GÜZEL GÜNLER KULÜBÜ

By sezgisalman

341K 30.6K 8.4K

Kerem: İyi bir avukat, deli dolu bir insan, mükemmel bir arkadaş. Bahar: Enerjik kişilik, sabırlı karakter, m... More

Giriş
1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm
26. Bölüm
27. Bölüm
28. Bölüm
29. Bölüm
30. Bölüm
32. Bölüm
33. Bölüm
34. Bölüm
35. Bölüm
36. Bölüm
37. Bölüm
38. Bölüm
39. Bölüm
40. Bölüm
41. Bölüm
42. Bölüm
43. Bölüm
44. Bölüm
45. Bölüm
46. Bölüm
47. Bölüm
48. Bölüm
49. Bölüm
50. Bölüm
51. Bölüm
52. Bölüm
53. Bölüm
54. Bölüm
55. Bölüm
56. Bölüm (Final)

31. Bölüm

4.9K 498 118
By sezgisalman

Harun ilk kez sevgili olduğu kızla buluşacak yeniyetmeler gibi heyecanlıydı. Bunu kalbinin atışlarından bile ayırt edebiliyordu. Motoruna poposunu yaslamış, Sıla'nın gelmesini bekliyordu. Onu görmeyeli o kadar uzun zaman olmuştu ki, sanki seneler olmuş gibi hissediyordu.

Yüzüncü kez huzursuzca saatine baktı. Bir sorun çıkmasından ve gelememesinden çok korkuyordu. Oysaki sorunları daha yaşandığı gün çözülmüştü. Risk almamak adına Harun 'Bir süre görüşmeyelim de dikkat çekmeyelim' şeklinde bir karar almalarını istemişti. Tabii özlem denen illetin pençesine böyle düşeceğini tahmin etmemişti. Kendini arabesk şarkılara konu olabilecek kadar derbeder hissetmişti Sıla'yı göremediği süre boyunca.

Beklediği caddeye çıkan sokağın ucunda Sıla görününce yaslandığı yerden bir tazı gibi doğruldu. Yerini belli etmek istercesine sağ elini kaldırıp salladı. Ve gözleri o an Sıla'nın gözleriyle kavuştu. Sıla, adının anlamına uyacak özlem dolu bir ifadeyle koşarak Harun'a doğru geldi. Harun gelir gelmez onu kollarını açarak karşıladı ve sımsıkı sarılıp göğsüne bastırdı Sıla'yı. Derin bir nefes alarak saçlarını koklarken Sıla "Seni seviyorum," dedi ilk olarak. Harun'un bir anda adeta bütün vücudu gücünü yitirdi. Bu söze hazırlıksız yakalanmıştı.

Geri çekilip Sıla'nın gözlerinin ta derinlerine baktı. Elleri narin hareketlerle onun yüzünü okşarken, Sıla'nın gözlerinin dolu dolu olduğunu gördü.

"Ben de seni seviyorum prenses."

Ona bakmayı ve onu fiilen sevmeyi bırakamıyordu. Eli sürekli saçlarını ya da yüzünü okşuyordu. "Gözlerinde akmaya hazır yaşlar var... Umarım mutluluk gözyaşlarıdır onlar," dedi dayanamayıp. Sıla kendini gülmeye zorladı hemen. Yaşları akmadan geri yollamaya gayret etti.

"Sadece seni çok özlemişim. Ondan... Allah'ım... Çok garip ya! Seni ilk tanıdığımda nasıl gıcık oluyordum sana. Şimdiyse üç beş gün göremeyince çıldırıyorum."

Sıla'nın az önce dolu olan gözleri şimdi mutlulukla parıldarken Harun güldü. Onun burnunun ucunu öptükten sonra motora binmeden giymesi gerekli ekipmanları ona tek tek uzatmaya başladı. Hazırlanırken Suat'ın dün akşamki vakıasından konuştular. Sıla defalarca kez fotoğraflara ve videolara bakmıştı. Hala inanamıyordu Suat'ın bunu yapmış olduğuna. Kızla o halleri gözünün önüne geldikçe Sıla kendisi utanıyordu. O kadar insan içinde...

Motorla son hız Bostancı taraflarına doğru yol alırken Sıla'nın aklını Suat konusu işgal etmeye devam ediyordu. Harun'a sarılı kollarını biraz daha sıkarak ve ona yapışık vücudunu hafifçe oynatarak interphone'a* konuştu. "Sence Samet'e göstermeli miyim onları Harun?"

"Bilmiyorum. Abini benden daha iyi tanıyorsun. Ama bana sorarsan göster derim. Bulaştığı işler hiç tekin işler değil."

"Kadının görüntüsü hiç hoşuma gitmedi. O eteği, bluzu, saçı başı, tavırları... Sanki şey gibi diyeceğim de... Oraya gelen tüm kadınlar öyle giyiniyordur herhalde değil mi? Ben saflık ediyorum."

Harun'un yüzü asıldı. Allah'tan şu an motordalardı ve Sıla arkasındaydı da yüzünü görmesine imkân yoktu. Yoksa kesin bir şeyler bildiğini çakmıştı.

"Yani... Yine de o biraz abartı bir giyimdi. Kadınların niyetlerini nasıl giyindiklerinden ayırt edersin öyle ortamlarda. Genelde zengin koca avına çıkmış kadınlar o tarz giyinir kulüplerde ancak Suat'ın durumunu inan ben de çözemedim. İçimden bir ses bu kadına para yediriyor diyor."

"Onun ne parası var ki ne yediriyor? Bir şişe açtırtmak en aşağı beş yüz altı yüz lira diyorsun. Suat abimin üç kuruş maaşı var."

"Burnuma iyi kokular gelmiyor Sıla. Haberin olsun. Seni de germek istemiyorum ama... İstersen birkaç gün daha bekle, ben bir şeyler öğrenmeye çalışayım. Ona göre Samet'le konuşuruz."

"Sen nasıl öğreneceksin ki?"

"Dün akşam onların beraber takıldığı grupta tanıdıklarım var. Sorup soruşturacağım işte."

"Pekâlâ. Bekleyelim o zaman."

Güzel havanın tadını çıkarmanın en iyi yolunun bisiklete binmek olduğuna karar vererek birer tane bisiklet kiraladılar. Bostancı'dan başlayıp Maltepe'de yolun bittiği noktaya kadar sohbet ederek bisiklete binip günün tadına vardılar. Harun Sıla'ya her kafasını çevirişinde güneş Sıla'nın gözlerinde parıldıyordu. Bu da Harun'un içinin kıpır kıpır olmasına neden oluyordu. Aralarındaki on üç yıllık yaş farkını unutuyor, kendisini Sıla'nın akranı olacak kadar genç hissediyordu.

Hayatını düzene sokmasının geleceği için yeterli olmadığını biliyordu. O da eskiden; Suat'ın yaşadığı kadar iğrenç olmasa da, fazlasıyla benzeri sayılabilecek kadar ahlaksız bir hayat yaşıyordu. Sadece bunları gerisinde bırakıp, hayat görüşünü değiştirmekle Sıla'ya yakışacak bir adam olamazdı. Başka bir şeyler yapması, başka şeyler olması gerekiyordu.

"Keşke şartlarımız eşit olsaydı be prenses," diye mırıldandı kendi kendine. Sıla onun neden bunu dediğini anlayamayarak ve gidonun kontrolüne dikkat ederek kafasını Harun'dan tarafa çevirdi. "Nasıl? Anlamadım?"

"Düşünüyorum da... Suat'ı eleştiriyorum ama... Ne hakla bunu yapıyorsam... O yüzden keşke şartlarımız eşit olsaydı seninle."

Sıla gülerek omuz silkti. "Ne yani? Senden önce bir sürü erkekle beraber olmuş olsa mıydım?"

Bu defa Harun güldü. Gülerken gözlerini devirdi. "Hayır. Keşke benim hayatımdaki ilk kadın sen olmuş olsaydın."

"Yaşını düşünürsek, bu biraz sıkıntı olurdu. Arkadaşların çok dalga geçerlerdi seninle." Sıla'nın ses tonu muzipti. Harun da onun yüzüne bakarak sırıttı. Gerçekten hayatı boyunca tanıdığı tüm kadınları düşününce—ki bu sayı bir hayli fazlaydı—en tatlısı tartışmasız Sıla'ydı.

Ondan çok daha olgun olan kadınlar gereksiz kıskançlıklar yaparak saçma sapan ortalığı gererken, Sıla hep sakindi. Her şeyi anlayışla karşılamaya çalışıyordu. Kıskanmıyor, sorgulamıyordu resmen. Harun da kendisini garip bir şekilde ona borçluymuş, hep Sıla'ya karşı eksikmiş gibi hissediyordu.

Bir süre sessizce bisikletlerini sürmeye devam ettiler. Harun'un değindiği konu, Sıla'nın aklına türlü türlü düşünceler getirmişti şimdi. İçindeki meraklı cadıya engel olamıyordu. O yüzden dayanamayıp "Çok kadın oldu mu? Yani... yargıladığımdan değil, biliyorsun. Sadece merak ediyorum. Konusu açılınca aklıma takıldı," dedi.

Harun burnundan derin bir nefes aldı. Pedal çevirmeyi bir süre bırakıp sabit hızda devam etti. "Ben otuzlarımdan sonra ilişki adamı oldum sayılır prenses. Öncesinde zaten değer verdiğim bir ilişkim hiç olmadı. Ki sana kadar da cidden 'bu ilişki benim namusum' dediğim bir ilişkim de olmadı. Kendimi sevmemeye adamıştım ben. Çünkü sevip de kaybetmenin ne demek olduğunu ilk annemde gördüm. Sonra hayatın böyle geçmeyeceğine karar verdiğim bir zamanda da Çağatay'ı gördüm. Bir insana bağlanmanın sonucu benim için hep acı vericiydi. Sana bunları neden anlattığıma gelirsem... sonuç olarak kaç tane kadın olduğunun hiçbir önemi yok. Olanın ne adı kaldı, ne sanı, ne de çehresi."

Sıla da bu sözler üzerine sustu. Harun arada bakışlarını bisikletini sürdüğü yoldan Sıla'ya doğru çevirip onun ne hissettiğini anlamaya çalıştı. Ama çok bakamadığı için çözemiyordu. Sıla da ifadesizdi.

"Ne garip... Çoğu kız böyle durumlarda, bir erkek için bu şekilde özel olduklarında mutlu oluyor. Okuduklarım izlediklerim duyduklarım... Ben nedense hemcinslerim için üzülüyorum."

"Üzülecek bir şey yok benim aşırı melek yürekli sevgilim. Bu hayatlar bizlerin tercihi. Ben kimseyi hayal kırıklığına uğratmadım hayatım boyunca. Kimseyi kandırmadım, yalan söylemedim. Neysem oydum. Ben ne seçtiysem onlar da onu seçtiler. Senin gibi tatlı kızların en büyük yanılgısı bu aslında."

"Ne?!"

"Bütün kadınları kendin gibi iyi yürekli ve mağdur olan taraf olarak benimsiyorsun. Erkekleri de benim gibi piç kuruları olarak nitelendiriyorsun. Herkes birbirinin aynısı değil."

"Bir kere ben seni piç kurusu olarak nitelendirmedim—"

"Tabii tabii. Sana Murat Güler'i kötülerken şeytana bakıyormuş gibi bakıyordun bana."

"Abartıyorsun!"

"Hadi ama! İtiraf et. İçinden benim uyuz, çokbilmiş ve kendini beğenmiş herifin teki olduğumu geçiriyordun."

"O sıfatları düşünmüş olabilirim..." derken mağrur bir ifadeyle çenesini kaldırıp omuz silkti Sıla. Harun onun o haline gülmeden edemedi.

"Ama şimdi seni seviyorum ve yanıldığımı gördüm. Sen o zamanlar hep beni kızdırmaya çalışıyordun hem."

"Evet, seni Murat konusunda kızdırınca çok tatlı oluyordun çünkü."

Harun'un sempatik tavırları yüzünden ona kızamadı Sıla. Gülerek tekrar önüne baktı.

Bir süre sonra U dönüşü yapıp geldikleri yolu geri döndüler. Bisikletleri aldıkları yere geri bıraktıkları esnada, Harun bisikleti, bisiklet parkına yerleştirirken Sıla geri çekilip onu baştan ayağa birkaç kez süzdü. Gözleri bir süre Harun'un poposunda oyalandı.

"Harun, bu üstündeki ne iş senin?" diye sordu.

Harun yaptığı işi bitirir bitirmez, Sıla'nın baktığı kısımlara bakıp kendisini süzdü. "En sevdiğim pantolonlarımdan biri bu," dedi koyu yeşil pantolonunu işaret ederek.

"Sence de biraz dar değil mi bu pantolon? Hani Samet abimi eleştirdin ettin o kadar..."

Harun tamamen Sıla'dan tarafa dönüp kollarını göğsünde birleştirerek dik dik sevgilisine baktı. Gözlerini birkaç kez kırpıştırdı. "Aktif olarak yaptığım tek sporu da iki aydır bırakmış olduğumdan... malumunuz... biraz kilo aldım," dedi manidar bir ses tonuyla.

Sıla ışık hızıyla kızararak sırtını dikleştirdi ve gözlerini kaçırdı. Harun onun o haline gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdı.

"Neyse neyse... Avukatların basket grubuna katıldım zaten. Bundan sonra onlarla sporumu yapacağım düzenli olarak maçlara katılıp. Eritirim biraz popomu göbeğimi."

***

Bahar bavulunu yüzüncü kez dağıtıp toplamıştı. Ekin'e fenalık getirmişti artık. Yardım teklifi ettiğine pişman olmuştu kızcağız. Harun gibi şu güzel pazar gününde sevgilisinin kollarına gitmediği için pişmandı. Gerçi Ekin Bir'i de bilerek yalnız bırakmıştı. Biraz yazması gerekiyordu onun.

"Hava hala soğuktur oralarda. Baksana Ebru'nun kıçı donmuş İngiltere'de. Boşuna almayayım bunu," diyerek elbisesini Ekin'e doğru tuttu. Ekin gözlerini devirdi. "Zaten ne yapacaksın elbiseyi Bahar. İş için gidiyorsun oralara."

"Murat kesin kulüplere barlara gitmek ister konseri olmadığı akşamlarda."

"Ya bak rica edeceğim, dağıtmayın çok. Sen de Murat'ın hallice versiyonu sayılırsın. Bu aralar mutsuzsun hem. Kontrolünü kaybetme sakın."

"Abartma Ekin! Düştüysek de ölmedik."

Ekin memnuniyetsiz bir şüpheyle gözlüğünü düzelterek Bahar'ı süzdü. Bahar onun kıl bakışlarını görmezden gelerek işine devam etti.

"Akşam Çağataylara bi uğrasaydın keşke ya."

"Geç kalırım falan şimdi. Murat'ı da hazırlamak etmek gerekecek."

"Ya gece değil mi uçak? Gel bir saat otur öyle git."

"Yok yok. Risk almayacağım ben."

Akşam herkes Çağataylarda olacaktı. Füsun teyzeleri özellikle davet etmişti. Fakat Bahar'ın gitmeye hiç gönlü yoktu. Geçenlerde Kerem'le yaşanan garip sohbetten sonra hala kendini kötü hissediyordu ve Kerem'le yüz yüze gelmek istemiyordu.

Son günlerde Poyraz'ı düşünmesi gerekirken çok fazla Kerem düşünüyordu ve bunu hayra yoramıyordu. Sistemi altüst olmuş durumdaydı adeta.

"Aslı gelecek mi acaba. Ben çok sevdim o kızı ya. Çok tatlı biri değil mi sence de?" diye sordu Ekin sanki Bahar'ın Kerem hakkında düşündüğünü hissetmiş gibi onunla ilgili bir konuya parmak basarak. Kıyafet dolabının önünde duran Bahar kafasını sallayarak kendine gelmeye çalıştı. Elbiseyi askıya geri astı. "Evet. Çok tatlı birine benziyor."

"Adları da acayip uyumlu. Bu kadar olur yani... Kerem'le Aslı..."

Ekin bir slogan söyler gibi ikilinin adını anarken Bahar'ın kalbi sıkıştı. Bu iyi değildi. Onların Aslı'yla Kerem olmalarını istemiyordu çünkü Kerem her zaman onun için Kerem'di. Yani Mirza Bey'di. Başkasının Mirza Bey'i olmamalıydı. O efsane Bahar'la Kerem bittiği gün tarihe gömülmüş olmalıydı.

"Sen hatırlarsın kesin... Efsanede Aslı'nın gerçek adı neydi?"

"Kara Sultan."

Bahar dolabın aynasındaki yansımasına baktı. Kara Sultan kendisiydi işte! Kendisi bu adı layıkıyla taşıyabilecek kadar uygundu.

Sinirle dolabın aynalı sürgülü kapılarını çarparak kapatıp öbür kanadı açtı. "Sıçtığımın halk edebiyatı her zaman karmakarışık olmuştur zaten..." diye söylendi. Ekin arkasını dönüp garip garip arkadaşına baktı.

"Nereden çıktı şimdi o ya?" diye sordu. "Halk edebiyatını severdik biz."

"Zamanında bu efsanelere abanıp aşk meşk hayalleri kuracağıma azıcık Dede Korkut'a abansaydım da hayattan ders çıkarıp kendime doğru yolu çizecek vizyona sahip olsaydım diyorum şimdi."

Ekin sessiz sessiz kıkırdadı. Elindeki tişörtü özenle valize yerleştirdi. "Nisanda İzmir Fuarı'na gideceğim. Alayım sana şöyle yeni çıkan, kalın bir baskısından?" dedi dalga geçer gibi.

Bahar dolaptan yeni çıkardığı parçaları yatağa koyup başucundaki romanı eline aldı. "Şaka maka bu kitap bitti sayılır. Ben ne götüreceğim giderken ya? Senin kütüphanende de tırtıklamadığım kalmadı."

"Ekin'in evine gidelim, bir de onun kütüphanesini tırtıkla. Gerçi kitapları konusunda çok katı. Ama acayip şeyler var evinde. Bir sürü kitabın orijinal baskını almış zamanında hep bulup."

Bahar bir anda bu düşünceyi kafasında tartar gibi durdu. "Aslında olabilir ha. Verir mi ki bana? Evi de yakın, şöyle gidip bir baksak."

"Dur ben arayayım sorayım." Ekin emekleyerek yataktan kalktı ve içeri gitti. Bahar bir kez daha dolabın aynasından kendi görüntüsüyle karşılaşınca mutsuz bir halde yatağa çöktü. Üzgün üzgün kendisine baktı.

"Ne olacak böyle?" diye mırıldandı. Omuzları çökmüş vaziyette ellerine baktı. Sağ elinin iki parmağı dudaklarına gitti. Gözlerini kapatıp hastanedeki o geceyi düşündü.

Poyraz tarafından acımasızca terk edildiği ve Kerem tarafından tekrar hayat bulduğu geceyi...

Aradan onca zaman geçmesine rağmen hala düşündüğünde kalbi küt küt atıyordu. Bu duyguyu nasıl tarif edeceğini bilmiyordu. Kerem'i bunca zaman sonra tekrar öpmek; uzun seneler boyunca tatlı hiçbir şey yiyemeyip, birkaç yılın sonunda ağzına bir parmak bal çalınması gibiydi. Vücudun şekere duyduğu özlem yüzünden tüm bünyenin kafayı yemesi gibiydi. Hatta tam olarak öyleydi!

'Ya o senin için tek erkekse? Başka hiç kimse asla onun gibi hissettirmeyecekse?' dedi içindeki ses Bahar'a. Bahar öpüşmeyi sevişmeyi, birileri tarafından sevilmeyi seven bir kadındı. Tensel samimiyete önem verirdi. Fakat bir gerçek vardı ki, düşündüğünde o gün Kerem'in öptüğü gibi kimse öpmemişti onu. Tensel olayları ne kadar çok yaşadığındansa ne kadar verimli yaşadığı mühimdi onun için. Evet, kabul ediyordu, Kerem'le olduğundan çok daha iyi cinsel deneyimleri olmuştu fakat o zamanlar çocuk sayılırdı! Belki şimdiki halleriyle kıyaslama şansı olsaydı...

"Yok artık!" dedi yüksek sesle kendine. Titreyerek yataktan kalkıp hızla işine döndü. Hala Kerem'e karşı hisleri olup olmadığını anlamak için onunla yatamazdı. Bu işleri berbat ederdi. Hem de büyük berbat ederdi! Bir daha herhalde asla aynı ortamda duramazlardı bile. Şimdi dahi onun yüzüne bakacak cesareti kendinde bulamıyordu. Öyle bir şey yaşanmış olsaydı herhalde utancından kendini sonsuza kadar odasına kapatırdı.

***

"Those were the days my friend

We thought they'd never end

We'd sing and dance forever and a day

We'd live the life we choose

We'd fight and never lose

Those were the days, oh yes those were the days!"

Ebru uçakta şampanyayı biraz fazla kaçırdığı için çakırkeyifti. Ama ona bu neşeli şarkıyı söyleten keyif, muhteşem hafta sonundan geliyordu. Ayağındaki topuklu ayakkabılara rağmen bir ceylan gibi seke seke terminale doğru yürüyordu. Burak'sa derin bir gülümsemeyle arkasından onu izliyordu. Sarı saçları hafif rüzgârda uçuşurken, Ebru minik minik zıpladıkça hacimle dalgalanıyordu. Kalçalarını ve bacaklarını sıkıca saran siyah deri pantolon, onu yine ama yine istemesine neden oluyordu. Sanki tüm hafta sonu bu 'isteme' konusuna çözüm bulmamışlar gibi...

"Dikkat et, düşeceksin!" diye keyifle seslendi bir çocuğu uyarıyormuş gibi arkasından. Oysaki önünde yürüyen kadın, on altı yaşına gelmiş iki çocuğun annesiydi.

"Tamam! Duruyorum," diyerek zıpırdamayı bıraktı Ebru. Omzunun üstünden abartıyla sırıtan bir bakış attı Burak'a.

Terminale girdiklerinde Burak onu elinden tuttu yine. Beraber pasaport kontrole yürüdüler ülkeye giriş yapmak için. Ebru sırf görüntü karşısında kendini tutamayıp Duty Free'den birkaç kutu çikolata aldı. Ardından yine gülüşe gülüşe ve konuşa konuşa Burak'ın arabasının hazır beklediği ön tarafa doğru gittiler. Çantaları falan çoktan almış olan Burak'ın şoförü onları "Hoş geldiniz," diyerek karşıladıktan sonra Ebru'nun kişisel çantasını ve poşetlerini de elinden kapıverdi.

Burak gülümseyerek şoförünü geri selamlarken, Ebru şaşkın ama hala güleç bir halde elinden alınıp arabaya yerleştirilen eşyalara baktı.

"Ben kendim dönseydim bir taksiyle keşke," diye mırıldandı. Burak şok içinde gözlerini kocaman açtı. "Dalga geçiyorsun değil mi?" diye sordu.

"Benim yüzümden yolunu değiştirme diye dedim. Yanlış anlama hemen."

"Yolumun üstündesin zaten güzellik." Burak çapkın bir bakışla göz kırptı Ebru'ya. Ebru kıkırdayarak uzanıp Burak'a sarıldı.

"Müthiş bir hafta sonuydu. Her şey için çok çok çok teşekkür ederim," dedi.

"Asıl ben teşekkür ederim. Bu hafta sonunu müthiş yapan şey sensin çünkü."

Ebru gülümseyerek birkaç santim geri çekildi ve Burak'ın gözlerinin içine baktı. Bir eli onun ensesindeki saçlarla oynuyor, diğeri tam kalbinin üzerinde duruyordu. Burak'ınsa iki kolu birden Ebru'nun beline dolanmış haldeydi.

"Seni seviyorum," diye fısıldadı kimsenin duymasını istemiyormuş gibi Ebru. Burak uzanıp onun yanağına yumuşacık bir buse bıraktı. Dudaklarını onun kulağına yaklaştırarak "Ben de seni seviyorum," diye cevapladı kollarındaki kadını seksi bir fısıltıyla.

Ebru etraftaki insanları umursamadı. Uçağa yetişenleri, uçaktan gelenleri, sevdiklerini bekleyenleri, sigara içenleri... Dudaklarını Burak'ın dudaklarına doğru getirdi. Derin bir nefes alıp, sevdiği adamın kokusunu içine çekerek öptü onu. Göğsünde duran eli Burak'ın boynuna doğru yükseldi. Parmaklarını dolayıp Burak'ın yüzünü iyice kendine doğru çekti.

Burak da onu belinden kendi vücuduna bastırarak aralarındaki tüm boşluğu kapattı. İki eliyle de sıkı sıkı Ebru'nun sırtını sardı. Öpüşlerine istekle karşılık verdi.

Uzun saniyeler boyunca dudakları birbirinden ayrılmadı. Ta ki Burak arkasından çok tanıdık bir sesin kendi adını seslendiğini duyana kadar... Aynı sesi Ebru da duymuştu. Ateşe değmişçesine, dudaklarını Burak'tan kurtarıp biraz geri çekilerek sesin geldiği yöne baktığında, sadece bir saniye içerisinde bütün vücudunun utançtan alev aldığını hissetti. Ebru geri çekildiğinde Burak da duyduğu sesin doğruluğundan emin olmaya ihtiyacı varmış gibi başını omzunun üzerinden hafifçe arkasına doğru çevirdi.

İşte oradaydı. Birkaç adım ötedeydi. Hala sarmaş dolaş durmakta olan Ebru ve Burak'a şok içinde bakıyordu Neslişah.


*interphone: Motor kasklarına takılan ve yolculuk esnasında motordaki kişilerin konuşmasını ve sohbet edebilmesini sağlayan bir çeşit teknoloji.

Continue Reading

You'll Also Like

589K 36.6K 59
Hare, anne ve babasının ölümünden sonra intikam arzusu içinde ki amcasının yanında kalmaktadır ve kendisine miras kalan mal varlığından dolayı öldürü...
1.3M 89.1K 57
En yakın arkadaşının evlilik arifesinde tanıştığı James'e aşık olan Selen, hissettiği yoğun duygulara rağmen genç adamın beraber yaşama teklifine çok...
3.4M 135K 81
"Bu Nurdan Keleş ve Sezgi Salman'ın ortak hikayesidir." Hayat tarzları farklı bu üç seksi kardeşin dünyasına girmeye hazır mısın? Kalbinde derin bir...
25.9K 4.7K 31
Benim adım Güzide değil. Yıllardır insanlara ısrarla bunu anlatmaya çalışıyorum. Biriyle yeni tanıştığımda kimliğimde yazan, annemin bana verdiği ism...