GÜZEL GÜNLER KULÜBÜ

By sezgisalman

341K 30.6K 8.4K

Kerem: İyi bir avukat, deli dolu bir insan, mükemmel bir arkadaş. Bahar: Enerjik kişilik, sabırlı karakter, m... More

Giriş
1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
12. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm
26. Bölüm
27. Bölüm
28. Bölüm
29. Bölüm
30. Bölüm
31. Bölüm
32. Bölüm
33. Bölüm
34. Bölüm
35. Bölüm
36. Bölüm
37. Bölüm
38. Bölüm
39. Bölüm
40. Bölüm
41. Bölüm
42. Bölüm
43. Bölüm
44. Bölüm
45. Bölüm
46. Bölüm
47. Bölüm
48. Bölüm
49. Bölüm
50. Bölüm
51. Bölüm
52. Bölüm
53. Bölüm
54. Bölüm
55. Bölüm
56. Bölüm (Final)

11. Bölüm

6.1K 556 278
By sezgisalman

Bahar duvara karşı yere bağdaş kurarak oturmuş, elindeki tenis topunu duvardan sektirip sektirip duruyordu. Aradan baya zaman geçmesine rağmen Poyraz'la en son geldikleri noktadaki samimiyetlerine geri dönememişlerdi. Arada bir iki kez buluşmuşlardı. Bahar'ın tüm şebekliklerine rağmen Poyraz ters harekette bulunmasa da, sevgisini göstermekte de çekingen davranmıştı. Birkaç adım geriledikleri çok açıktı. Ve Bahar bunu düzeltebilmek için ne yapması gerektiğini bilemiyordu. Düzeltmeyi her şeyden çok istiyordu.

Murat'la yılbaşından sonra konuştuklarında ondan bi süre izin istemişti. Murat da onun kafasını toparlaması için seve seve izin vermişti. Bahar'ı tamamen kaybetmektense onu birkaç hafta rahat bırakmayı tercih ediyordu. Üstelik kışın en sakin zamanlarında iş yoğunluğu da yoktu.

Harun eve girdiğinde, Bahar'ı sadece bir kedinin yapacağı türden bir şekilde duvara karşı boş boş otururken görünce, gözlerini merakla kısarak ona baktı. Sırt çantasını koltuğa bırakıp Bahar'ın yanına gitti.

"Güzelim iyi misin?" diye sordu. Bahar Harun kendisine seslenene kadar onun geldiğini fark etmemişti. Başını çevirip doğrularak tepesinde duran Harun'a baktı. Sonra kalkmasına yardım etmesini ister gibi elini uzattı. Harun onun elini yakalayıp Bahar'ı çekti.

"İyiyim... Sıkılıyorum. İşsiz kalmaya alışmamışım," diye mırıldanarak kendini bu sefer de koltuğa bıraktı. Harun onun karşısına oturup bir bacağını diğer dizinin üstüne koyarak bir sigara yaktı. "İşsiz kalmış değilsin, sadece izindesin ve boşsun. Biraz keyfine bak, tatile falan gitsene. Poyraz'la aranız hala düzelmedi mi?"

Bahar olumsuz anlamda başını sallarken yüzü daha da asıldı. Harun onun büzdüğü alt dudağına bakarken arkadaşına kıyamadı.

"Boş ver Bahar. Üstesinden gelemiyorsa zaten hayatında olmasın. Neden takıldın anlamıyorum bu kadar..."

"Çünkü o kadar çok insanları hayatımdan bu sebeple çıkardım ki... Bıktım artık Harun. Hiçbirisi üstesinden gelemiyorsa bende bir sorun var demektir. Bu kadar adamda sorun olup bende sorun olmaması imkânsız. Bir şeyleri yanlış yapıyorum... Ama bir gerçek var ki haksızlık bu! Kadınlar Kerem'e tolerans gösterirken adamların bana göstermemesi düpedüz çifte standart."

Harun gülmesinin etkisiyle zorunlu olarak dumanı üfledi. "O zaman ne yap biliyor musun? İpek'ten kurtul bir şekilde, tekrar Kerem'i ayart. Al sana temiz iş. Sen sağ herkes selamet..."

Bahar, Harun'un sözlerinin ardından şok içinde ona bakakaldı. İlk anda ciddi mi yoksa şaka mı yapıyor olduğunu anlayamadı. Ardından şaka yaptığına inanarak kahkahayı basıverdi. Günlerdir ilk kez böyle içten gülüyordu... Fakat Harun şaka yapmamıştı. Her ne kadar sözlerini gülerek söylese de biraz ciddiyet vardı.

"İlahi... Yemin ediyorum iyi geldi böyle gülmek!"

"Ben şaka yapmamıştım ama... neyse. Sana fikir çok absürt geliyorsa olmaz zaten. Ben hala biraz hislerin vardır diye düşünmüştüm, zorlasan çıkar falan..."

Bahar kahkahalarını azaltsa da gülmeye devam ederek "Ay Harun saçmalama! Kendine gel ya! Ne hissi yahu? Adam zaten bani daha önce hiçbir şekilde o anlamda sevmemiş. Olsaydı şimdiye olan olurdu yani. Sıksan suyu çıkmaz haldeyiz. Seninle bile daha çok potansiyel vadediyorum," dedi. Harun son cümleden sonra kaşlarını sinsi biçimde indirip kaldırdı. "Hiç fena olmazdık bebeğim. Ama ben, benden sadece beş altı santim kısa kızları sevmiyorum, biliyorsun."

Bahar gözlerini devirerek yanındaki yastığı Harun'a fırlattı. Sigarasını yastığın menzilinden çıkarırken "Bak! Yastıklarına zarar verirsen Ekin çok kızar!" diye söylendi. O esnada sokak kapısı açıldı. Ekin içeri girip anahtarını portmantoya bırakırken diğerlerinin anlamadığı bir şeyler geveliyordu. Paltosunu ve ayakkabılarını da çıkarırken bu gevelemesini sürdürdü.

Ekin de yılbaşından sonra Ekin Bir'le her gün mesajlaşmasına ve ara ara telefonda konuşmasına rağmen sadece iki kez görüşmüştü. Biri görüşme bile sayılmazdı çünkü mesajlaşırken Ekin Bir evlerinin yakın olduğu caddedeki Starbucks'ta olduğunu söylemişti ve Ekin de o sırada ofisten dönüyor olduğu için onu bir kahve içmeye çağırmıştı. Beraber yarım saat kahve içtikten sonra evlerine dağılmışlardı. Bir diğeri ise biraz iş görüşmesi tarzındaydı. Ekin Bir'e yeni sözleşmeyi götürmüştü. Görüşmenin bir kısmında Ekin Bir'in avukatı da onlara eşlik etmişti. O görüşmede de tam anlamıyla bir sonuca varamamışlardı. Hatta bir de üzerine Ekin Bir'in başka bir yayıneviyle daha yakın olduğu lafı çıkınca ortalık karışmıştı. Avukat alenen bunun mesajlarını verirken, Ekin her ne kadar konuşup bir şeyler söylemesi için Ekin Bir'in gözlerine baksa da, adam tek kelime etmemişti. Gözlerini Ekin'den kaçırıp öylece oturmuştu. 'Korkak!' demişti içinden Ekin o esnada. 'Erkek gibi öne çıkıp yayınevine gelmeyeceğini söylemiyor da, beni elinde tutabilmiş olmak için bu süreci sakız gibi uzatıyor.'

Kafası karman çormandı bu yüzden. O öpüşmeden ve sarmaş dolaş kitap okuma gecesinden sonra bir şeyler olabileceğini sanmıştı. Ama her ne kadar Ekin Bir var gücüyle inkâr etse de, hala bi 'çivi çiviyi söker' durumu da, olası gerçekler arasındaydı. O akşam biraz eğlenmiş, keyfine bakıp kafasını dağıtmış olabilirdi. Şimdi de hayatını eski akşına sokmuş olmalıydı.

Yazışmaları ve konuşmalarına göre evden pek çıkmıyordu. Bu aralar bir şeyler üzerinde çalışıyordu. Yeni kitabıyla ilgili son revizelerini yaparken yeni bir roman üzerinde çalışmaya başladığını çıtlatmıştı Ekin'e. Hatta Ekin'i ihya eden 'Bunu ilk kez sana söylüyorum' lafını da araya sıkıştırmıştı. Ne kadar doğru olduğu belki tartışılırdı ama Ekin Bir'e güvenmek istemişti o an. Sesi çok istediği oyuncağa sonunda sahip olan masum bir çocuğun hevesiyle çıkmıştı çünkü.

Yine de Ekin'in kafası karışıktı. Bugün ortalık da Ekin'in kafası gibi karışmıştı zaten. Bergüzar son görüşmedeki olayları öğrendiğinden beri yayınevinde terörüne terör katmıştı. İşi yürütme görevini Ekin'den tamamen almıştı. Ekin bir nebze rahatlamış olsa da, Bergüzar'ın egosu yüzünden bu işi eline yüzüne bulaştıracağına emindi. Ekin Bir'in kendisine değer verdiğini sanıyordu ama Ekin, Ekin Bir'le tanışıp görüştüğü bu süre boyunca öyle olmadığını görmüştü.

Harun suratı sirke satan bir diğer seksi bayan ev arkadaşına bakarken şefkatle gözlerini kırpıştırdı. Ekin yine de yumuşayıp gülmedi. Oflayarak Bahar ve Harun'un ortasında kalan tekli koltuğa oturdu.

"Ekin Bir süreci benden çıktı. Bundan sonra Bergüzar kendisi ilgilenecekmiş. Bence artık hiç gelmez. Ekin hiç de Bergüzar'ın sandığı kadar sevmiyor Bergüzar'ı."

Harun oflayarak gözlerini devirdi. Ayaklarını sehpaya uzatırken "Ekin ya..." dedi bezgince. "Valla sen de artık kafa yorma şu adama. Sen elinden geleni yaptın. Bundan sonra gelirse Ekin'e, gelmezse... s*kine kadar yolu var... gerçi senin s*kin yok, gelmezse benim s*kime kadar yolu var olsun... Kendi bileceği iş," dedikten sonra kendi kendine "Bugün sihirli değneğimle insanlara umursamazlık dağıtıyorum," diye mırıldandı.

Bahar, Harun'un söylediği sözün Ekinlere uyarlanmış alternatif versiyonunu duyduğu an oturduğu yerde baya baya 'puhahaha' diye koptu. Ekin ilk anda ne diyeceğini bilemeyip kalsa da, sonra o da gülmeye başladı. Harun ciddiyetini korumaya devam etti. "Adama yayınevine gelsin diye bi vermediğin kaldı! Daha ne yapacaktın? Bergüzar'ın istediğinden çok daha fazlasını yaptın. Yeter. Bundan sonra sen kendini ağırdan sat. O biraz senin peşinden koşsun. Yok öyle kolaydan kız kaldırmak."

Bahar hala gülüyorken coşkuyla Harun'u alkışlar gibi ellerini çırptı. "Yürü be başkanım! Bu kızları sen kurtaracaksın!" diye bağırdı. Sahiden Harun tek başına kızlardan sorumlu devlet bakanı olsa, bir haftada ulusal anlamda tüm kadınlar ihya olurlardı. Sahip oldukları tüm hakları kullanmaya başlayabilirlerdi.

Bitmeye yüz tutan sigarasını küllüğe bastırarak söndürdükten sonra televizyonu açtı. "Sizi kurtarayım da, beni kim kurtaracak acaba?" diye mırıldanarak zap yapmaya başladı. Bahar ve Ekin'in kaşları bir anda çatıldı. "Ne oldu ki?" diye sordu Bahar.

"Gaye'yle ayrıldım. Anlaşılan o da kanatlanıp özgürlüğüne uçan bir kuş olmak istiyormuş. Gerçi ondan olsa olsa buruşuk suratlı yarasa olur da..."

Harun'u daha önce çok az kez böyle kadınlara alınarak atarlanırken görmüşlerdi. Pek olmazdı çünkü Harun umursamazdı.

"Hiç söylemiyorsun? Ne oldu?!" diyen Ekin'di bu kez.

"Konuşmaya bile değmez ama, şöyle özetleyeyim. Birkaç aylığına Amerika'ya gidecekmiş bazı arkadaşlarıyla. Orada dersler falan vereceklermiş. Büyük bir kulüple anlamışlar, çalışacakmış. Bildiğin striptiz yapmaya gidiyor Amerika'ya, ben de oturup burada onu mu bekleyeceğim? Oldu canım."

Ekin de, Bahar da ne diyeceklerini bilemedikleri için susmayı tercih ettiler. Harun zaten her zaman kendi sorunları kendisi çözebilecek ve yorumlayacak kadar mantıklı olurdu. Yine öyleydi...

Haklıydı. Böyle bir şey beklenmezdi. Hem de bağlılık duymadığın bir kadın için.

"Neyse boş verin, yemek ne yiyeceğiz? Söyleyecek miyiz?" diye sordu Harun. Sahiden de hiç kafasına takıyor gibi değildi Gaye'yi.

Bahar, beyi sofrayı kurmasını isteyen eski usul bir ev hanımı gibi ellerini dizlerine koyup güç alarak ayaklandı. "Ben bir şeyler yaptım bugün, hazırlayayım da yiyelim."

***

1 Nisan... Dava günü 1 Nisan'a verilmişti. Kaan ilk başta tarihi çok uzak bulmuştu ama Çağatay sürecin bu şekilde işlediğini ona açıkladığında mecburen yelkenleri suya indirmek zorunda kalmıştı. Geçen hafta üç kez Soner'le toplantı yapmışlardı. Adamla konuşurken kendisini; kötü bir şey yaptığında ailesinin karşısında ne diyeceğini bilemez halde kaldığı zamanlardaki gibi hissediyordu. Üstelik kötü bir şey yaptığı da yoktu. Soner hep solundan kalkmış gibi tersti. Çok sinir bozucu bir durumdu. Adamın nasıl böyle yaşayabildiğini merak ediyordu Çağatay.

Öğlen yemeğini beraber yiyeceği avukat arkadaşını son anda karakoldan bir müvekkili için aramışlardı. Bu yüzden hiç sevmediği bu şey olmuştu; restoranda tek başına sap gibi yemek yiyecekti.

Teşvikiye'de çok göz önünde olmayan ara sokakta lounge tarzında dizayn edilmiş ama servis sistemi esnaf lokantası gibi olan mekâna geldi. Burayı severlerdi. Burada hızlıda yiyip kalkabilirdi de.

Tabağına dört çeşit yemek koydurduktan sonra ödemesini yapıp elinde tepsisiyle kendisi için oturacak bir yer bakındı. Kasanın önünde elinde tepsisiyle dönüp restoranın içinde oturacak yer bakınırken, sol köşede, uzun masanın en ucunda oturmakta olan Başak Gürman'ı görünce olduğu yere çivilenmiş gibi kaldı. İlk anda tanıyamamıştı çünkü kadın saçlarını kızıla boyatmıştı. Ama yüzü çok net hatırındaydı Çağatay'ın. Hemen yanındaki sandalyede de, o fotoğraflardaki adam oturuyordu. Yani Kaan'ın aldatıldığına inandığı adam...

Çağatay ilk kez fotoğraflardaki tüm olayların başrolü olan kişiyi bu kadar yakından görüyordu. Aslında bir adam denemezdi... resmen bir çocuktu bu. Yirmili yaşlarının başında vardı, yoktu. En fazla yirmi beş falan olabilirdi. Kıtlıktan çıkmışçasına yemek yiyordu. Başak ona sürekli bir şeyler söylüyor, belki de bir şeyler anlatıyordu ama o konuşmuyordu. Sadece günlerdir açmış gibi yemek yiyordu.

Restoranın onlardan uzak kısmına baktığında hiç boş yer olmadığını görünce endişeyle dudaklarını kemirmeye başladı. Uzun masanın öbür ucunda yer vardı fakat oraya oturmak da riskti. Gidip kadının gözü önüne...

Ki ortada mal mal dikilmeye devam etmesinin bedelini Başak'la göz göze gelerek ödedi. Kadın sinirlenerek sırtını dikleştirdiği bir anda, kafasını kaldırdı ve Çağatay'ı gördü. Mavi bakışlarını Çağatay'dan çekmedi. Çağatay da ondan çekmedi. Ama ne yapması gerektiğini bilemiyordu. Onun kim olduğunu bildiğini belli eder gibi mi davranmalıydı, yoksa omuz silkip yoluna mı bakmalıydı? Daha önce müvekkillerle beraber toplantı yapmış olsalardı ve kadınla en azından bi tanışıklığı olsaydı bi selam verirdi fakat şu an yapacak bir şey yoktu.

Artık yakalanmış olduğuna göre gidip uzun masanın öbür ucundaki boş yere oturabilirdi. Kaçacak bir şey kalmamıştı. Tepsisini bırakıp oturduğu sırada Başak da Çağatay'a bakmayı aceleyle kesti. Çağatay içecek siparişi alan garsona bir bardak beyaz şarap siparişi verip çatal bıçağını eline aldığı sırada az önce ölecekmiş gibi yemek yiyen çocuk yanından rüzgâr gibi geçip gitti. Çağatay, çocuk kapüşonunu takarak restorandan çıkıp hızlı adımlarla sokağın aşağısına yürüyene kadar gözleriyle onu takip etti. İşte şimdi neden böyle bir şey olduğunu sorguluyordu? En başından beri Başak'ın bu çocukla ilişki olduğu zırvalığına inanmamıştı ama çocuğun bunu yapması işkillendiriciydi. Sahiden bir dolaplar dönüyordu.

"İnanın bu kadar arkasından bakacak bir şey yok... Yanlış bir şey yapmıyordum. Sadece yemek yiyorduk." Çağatay duyduğu naif, ince ses tonuyla başını kaldırıp solunda durmakta olan Başak Gürman'a baktı. Genzini temizleyerek çatal bıçağını geri bıraktı.

"Ben de bir şey demedim zaten. Bana şu an bir açıklama yapmak zorunda değilsiniz. Avukatınız gereken her şeyi yapıyor ve yapacaktır."

Başak Çağatay'ın cümlesinden sonra kendini tutamayıp güldü. Çağatay'ın yanındaki boş sandalyeyi çekip otururken Çağatay biraz irileşen gözleriyle kadının her hareketini takip etti.

Ne yapıyordu bu kadın? Bu durum kesinlikle yakışık almayan bir durumdu. Tamam, daha önce kendisi olayların iç yüzünü merak edip kadına ulaşmayı falan istemişti ama dedektiflik zamanı değildi artık.

"Soner'in Kaan'ı mahvetmekten başka bir şey düşündüğünü sanmıyorum. Kendisi bana bile danışmadan kafasına göre hareket ediyor. Sanırım vekâlet versek bile avukatların böyle bir hakkı yok. Herhangi bir aksiyon almadan önce bize söylemeleri gerekiyor değil mi?"

Çağatay ikilemde kalmış bir halde başını onaylarcasına salladı. Hiçbir şeye dokunamıyordu. Garson şarabını getirdiğinde aynısında bir tane de Başak isteyince iyice kilitlendi. Kadının ne yapmaya çalıştığına anlam veremiyordu. Aklı sıra bir planı mı vardı acaba?

"Kaan'ı en son gördüğümde sahip olduğum her şeyi alacağını söyledi çünkü sahip olduğum her şeye onun sayesinde sahip olmuşum. Evlendikten sonra edinmiş olmamızın bir anlamı yokmuş. Normalde sistemin böyle çalışmamasına dayanak olarak da onu aldatışımı gösteriyor. Ya uslu bir kadın olup hayatından sessizce çıkıp gidecekmişim ya da beni herkesin önünde küçük düşürecekmiş."

Çağatay sandalyesinde arkasına yaslanıp gergin bir ifadeyle Başak'a bakmaya başladı. "Bunları neden bana anlatıyorsunuz Başak Hanım? Ben sizin avukatınız değilim, bunları kendi avukatınıza anlatın, eğer bir sorununuz varsa mahkemede bunu çözelim. Ya da toplantı talep edin önceden bir anlaşmaya varalım. Şu an burada bu şekilde bu konuları konuşmamız çok uygunsuz, izninizle yemeğimi yiyip işime dönmem gerekiyor benim."

Garson gelip Başak'ın şarabını bırakırken Başak'ın hiç de gidecekmiş gibi bir hali yoktu. Çağatay'sa kendini acayip kötü hissediyordu. Hayatında ilk kez bir kadına böyle çıkışmıştı. Normalde kadınları terslemezdi. Baharları terslerdi de o sayılmazdı muhtemelen.

Niyeti terslemek de değildi. Bunu yapmak istemezdi ama nedense bu kadına karşı bir savunma mekanizması oluşmuştu içinde. Bir yanı bu kadını acayip merak ederken, bir diğer yanı da ondan uzak durmak için elinden geleni yapıyordu. O yanı profesyonel olmaya çalışan yanıydı. Başak'a doğru çekilen tarafıysa; çok yüksek ihtimalle kim olduğu fark etmeksizin her güzel kadına karşı devreye giren hormonları olmalıydı.

"Gece kulüplerinde çaktırmamaya çalışarak beni gizlice dinleyebiliyorsunuz ama ben gelip alenen yanınıza oturunca bu uygunsuz mu oluyor?"

Tam kendi önüne dönmüş ve mercimek yemeğinden bir çatal almıştı ki ağzındakini çiğneyemeden öylece donup kaldı. Utanç ve merak dolu bakışlarını Başak'ın keyifle gülen gözlerine çevirdi.

Kadına kızıl nasıl da yakışmıştı... Hep kızıl saçla gezmeliydi bu kadın. Gerçekten ateş gibi olmuştu.

Ve Çağatay'ın kafasındaki düşünceler çoktan haddini aşmıştı.

Ağzındakini uzun saniyeler sonunda yutmayı başardığında "O tamamen bir tesadüftü Başak Hanım. Gizlice sizi dinlediğim yoktu. O gece dostlarımla gelmiştim oraya. Tıpkı sizin yaptığınız gibi," diyerek lafı kıvırmaya çalıştı. Başak o kadar kendinden emin oturmuş şarabını yudumluyordu ki, bu kıvırmayı biraz bile yemediği açıktı. Ama gizlice dinlenmiş olmayı da umursamıyormuş gibi bir hali de vardı.

"Neyse... İnanın hiçbir şey umurumda değil. Soner her ne kadar sizi zorlasa da en nihayetinde bu davadan sizin kârlı çıkacağınızı biliyorum. Bunca senelik evliliğimi bir hiç uğruna yok edecek olduğum için zaten kaybetmekten bir korkum yok. Ne istiyorsa alabilir... Kaan beni fazlasıyla hayal kırıklığına uğrattı."

Bir dakika önce tüm alaycılığıyla gülümseyen ve gerçekten hiçbir şeyi biraz bile kafasına takmıyormuş gibi görünen kadın şarabını tek seferde bitirdikten sonra asık ve kızgın bir suratla ayaklanıp kasaya doğru gitti. Ödemesini yapıp gözlüğünü gözlerine indirerek Çağatay'a başka hiçbir şey demeden restorandan çıktı. Çağatay da az önce çocuğun gidişini izlediği gibi Başak Gürman'ın gidişini izledi. Kadın gözden kaybolduktan sonra bileklerini göz çukurlarına bastırarak ofladı.

Şimdi her şeyi daha fazla merak ediyordu. Etmemesi gerektiğini biliyordu ama ediyordu işte. Başak Gürman dışarıdan göründüğünden çok daha fazla sırlarla dolu gibiydi ve kıpkırmızı bir elma gibi ilgi çekiciydi. Ve de ağız sulandırıcı...

'Asıl şimdi sıçtım ben ya...'

***

Elindeki likör dolu bardağı içki şişelerinin durduğu küçük barın önüne bıraktı. Kocaman çalışma odasında tek başınaydı. Laptopundan usul usul bir Pink Floyd şarkısı yayılıyordu. Bu da onun gizli zevklerinden biriydi. British Rock gençliğinden beri çok sevdiği bir müzik türüydü. Üniversite yıllarında Manchester'da kaldığı stüdyo dairede, çift kişilik yatağının üstünde dev bir Back Catalogue* posteri asılıydı. Şimdi o poster evinin altındaki bodrumda rulo haline getirilmiş bir biçimde toz yığını olmaya mahkûm edilmişti.

Yılbaşından beri eskiye dair ne varsa daha çok yapmaya çalışıyordu. Bu kendi kendine verdiği bir yeni yıl sözü gibiydi. British Rock dinlemeyi tabii ki de hiçbir zaman bırakmamıştı ama nedense artık eskisinden daha çok dinler olmuştu. Arabada yalnız kaldığı zamanları ya da şirkette toplantısız bir günde harıl harıl çalışırken kulaklıktan dinlediği zamanları beklemiyordu. Şu anda yaptığı gibi yemeğin hazır olmasını beklerken de çalışma odasında dinliyordu. Sesli bir şekilde hem de.

Bunu daha ne kadar sürdürebileceğini bilmiyordu. O geceden beri boğuluyordu. Neslişah ve Can ayın üçünde dönmüşlerdi. Tüm hayatı onların gelişiyle birlikte eski rutinliğine geri dönmüştü. Her sabah altıda kalk, ailenle kahvaltı et, işe git, akşam saat yedi buçukta yemek ye, Neslişah'ın o gün neler yaptığını ondan dinle, Can'la yemekten sonra vakit geçir, ödevlerine yardım et, çalışma odana geri dön ve yine çalış, sonra yat, sabah yine kalk... aynı döngü sürmeye devam ediyor, bitmek bilmiyordu.

Geçen yaz MBA'ini bitirip ülkeye dönen büyük yeğeni aslında iş yükünü hafifletmeye başlamıştı. Ama işin bir kısmını ona öğreterek devretmeye çalışmak da ayrı bir iş yükü getiriyordu. Şirkette aileden birinin daha olması ilerisi için hayatında büyük ölçüde farklılık yaratacaktı.

İş hayatında gidebildiği bu yapılandırmaya özel hayatında da gitmesi gerekiyordu. Bu sabah arabada giderken bir karar almıştı. Bu akşam yemeğinde Can olmayacaktı. Bir arkadaşına yatıya gitmişti. Bu sebeple Burak da bu kararını yürürlüğe koymaya çalışacaktı.

Uzun zamandır düşünce aklında olsa da; kararını acele bir şekilde aldığı bir fikirdi bu. Bir anda karar vermişti. Bir saniyede tüm hayatını değiştirecek o şeyi yapacağını söylemişti kendi kendine. Ne olursa olsun... Bunu kendisi için yapacaktı.

Çalışma odasının kapısı tıklatıldığında laptopuna doğru yöneldi. "Gelin!" diye seslenirken laptopunun sesini kısıp kapağını indirdi. Uzun yıllardır evinde olan sadık hizmetlilerden Mesude Hanım "Akşam yemeği hazır Burak Bey," dedi kapıda dururken. Bu bile sekmezdi. Her akşam aynı saatte, aynı kişi buraya gelir, aynı cümleyi söylerdi.

"Geliyorum Mesude Hanım. Teşekkürler," dedikten sonra telefonunu aldı. Pantolonunun cebine attıktan sonra bıraktığı likörünü tamamen bitirip, koridora çıktı.

Dışarıdan bakıldığında oldukça eski görünen fakat eski ruhu korunarak güzelce restore edilmiş, sahil yolunun iç tarafında kalan yalı tarzı bir konakta oturuyorlardı. Burası zaten Burak'ın dedesinin dedesine falan aitti. Birkaç asırdır ailede olan mülklerden sadece bir tanesiydi.

Mimari eski usul olduğundan yemek odası ve büyük salon birbirlerinden iki kanatlı dar bir kemerle ayrılıyordu sadece. Neslişah'la evlendikten sonra buraya taşınmışlardı. Burakların asıl evleri Anadolu Yakası'nda, Beykoz'daydı. Ailesi hala orada oturuyordu. Evlendikten sonra buraya gelmişti Burak da. Aslında babası Burak'ın İngiltere'deki eğitimi biter bitmez buraya geçmesini önermişti ama Burak Türkiye'ye dönüşünden sonra o kadar çok gezerek iş yapmıştı ki, tek başına ayrı bir eve çıkmanın hiçbir anlamının olmayacağı seneler geçirmişti. Bu medya şirketini o dönemde kurmuştu. Baba tarafından süregelmekte olan aile işlerinde direkt olarak yer almıyordu. Birçok şirketin yönetim kurulunda söz sahibiydi sadece. Onun için asıl önem vadeden kendi emekleriyle kurduğu şirketiydi. Çok kısa zamanda çok fazla büyütmüştü bu şirketi. Bazı köklü aile şirketlerinden çok çok daha fazla sermayesi ve yıllık kârı vardı.

Yemek salonuna girdiğinde Neslişah'ın çoktan gelmiş olduğunu gördü. Her zamanki yerine, masanın başına otururken Neslişah "Nasılsın hayatım? Müzik mi dinliyordun sen?" diye sordu servis edilen yemeklere bakarak. Leyla Hanım Neslişah'a çorba koymak için davrandığı esnada onu eliyle durdurdu. "Ben bu akşam almayayım Leyla. Hafif ne varsa onun servis edin bana." Eliyle saçlarını geri atarken, sorusunun cevabını bekler gibi kocasına baktı Neslişah.

Burak her akşam olduğu gibi ifadesiz yüzüyle oturuyordu masada. İçinden alaycı bir şekilde gülüyordu aslında. Demek müziği duymuştu... Alışılagelmedik bir şey yaptığında hep böyle oluyordu işte. Hemen sohbet konusu oluveriyordu bu durum.

"Evet. Bir şeyler dinliyordum. Zaman zaman çalışırken dinliyorum, biliyorsun." Kendi çorbası Mesude Hanım tarafından servis edildiğinde nezaketle teşekkür etti.

"Biliyorum tabii. Fakat bu her zaman dinlediğin şeylerden daha hareketliydi sadece. Beni şaşırttı."

Bu sefer ifadesini gizlemekte başarılı olamadı Burak. Sessizce güldü. 'Ot gelip ot mu gidelim Neslişah?' dedi içinden isyan ederek.

Sessiz kalışı her zamanki gibi Neslişah'ı konuşmaya itmişti. Genelde o konuşurdu zaten. Burak bu evliliğin sessiz tarafıydı. Lafın gelişi de değildi. Burak bu kadınla sevişirken bile sessizdi. Bir tek sevişirken ona o asaletli ismiyle seslenmeyi sevmezdi. Yatakta 'Nesli' demeyi tercih ederdi. Bu Neslişah'ın da hoşuna giderdi. Bir fantezileri bile yoktu. Bir iki pozisyon değişikliği dışında o bile rutindi hayatlarında. Burak evlenmeden önce her şeyi az çok tahmin edebilmişti fakat, çok iyi tanıdığın biriyle evlendikten sonra ortaya çıkacak o sıkıntıyı kestirememişti. O kişinin özel şeylerdeki iç yüzünü bilemiyordun. Ve ona beklediğinden daha korkunç görünmemek için kendini kasmak zorunda kalıyordun. Neslişah'ın ne tür şeyler seven bir kadın olduğunu hiçbir zaman bilememişti çünkü Neslişah hiçbir zaman bir şey söylememişti. Muhtemelen onun da kafasında aynı soru dönüp durmuştu. 'Garip fantezilerimle Burak'ı ürkütüp kaçırır mıyım acaba?'

Böylece birbirlerini kaybetmemek adına evlendikten sonra da her şeye aynı resmiyette devam etmişlerdi. İki taraf da birbirini konuşmaya, anlatmaya zorlamadığı için aralarında garip duvarların varlığıyla bir evlilik yürütmüşlerdi. Burak asıl yapması gerekenin bu duvarları yıkmak olduğunu biliyordu. Ama duvarları yıktığında karşılaşacağı şeyin kendisini sürükleyeceği noktayı da tahmin edebiliyordu. O yüzden duvarı yıkmak için sarf edeceği çabadan vazgeçip, direkt duvara sırtını dönüp gidecekti. Duvarı kırmakla falan uğraşıp kendini yormayacaktı. Eninde sonunda varacağı nokta belliydi çünkü. İki türlü de aynı şey olacaktı.

"... Aslında inanılmaz saçmaydı kadının yaptığı ama kimse de kalkıp bir şey demedi. Bu vakfın her toplantısı bir olay, her seferinde de aynı kişiler aynı tip olayları çıkarıyor—"

"Neslişah ben boşanmak istiyorum."

Duyduğu cümlenin ardından Neslişah'ın sesi adeta bıçakla kesilir gibi kesildi. Yemek odasının girişinde az sonra yemekleri servis etmek için bekleyen Mesude Hanım on yıldır çalıştığı bu evde yaşamadığı şoku yaşadı. Normalde zengin konaklarında dönen dedikodunun haddi hesabı olmazdı fakat Elmaskaya ailesi dünyanın en dedikodusuz zengin ailesiydi. Onların rutin yaşantısının sakinliği hizmetlilerine bile yansımıştı. Evde bugüne kadar tek bir dedikodu vakası bile yaşanmamıştı.

Şimdiye kadar. Bu kadıncağızın duyduğu en büyük şeydi.

Bütün ev tamamen susmuştu. Neslişah elindeki çatal bıçaklarla öylece put gibi duruyordu. Kıpırdamadan Burak'a bakıyordu. Burak ise ondan bir tepki gelmesi için Allah'a yalvarıyordu şu an.

Aradan gereğinden fazla uzun bir süre geçtiğinde ve hala evde ses olmadığından "Neslişah? İyi misin?" diye sordu Burak. Biraz saçma bir soruydu ama ne yapabilirdi ki? O da tepki vermeliydi.

"İyi miyim mi?" diye sorarken güler gibi oldu Neslişah. Çatal bıçağını kenara bırakarak tam bir leydi gibi mendille ağzının kenarlarını sildi. Sandalyesini gürültüyle arkaya itip ayağa kalktı. O kalkınca otomatikman Burak da kaşığını bırakarak ayaklandı. Kucağındaki mendili masanın kenarına koydu.

"Bunu bu şekilde aniden söylemem doğru değil belki ama başka türlü bu konuşma nasıl yapılır, nasıl konuya girilir... son zamanlarda sürekli düşünüyorum... her şey bana garip geliyor... bunalıyorum, sıkılıyorum... Sen nasıl dayanabiliyorsun buna?"

Neslişah gözlerini merakla kısarak birkaç adım Burak'a yaklaştı. Topuklu ayakkabıları yerde çınlarken Mesude Hanım öbür taraftan uçarak kaçıp mutfağa gitmişti.

"Neye dayanıyorum? Sana mı?!... Bir dakika... Sen bana dayanıyor musun?"

"Hayır... hayır demek istediğim o değil. Hayatlarımızın gidişatı. Monotonluğu. Ben çıldırmak üzereyim Neslişah! Çok sıkıldım artık, gerçekten."

Neslişah alaycı bir gülüşle kollarını göğsünün altında kavuşturdu. "Hayatından sıkıldığın için benden boşanmak mı istiyorsun yani?.. Orta yaş bunalımına girmiş olabilir misin Burak? Çok anlamsız konuşuyorsun çünkü. Ben dediklerin arasında bağıntı kuramıyorum."

Burak gittikçe köşeye sıkıştığının farkındaydı. Çok yanlış başlamıştı konuşmaya. Durumu düzeltebilmek için önce kafasını toparlamaya çalıştı. Sonra sözlerini toparlayacaktı.

"Ben neye ihtiyacım olduğunu bilmiyorum. Belki de dediğin gibi bir bunalımdayım. Ama bunu yapmak zorundayım. Çünkü başka türlü işin içinden çıkamayacağım. Aşksız bir evliliği sürdüremem—"

"Sen aşka inanmazsın ki! Şu an inan ki ben de çıldırmak üzereyim!"

Burak yüzünde garip bir ifadeyle kalakalınca Neslişah'ın elleri şaşkınlıkla açılan ağzına kapandı. Bir adım geriledi.

"Sen birine mi âşık oldun?" diye sorarak asıl bombayı yemek salonunun ortasına atmış oldu.

Burak başını dikleştirerek dudaklarını birbirine bastırdı. Yalan söyleyip söylememe fikri arasında gidip geliyordu. Bugüne kadar hiç yalan söylememişti.

"Senin onurunu kıracak hiçbir şey yok Neslişah. Âşık falan da değilim. Senden tek istediğim kendi hayatını gözden geçirmen. Bana hak vermeye çalış. İstersen biraz düşün. Göreceksin... Benim köklü değişikliklere ihtiyacım var. Senin de olduğunu biliyorum."

"O zaman bu değişikliklere işe daha az vakit ayırmakla başlayabilirsin! Benimle daha sık tatillere çıkabilirsin. Allah'ım... delireceğim ya!" Neslişah ellerini hırsla saçlarından geçirirken odada bir oraya bir buraya yürümeye başladı.

"Bize zaman ayırmamakla sadece beni suçlayamazsın. Sen de ailene zaman ayırma konusunda en az benim kadar başarısızsın. Bu belki de en büyük suçlarımızdan biri. Oğlumuzla bile yeteri kadar vakit geçirmiyoruz biz."

İşte bu konuda sonuna kadar haklıydı. İşine vakit ayırdığı için onu eleştiriyor olabilirdi Neslişah ama Neslişah'ın gezmelere, tozmalara, partilere, davetlere ayırdığı vakit, Burak'ın işe ayırdığı vaktin yanında solda sıfır kalıyordu.

"Eğer kaçmak yerine benimle birlikte biraz daha sık insanlarla vakit geçirmeyi denesen, bunu zaten yaşamayacaktık. Bir sürü aile birlikte beraber neler neler yaparken biz bunu başaramıyoruz."

"Çünkü bizler hayata bakışları farklı insanlarız Neslişah. Senin istediğin şeyleri istemiyorum ben. Bu yüzden daha fazla yapamam diyorum ya! Benim yalnız kalıp kendi yoluma bakmam lazım. Aradığımı bulmam lazım. Bir yerlerde kaybettiğim bir benliğim var ve o benlik o kadar derinlerdeki ulaşamıyorum artık. Bu ben değilim. Her akşam beraber masaya oturduğun, karşında konuşmadan put gibi otururken bütün gün boyunca nereden ne aldığını anlattığın, akşam yatağa girdiğinde beş on dakika içinde sevişip sonra görmezden geldiğin adam ben değilim."

"Seni liseden beri tanıyorum Burak. Sen başka bir adam olamazsın. Sen hep buydun," dedi Neslişah kendinden emin bir şekilde. Burak buruk bir şekilde güldü.

"Yemeğin hazırlanmasını beklerken içeride en sevdiğim müzik gruplarından birini dinliyordum. Kimdi o?" diye sordu Burak. Neslişah ikilemde bir ifadeyle kocasına bakıyordu.

"Bu çok anlamsız bi soru. Müziği duymadım tam," diyerek kendini savunmaya çalıştı. Burak hemen atak yaptı. "Sana müziği sormadım zaten, en sevdiğim grubu sordum."

Neslişah Burak'ın hep en çok Chopin sevdiğini sanırdı. Şimdi karşısına geçmiş bir müzik grubundan bahsediyordu. Tabii ki bir fikri yoktu.

"Boş ver Neslişah. Kast ettiğimi anlamış olmalısın. Zorlama daha fazla... Ben bu akşam otelde kalacağım. Senden biraz düşünmeni rica ediyorum. Lütfen..."

Burak Neslişah'ın kolunu hafifçe okşayarak konuştuktan sonra yanından geçip gitmek istedi. Son anda Neslişah onu tutup durdurdu.

"Burak dur! Eğer istediğin gerçek seni tanımamsa bunu yapabilirim. Bana sadece fırsat tanı. İstersen bir evlilik danışmanından yardım alalım. Terapi bize iyi gelecektir... Eminim ki seks hayatı için de bir sürü şey yapabiliriz—"

Burak daha fazla çabalamaması için elini kaldırarak Neslişah'ı durdurdu. "Bu geç kalmış bir çabayla olmaz. Onca uğraşın ardından karşılaşacağın kişiden hoşlanmayacağını biliyorum ben."

"Belki hoşlanırım. Belki daha çok severim. Belki sen de beni tanımıyorsundur Burak? Olamaz mı? Neden denememizi bile istemiyorsun?"

Burak iki elini karısının küçük yüzüne koydu. Onun nemlenen yanaklarını sildi. O en eski arkadaşlarından biriydi. Onun için şu an gerçekten çok çok üzülüyordu.

"Seni çok iyi tanıyorum ben. Her akşam bir saat soframda bıcır bıcır konuşan kadını inan bana çok iyi tanıyorum. Ve o kadının nasıl bir hayat istediğini ve hak ettiğini de biliyorum."

Neslişah'ın alnına yumuşak bir öpücük bıraktıktan sonra yemek odasından çıktı. Çalışma odasında bıraktığı ceketini alıp, hizmetlilerinin şaşkın bakışları altında evini terk etti.


*Back Catalogue: Belki bazılarınız rastlamışsınızdır. Pink Floyd grubuna ait sıra dışı bir poster. 97 yılında reklam amaçlı olarak çekilmiş görselde; kapalı bir havuzun kenarında oturmuş çıplak kadınların sırtları Pink Floyd albümleri kapaklarına boyanmıştır. Merak edenler Google görsellere back catalogue yazarsa direkt karşılarına çıkacaktır :)

Continue Reading

You'll Also Like

416K 28.4K 37
Batmakta olan kanalını kurtarmak için her yolu deneyen Güven, en son çare olarak bir çıkar ilişkisi tezgâhlayıp durumu kurtarmaya çalışır. Okuduğu bö...
322 84 24
İki genç üniversite öğrencisi önlerine gelen garip ama ilgi çekici gezi için hazırlanırlar. Gezinin vaddettiği şey eski zamanda yaşadıkları bilinen v...
1.3M 89.1K 57
En yakın arkadaşının evlilik arifesinde tanıştığı James'e aşık olan Selen, hissettiği yoğun duygulara rağmen genç adamın beraber yaşama teklifine çok...
160K 8.9K 23
❝ Konserdeki Sevgilim: Mine, üç ay. Konserdeki Sevgilim: Sadece üç ay çıkıyormuş gibi davranacağız. Konserdeki Sevgilim: O kadar. Siz: Üç ayın sonun...