koskoca aklı başında kadın. Ne yapması gerektiğini kendisi daha iyi biliyor."

"Benim tanıdığım Ebru işler iyice ciddileşmeden söylemez amcamlara," diyerek yüzünü buruşturdu Çağatay. Ebru her şeyi affediyordu, merhametli bir insandı fakat kendi öz ebeveynleri söz konusu oldu mu, bir şey önünde duvar gibi duruyor ve onu afallatıyordu. Bir türlü tam anlamıyla gençken yaşadıkları yüzünden affedememişti ailesini. Evet onlarla görüşüyordu, onlara anne baba diyordu. Lakin Orhan Bey ve Füsun Hanım'a bakarken gözlerinde beliren ifade, hiçbir zaman onlara bakarken belirmiyordu.

"Dediğim gibi: Kendisi en doğrusunu bilecektir... Gelmek istemediğine emin misin? Bak son kez soruyorum?"

"Eminim baba. Yalnızlığa alışmak için mükemmel bir hafta sonu işte. Bahar yok, Harun'un üç tane performansı var, Ekin sevgilisiyle. Kerem, köpeğinin yanından üç metre uzaklaşamıyor."

Orhan Bey sessizce güldü. Bakışları bir an için adliye kapısının kenarında duran ikiliye gitti. Gözleri kızıl saçlı kadının üzerinde gezinirken manidar bir ses tonuyla oğluna hitaben konuştu. "Belki senin de yalnızlığa fazla alışman gerekmez Çağatay Efendi."

Çağatay bakışlarını babasının baktığı tarafa çevirdiğinde, kendilerine doğru bakan Başak'la göz göze gelince, gözleri endişeyle irileşti. Kalbi hızla atarken babasına çevirdi yüzünü yine. Orhan Bey oğluna 'sen giderken biz dönüyorduk' diyen gözlerle bakıyordu.

"Hadi görüşürüz o zaman sonra." Orhan Bey hızlı adımlarla arabasına doğru giderken Çağatay babasının arkasından baktı. "Görüşürüz Sherlock, görüşürüz," diye mırıldandı.

Cebinden telefonunu çıkarıp hızlıca Başak'a onu iki sokak arkada bekleyeceğini yazdı. Onun mesajı alıp okuduğunu gözleriyle görünce, ona gülümsedi. Başak binlerce söz söyleyen bakışlarıyla tebessüm etti Çağatay'a.

Çağatay aceleyle arabasına doğru yürüdü. Başak'a 'Hemen gel, oyalanma orada.' yazıp yolladı.

***

Başak ilk kez Çağatay'ın evine adım atarken resmen bacakları titriyordu. İçeri girer girmez merak ve heyecan dolu bakışlarla etrafı incelemeye kaptırdı kendisini. Çağatay'sa sadece onu izliyordu. Bütün gündür onu izlemekten başka bir şey yapmamıştı.

Mesajından üç dakika sonra Başak sokağa gelmiş ve resmen Çağatay'ın arabasına atmıştı kendini. Biner binmez Çağatay onu kendisine çekerek sımsıkı sarılmış, tenini saçını koklamış ve defalarca kez öpmüştü. "Artık tamamen benimsin," diye fısıldamıştı saçlarını severek gözlerinin içine bakarken.

"Sen de benimsin ama," diye şart koşmuştu peşin peşin Başak da. Çağatay'ı güldürmüştü.

Bütün gün sokaklarda özgürce dolaşmışlar, akşamüstü olunca Çağatay Başak'ı en başından beri planladığı gibi yemeğe eve getirmişti. Ebruların akşamüstü gitmiş olduklarını biliyordu.

"Eviniz çok güzelmiş. Çok geniş ve ferah. Dekorasyonu da çok hoş."

"Öyledir. Ebru zevkli kadın, çoğu şey onun elinden çıkma... İki çocuk olunca mecburen geniş ev seçmek zorunda kalmıştık."

Başak salona doğru ilerlerken güldü. Çağatay mutfağa geçmişti. "Sanki bir aile babasıyla konuşuyorum. Gerçekten çok ilginç... Kendini bir baba gibi hissetmiyor musun?" diye sordu mutfağa doğru seslenerek. Etraftaki fotoğraf çerçevelerini falan incelemeye başladı.

"Hem de nasıl! Neler yapmadım ki? Yemek yedirdim, oyunlar oynadım, kitaplar okudum, Tolga'yı küçükken hep ben tuvalete götürdüm, aile etkinliklerinde okullarına gittim, hafta sonları parklara götürdüm, ödevlerini yaptım, her türlü garip sorularına kafa patlattım. Ebru mesaiye kaldığında, çok çalıştığında akşamları ben baktım. Tabii diğer çocukların da hakkını yemeyeyim. Ama ben aynı evde yaşadığım için etkisi başka oluyordu."

Başak hayranlıkla dinliyordu Çağatay'ın anlattıklarını. Adam sahiden onun senelerdir hayalini kurduğu şeyi yaşıyordu. Hem de kendi kanından olmayan çocuklar için bu kadar fedakâr davranmıştı. Tamam, dolaylı olarak kendi kanındandı fakat insanın kendi çocuğunun olması başka bir şeydi. Çağatay bir erkek için hayatının en değerli yılları sayılabilecek yıllarını bu çocuklara harcamıştı. Yaşıtları o bar senin, bu kulüp benim gezerek karı kız peşinde koşarken, futbol maçlarından, eğlence etkinliklerinden ve kariyer aşkının peşinden giderken, o kuzeniyle beraber çocuk bakmıştı.

"İçecek bir şeyler ister misin?" diye sordu Çağatay tezgâha abanarak. Başak hayır anlamında kafasını salladı.

"Pekâlâ. Yemek yapmaya girişiyorum ben o zaman."

"Yardım edeyim sana."

"Ama sadece ufak yardımlara izin var. Yemeği ben yapacağım!"

Başak muzip bir ifadeyle ona baktı mutfağa girerken. Çağatay gömleğinin kollarını kıvırıyordu. "Yangın çıkmaz değil mi?" diye sordu şaka yaparak. Çağatay anında alaycı bir kırgınlıkla Başak'a baktı.

"Bu sözlerine pişman olacaksın," dedi kendinden emin bir tavırla.

***

Feridun Düzağaç – Kül (Demli Versiyon)

Çağatay gerçekten Başak'ı sözlerine pişman edecek bir sofra hazırlamış, çok keyifli bir yemek yemişlerdi. Şimdi televizyonun karşısında sarmaş dolaş bir vaziyette otururlarken, Çağatay uzun zamandır bu kadar iyi hissetmediğini düşünüyordu. Başak'ın güzel başı göğsündeydi, kolları beline dolanmıştı. Çağatay da parmak uçlarıyla usul usul onun kolunu okşuyordu.

"Geçen gün babam aradı," dedi birden Başak düz bir sesle. Çağatay'ın kasları gerildi. Bu konu tehlikeli konuydu. Başak Kaan'a bile onca yıl ailesinden hiç bahsetmemişti. Bunu hem Kaan'dan, hem Başak'tan duymuştu. Şimdi birdenbire durup dururken kendi isteğiyle bunu demesi büyük bir adımdı.

"Neden aramış?" diye sordu temkinle Çağatay. Başak'ın sözleriyle aksayan parmakları okşamaya devam etti.

"Boşanacağımı görmüş gazeteden. Ne yapacağımı sordu."

"Sen ne yaptın peki?"

"Her zaman olduğu gibi başımın çaresine baktığımı söyledim."

"İyi yapmışsın. Sen bu hayatta tanıdığım en güçlü kadınlardansın gerçekten de." Sözlerinden sonra Başak'ın saçlarına bir öpücük bıraktı. Başak da minnettar bakışlarını Çağatay'ın gözlerine doğru kaldırdı. Sadece televizyon ve ay ışığının aydınlattığı salonda Başak'ın gözleri parlıyordu.

"Yaman'ı da sordu," dedi sesi titrerken. "Beni bulup bulmadığını. Uzun süredir ondan haber alamadığını söyledi."

Bir diğer tehlikeli konu da buydu. Yaman'ın kim olduğunu artık biliyordu Çağatay. Fakat hala babasının bürosunda konuşulan konulara vakıf olamamıştı. O kadarını anlatmamıştı Başak. Sadece çocuğun başının bir tür belada olduğunu biliyordu Çağatay. Ancak belanın boyutundan bihaberdi.

"Seni sık sık arar mı? Baban yani?"

Başak'ın dudaklarından kısık sesli alaycı bir gülüş firar etti. "En son ne zaman aradığını hatırlayamadığım kadar uzak bir zamanda aramıştı. İşleri düşmedikçe pek aramazlar. Birkaç kez para istemişlerdi benden."

Çağatay ifadesizliğini korumaya gayret ederek Başak'a bakıyordu. Kadının hayatında kayda değer bir tane iyi insan yoktu. Bu nasıl bir talihsizlikti ki bu kadar güzel yürekli bir insan, doğru dürüst iyi biriyle hiç karşılaşmamıştı hayatı boyunca?

"Senin telefonunu ilk bulduğumda konuştuğumuz şeyleri hatırlıyor musun?"

"Evet."

"Hala kendimi küçük görüyor olmama kızabiliyor musun?"

Çağatay sessiz kaldı. Onun nereye varmak istediğini biliyordu.

Başak bir damla yaş gözünden akınca Çağatay'a fırsat vermeden hızla ve sertçe kendisi sildi o yaşı. "Ben kurtulmak istedikçe, iyi ve düzgün bir hayat istedikçe beni aşağı çeken, beni küçülten şeyler kendilerini hatırlatıyorlar. Ve bunlar kurtulamayacağım, varlıklarını reddedemeyeceğim şeyler... Bugün sen babanla yan yana dururken size baktığımda 'Neden hiç benim bana öyle gururla bakan bir babam olmadı?' diye düşünüyordum. Düşünsene... Kaç yıllık evliliğim bitiyor, ben buna üzülmüyorum ve boşanmamı düşünmüyorum, sadece ne kadar şanssız bir insan olduğuma kafa yoruyorum."

"Talihin kimin için ne zaman döneceği belli değildir. İnsan talihini kendisi yaratır bence. Hayat sana zor şartlar koşmuş ama sen nereden nereye gelmişsin. Boyundan çok daha büyük işler başarıyorsun ama hala onları görmek istemeyip olumsuzluklara yöneliyorsun. Onca yıllık avukatım, hayatımın en garip boşanma davasına şahit oldum ben bugün. Elinde binlerce liralık serveti, malı mülkü olan bir adam, kendisine bu kadar emek vermiş olan karısını yapayalnız ortada bırakıp gitti. Sen gıkını bile çıkarmadan sıfırdan başlamayı kabul edip, tek başına alın terinle para kazanmaya çalışıyorsun. Birçok kadın bunu başaramıyor Başak. Bu adam bu kadar yıl sana en çok istediğin şeyi bile verememiş. Senden senelerini çalmış resmen! Bir de üzerine utanmasa tazminat davası açıyordu üç beş fotoğraf yüzünden. Ve sen hala büyüklüğünü gösterip susuyorsun. O yüzden lütfen artık kendini küçük görmeye devam etme. Sendeki yüce gönül çoğu insanda yok, inan bana."

Başak buruk tebessümüyle Çağatay'a bakarken kalbi yine yerinden çıkacakmış gibi atıyordu. Gürültüsünü Çağatay bile duyuyor olmalıydı. Çağatay ona en yakışıklı gülümsemesiyle bakarken sol elini kaldırarak narin dokunuşlarla Başak'ın yanaklarındaki ıslaklığı sildi. Hafifçe yüzünü çevreleyen kızıl telleri okşadı.

"Galiba ben en büyük talihimi seni öperek yarattım," dedi Başak gülmek ister gibi bir ses tonuyla. Çağatay oyunbaz tavırlarla alt dudağını kemirirken sırıttı. "Kesinlikle çok doğru bir adımdı o."

Daha fazla Başak'ın baş döndürücü kokusuna karşı koyamayarak ona doğru yavaşça eğildi ve dudaklarını onun dudaklarıyla buluşturdu. Bir süre onun yumuşacık kızıl tellerini sever gibi okşayarak öptü kollarındaki kadını. Geri çekilip gözlerine baktığında mavilerinin yorgunlukla parıldadığını gördü. Şefkatle gülümsedi. Onun güzel başını tekrar göğsüne koyup, ilk pozisyonlarını almalarını sağladı. Kollarıyla sımsıkı sardı kadınını. Sessizce televizyonu izlemeye; aslında sadece onu düşünmeye devam etti.

Yaklaşık yirmi dakika sonra izledikleri dizinin bölümü bittiğinde "Seni eve bırakmamı ister misin?" diye sordu Çağatay. Bir cevap alamayınca başını yavaşça eğerek Başak'ın yüzüne baktı.

Gözkapakları o güzel gözlerini örtmüştü. Düzenli nefesler alıp veriyordu. Adeta bir prenses gibi sakin bir mizaçla uyuyakalmıştı.

Gülümseyerek dikkatlice Başak'ı kucağına alıp, ağır hareket ederek odasına götürdü. Onun narin bedenini yavaşça yatağa bırakıp üzerini örttü. Yatağı sarsmamaya dikkat ederek yanına uzandı. Bir süre onu izledikten sonra, Çağatay da günün sonunda artık üzerine çöken duygusal ve bedensel yorgunluğa dayanamayıp, Başak'ın yanında uykuya daldı.

*Nothing Else Matters: 1991 çıkışlı Metallica şarkısı. 'Başka hiçbir şeyin önemi yok' anlamına gelmektedir.

**Sad But True: 1991 çıkışlı Metallica şarkısı. 'Üzücü/Acı ama gerçek' anlamına gelmektedir.

Continue Reading

You'll Also Like

10.9M 358K 70
Karanlığın Aç Çocukları Serisi, Akılbaz (1.kitap) ve Canbaz (2.kitap) olmak üzere burada yayımlanmaktadır. ____ Parmak uçlarım geniş omuzlarına doku...
16.3M 931K 55
Mine internet üzerinden Yeşil Küpeli Kız takma ismiyle magazin haberleri yaparak milyonlarca takipçiye ulaşmıştır ve Mine'nin şimdiki haber hedefi ge...
11.7M 6.7K 4
"Yeter ama bu kadarı fazla!" sinirden gözüm dönerken Savaş abi yanıma gelip omuzlarımdan tuttu. "Yeter mi? Yüsra ben yanında olduğum sürece kimse sa...