GÜZEL GÜNLER KULÜBÜ

By sezgisalman

341K 30.6K 8.4K

Kerem: İyi bir avukat, deli dolu bir insan, mükemmel bir arkadaş. Bahar: Enerjik kişilik, sabırlı karakter, m... More

Giriş
1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm
26. Bölüm
27. Bölüm
28. Bölüm
29. Bölüm
30. Bölüm
31. Bölüm
32. Bölüm
33. Bölüm
34. Bölüm
35. Bölüm
36. Bölüm
37. Bölüm
38. Bölüm
39. Bölüm
40. Bölüm
41. Bölüm
42. Bölüm
43. Bölüm
44. Bölüm
45. Bölüm
46. Bölüm
47. Bölüm
48. Bölüm
49. Bölüm
50. Bölüm
51. Bölüm
52. Bölüm
53. Bölüm
54. Bölüm
55. Bölüm
56. Bölüm (Final)

12. Bölüm

6.9K 591 137
By sezgisalman

Kendini o kadar bitkin hissediyordu ki işten de erken çıkmak zorunda kalmıştı Kerem. Ocak ayının ortasında hasta olması şaşırtıcı değildi. İş yeri binasının içiyle, dışarıdaki ısı farkı o kadar fazlaydı ki, vücudu her ortam değiştirişinde adeta şoklanıyordu. En nihayetinde yenik düşmüştü. Gözleri ve burnu akıyor, eli kolu tutmuyordu. Böyle zayıf hissetmekten nefret ediyordu.

Arabayla eve geçerken öncelikli olarak Ebru'dan yana şansını denemek istedi. Çünkü o bir anneydi ve bir hastayı en kısa sürede ayağa kaldırmayı en iyi o biliyordu. Ama Ebru bu akşam saat ona kadar mağazada kalacaktı. Yeni gelen ürünlerin sayımı vardı. Çağatay bir davası için Ankara'ya gitmişti. Harun'un tabii ki de konseri vardı. Ekin Adana'da kitap fuarındaydı.

Bahar'ı aramak istemiyordu... Eğer bir ay öncesi olsa düşünmeden onu arardı ama yılbaşında yaşanan talihsizlikten sonra ona biraz boşluk tanımak istemişti. Poyraz'la arasını düzelttikten sonra her şeyin yoluna gireceğine inanıyordu.

Bu yüzden İpek'i aradı. Fakat İpek'in telefonu da kapalıydı. Eve giderken kendi kendine "Canım kendim de halledebilirim her şeyi... Neden sürekli birilerini arıyorum ki?" diye söylenerek motivasyonunu arttırmaya çalıştı. İpek'in telefonunun neden kapalı olduğuna anlam verememişti. Ama bunu düşünecek bile takati yoktu.

Yol boyunca on üç kere hapşırıp, dört kere araç kontrolünü kaybetme tehlikesi yaşadıktan sonra Ulus'taki evine gelebildi. Montuna sıkıca sarınarak apartmandan içeri uçarak girdi. Giriş kattaki dairesinin önüne geldiğinde kapının arkasından köpeği Themis'in kapıyı tırmalayışını duydu. Anahtarıyla biraz cebelleştikten sonra kapıyı açtığında; bir İsviçre Dağ Köpeği olan Themis, Kerem'in üzerine atılmaya çalıştı. Ayağa kalktığında çok rahat şekilde Ekin'in boyunu geçebilecek kadar iri bir köpekti ve oldukça kuvvetliydi. Ve her köpek gibi sahibine âşıktı. Sonuçta Themis bir dişiydi, Kerem de yakışıklı ve tatlı bir erkek sahipti.

"Güzel kızım benim, dur dur... Baba hasta. Baba çok hasta," diye inledi Kerem köpeğini geri itelerken. Kapıyı kapatıp montunu aceleyle çıkardı. Terlemekten içindeki atleti su içinde kalmıştı. Üstünü çıkarıp rahat bir eşofman ve beyaz bi üst giydi. Yatağından yastığını ve battaniyesini alıp salondaki büyük kanepesini kendine hedef belirledi. Gidip oraya doğru ölmeyi planlıyordu. En azından bir süreliğine.

Yiyecek bir şey yapacak hali yoktu. Aslında yapılsa iyi olurdu. Ama kendini koltuğa atmadan önce yapabildiği tek şey Themis'in çişini yapabilmesi için bahçeye açılan sürgülü kapıyı biraz itmek oldu. Sızıp kalması ihtimaline karşın kapıyı kapatamadı. Çocuk bu soğukta dışarıda kalamazdı.

Koltuğa uzanıp örtüyü üstüne çektikten sonra bir kez daha İpek'i aradı. Telefonu hala kapalıydı. Titreyerek telefonu sehpaya geri bıraktı ve battaniyeyi üstüne çekti. Az önce terliyordu ve şimdi donuyordu. Hastalık hakikaten de dengesiz bir şeydi.

"Acaba annemlere mi gitseydim ya?" dedi bir an için kendi kendine. Ama bu ancak ölümle burun buruna kaldığında yapacağı bir şey olurdu. Henüz o raddeye gelmemişti. Annesinin yanına gitmektense burada can çekişmeyi yüzlerce kez tercih ederdi. Hem biraz dinlenirse geçmeyecek hiçbir şeyi yoktu. Durum o kadar vahim olamazdı.

***

Gözlerini araladığında uzaklardan gelen bir kapı çalınma sesi işitiyordu. Biri zile basarken aynı anda kapıyı yumrukluyordu. Ama Kerem'in kapıya gidecek kadar gücü yoktu. Üzerinde tonlarca ağırlık varmış gibi hissediyordu. Artı olarak, altmış kiloluk köpeği de üstünde yatıyordu.

"Themis... Ka—alk... Ah... Öleceğim." İnleyerek köpeğini aşağı atmaya çalıştı. İçerisi buz gibi olmuştu. Kapı açık kalmıştı. Ve Kerem terlemiş haliyle yine bir buz kütlesine dönüşmek üzereydi.

Tam biraz doğrulmayı başardığı anda telefonu da çalmaya başlayınca ilk önce ona uzandı. Kolayda olan oydu. Bahar'ın adını hayal meyal görür gibi oldu. Kapı da hala kırılırcasına çalınıyordu.

Ayaklarını sürüyerek birkaç adım mesafedeki kapıya yarım dakikada ulaşmayı başardıktan sonra açtı. Bahar'ın, montunun kolunu uzatarak eline korunak yaptığı yumruğu havada kaldı. Diğer eli zilin üzerindeydi ve o kolunun öbür ucunda; kulağı ve omzu arasına sıkıştırılmış telefonu duruyordu.

Kerem'in suratına doğru uzanmış olan yumruğunu çekip telefonu da kulağından alırken "Neredesin sen!? Bir saattir kapıyı yumrukluyorum, elim acıdı artık," diye söylenerek içeri girdi. Ayakkabılarını çıkarırken yanına gelen Themis kuyruğunu sallayarak Bahar'a sevgisini göstermeye başladı. Ama Bahar Themis'e her zaman gösterdiği ilgiyi gösteremeyecek kadar gergindi. Hemen elini uzatıp Kerem'in alnına koydu. "Yanıyorsun sen ya!" diye bağırdı.

"Tahmin ediyorum... Lütfen bağırma Bahar. Sesin kafamın içinde büyüyor," diye söylenerek koltuk yatağına geri yürüdü Kerem. Onun peşi sıra salona giren Bahar Kerem'in açmayı unuttuğu ışıkları yaktı. Kerem'in sırtındaki terli bölgeyi gördüğünde bir kez daha "Hiii!" diye bağırdı. Kerem yüzünü buruşturdu.

Koşarak balkon kapısını kapattı. "Kerem çıkar o üstündekini! Su içindesin. Çabuk duşa gidiyorsun! Yatma sakın. Buz gibi olmuş burası ya! Kapıyı neden açık bıraktın?.. Ay bilseydim buradan girerdim."

Kerem Bahar'ın motora takmış gibi konuşmasına dayanmaya çalışırken bilinçaltında onu neden aramadığını iyice anlamış oldu. Bilinci, Bahar'ın tiz sesle bağırma özelliği olduğunu hatırlamış olmalıydı.

"Ya n'olur bana bulaşma. Eğer yardım etmek istiyorsan bi çorba yap yeter. Bırak şurada uyu—" Kerem tam koltuğa geri oturup battaniyeyi üzerine çekecekken Bahar hışımla battaniyeyi onun elinden alıp koltuğun öbür ucuna attı. Kerem'i kollarından tutup çekiştirmeye başladı. "Kaalk! Kaaalk!" derken Kerem ağlar gibi inledi.

"Kerem hadi! Yardımcı ol biraz!" Aslında kuvvetinin maşallahı vardı. Kerem kendini koltuğa zımbalamış gibi davranmasa, biraz poposunu özgür bıraksa, çok rahat kaldırabilirdi Bahar onu. Acıyıp ona yardımcı olmaya karar verdiğinde Bahar'ın sürüklemesiyle soluğu evinin banyosunda aldı.

Evinin geri kalanı gibi oldukça modernize döşenmiş olan banyosuna girdiğinde Bahar oranın da camının açık olduğunu görünce söylenerek kapattı. Kerem hala kolları iki yana sarkar halde, yarı baygın vaziyette banyonun ortasında duruyordu.

"Ne bekliyorsun! Soyunsana!" dedi Bahar. Gelip bir annenin oğluna davranacağı türden bir özenle Kerem'in üzerindeki terden ıslanmış tişörtü çıkardı. Kerem biraz rahatsız olarak bir adım geriledi. "Sen çık da ben soyunayım anne. Hadi hadi..." diyerek onu banyonun dışına öteledi. Bahar banyonun kapısı suratına kapanmadan önce ancak "Ilık suyla yıkan. Ben çorba yapacağım, ilaç aldım, onları içeceksin. Sakın uyuma—" diyebildi. Kerem arkasını dönüp pantolonunu çıkarırken Bahar kapının önünden "Temiz giyilecekleri yatağının üzerine bırakırım," diye seslendi.

On beş dakika sonra banyodan çıktığında çok az daha iyi hissediyordu. Ama hala vücudu parça parça dökülüyormuş gibi halsizdi. Odasına girdiğinde Bahar'ın tıpkı söylediği gibi yatağına temiz kıyafetler bıraktığını gördü. Onları giydikten sonra saçlarını havluya kurulayarak salona doğru geri döndü. Mutfağın önünden geçerken Bahar'ın orada olduğunu görünce kapının önünde duraksadı. Oradan oraya koşuşturarak bir şeyler yapmaya çalışıyordu. Bu panik hali çok tatlıydı. Themis bile gözlerini ayırmadan yattığı yerden onu takip ediyordu. Tüm güçsüzlüğüne rağmen kapıya yaslanıp onu izlemekten kendini alamadı.

"Sen nasıl haber aldın benim hasta olduğumu?"

"Hah geldin mi? Sen git hemen uzan, ben çorba pişince getireceğim."

"Soruma cevap vermedin."

"O konuda hiç konuşmayalım istersen. Seni kontrol etmem gerektiğini Ebru söyledi bana. Sana çok kızgınım. Neden beni aramadın? Ebru'yu aramışsın, Harun'u da aramışsın."

"İşin vardır diye düşündüm. Murat'ın konseri yaklaşıyor."

"Yaklaşıyorsa yaklaşıyor. Benden başka o işi halledebilecek yüz kişi var. En yakın arkadaşımın sağlığı daha önemli. Hadi şimdi git içeri uzan."

Kerem gülümseyerek salona gitti. Salonun halini görünce gözleri irileşti.

Koltuğu tam bir hasta yatağı haline getirmişti Bahar. Güzel temiz çarşaflar sermişti. Battaniyesine kılıf geçirmişti. İki yastık koymuştu. Ortalığı da toparlamıştı. İlaçları sehpada duruyordu. Bir de su dolu bir kâse vardı. Kokuya bakılırsa sirkeli suydu. Kerem bundan nefret ederdi.

Suratını buruşturarak gidip koltuğa yattı. Örtüyü üzerine çekip yarı oturur vaziyette uzanırken Bahar'ın açmış olduğu müzik kanalını değiştirdi. Saat sekizi geçmişti. Demek ki iki saatten fazladır uyuyordu.

Bir süre sonra Bahar elinde bir tepsiyle salona girdiğinde Kerem İpek'i arıyordu. Telefonu bu defa çalıyor ama açılmıyordu.

"Eveeet. Ebru'nun tarifi olan sebze çorbasını yaptım. Çok güzel oldu." Elindeki tepsiyi kucağına alarak Kerem'in yanına oturdu. Kerem de elindeki telefonu bırakıp şaşkınca Bahar'a bakmaya başladı. Sonra Bahar çorbadan bir kaşık alıp Kerem'in ağzına doğru götürünce kafasını geri kaçırdı.

"Ben kendim içerim Erşi. Abartma istersen."

Bahar gözlerini devirerek Kerem'i ilk bulduğundaki halinin taklidini yaparak sesini kalınlaştırdı. "N'olur bana bulaşma. Bırak şurada uyuyayım Bahar... Iıııhhh," derken kafasını ve omuzlarını düşürüp gözlerini şaşı hale getirdi. Kerem kıkırdayarak gülmeye başladı.

"Beni daha fazla sinirlendirme Mirza Beyciğim. Uslu uslu çorbanı iç, ilaçlarını al."

Bahar'ın ültimatomundan sonra fazla bir şey demeden son kaşığa kadar onun içirdiği çorbayı yedi. Televizyonda zap yaparken bu hastalığı nereden nasıl kapmış olabileceğiyle ilgili beyin fırtınası da yapmayı ihmal etmedi Bahar'la. Dikkatsizlikleri yüzünden de bir güzel azar işitti. En başta da hastayken ve dışarısı eksi beş dereceyken bahçe kapısını açık bıraktığı için...

"Tamamdır. Şimdi uzan, biraz sirkeli suyla kompres yapalım," dedi Bahar, Kerem ilaçlarını da içtikten sonra. Kerem isteksizce yüzünü asarken "Ya onu yapmasak? Sirke kokusuna dayanamıyorum biliyorsun," diyerek şansını denedi. Ama gestapo Bahar'dan kaçışı olmadı. Bahar daha Kerem tam uzanamamışken bezi Kerem'in alnının ortasına yapıştırdı.

"Öf leş ya!" diye inledi Kerem yattığı yerde. Üstelik soğuktu da. "İlaçlar düşürürdü ateşimi."

"Sus da dinlen."

Kerem Bahar'a cevap olarak hapşırınca Bahar aynı gestapo ses tonuyla "Çok yaşa," diye geveledi. Sonra Kerem'e sümkürmesi için bir peçete uzattı. Kerem burnundan gelen bir sesle "Hep beraber," derken sümkürdü. Bahar asık gestapo yüzünü fazla bozmadı ama havalı bir şekilde saçlarını elinin tersiyle geri attı. "Sanki aksi mümkünmüş gibi... Tabii ki de hep beraber," dedi. Kerem güldü.

Bahar Kerem'e sirkeli suyla kompres yaparken, Kerem uyuyakaldı. Ateşinin biraz düştüğüne emin olduktan sonra kendine Kerem'in rahat şortlarından ve tişörtlerinden bulup giydi, bir kâse de çorba alarak öteki koltuğa geçti ve televizyonda güzel bir film bulup izlemeye başladı.

Aradan bir saatten fazla zaman geçtikten sonra Kerem'in telefonu sehpanın üzerinde titremeye başladı. Bahar tam uzanıp telefonu sessize alacakken Kerem'in baygın mavi gözleri aralandı. Bahar telefona uzanmaktan vazgeçerek geri çekildi. Eski tespih böceği pozisyonunu alarak Kerem'i izlemeye başladı.

Kerem telefona uzanıp eline aldığında İpek'in aradığını gördü. Sesli bir nefes vererek cevapladı. Fakat işittiği gürültü yüzünden telefonu kulağından biraz uzaklaştırmak zorunda kaldı.

"İpek?" dedi soru sorarcasına.

"Hayatım! Beni aramışsın şarjım bitmişti. Arkadaş şarja takmıştı da anca şimdi alıp bakabildim telefonuma."

"Neredesin sen?"

"Ya biraz sürpriz oldu. Şile'de bir ev partisindeyim. Liseden arkadaşlarla buluşmuştuk ya, biri son anda bizi de götürmeye karar verdi. Sana haber veremedim. Gelmek ister misin?"

"Gelemem ben, hastayım biraz."

"Aaa? Nasıl? Ciddi bir şey yok umarım?"

"Grip herhalde... ciddi bir şey yok. Dinleniyorum şimdi."

"Özür dilerim. Keşke şarjım bitmemiş olsaydı... Gelmemi ister misin?"

"Gerek yok. Şile uzak zaten. İyiyim şimdi. Sorun olursa annemlere gidebilirim zaten."

"En doğrusu o olur. Anneler bu işte en iyisidir aşkım."

"Şimdi kapatayım ben. Hadi konuşuruz sonra."

"Tamam sevgilim. Dikkatli ol, bir şey olursa ara bak."

"Tamam iyi geceler."

"Sana da."

Kerem telefonu kapatıp gürültüyle sehpaya bıraktığında Bahar hala ona bakıyordu. Ürkek bir şekilde "Neden yalan söyledin?" diye sordu. "Sen ölsen annenlere gitmezsin."

Kerem yüzünü ovuştururken biraz doğruldu. "Kötü hissetmesini istemedim. Gelemeyecek kadar uzakta."

Bahar tereddütle baksa da bir şey demedi. Bakışlarını ve ilgisini filme çevirdiğinde kendisi ne kadar uzakta olursa olsun geleceğini düşünüyordu. Tamam, ona bakabilecek bir sürü arkadaşı vardı ama yine de bu çocuk yalnız yaşıyordu. Ve onu seviyorsa ne olursa olsun merak ediyor olmalıydı.

"Ne izliyorsun?" diye soru Kerem filmi çıkaramayınca ilk anda.

"Love Story."

"Ah... O talihsizler."

"Evet. Daha lösemi olduğunu öğrenmediler."

Kerem bu fenalık getiren aşk filmine maruz kaldığı için uzunca bir süre suratını assa da ilerleyen sahnelerde dayanamadı ve hüzünlü ifadesini saklamaya daha fazla uğraşmadı. Hele de Bahar arkasında içli içli ağlarken etkilenmemek mümkün değildi. Tövbeler olsun sanki büyük dedesi vefat etmiş gibi ağlıyordu. Üstelik filmi muhtemelen ellinci izleyişi falandı.

"Sana bunları izlemeyi yasaklamalılar. Love Story, Ghost, Titanic..."

Bahar sümkürürken oturduğu yerden kalkıp "Bunları Ekin'le izlediğin zamanları unutuyorsun galiba?" dedi. Kerem bu gerçeği hatırlayarak "Ahhh!" diye iç geçirdi. Gerçekten korkunç oluyordu. Ekin Titanik'i ne zaman izlese üç gün aralıksız ağlıyordu. O yüzden televizyonda her denk gelişlerinde kanalı hışımla değiştiriyorlardı.

"Ateşin yükselmiş yine biraz. Çorbadan biraz daha içmek ister misin?"

"Fena olmaz aslında."

"Şu sirkeli suyu da değiştireyim."

Kerem kurtuluşu olmadığını anlayarak kendini koltuğa geri bıraktı. Bütün gece sirke kokacaktı.

***

Gözlerini araladığında kendi yatağındaydı. Bahar hemen boynuna sokulmuş bir vaziyette uyuyordu.

Yatağında. Yanında. Baya koynunda.

Gözleri şaşkınlıkla irileşirken kendine gelebilmek adına bir soluk aldığında, Bahar'dan yayılan ve adına yaraşır o taze çiçek kokusu burnuna doldu. 'Lanet olsun,' dedi içinden. Aşağılarda bir şeyler oluyordu. Ki zaten şimdiye kadar olan olmuştu. Çünkü Bahar öyle bir sokulmuş ve sarılmıştı ki... Bir bacağı Kerem'in dizlerinin arasındaydı. Çıplak dizi malum bölgeye çok yakındı. Kendi erkek kıyafetlerinin içerisindeki bedeni çok seksi görünüyordu. Uyurken çok cezbedici ve masumdu. Carcar bağırmıyordu çünkü.

"Bahar..." diye fısıldarken niyeti onu uzaklaştırmaktı. Fakat Bahar inleyerek ona daha çok sokuldu. Kerem elini onun koluna koyup itmeye çalıştığında birden parmaklarının altında onun yumuşacık tenini hissedince durdu. İstemsizce Bahar'ın kolunu okşamaya başladı. Bahar kıpırdanarak bir elini Kerem'in göğsünün üzerine koydu. Yüzünü daha çok Kerem'in çenesine doğru kaldırdı.

"Bahar uyan," diye mırıldandı bir kez daha. Ama işe yaramadı. Bahar'ın uykusu ağırdı. Hep öyle olmuştu.

Kendini ona dokunmaktan alıkoyamıyordu. Kalbi yerinden çıkacakmış gibi küt küt atıyordu. Zaten hastaydı, iyice nefesi kesiliyordu. Eli yavaş yavaş belinden bacaklarına doğru kaydığında, Bahar'ın malum bölgeye yakın olan bacağı biraz daha yükselip o bölgeye değdi. İşte o anda Kerem kendini tutamayıp yüksek sesle inledi.

'Tanrım... Teninin ne kadar güzel olduğunu unutmuşum,' dedi içinden kendi kendine. Ona dair her şey hala eskisi gibi miydi, çok merak ediyordu. Durmak istemiyordu. Dudaklarını yavaşça aşağı indirerek yüzünü Bahar'ın yüz hizasına getirdi. Önce burnuna hafif bir öpücük bıraktı. Hala uyuyordu. İnanılmazdı gerçekten. Dudaklarını dudaklarına sürttüğünde sıcak nefesini Kerem'in suratına üfleyip onu daha da yoldan çıkarmak dışında bir şey yapmadı.

"Seni çok özledim galiba," diye mırıldanarak bu sefer onu gerçek bir şekilde öptü. Bacağında gezen eli, o bacağı kaldırarak kendi iki bacağının üstüne koydu. Bahar'ın gözleri mayışık bir şekilde gülümseyerek açıldı. Kendisini öpen Kerem'i üstünde görünce daha çok gülümsedi. "Günaydın," dedi oda tamamen karanlık olmasına ve gecenin bir körü olmasına rağmen.

Kerem de gülümseyerek "Günaydın," dedikten sonra Bahar'ın vücudunu okşayarak onu öpmeye devam etti. Bahar'a bol gelen tişörtünü eteklerinden tutup yavaş hareketlerle onun üzerinden sıyırmaya başladı. Önce elinin tersiyle pürüzsüz karnını okşadı. Sonra avuç içini bastırdı. Kerem zaten ateş gibi yanıyordu. Elinin altındaki Bahar'ın teni ona serinlik veriyordu. Oysaki Bahar da sıcaktı.

"Lütfen, devam et," diye mırıldandı Bahar. Öpmesi için boynunu Kerem'e sunarken bir kedi gibi gerindi. Kendini Kerem'e doğru bastırırken onun sertliğini çok rahat bir şekilde hissetti ve istekle inledi.

"Çok güzel kokuyorsun, başımı döndürüyorsun. Beni daha çok hasta ediyorsun Bahar... Senin ne kadar güzel olduğunu nasıl unutmuşum ben?" Kerem parmak uçlarını tişörtün altından onun çıplak göğüs uçlarında gezdirdikten sonra elini aşağılara indirdi. Bahar'ın şortundan içeri soktu. Bahar az biraz sesli sayılacak şekilde ufak bir çığlık attı. "Ah, lütfen devam et. Nereye gitmen gerektiğini biliyorsun," dedi.

Kerem gülümseyerek Bahar'ın aklını almak ister gibi boynuna uzun ve ıslak bir öpücük bıraktı. Parmakları onun istediği gibi külotunun içine doğru sızdı.

"Allah'ım... Daha şimdiden sırılsıklamsın." Bahar altında kıvranıyordu resmen. Sadece üç beş dokunuşuyla onu kolayca orgazma ulaştırmayı başardığında bu sefer "Eveet! Ah Kerem!" diye bağırarak gerçek bir çığlık kopardı.

Ve Kerem terler içerisinde gecenin karanlığına bu sefer gerçekten gözlerini açtı. Tavana bakan mavi gözleri, karanlıkta birer safir gibi parlıyordu. Nefes nefeseydi.

Az önceki rüya neyin nesiydi öyle?

Eliyle göğsünü tutarak başını sağına çevirdi. Bahar orada yatmıyordu. Biraz doğrulup odasına baktığında Bahar'ın, odadaki tek kişilik koltukta rahatsız bir şekilde uyuduğunu gördü.

Kendi ufaklığının da uykusundan uyanmış olduğunu fark etmeden geçemedi... Öyle bir rüyadan sonra normaldi tabii.

Sakinleşmek için nefesini düzene sokmaya çalıştı. Örtüyü üstünden atıp kalktı. Acilen bir duş almalıydı. Bu ter içindeki tişörtü de değiştirmeliydi. Tam odadan çıkacakken durdu. Bahar'a baktı. Onu öyle bırakamazdı. Her yeri tutulacaktı...

Her ne kadar şu an ona dokunmaması gerekse de dayanamadı. Gidip onu dikkatlice kucakladı. Cinsel bölgesine yakın yerlere çarpmamasına özen gösterdi. Ve de tişörtün üstünden belli olan göğüs uçlarına da bakmamaya çalıştı.

Onu yatağının öbür ucuna bırakıp üstünü örttükten sonra hızla odadan çıktı. Kendini güç bela duşa attı. Hastalığının tetiklenmesini umursamadan öylece yukarıdan akan soğuk suyun altında durdu. Su omuzlarından vücuduna doğru akıp giderken rüyanın sahneleri gözlerinin önünden gitmiyordu bir türlü...

Sahiden... O rüya neyin nesiydi öyle?

***

"Bir kez daha soracağım, ben neden buradayım?"

Harun'un bir kaşı havada, diğeriyse gözüne doğru inikti. İfadesi kızgın değildi ama ciddi bir sorgulama hali mevcuttu.

Bahar kulağında telefonla kulisin girişindeki salon kısmında bir oraya bir buraya yürürken Harun'u duymazlıktan geldi. Birazdan konser başlayacaktı ve hala eksik olan şeyler vardı. Tüm ekip deli gibi çalışıyordu.

Harun'u bir saat önce aramıştı. Harun da sırf en yakın arkadaşı çağırmış olduğu için o hiç hazzetmediği Murat Güler'in konser alanı olan yere gelmişti. Birkaç müzisyen arkadaşıyla ayaküstü sohbet ettikten sonra Bahar'ı bulmuştu kuliste. Bahar konuşacaklarını söylemişti ama kızın telefonu bi türlü susmamıştı. O yüzden hala konuşamamışlardı.

Harun kanepeye ayaklarını uzatıp yan gelip yatma pozisyonu aldı. Bir sigara yakıp ilk dumanını üflediğinde Bahar da sonunda telefonunu kapatabildi. Telefonu arka cebine atarken "Burada sigara içemezsin," dedi. Yüzünde her zaman Bahar'ın yüzünde görülmeyecek türden ciddi bir ifade vardı.

Harun umursamazca sigarayı içmeye devam ederken yan gözle arkadaşına bakmaya başladı. Bahar ellerini beline koyup sırtını gererken "Seni çağırdım çünkü sana ihtiyacım var. Doğaç'ın uçağı hava koşulları yüzünden rötar yapmış. Gecikiyor ve onu bekleyecek kadar erteleyemeyiz konseri. İnsanlar şimdiden bağırmaya başladı duyduğun gibi," dedi.

Bahar'ın varmak istediği yeri anlayan Harun gülmesine mani olamayarak doğruldu. Sigarayı ağzından çekerken "Kafayı yedin galiba?" diye sordu Bahar'a.

"Lütfen Harun. Bunu ilk kez istiyorum senden. Sadece bir saat çalacaksın. Diğer çocuklar seni biliyorlar, şarkıların trafikleri en iyi sen bilirsin. Çağrı da özellikle seni çağırmamızı istedi."

"Çağrı; Cengiz'i, Turgut Alp'i, Ferit'i de sever. Onlardan biri neden olmuyor? Ya delirdiniz mi siz? Benim ne işim var Murat Güler konserinde?"

Bahar ciddi ifadesini hiç bozmadan gözlerini kırpıştırdı. Başını biraz sağa yatırarak "Dört bin beş yüz kâğıt. Bir saat," dedi sadece.

Harun nefretle ofladı. Sigarayı tutmayan eliyle yüzünü ovuştururken "Bir saat grup elemanlarıyla seks yaparak o parayı alsam en azından onurumu korumuş olurdum... Bana tükürdüğümü yalatıyorsun," diye mırıldandı. Bahar onun inadını biraz kırabilmeye başladığını görünce gülümsedi.

"Ne derler bilirsin. Arkadaş hatırına çiğ tavuk yenir."

"Onun gibi bir şey bu da. Çok bir farkı yok... Playlist ne?"

Bahar sevinçle ellerini çırptı. Harun'un elindeki sigarayı alıp söndürdüğü gibi tekrar koşturmaya başladı. Harun oturduğu yerde öylece kalakaldı. "Sigaramı alarak ne yapmaya çalışıyorsun!" diye bağırdı. O esnada Bahar kulisten çıkıp Harun'a göre hazırlık yapılması için sahnedekilerle konuşmaya gitti. Bahar'ın kapıyı kapamasının akabinde asıl iç kulis odasının kapısı açıldı. Harun açılan kapıdan Murat'ın çıkmasını beklerken önlem alarak yüzünü astı. Fakat içeriden çıkan kişi Sıla olunca Harun'un ifadesi bir anda yerini şaşkınlığa bıraktı. Sıla'nın elinde bir çöp poşeti ve bazı kâğıt yığınları vardı. İkisini birden tutmakta zorlanıyormuş gibiydi. Bir de arkasından kapıyı kapatmayı denerken kâğıtları düşürünce Harun oturduğu yerden fırlayarak kalktı. Sıla söylenerek kapıyı kapatırken Harun da eğilip hemen kâğıtları toplamaya başladı.

Yardım eden kişinin Harun olduğunu yeni fark eden Sıla onu görünce kısa bir anlığına duraksadı. O karlı günden sonra Harun'u hiç görmemişti. Ama sık sık düşünmüştü... Ona haksızlık ettiğine karar vermişti. Adam iyilik yapmaya çalışırken ona ters çıkışmıştı. Ne olursa olsun iyilik yapan birine öyle yapmaması gerekirdi.

Harun çoktan o zamanları ve tüm kavgaları unutmuş gibi kendisine yukarıdan bakan Sıla'ya gülümsedi. Kâğıtları topladı, doğrulduğunda ona geri vermedi. İçeriden Murat'ın kahkahaları işitiliyordu.

"Nasılsın?" diye sorduğu sırada, aynı anda Sıla da "Burada n'apıyorsun sen?" dedi. Sıla ilk kez karşısında bu kadar içten bir şekilde kıkırdayınca Harun gülmek yerine ona baktı. Şu kız birkaç yaş daha büyük olsaydı hayat çok güzel olabilirdi.

Ya da kendisi birkaç yaş daha küçük olsa daha iyi olurdu.

"İyiyim. Ama seni burada gördüğüme şaşkınım. Sen en son Murat Güler'den nefret etmiyor muydun?"

Harun ağır ağır başını aşağı yukarı onaylarcasına salladı. Sıla kulisin çıkış kapısına yönelince onun peşine takıldı. Beraber koridordan arka çıkışa doğru yürümeye başladılar.

"Maalesef bir davulcu sıkıntısı yaşanıyormuş. Bahar da beni aradı. Beni buraya neden çağırdığını söylemedi. Ve sonra da mecbur bıraktı."

"Hııı..." derken gülümsüyordu Sıla. "Yoksa sen, dünyada son şarkıcı kalsa onunla çalmam diyordun da." Harun onun göndermesine alınmamaya gayret etti. Bunu hak etmişti. Kıza şu ana kadar her türlü sataşmıştı. Artık biraz o sataşabilirdi.

"Haklısın... Ama n'aparsın işte. Bahar zaman zaman karşı konulmaz olabiliyor. Ayrıca ben de sanıldığı kadar uyuz bir tip değilim gördüğün gibi. Bazen sert yanlarım törpülenebiliyor."

Sıla bu sefer Harun'un daha çok hoşuna giden gerçek bir kahkaha attı. Kızın gülüşü resmen insanın içine huzur dolduruyordu.

Elindeki büyük boy çöp poşetini attıktan sonra ellerini hiçbir yere değdirmek istemezmiş gibi kendinden uzak tuttu Sıla. Fakat Harun'un elindeki kâğıt yığınını görünce ona doğru uzanmak zorunda kaldı. İster gibi Harun'un gözlerinin içine baktı.

"Götüreceğin yere kadar yardımcı olabilirim." Harun elindekileri vermek yerine Sıla'yı fazlasıyla şaşırtan bir nezaket takındı. Onu ilk kez böyle görüyordu. Alaycı olmadan...

"Aslında..." Sıla biraz mahcuplaştı ve gerginleşti. "Onların kuliste kalması lazımdı. Bahar abla alacaktı onları... Kusura bakma, boşuna buraya kadar taşımış oldun. Seni görünce unuttum söylemeyi."

Son cümlesindeki imayı biraz geç fark etti. Kızardığı an Harun'u sollayarak az önce çıktığı kapıdan geri girdi. Harun da sinsice sırıtarak onun peşine takıldı. Beraber kulise geri yürüdüler.

"O gün bir sorun olmamıştır umarım?" diye sordu Harun dayanamayıp. Sıla'yı Bahar'a sormayı çok kez istemişti ama onun diline takılmaktansa merak etmek daha iyiydi.

O gün hatırlatılınca yine utanç hisseden Sıla başını biraz öne eğdi. Kulis kapısını açarken "O gün için özür dilerim tekrar. Bana iyilik yaptığın halde sana bağırdım ve çıkıştım. Ama artık bunu yapmamaya çalışacağım. Çünkü her karşılaşmamızda böyle yaptığımı fark ettim," dedi. Ardından Harun'un elindeki kâğıtları alıp kenardaki masaya götürdü.

"Sorun değil. Çıkışmana neden olacak şeyler yapıyordum. Ben de sana aynı sözü vermeyi isterdim ama kendime güvenemiyorum. Kimi, ne zaman, nasıl sinir edeceğim hiç belli olmuyor."

İkisi de ne yapacaklarını bilemeyen iki kişi gibi karşı karşıya kalınca aralarında sessizlik oldu. Sıla neyse normaldi de, Harun şu an kendine acayip kızıyordu. Kendisi asla kızlar karşısında susup kalan bir insan olmamıştı bugüne kadar. Niyeti fark etmeksizin onlarla flört edebilirdi. İsteyince sempatik olabilmek onu en büyük özelliğiydi.

Tam halini hatırını okulunu falan soracakken iç odanın kapısı açılınca konuşmaktan vazgeçti. Murat keyifli bir şekilde gülerek içeriden vokalistleriyle beraber çıktı. Harun'u görünce gülüşü dudaklarında soldu. İfadesi yerini alaycı bir gülüşe bıraktı.

"Sen hayırdır? Yolunu mu kaybettin?" diye sordu. Eğer yanında Sıla olmasaydı Harun bu adamı şu an parçalayabilirdi. Böylelikle konser de iptal olurdu. Sıkıntı kalmazdı.

"Ben çalacağım seninle Doğaç gelene kadar. Haberin yok mu?" diye sordu sükûnetini korumaya çalışarak. Murat'ın gözleri şaşkınlıkla büyüdü.

"Kıyamet mi geliyor? Yoksa sadece sen mi delirdin?" Murat'ın gülüşü Harun'un daha çok sinirini bozmaktan başka bir işe yaramadı. Tam ona haddini bildirecek bir cevap hazırlarken Murat dönüp vokalistlerine bir şey deyince yine sustu. Belki de böylesi daha iyiydi.

Sıla yanında az sonra gözlerinden ateş çıkarabilecek olan Harun'un ne kadar sinirli olduğunu hissedebiliyordu. O da sadece susuyordu. Hiçbir şey demek istemiyordu.

"Ufaklık ya, bizim odada votka bitmiş, onu bi halledebilir misin?" Murat Sıla'ya bakarak cümlesini söylerken başparmağıyla arkasında kalan kulis kapısını işaret etti. Arkadaşlarıyla beraber dışarı çıkarken Harun şok içinde Murat'ın arkasından baktı.

"Sana ufaklık mı dedi? Ben mi yanlış duydum?"

Sıla dudaklarını sımsıkı birbirine bastırmış uslu kız ifadesiyle başını salladı. Harun bir anda çileden çıkarak "Yok artık!" diye bağırdı. "Ben sen sadece Bahar'a yardım ediyorsun sanıyordum. Sana hizmetçilik mi yaptırıyor bu salak? Ve sen de buna izin mi veriyorsun?" diye sordu. Sıla susmaktan başka bir şey yapmıyordu.

"Sıla saçmalama Allah aşkına ya! Ben tanışmak için geldin falan sandım! Bu ne ya?! Sen onun özel hizmetlisi değilsin." Harun hışımla dış kapıyı açarak henüz çok uzaklaşmamış olan Murat Güler'in arkasından bağırdı. "Heey! Murat! Git kendi votkanı kendin al. Hizmetçin yok burada senin. Ya da parayla çalıştırdığın elemanlarına söyle. Bu kız senin işini yapmak zorunda değil!"

Murat Güler koridorun ortasında durup arkasını döndü. Garip garip Harun'a baktı. Harun cidden çok sinirliydi.

"Ne olacak bir votka kapıp gelse? Eline yapışmayacak. Hem sana ne oluyor? Avukatı mısın?"

"Hayır! Erkek arkadaşıyım! Sana bu akşam yardım ediyor olmam seni artık sevmeye başladığım anlamına gelmiyor Murat Güler. Damarıma basma benim! Git kıçını temizletecek başkalarını bul."

Harun Sıla'yı kolundan yakaladığı gibi kulise geri girdi. Sıla inme inmiş gibi odanın ortasında kalakaldı. Gözleri fal taşı gibi açılmış bir halde Harun'a bakıyordu. Harun'sa hala az öncenin kızgınlığındaydı. Kızı kölesi gibi kullanıyordu. Bir de utanmadan adıyla bile hitap etmiyordu. "Geri zekâlı..." diye mırıldana mırıldana volta atarken Sıla'nın şok içinde kendisini takip ettiğini göremiyordu. Ettiği lafın büyüklüğünün de farkında değildi.

"Sen Murat Güler'e ne dedin az önce?" diye sordu Sıla konuşabildiğinde. Harun Sıla'nın tatlı sesini duyduğunda volta atmayı bırakıp ona baktı. Kısa bir an ne dediğini düşündü. Sonra Sıla'nın neyi kast ettiğini anladı.

"Kafasına göre seni kullanamayacağını anlasın istedim. O yüzden öyle dedim. Bana burada beylik lafları ettiğine bakma. Benden korkar, biliyorum. Daha önce birkaç kere yumruk atmışlığım var kendisine çünkü."

"Ne?!"

Harun Sıla'nın kızgın ve ayıplayan çıkışına karşı sinirlendiğini hissetti. Adam buna it gibi davranıyordu ve o hala Murat için endişeleniyor muydu?

"Sen hala onu tarafında mısın? Deli misin sen? Adam seni ayak işleri için kullanıyor."

Sıla da bir anda Harun kadar sinirlenerek birkaç adım geriledi ve ellerini hesap sorarcasına kaldırarak "Bunun için ona erkek arkadaşım olduğunu mu söylemen gerekiyordu? Eğer çözmek istediğim bir şey varsa kendim çözebilirim. Düşünmeden hareket edip beni zor durumda bırakmana gerek yok!" dedi bağırarak.

Harun onun derdini anlamıyordu. Neden bu kadar takılmıştı ki buna?

Yoksa... Ağzı yaşadığı şokla açıldı. "Sen..." diye fısıldadı. "Murat'ın sevgili olduğumuzu sanmasını istememenin sebebi... onunla ilgili o yönde planlarının olması mı?"

Bu sefer şaşkınlık sırası tekrar Sıla'ya geçmişti. Gözlerini kısarak 'sana inanamıyorum' dercesine Harun'a baktı. Harun da hırsla ellerini saçlarından geçirdi. "Sana başarılar dilerim güzellik. Murat üstünden geçip seni bir daha aramadığında sakın ağlama ama, tamam mı?"

Harun sinirlenerek odadan çıkmak için o tarafa yönelirken Sıla arkasından "Gerzek herif! Aptal!" diye bağırdı. O sırada kapı açıldı ve Bahar içeri girdi. Harun'u dibinde, Sıla'yı onun birkaç adım gerisinde Harun'a küfrederken görünce irkildi. "Sizi kim yalnız bıraktı? Sizin karşılaşmamanız gerekiyordu... Harun konsere yirmi beş dakika var. Gidip hızlıca bir soundcheck alsana, çocuklar hala orada."

Harun hiçbir şey demeden Bahar'ın uzattığı bagetleri aldı ve yanından geçip gitti. O kadar hızla ve hışımla geçmişti ki, Bahar'ın saçları uçuşmuştu. İçeri girip arkasından kapıyı kapatırken Sıla'ya "Ne oldu yine? Neden bu kadar sinirli bu? Kavga mı ettiniz yoksa?" diye sordu. Sıla Bahar'a böyle yakalanmaktan ötürü kendini kötü hissediyordu. Sanki orada fazlalıkmış gibi hareket ederek gidip koltuklardan birine ürkekçe oturdu. İfadesi ağladı ağlayacaktı.

"Aslında etmiyorduk. Hatta iyiydik bile. Bir anda saçma şeyler oldu. Murat Güler benden bir şeyler isteyince Harun—yani Harun abi çok sinirlendi. Git ayak işlerini başkasına yaptır falan dedi. Sonra... ben de işte..."

Bahar onun yerine Sıla'nın cümlelerini tamamlayarak "Sen de Murat'a çıkıştığı için Harun'a kızdın değil mi? Sılacım, bu adam böyle. Yapacak bir şey yok. Onun sevgisini ve nefretini gösterme şekilleri çok ilginçtir. Bak adamdan nefret ediyor ama şu an resmen onun hayatını kurtarıyor. Lütfen takılma ona bu kadar. He de geç..." dedi. Konuyu yanlış tamamlamıştı ama derlenip toparlandığında ana fikir bu sayılırdı.

"Ayrıca Murat'ın ayak işlerini de yapmayacaksın. Bunlar senin görevin değil. Ben seni bana yoğunlukta yardım etmen için çağırdım. Murat'a getir götür yap diye değil."

Sıla nazikçe gülümseyerek başını salladı. Kapı açıldığında Murat tek başına içeri girdi. Kapı aralandığında konser öncesi bangır bangır çalan pop müziğe karışan davul soundcheck'ini duyabilmişlerdi. Müziğin arasından hayal meyal geliyordu. Sanki çalan şarkıya dâhilmiş gibi insanın hoşuna giden bir tınısı vardı.

Murat arkasından kapıyı kapatana kadar Sıla yüzünde engel olamadığı bir tebessümle dinledi duyduğu şeyleri. Kapı kapanınca ses de çoğunlukla kesildi.

"Harun'u mu çağırdın?" diye sordu Murat Güler sert bir sesle. Bahar bir keçi gibi diklenerek ayağa kalktı.

"Mecburdum. Çağrılar onun iyi bir fikir olduğunu söylediler. Daha geçen hafta beraber Peyote'de çalmışlar. Harun tüm şarkıları biliyor da... Ayrıca doğaçlamada ne kadar iyi olduğunu da biliyorsun. Doğaç gelene kadar halledecektir."

"Allah'ım şimdi yüz yıl diline düşeceğim bunun... Sahnede tanıtmam yalnız haberin olsun."

Bahar bunun ayıp olacağını düşünüyordu ama Harun'un da tanıtılmamaktan mutlu olacağını düşündüğü için sen bilirsin dercesine omuz silkti. Murat'ın dikkati kenardaki Sıla'ya kaydığında suratında acayip bir ifade oluştu.

"Sen Harun için biraz küçük değil misin? Kaç yaşındasın?" diye sordu. Sıla'nın gözleri korkuyla büyürken Bahar olan biteni anlamadığı için "Ha?" dedi kabaca.

"Sevgililermiş kızla. Öyle dedi Harun?.." dedikten sonra Sıla'ya döndü. "Senin adın neydi ya? Ben hep unutuyorum."

Sıla daha "Sıla," diyemeden Bahar ikisinin arasına girip Murat'a bakarak "Ne sevgilisi? Sıla senin sosyal medya sorumlularından. Harun'u tanımıyor bile o. Bir kere ben tanıştırmıştım o kadar," dedi.

"Valla bilemeyeceğim ben. Salladı mı n'aptı artık. Öyle dedi bana. Üstüme geldi beyefendi sevgilisini kullanıyormuşum diye..." Bahar'a açıklamasını yaptıktan sonra tekrar Sıla'ya döndü. "Bu arada öyle bir şey tabii ki yok. Ben sen paranı alıyorsun sanıyordum."

Bahar gülmesine mani olamadı. "Ona gerekli ödemeyi ben yapacağım da o senin asistanın değil. Senin asistanın benim. Sıla benim çalışanım. Ayrıca Harun'la da sevgili falan değil." Arkasını dönüp Sıla'ya baktı. "Değilsiniz değil mi?" diye sordu sessizce. Bir an buna emin olamadığına inanamıyordu.

"Değiliz... Neden öyle dedi bilmiyorum. Sinirlenmiş olsa gerek..." diye mırıldandı Sıla.

"Benim bir sorum daha var. Madem Sıla senin çalışanın, dolayısıyla benim de olmuyor mu?" diye sordu Murat. Bahar onu sırtından iç kulise doğru itmeye başladı. "Hayır efendim olmuyor! Sıla sen git hadi bi sahneyi, seyirciyi kontrol et, bir terslik varsa bildir. Birazdan başlayacağız zaten."

Murat'ı zorla kulise ittikten sonra arkasından kapıyı kapattı. Sıla sorunların ve yanlışların çözülmesine bir nebze de olsa sevinmişti. Bahar ablasının verdiği işi yapmak üzere kulisten çıktı. Koridorda yavaş adımlarla yürürken Harun'u düşündü. Az önce yine yersiz bir kavga mı etmişlerdi? Her zaman olduğu gibi...

Belki de onların iletişimleri böyle olmaya mahkûmdu.

***

Sahne arkasından nefesini tutmuş vaziyette konseri izlerken en rahat görebildiği kişi, tabii ki de sahnenin en arkasında oturan Harun'du. Omzunu duvara yaslamış, engel olamadığı bir gülümsemeyle konseri izliyordu. İlk kez bir Murat Güler konserinde Murat Güler'den çok bir başkasına bakıyordu. Tüm o sinirine rağmen neden Harun'a bakmaktan kendini alamadığını bilmiyordu. Çok iyi çalıyordu. Son anda gelip, hazırlıksız olmasına rağmen, bu kadar gruba en başından beri hep dâhilmiş gibi çalması gerçekten ne kadar yetenekli olduğunun kanıtıydı. Bahar abartmamıştı. Doğru söylüyordu.

Yalnız tüm konser boyunca sahnedeki diğer müzisyenlerle göz göze geldiğinde gülümsemek dışında hiç gülmemişti. Murat kendisinden tarafa döndüğünde daha fazla suratını asmıştı. Sıla'nın durduğu yeri fark ettiğindeyse birkaç saniye gözlerini çekmeden ona bakmıştı. Gözlerindeki kırgınlık, kızgınlığı bastırıyordu.

Bir daha da o yöne bakmamıştı. En azından Sıla ona baktığı zamanlarda hiç bakmamıştı. Ki Sıla çoğu zaman ona bakıyordu. Bu sefer cidden çok kırılmış olmalıydı.

'Ama kendi kendine saçmaladı yani,' dedi Sıla'nın içinden bir ses. Ne demekti Murat'la ilgili planı olması? Onun altından geçmek?

Şu cümleler bile Sıla'yı utandırıyordu. Yanaklarının yanmasına neden oluyordu. Sırtını duvara dayayıp kayarak yere oturdu. Olan biteni düşünmeye dalmışken konseri izlemeyi bıraktı.

Şarkı bitip de insanların alkış ve çığlıkları kulağına iliştiğinde başını kaldırdı. Murat seyirciyle onları güldürdüğü bir sohbete dalarken, Harun toparlandı. Kulaklığını kulağından çıkarıp Sıla'dan tarafa doğru yürümeye başladı. Sıla onu görür görmez ayağa kalktı. Sahnenin öbür tarafından çıkan Doğaç gidip Harun'un boşalttığı yere oturdu.

Harun, başı öne eğik vaziyette, kafasını hiç kaldırmadan Sıla'nın yanından geçip gitti. Onun kendisine baktığının farkındaydı. Ama bir an bile başını kaldırmadı. Burnundan soluyarak hızlı adımlarla müzisyen kulisine gitti. Sıla dayanamayıp onun peşine takıldı.

Kulis kapısını arkasına kadar hızlıca açıp içeri dalar dalmaz tişörtünü sırtından tuttuğu gibi çıkardı. Sıla da onun peşi sıra içeri dalıyordu ki, Harun'un arkası dönük şekilde soyunduğunu görünce kapı ağzında durdu. Gözleri ona kilitlendi.

Harun dolaptan bulduğu bir havluya terini silerken burnunu çekti. Havluyu boynuna attıktan sonra uzanıp dolapta temiz bir tişört aramaya koyuldu. Yukarı uzanıp eğildikçe sırt ve kol kasları kasılıyor, Sıla'nın gözlerini ondan almasını engelleyecek şekilde dalgalanıyorlardı. Tüm kaslarındaki dalgalanmayı daha güzel kılan değişik dövmeleri vardı sırtında. Özellikle kol kasları ve kürek kemiklerinin olduğu kısım çok güzel görünüyordu. Bu yüzden farkında olmadan sesli bir şekilde iç geçirdi. Ve gümbür gümbür çalan müziğe rağmen Harun Sıla'nın nefes sesini işitti. Ani olarak kapıdan tarafa döndü. Sıla onunla göz göze kalınca kıpkırmızı kesildi. Onu izlediğini görmüştü!

"N'apıyorsun orada?" diye sordu Harun konser öncesindeki kızgın tonuyla. Sıla konuşabilmek için gürültülü bir şekilde yutkundu. Boğazını ıslatmasına rağmen "Şe—ey..." diye kekeledi. "Senin—" Öksürerek genzini temizledi bir kez daha. "Seninle, konuşacaktım... da."

"Konuşacak bir şey yok. Her şeyi açıklığa kavuşturduğumuzu sanıyorum. Bahar'ın dediğine göre erkek arkadaş mevzusunu da düzeltmişsiniz zaten. Sorun yok o zaman."

Sıla içeri doğru bir adım atıp sabırlı olmaya çalışarak derin bir nefes aldı. Bir an için gözlerini kapatmıştı ama içeri girdiğinde Harun'a biraz daha yaklaşmış olduğu için gözlerini onun vücudundan alıp yüzüne sabitleyemiyordu. Oysaki konuşurken yüzüne bakması lazımdı. Ama Sıla çok sık erkek vücudu görebilen bir kız değildi. Hatta hayatında ilk kez bu kadar yakından, bu kadar güzel bir erkek vücudu görüyordu. Daha önce resimlerde, filmlerde gördüğü olmuştu ama böyle hiç olmamıştı.

'Allah'ım...' dedi içinden. Göğsünde de ne olduğunu çözemediği şekillerde dövmeler vardı ve sağ koluna doğru uzanıyorlardı. Karın kasları çok iyiydi... Az olsa da baklava kavisleri vardı. Acayip, irite edici, iri yarı bir kaslı yapısı yoktu. Şekilli ve zayıf sayılabilecek bir vücudu vardı.

"Sıla, yüzüm yaklaşık yirmi beş santim daha yukarıda. Oraya baksan ve artık konuşsan lütfen?"

Bu utanç verici ama doğru cümleden sonra Sıla hızla kafasını kaldırdı. Heyecandan göz bebekleri büyümüş, ela bakışları irileşmişti. Utançtan mosmor olduğunu söylemeye gerek bile yoktu.

"Özür dileyecektim... Benim saygınlığımı korumaya çalışıyordun. Ben sadece alışkın değilim işte... Sen öyle erkek arkadaş falan deyince utandım. Yoksa beni itham ettiğin diğer şeylerle alakası bile yok. Ki ben erkek arkadaş deyince bile utanan bir insanım. Tabii ki de itham ettiğin şeylerin birazı bile gerçeği yansıtmıyor. Bunu bilmeni isterim."

Ellerini bir karasinek gibi sürekli ovuşturuyordu. Panikten ne yapacağını bilmez hali Harun'u biraz gülümsetmeye başladı. Boynundaki havluyu kenara koltuğa atarak birkaç adımda Sıla'nın önüne kadar geldi. Her zamanki alaycı gülümsemesine geri dönüş yapmadan evvel Sıla'yı biraz daha zorda bırakmak adına "Erkek arkadaş denmesinden utanıyorsun ama açıkça beni süzmekten utanmıyorsun... O da ilginçmiş. Bi ara hatırlat, sana çaktırmadan karşı cins nasıl süzülür, göstereyim. İleride bu başına çok dert olur çünkü," dedi. Utandırma taktiği fazlasıyla işe yaramıştı. Sıla yüzünü nereye kaçıracağını bilemez şekilde arkasındaki duvara doğru geriledi. Harun da gülerek ona biraz daha yaklaştı.

"Yoksa erkekler senin gibi güzel kadınlar tarafından yakın markaja alındıklarını fark ederlerse, çok fena şeyler olabilir. Kadınlar bir erkek tarafından kesildiğinde sadece egolarını tatmin etmek istemiş olabilirler ama erkekler öyle değillerdir. Bir kadın onları kesiyorsa bu güçlerini sonuna kadar kullanırlar."

"Anlıyorum..." derken derin bir nefes aldı Sıla. Hala kafasını kaldırmıyordu. Harun fazla yakındı. Terlemiş olmasına rağmen ferah bir şeyler kokuyordu. Esansı hayal meyal duyulan bir erkek parfümü gibi bir şeyler hissediliyordu. Belki de saçlarından geliyordu.

Harun'un eli, Sıla'nın omuzlarının biraz aşağısında biten saçlarını geri atarak, kızın ince uzun boynunu açığa çıkardı. Sonra başını oraya doğru eğerek Sıla'yı kokladı. Çıplak vücudu onun vücudunu iyice duvara doğru kıstırmıştı. Sıla korkutan titremesi dışında hareket etmiyordu.

"Kusura bakma, biraz terliyim ama... Sen de çok karşı konulamaz görünüyorsun." Harun'un sesi Sıla'nın kulağının dibinde bir fısıltıydı. Sıla titrek sesiyle "Sorun değil. Rahatsız edici değilsin... Ama n'apıyorsun?" diye sorunca Harun kendini tutamayıp sessizce güldü. Başını kaldırıp Sıla'nın gözlerinin içine baktı. Onun da gözlerini kaçırmasına izin vermedi. Elini onun çenesine V şeklinde hafifçe yerleştirdi. En baştan çıkarıcı gülümsemelerinden biriyle bakıyordu Sıla'ya. Zavallı Sıla ise kapana kısılmış bir yavru ceylandı tam olarak. Korkudan az sonra ruhunu teslim edecek gibiydi. Ama Harun onun kendisinden değil, hissettiklerinden korktuğunu biliyordu.

"Keşke bu kadar güzel ve masum olmasan... Bana özlediğim şeyleri hatırlatıyorsun. İstanbul'a geldiğimden beri geride bıraktığım şeyleri," dedikten sonra derin bir solukla Sıla'nın dudaklarına kapandı. Vücudunu tamamen ona bastırarak onu duvara dayadı. Bir elini onun saç köklerinden geçirip başını tutarken, çenesinde duran diğer elini aşağı kaydırarak beline indirdi.

Sanki çok uzun süredir öpüşmüyordu. Gören en son iki akşam önce bir kızla barın birinde sevişmiş demezdi Harun için. Aylardır kadınsız ve aşksız kalmış gibi derin bir muhtaçlıkla Sıla'yı öpüyordu. Sıla'ysa adeta polis tarafından basılmış gibi, iki eli de yanlarında havada durur vaziyette kıpırdamadan Harun'un öpüşünün şokunu atlatmaya çalışıyordu. Ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Çünkü hayatında ilk kez bir erkek tarafından öpülüyordu. Üstelik bu erkek yaşıtı bir çocuk değildi. Koskoca otuz beş yaşında bir adamdı. Sahiden şu an tam olarak şoktaydı. Afallamıştı. Panikten ve korkudan ölecekti.

Ama bir gerçek vardı ki bu çok güzel bir şeydi. Keşke ne yapması gerektiği konusunda tereddütleri olmasaydı. Arkadaşları hep tarif ederlerdi fakat bu onlardan da iyiydi. Kitaplarda okuduklarından da...

"Şimdiye tutukluğu üstünden atmış olman gerekirdi güzellik. Hala neden 'beni vurmayın' pozisyonunda duruyorsun? Ve de neden bana karşılık vermiyorsun?" diye sordu Harun dudaklarını ilk kez onunkilerden ayırdığında. Yine de Sıla'yı öpmeyi bırakmadı. Boynuna başını gömerek orada olmanın keyfini sürdü.

Sıla ellerini iki yana indirdi. Titrekliğine titreklik kattığı sesiyle güç bela "B—be—ben bilmiyorum. İlk—ilk—kez çünkü... Şey... Ben daha önce hiç öpüşmedim," diyebildi. Ses tonu ormanda bir ayıyla karşı karşıya kalmış gibi dehşet içindeydi.

Harun bir anda zank diye durdu. Başını kaldırıp Sıla'ya baktı. Şaşkınlıktan donmuştu.

"Nasıl yani?" diye sordu. Öyle bir geri çekilişi vardı ki, elini et yiyen bitkiye kaptırmak istemiyormuş gibi sıçrayıvermişti. Hiç böyle olabileceğini düşünmemişti. Tamam, saf temiz aile kızı imajı okeydi de... Yirmi iki yaşındaydı bu kız. Nasıl daha önce öpüşmemiş olabilirdi?

"Öyle işte. Daha önce hiç öpüşmedim. Öyle şeyler olmadı yani. Erkek arkadaşım da olmadı... ben ne yapmam gerektiğini bilemedim sadece. Yoksa... yoksa şey... karşılık verirdim. Biraz şaşırdım."

Harun kafasını biraz doğrultarak gözlerini kıstı. Düşünür gibi alt dudağını kemirirken kollarını göğsünün altında kavuşturdu. Sıla'nın dikkati bir an için tekrar Harun'un çıplak vücuduna kaydı. Doğru ya... Bu adam çıplaktı bi de.

"Galiba hayatımda ilk kez bu yaşta böyle bir kızla karşılaşıyorum. Muğla'da, bir kasabada yaşarken, liseli kızlar bile çoğu şeyi görmüş geçirmiş olurdu."

"Neden bu kötü bir şeymiş gibi tepki veriyorsun? Ne yapabilirdim ki?"

"Hayır hayır... Kötü demiyorum. Tuhaf sadece... Tabii keşke önceden bilseydim, böyle damdan düşer gibi üstüne saldırmazdım. Daha tatlı olmaya çalışırdım. Ama sen insanı tatlı olmaktan alıkoyan bir cazibeye sahipsin."

Sıla kendini tutamayıp güldü. Cazibeli mi demişti? Alay ediyordu herhalde.

"Özür dilerim. Gerçekten... İçten bir şekilde söylüyorum bunu. İlk öpücüğünü böyle sen hazırlıksızken çalmak istemezdim." Harun geri çekilip tişört arama işine geri dönmeye karar verdi. Dolabı kurcalarken hala arkasında allak bullak durmakta olan Sıla "O zaman düzelt," dedi. Harun elinde siyah bir tişörtle Sıla'ya doğru döndü. Hala ürkek bakıyordu ama göz bebeklerinde cesaret pırıltıları vardı.

"Hem kötü de değildi. Aksine... hayal ettiğimden daha güzel bir şeymiş. Ama ben karşılık veremeden bitti. Bu sefer hazırlıklıyım. Durumu düzeltebiliriz?"

İçeride çalan kötü Murat Güler şarkısını umursamaksızın, Harun'un kafasının içinde hoş bir müzik çalıyordu. Bir yolculuk filminde country tarzı müzik dinleyen iki aşığın romantik dakikalar yaşadığı sahnelerde çalan türden bir müzikti. Arka fonda o şarkı çalarken Sıla'nın isteğini reddedemezdi.

Tam birkaç adım atmıştı ki durdu. Elindeki tişörtü biraz kaldırarak "İlk öpücüğünde erkeğinin giyinik olmasını mı tercih edersin, yoksa böyle çıplak kalmasını mı?" diye sordu komikli bir şekilde. Sıla da onun komikliğine güldü. Elindeki tişörte baktı. Uslu bir kız onu giymesini isteyebilirdi. Ama Sıla bunun böyle sıra dışı olmasından memnundu. Üstelik Harun'un dövmeli vücudu çok güzeldi.

Her zaman olduğu gibi kızararak "Sanırım çıplak kalabilirsin," dedi. Harun keyifle sırıtarak tişörtü bıraktı. Hızlı iki adımda Sıla'nın önünde gelip onu yakaladı. Ve bu sefer eğilip romantik bir şekilde; ona narin bir cisimmiş gibi muamele ederek öpmeye başladı.

Continue Reading

You'll Also Like

26.1K 4.8K 31
Benim adım Güzide değil. Yıllardır insanlara ısrarla bunu anlatmaya çalışıyorum. Biriyle yeni tanıştığımda kimliğimde yazan, annemin bana verdiği ism...
439K 30.6K 31
En büyük arzusu kız kardeşiyle birlikte okuyabilmek olan sıra dışı bir genç kızın, hayali sevgilisi ya gerçekse!.. Bütün sesler sustuğun...
12.9K 371 2
Beni kendine çekip başımın göğsünde yaslanmasına sebep oldu. Elleriyle saçlarımı okşarken ben ise hiçbir şey yapamıyordum. Ne sarılmasına karşılık ve...
BOL KÖPÜKLÜ By 光

General Fiction

862K 81.9K 63
[Aşkın Tatları Serisi - 3] Hikayemizi yıllar önce yazmaya başlamıştık, sadece farkında değildik. Aşk bizim için başta tuzlu kahve gibiydi. Ama bazı g...