GÜZEL GÜNLER KULÜBÜ

By sezgisalman

341K 30.6K 8.4K

Kerem: İyi bir avukat, deli dolu bir insan, mükemmel bir arkadaş. Bahar: Enerjik kişilik, sabırlı karakter, m... More

Giriş
1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm
26. Bölüm
27. Bölüm
28. Bölüm
29. Bölüm
30. Bölüm
31. Bölüm
32. Bölüm
33. Bölüm
34. Bölüm
35. Bölüm
36. Bölüm
37. Bölüm
38. Bölüm
39. Bölüm
40. Bölüm
41. Bölüm
42. Bölüm
43. Bölüm
44. Bölüm
45. Bölüm
46. Bölüm
47. Bölüm
48. Bölüm
49. Bölüm
50. Bölüm
51. Bölüm
52. Bölüm
53. Bölüm
54. Bölüm
55. Bölüm
56. Bölüm (Final)

5. Bölüm

5.7K 524 118
By sezgisalman

Sucuklu yumurtaya ekmeği hunharca banıp, parçayı ağzına attı ve keyifle çiğnedi. Erken kalkmak zulüm olsa da, bu kısmına bayılıyordu. Hele de kızlar böyle mükellef bi kahvaltı hazırladılar mı...

Günlerdir Ekin'i panik ettirmeden şunu söylemeye çalışıyordu ama bir türlü doğru an denk gelmemişti. Şimdi çok uygundu. Lafı evirip çevirmek yararsız olacaktı, en iyisi hızlıca, tek seferde söylemekti.

"Ekin! Sana bir şey diyeceğim ama sakin olacaksın, tamam mı, söz ver?" Harun ağzındakini yuttuktan sonra tam karşısında oturan ve nazikçe peynirini yiyen Ekin'e baktı. Tabii daha Harun'un bu cümleyi kurmasıyla Ekin'in duruşu değişti. Bakışları korku doldu. Bahar ona bakarken kıkırdadı. Ekin'e bir şeyi alıştıra alıştıra söylemek de sıkıntıydı, çat diye söylemek de... her şekilde kalbi sıkışıyordu kızın.

"Baştan fiyaskosun kızım!.. Amaaan, neyse, uğraşamayacağım... Geçen akşam Ekin Bir'le tanıştım ben—"

Ekin "Neee!?!" diye çığlığı basarak Harun'un devam edeceği cümleyi sabote etti. Bahar da gözlerini kocaman açarak bu heyecanlı konuya katıldı. Bu durum onun ilgisini çekiyordu. Ekin Bir'in akıbetinin ne olacağını, en az Ekin kadar merak ediyordu.

"Adamı sevdim galiba ben. Isırgan'ın dinleyicilerindenmiş. Albümlerimiz falan varmış onda. Başta ilk tanıştığımda böyle senin dediğin gibi o egoyu hissettim ama sonra konuştukça açıldım. Bizim konsere falan davet ettim."

Duyduğu her cümlenin ardından Ekin'in yüz ifadesi daha da komik bir hal aldı. Kalbi yerinden çıkacakmış gibi güm güm atıyordu. Ekin Bir'e giden yol Harun'dan geçiyordu resmen!

"Bundan sonra her hafta istisnasız benim adımı yazdır kapıya. Konserlerinizin hepsine geliyorum!" dedi Ekin kati bir şekilde. Bunu diyordu ama adamı görse bile nasıl konuşup sohbet ederdi bilemiyordu. Bir de derin mevzulara ilerlemesi gerekiyordu.

Harun gülerek masadakileri midesine indirmeye devam etti. Bu kıza acayip üzülüyordu çoğu zaman. Gerçekten tanıdığı en ürkek, en çekingen insanlardandı Ekin. Çok kez ona flört amaçlı arkadaşlarını ayarlamıştı. Kendisi bulamıyordu çünkü. Fakat Harun'un arkadaş tayfasının kafa yapısı, Ekin'in kafa yapısıyla uyuşmuyordu. Ekin hayatı ağırdan aldığı gibi ilişki evrelerini de ağırdan almak istiyordu ve bu da çoğu erkeğe uymuyordu.

"Ya hakikaten, bu cumartesi senin çaldığın yere gelelim Harun. Bayadır havalar soğuk diye akşamları çıkmıyoruz. Çağatay'a da iyi olur hem... Bizi yaz bu hafta."

Bahar'ın sözlerinden sonra Harun onun burnunu sıkıştırdı. Cumartesi, DJ'lik yaptığı gece kulübündeydi. Arada sırada çocuklar böyle gelirlerdi. Sonra hepsi zil zurna sarhoş olur, geceyi Harun'la beraber anca bitirirlerdi. Yani mutlaka güneşi doğururlardı.

"Sen beni Cuma akşamına da yaz, Isırgan'a da geleceğim ben Taksim'e," dedi Ekin. Harun onun yüzündeki ciddi ifadeye gülmeden edemedi. "Peki güzellik, hadi gazan mübarek olsun şimdiden."

***

Çağatay son zamanlarda kendini fazlasıyla bu davaya odaklamıştı. Sürekli bu dosya üzerine çalışıyordu. Davayı açmıştı Kaan Bey'in isteği doğrultusunda. Celp bugün yarın eline geçerdi.

Kadını hukuki anlamda araştırmanın yanı sıra magazinsel anlamda da incelemişti. Kaan Gürman'la beş senedir evliydiler ve kadın bugüne kadar saygın bir şekilde yaşamıştı. Sosyetik birçok zengin gibi, elit semtlerde adını çirkinleştirecek hareketlerde bulunmamıştı. Magazin basınına birkaç bikinili fotoğraf dışında hiç malzeme vermemişti. Ki onlar da malzeme sayılmazdı. Ne kadının kendisinin, ne de kocasının çekilen fotoğraflarla ilgili hiçbir sorunu olmamıştı görüşüne göre. Aksine, sarmaş dolaş pozlar vermişlerdi Kaan Gürman'ın yatında.

Daha geçen yaz aylarında etrafa bu kadar aşk saçıyorken, şimdi tepetaklak yokuş aşağı yuvarlanmaları; Çağatay'ın dünya evi mantığına olan inancını biraz daha köreltiyordu. Senelerdir evliliğe uzaktı, her geçen gün daha da uzaklaşıyordu. Hayatı boyunca sadece bir kez bir kadını evlenecek kadar çok sevmişti. Fakat kader işlerin yolunda gitmemesi için elinden geleni yapmıştı. Çağatay da evlilik defterini kapatmıştı. Her ne kadar arkadaşlarına bu durumu ciddiyetle yansıtmasa da, gerçekten evlenmeyi düşünmüyordu.

Arkasına yaslanırken kader, bir kez daha oyununu yaptığını belli eder gibi bilgisayar ekranında koruyucu olarak değişen fotoğraflardan acı veren bir tanesini karşısına çıkardı. Altı yıl öncesine ait fotoğrafta, o zamanlar sinekkaydı tıraşıyla ve temiz yüzlü çocuk imajıyla gezen Çağatay'la, o dönemlerde delicesine sevdiği kız arkadaşı Berna yanak yanağa poz vermişlerdi. Bir dijital fotoğraf makinesiyle çekilmiş düşük kaliteli fotoğrafta Berna her zaman olduğu gibi çok güzeldi. Çağatay onun abartısız, saf, duru güzelliğini severdi. İçi dışına yansımış bir kadındı. Yüzü nasıl temizse, kalbi de öyle temizdi.

Ama işte kaderin önüne geçilmiyordu. Fotoğraf değişirken gözlerini ekrandan çekip dışarı çevirdi. Bilinçsizce kalemini çevirirken bu Başak denen kadına bir şekilde ulaşması gerektiğini düşünüyordu. Kadının aldatmadığına yüzde yüz emindi. Ama neler olduğunu acayip merak ediyordu. İçinde bir şeyler onu dürtükleyip duruyordu. Kafasında bir ses mümkün olduğunca bataklığa gömülmeden bu işten sıyrılmasını söylerken, nedense diplerden gelen bir ses bu işi biraz kurcalamasını öğütlüyordu ona.

Bu fotoğraflar ne hukuki anlamda, ne de başka bir türlü kanıt değildi. Zaten Kaan Gürman'ın kendisi de davayı 'şiddetli geçimsizlik' sebebiyle açtırmıştı. Aldatılma mevzusunun gündeme gelmesini istemiyordu. Aslında Çağatay adamın konuşmalarından bu fotoğrafları tehdit unsuru olarak kullanmak istediğini sezmişti. Niyeti kadına tek kuruş bile vermeden boşanmaktı. Tek isteği buydu. Ne nafaka, ne de tazminat... Karısının üstüne yaptığı bütün mal varlığını hasarsız olarak geri istiyordu. Ve bu süreçte de bu fotoğrafları karısının önüne basına sızdırmak tehdidiyle atacaktı. Tabii Çağatay bunun olmasını da bir 'erkek' olarak desteklemiyordu. Bir türlü Kaan'ın bu keskin bakış açısını törpüleyemiyor, aksine çabaladıkça adamı daha çok sinirlendiriyordu. O yüzden susmak zorundaydı artık.

Ofis telefonunun çaldığını duyunca sürüklendiği girdaptan sıyrılıp telefona uzandı. Daha "Alo" diyemeden öbür taraftan Ebru'nun sesini duydu.

"Bu akşam eve gelecek misin? Kabak graten yapıyorum. Sen seversin. Gelirken yoğurt al diyecektim bir de."

Yorgun bir şekilde gülerken boştaki eliyle yüzünü ovuşturdu. "Tamam alırım. Birazdan çıkacağım, trafiğe takılmazsam rahat gelirim."

"Görüşürüz kuzen!"

"Görüşürüz."

Son anda arkadan ikizlerin bağrışmalarını duyarken gülerek telefonu kapadı. Bu çocuklar elinde büyümüşlerdi resmen. Kendisini çoğu zaman onların babası gibi hissediyordu. Sonra da bunu onlara yanlış bir şekilde yansıtmamak için kendini acayip şekilde dizginliyordu. Sonuçta bu çocukların uzak olsa da; doğru düzgün sadece yarıyıl tatilinde ve yazın olabilse de, gördükleri gerçek bir babaları vardı.

Ebru nasıl da evlenmesini istiyordu oysaki... Çağatay her bir kadınla görüşmeye başladığında resmen onu sorularıyla boğuyordu. Sürekli onu darlıyor, işleri hızla ilerletmesi için üstüne gidiyordu. Ebru'nun bunu iyi niyetinden yaptığını biliyordu Çağatay, ama yararsızdı işte. Öyle ha deyince olmuyordu. Önce Çağatay'ın içinden gelmesi gerekiyordu. Ve evlilik konusu da Çağatay'ın içinden gelen son şey bile değildi.

Derin bir nefes alıp tekrar dosyaya döndü. Davaya sıkı çalışması gerekiyordu. Başak kendisine dava açıldığını öğrendiğinde ortalık daha da ısınacak ve gerilecekti. Her ne kadar saygın ve sakin görünüyor olsa da, bu akışın sonucunun ne olacağı hiç belli olmazdı.

***

Dışarıda lapa lapa kar yağarken içerisinin sıcaklığı ekstra tatlı geliyordu Ebru'ya. Huzurla gülümseyerek camdan bakarken denize düşen kar tanelerini izliyordu. Hazır hafta sonu çalışmıyorken ve dışarıda böyle tatlı bir ambiyans varken çocukları Rumeli Hisarı'na kahvaltıya getirmek istemişti. Sabah erken kalkmaya mırın kırın etseler de en nihayetinde toparlanıp çıkabilmişlerdi.

Ve şimdi karşısında oturan iki çocuğu da kafalarını son model akıllı telefonlarına gömmüşlerdi...

"Facebook kaçıyor çünkü! Bir saat sonra baksanız zaman tünelinde şu anda orada olanlar bir daha olmayacak!" diye söylendi sessizce. Derin dudaklarını birbirine bastırarak telefonunu yavaşça elinden bırakıp kenara koydu. Derin'in yanında oturan Tolga'ysa gözlerini heyecanla açarak annesine baktı. "Bi Snap atayım mı anne?"

Şu Snapchat'e Bahar da bayılıyordu. Neyse ki çevresinde bu kadar yeniliklere düşkün insanlar olduğu için kendisi de geride kalmıyordu.

"At bakalım, saçma sapan şeyler yazma ama üstüne," diye uyardı oğlunu. Ardından Tolga'nın çektiği selfie için poz verdi. Derin kendisine uzanırken o da yanağını kızına doğru uzattı.

Her ne kadar son zamanlarda iletişim konusunda hayatlarının en zor zamanlarını geçiriyor olsalar da, Ebru oldum olası çocuklarıyla baş başa vakit geçirmekten hoşlanmıştı. Eğer sürekli yanlarında olan bir babaları olsaydı, onlarla daha çok arkadaş ilişkisi kurmayı isterdi. Fakat otoriteyi korumak adına hep bir arkadaştan çok anne olmak zorunda kalmıştı. Aslında doğru düzgün bir aile ortamı içinde büyüyememelerine rağmen ikisi de çok iyi yetişmişti. Onlarla gurur duyuyordu. Çevresinde anne babası boşanmış olan ve çok tuhaf yetişmiş olan çok çocuk vardı.

"Sinemaya da gidelim anne ya! Bak Star Wars geldi hala gidemedik."

Tolga'nın bu istediğine Derin biraz isteksizce iç geçirerek tepki verse de Ebru oğluna kıyamadı. Beraber zaman geçirdikleri çoğu vakit genelde Derin'in istekleri olurdu. Bugün de Tolga'yı mutlu etmeye karar verdi. Başıyla onaylayarak oğlunun isteğini kabul etti.

"Peki anne, akşama biz de gelsek olmaz mı kulübe?" diye sordu bu sefer de Derin. Sesi annesinin izin vermeyeceğinin bilinciyle kısık ve çekingen çıkmıştı. Ama bakışları adeta bir kedi gibi yalvarıyordu.

Ebru bu kez çıkışmak yerine sabırla iç geçirdi ve anlayışla kızına baktı. Kanı kaynıyordu, şimdiki gençler her şeyi daha hızlı yaşayıp daha çabuk deneyimlemek istiyordu. Haliyle kendi çocukları da çevrede ne görürlerse ona özeniyorlardı. Hele bir de babaları onları en zengin çocukların gittiği kolejlerden birine gönderdiği için onlar da ne görürlerse onu yapmak istiyorlardı. Fakat Ebru böyle olmasını istemiyordu. Her şeyin bir zamanı vardı. Kendisi zaten birçok şeyi zamansız yaparak hayatını mahvetmişti. En azından çocukları doğru bir yol izlemeliydi.

"Güzel kızım, meleğim benim, daha on beş yaşındasın. Sadece on beş. Sen o barda yakalanırsan işletmecinin başı dere girer, bizim başımız derde girer, çok zorlanırız sonra. Olmaz. Bak yazlık yerlerde zaten karışmıyorum, tatile gittiğimizde izin veriyorum. Ama buralar tehlikeli. Lütfen biraz anlayış göster bana. Az kaldı bir iki sene sonra girebileceksin zaten... Bu akşam arkadaşlarınızı çağırın eve, güzel güzel parti mi yapıyorsunuz n'apıyorsunuz, onu yapın. Tabii lütfen ortalığı batırmayın da... Bira da için bak izin veriyorum."

Tolga hevesle masadan eğildi. "Çocukları çağırabilir miyim?!" Derin kardeşinin tepkisi üzerine gözlerini biraz devirdi. O da kızları çağırınca ortalık bi karışacaktı yine.

"İkiniz de eşit sayıda arkadaş çağırın haksızlık olmasın. Üçer tane en fazla. Zaten yeterli yatağımız yok. Dayınızla ben gelmeyiz muhtemelen gece."

Ebru sözlerinden sonra uzanıp çayını aldı ve bir yudum içti. Tolga annesine bakıp 'oh, hayat sana güzel' der gibi kafa büktü. Ebru 'ne var' dercesine başını salladı akabinde. "Eğlenmeyelim mi? Ne var canım?"

"Eğlenin tabii de, arada ara, haber ver, snap at anne. Bilelim ne yaptığını, yalnız kadınsın sonuçta, sıkıntı olmasın."

Ebru'nun tek kaşı hayretle havalanırken oğluna gülmemek için kendini zor tuttu. Eliyle onun kafasına hafifçe vurarak "Yakışıklı sıpam benim, merak etme sen, dayınlar varken bir şey olmaz," dedi. Tolga annesinin bozduğu saçlarını hemen düzeltti. Yemeğini yemeye geri dönmeden evvel "Onlara güveniyorum zaten, yoksa yollamazdım," diye geveledi. Ebru oğluna sadece gülerken Derin bıkkınca gözlerini devirdi bir kez daha.

***

Popüler bir filme son dakika bileti aldıkları için istedikleri konumdan biraz öne bilet bulabilmişlerdi. Filmin saatinin gelmesini beklerken pembe renkli koltuklarda oturmuş Derin'in telefondan gösterdiği videoları izliyorlardı üçü de. Ebru film öncesi için küçük boy bir patlamış mısır almıştı. Film esnası için de ayrıca alması gerekeceğini biliyordu çünkü oğlu avuç avuç yiyordu. Kendisi de tırtıklamadan edemiyordu.

Derin'in göstereceği komik hayvan videoları bittiğinde herkes kendi telefonlarına döndü. Ebru gelen reklam ve kampanya mesajlarını okurken kızı birden koluna yapışıp kulağına doğru, "Anneee! Şurada çok tatlı bir çocuk var ve bana bakıyor!" deyince başını hızla kaldırdı. Derin'den öyle alenen baktığı için azar yerken kızını kesen delikanlıyı şıp diye bulmuştu. Şu an bir film afişine bakıyordu çocuk, uzun boylu dikkat çekici bir tipti. Biraz büyük duruyordu sanki ama... Etrafta Derin'e bakabilecek yaş civarında olan bir o vardı.

"Şu kahverengi saçlı, uzun boylu çocuğu diyorsun değil mi?" diye fısıldadı emin olmak için. Derin annesini onayladıktan sonra "Öyle dik dik bakma, anlamasın bana baktığını anladığımı," diye mırıldandı. Çocuk şu an bakmıyordu neyse ki.

"Güzel çocukmuş, bana birini hatırlattı nedense." Ebru genç delikanlıyı süzmeyi bırakıp önüne dönecekken gözleri patlamış mısır büfesinin önüne kaydı.

"Justin Bieber'a mı benzettin acaba? Ay n'olur ona benzetmiş ol." Derin'in sözlerinin bir vızıltıya dönüşmesine sebep olan şey Ebru'nun büfenin önünde gördüğü Burak Cem Elmaskaya oldu. Bu adamı son zamanlarda biraz fazla görür olmuştu. Bu bir haftada ikinci görüşüydü.

Ve bir gerçek vardı ki, Derin'in kendisini kestiğini iddia ettiği çocuğu bilincinin diplerinde bir yerinde bu Burak'a benzetmişti. Adamı şu an görmese aklına bile gelmezdi ama görmüştü ve şak diye bağıntıyı hemen kurmuştu.

Ki sonrasında gelişen süreç Ebru'yu çok fazla şaşırtmadı. Bir şekilde akraba olduklarının kanaatine çoktan vardığı kişiler büfenin başında buluştu. Genç çocuk Burak'a bir şeyler söyledi. Burak delikanlıya cevap verirken, aynı esnada dokuz-on yaşlarındaki bir çocuğun da elini tutuyordu.

Acaba oğulları mıydı adamın?

Nedense kafasında taşlar yerine oturmak istememişti bir türlü. Bir türlü bu güzel çocukları Neslişah gibi bir kadının doğurmuş olduğuna inanmak istememişti. Gerçi adamın hayatını hiç bilmiyordu, belki çocuklar başkasındandı? Çünkü ikisi de Burak Cem'i andırıyordu bir şekilde. İkisi de Burak gibi sakindi en başta. Etrafa oldukça asil görünüyorlardı. Edepli ve oturaklı. Küçük çocuk daha yaşça da küçük olmasına rağmen acayip olgun görünüyordu. Burak eğilip bir şeyler dediğinde, ya evet, ya da hayır anlamında başını sallıyordu.

Burak aldığı mısır ve içecekleri delikanlıya emanet edip küçük çocuğun elini tutarak tuvalet koridoruna doğru ilerlerken Ebru içinden gelen bir dürtüyle onların peşine takılmak istedi. İçinden bir ses adama kendisini göstermesini söylüyordu, ama başka bir sesse onu şiddetle susturmaya uğraşıyordu. Neden böyle tuhaf hissiyatlar içine girdiğine dair hiçbir fikri yoktu fakat bu kısa karar verme süreçlerinde mantıksızca hareket edesi vardı.

"Ben bi lavaboya gidip geliyorum, uslu durun," diyerek ayaklandı. Zaten telefonlarına gömülmüş olan Derin ve Tolga annelerine lafı geveleyerek cevap verip başlarını bile kaldırmadılar. Ebru sessiz adımlarla tuvalet koridorunda Burakları yakaladı. İkili erkekler tuvaletine girdiğinde kapının önünden geçerken alenen yavaşladı ve içeriyi görmeye çalıştı. Burak'ın sesini işitti. "Ben burada bekliyorum, hiçbir yere dokunma, tamam mı?" Sesi müthiş otoriterdi.

"Tamam babacığım," diyen ufaklığın sesini de işittikten sonra tuvaletin önünden geçip kenarda durdu. Oğlu olduğu kesinleşmişti böylelikle. Hala kafasında Neslişah denen kadının çocuk doğurmuş olduğu gerçeğini canlandıramasa da, olmuştu işte.

Musluktan akan suyun, kâğıt havlu makinesinin sesi ve el kurutma makinesinin sesleri yoğunlaşıp çoğalırken Ebru zaten göremediği içeriyle iletişimini tamamen kaybetti.

Bir süre sonra tekrar Burak'ın sesini duyar gibi oldu. Bir şeyler diyordu ama anlayamamıştı Ebru. "Gel bakalım!" dediğini işitti ilk kez net olarak. Su akmaya başladı. Ellerini yıkatıyor olmalıydı oğluna. Su sesi kesildiğinde yine kulak kabarttı içeriye doğru.

"Kâğıt havluyla kurula güzelce," diye uyarırken sesi hala aynı otoriter tondaydı. Bu basit süreci düzgün gerçekleştirdiğinden emin olmak istiyordu belli ki.

"Filme kaç dakika kaldı babacığım?" diye sordu küçük çocuk. Burak "On beş dakika daha var," derken Ebru artık oradan kaçması gerektiğinin bilincindeydi. Şimdi çıkarlardı.

Hızla kadınlar tuvaletinin olduğu; koridorun devam kısmına yönelirken hazırlıksız yakalandı ve temizlikçi kadının arabası karın boşluğuna girince acıyla ahladı. Kısa boylu şişmanca kadın "Hanımefendi, çok özür dilerim!" diye panikle bağırarak arabanın etrafından dolaşıp hızla Ebru'nun yanına gelmek istedi. Ebru hem can acısının verdiği rahatsızlık, hem de yakalanma tehlikesinin verdiği panikle "Önemli değil, önemli değil, ben aniden çıktım yolunuza, iyiyim," deyip kaçmak istedi. Fakat ani hareketle dönerken Burak'la göz göze geldi. Oğlunun elini tutmuş, koridorun ortasında durmuş, şaşkınlıkla Ebru'ya bakıyordu.

Kim bilir ne salak olduğunu düşünüyordu...

Fakat Ebru'nun şu an düşünebildiği tek şey Burak'ın kendisini hatırlamış olup olmadığıydı. Acayip merak ediyordu bunu. Temizlikçi kadına yol verirken bir an için bakışlarını çekse de yeniden kaldırdı. Gitmemişti işte, hala orada kendisine bakıyordu.

"Ebru Hanım?" diye sorarcasına seslendi en sonunda. "İyisiniz ya?"

'Çüş! Adıma kadar hatırlıyor!' dedi Ebru içinden bağırarak. Gerçi daha üç beş gün önce görmüştü ve bir saatten fazla vakit geçirmişlerdi ama... Yine de böyle zengin ve meşgul adamlar için bunlar hatırlanacak detaylar olmamalıydı.

"İyiyim merak etmeyin, ufak bir sakarlık işte... Siz nasılsınız?" diye sordu nezaketen. Adamdan kaçmaya çalışırken olabilecek en kötü şekilde yakalanmıştı. Çok kötü giyindiği söylenemezdi gerçi ama bir cumartesi sabahı kahvaltısı için olabilecek en iyi şekilde giyinmişti. Siyah düz taban botlar, dar paça kot pantolon ve toz pembe bir kazak. Sarı saçları ise alelade bir topuz yapılmıştı. Daha iyi olabilirdi yani... En azından biraz makyajı olsaydı...

"İyiyim... Size burada rastlamak sürpriz oldu." Burak'ın gözlerinden belli belirsiz bir gülümseme emaresi geçerken oğlunun elini bırakıp Ebru'yla tokalaştı. Ardından tekrar oğlunun elini tuttu.

"Bugün çalışmıyorum, çocuklarım sinemaya gelmek istediler, onlarla beraberim." Ebru sözlerinden sonra ufak bir sessizlik olunca kendisine çekingence bakan ufaklığa yöneldi. Biraz eğilip elini uzattı. "Merhaba, senin adın ne bakalım?"

"Can," dedi küçük çocuk. Ebru'yla utangaçlığını sürdürerek tokalaştı. Ebru ona güzelce gülümserken "Ebru ben de," diyerek kendini tanıttı. Doğrulurken gözleri Burak'a gittiğinde, onun güzel bir tebessümle oğluna baktığını gördü.

Birden kendilerini, beraber sinema salonlarının olduğu ortak alana doğru geri yürürken buldular. Ebru 'Oldu o zaman' deyip adamın yanından ayrılması ve ona rahat vermesi gerektiğinin farkındaydı ama bir türlü nasıl gideceğini çözememişti. Şimdi çocuklar da soracaktı kesin. Hele Derin! Genç delikanlı ile bir şekilde iletişim bağları olduğunu fark ederse çocuğun adını falan öğrenene kadar Ebru'nun burnundan getirirdi.

Tam bir şeyler sallayıp yanlarından ayrılacakken "Dayı!" diye seslenen genci duyunca başı o yöne döndü. Demek genç çocuk yeğeniydi! En azından Neslişah bunu doğurmamıştı.

"Salona almaya başladılar diyecektim..." diye mırıldandı genç çocuk elinde mısır kutusuyla yaklaşırken. Ebru'yu görünce sesi kısılmıştı biraz. Az önce göz hapsine aldığı kızın annesinin tanıdık çıkıyor olması belli ki onu biraz ürkütmüştü. Ebru bu bakışları bilirdi.

"Tamam, gireriz şimdi... Hatta Emir; isterseniz siz Can'la beraber gidin, ben şimdi geliyorum." Burak, Can'ı kuzenine doğru emanet ederken Emir küçük kuzenini kaptığı gibi Ebru'nun yanından ikiledi. Burak Ebru'ya dönüp "Geçen gün aldıklarımdan çok memnunum. Takımı cuma günü önemli bir toplantımda giydim, ilk kez hayatımda iki tane iş adamından kıyafetlerimle ilgili övgü dolu sözler duydum. Tekrar teşekkür ederim yardımlarınız için," dedi. Ebru mahcubiyetle kızararak tebessüm etti.

"Ne demek! Benim işim bu. Memnun kalmanıza çok sevindim—" Ebru'nun sözleri de Derin'in "Anneee!" diye seslenmesiyle sabote olurken az kalsın gözlerini devirecekti Ebru. Hafifçe yan dönüp arkasından doğru gelen kızıyla oğluna baktı.

"Açtılar kapıları, girmiyor muyuz?" diye sordu Tolga. Annesinin yanındaki adamı fark edince gözleri hızlıca adamın üzerinde gezindi. Burak da Tolga'ya şaşkınlığını gizlemeye çalışır gibi bakıyordu.

"Siz girin isterseniz, geliyorum ben şimdi," dedi Ebru. Fakat birden evin erkeği kesilen oğlunu tatmin etmedi sözleri. Dik dik Burak'a bakarken "Beraber gitseydik, sonra zor bulma bizi?" dedi soru sorarcasına. Derin'se Tolga'ya nazaran daha hayranlıkla bakıyordu karşısındaki yakışıklı adama. Annesinden bir tanıştırma bekler gibi bir hali vardı.

"Galiba hepimiz aynı filme gideceğiz, neden hep beraber o tarafa doğru yürümüyoruz?" diye bir öneri getirdi Burak duruma. Ebru biraz rahatlamıştı şimdi. Çocukları önden önden itelerken kendisi Burak'ın yanında yürümeye başladı. Oluşan 3D gözlük alma kalabalığında sıraya girdiler.

"Ben çocuklarım deyince daha küçük beklemiştim açıkçası. Beni bir hayli şaşırttınız." Burak'ın açık sözlülükle söylediği sözlerden sonra başını ondan tarafa çevirirken; Burak'ın, parmaklarına baktığını fark etti Ebru. Alyansı veya tektaşı olmadığını görmüş olmalıydı. Ellerini kavuşturup parmaklarını ovaladıktan sonra dikkatleri başka yöne çekmek ister gibi ellerini ensesine düşen asi saç parçalarına yöneltti. Saçlarını geri attı.

"Çok genç anne oldum ben de... Derin'le Tolga ikizler, on beş yaşında ikisi de," diye üstü kapalı bir şekilde açıkladı. Zaten adama gereğinden fazla bilgi vermişti. Bir de yaşını açık etmenin manasını yoktu. Adama neydi ki çocuğun yaşından başından...

Bir kez daha gözlüğünü almadan evvel Burak'tan yana baktığında onun bakışlarının bu defa da boynunda olduğunu gördü. En son dikkatleri oraya çekmişti, doğru ya!

Daha fazla konuşmaya fırsat bulamadan sinemanın gürültülü ortamına girmiş bulundular ve yolları da ayrılmak zorunda kaldı. Burak Ebruların sırasından geride olan yerine gitmeden evvel "Görüşmek üzere, iyi seyirler," diyerek selam verdi. Ebru "Size de," dedikten sonra adamın arkasından birkaç basamak çıkana kadar baktı. Ardından itişip kakışarak yerlerine ilerlemekte olan çocuklarının peşine takılıp, onlara söylene söylene koltuğuna doğru gitti.

***

Durduğu yerden aşağıda tıkış tepiş eğlenen insanlara bakarken arkadaşları için ayırttığı kokteyl masasının hala boş olduğunu görebiliyordu. Masanın etrafı biraz kalabalıktı—gerçi mekânda iğne atsan yere düşmez bir hal vardı—ve eğer Bahar bu boğuculuğu görürse, masanın etrafındaki herkesi çirkinleşmekten çekinmeden tek tek kovalardı. Harun bunların yaşanmasını istemiyordu. Buradaki işinden çok memnundu ve bir gecede evlerinin iki aylık kirasını alabildiği yegâne işi bu olduğundan kaybetmeyi hiç istemiyordu. Hele de Bahar yüzünden kaybetmeyi hiç hiç istemezdi.

Kesin hep beraber aşağıda Ebru'nun evden çıkabilmesini bekliyorlardı. Bunca senedir bütün arkadaşlarını neredeyse kendinden iyi tanımıştı. Ve adı gibi emindi ki Ebru çocukların arkasını toplamaktan bir türlü hazır hale gelememişti. Bu yüzden kendisiyle beraber herkesi geciktiriyordu.

Bu gece sahiden acayip kalabalıktı. Kışın soğuk havasına rağmen insanlar mutluydu ve eğleniyorlardı. Ayaklı ısıtıcılar ve aşırı samimiyet ısınmak için yeterli olmalıydı. Hedef kitlesine bakılırsa popüler şarkılara ağırlık vermesinde fayda vardı. Genelde kendi hoşuna giden şarkıların house mixlerini çalardı fakat gördüğü hedef kitle o akşamki planlarını çok etkiliyordu.

En yakınında görebildiği ve en dikkat çekici olan gruba bakılırsa bol bol "Vurur yüze ifadesi", "Wiggle Wiggle Wiggle" ve "Is it too late to say i'm sorry now" çalması gerekiyordu. Bunları en azından kendi sevdiği altyapıların üzerine mixleyebilirdi.

Tam göz hizasında olan grup aşağı yukarı on beş genç kızdan oluşuyordu. Tüm o badana gibi makyajın, abartılı yapılmış saçların ve aşırı açık seçik kıyafetlerin altındaki bedenlerin yaşları on sekiz yirmi civarı olmalıydı. Yani aşağı yukarı Sıla'yla yaşıtlardı.

Neden aklına o kızın sürekli düştüğünü bilemiyordu. Şuan bu kızlarla Sıla, kıyaslanılası yakınlıkta olduğundan aklına gelmiş olmalıydı. Ama son günlerde zaman zaman Sıla'nın aklına düşüşüne anlam veremiyordu.

Sahiden bu kızlarla Sıla'yı kıyaslayınca ortaya çıkan sonuçlar düşündürücüydü. İki grup da aynı ülkenin vatandaşı, aynı yaşta, aynı standartlara sahip bireyleri temsil ediyordu... Ya da hayır... Sıla onlarla aynı standartlara sahip olamadığı için ayrılıyordu. O daha... nasıl denirdi ki bu? Farklıydı işte, bir şekilde farklıydı.

Gözlerini bazen kız grubunun üzerinde gezdirip Sıla'yı düşünürken, bazen de DJ setine dönüp işini yaparken arkadaşlarının içeri girdiklerini fark edememişti. Kafasını bir sağa bir sola tuşlara bakarak çevirirken; gece kulübünün sağ taraf duvarının oradaki kokteyl masasının etrafında, kendisine abartılı bir şekilde el kol hareketleri yapan grubu fark etti. Kendini tutamayıp onların o salak hallerine güldü. Eliyle onlara ufak bir selam verince, şık giyimli arkadaş grubu çocuksu tavırları bırakıp tekrar yetişkin hallerine bürünerek masalarına yerleşmeye döndüler.

***

Harun'a selam vermeyi başardıktan sonra gülüşe gülüşe masalarına yerleşirken kızlar daha şimdiden müziğin ritmine göre kıpırdanmaya başlamışlardı. Ekin ve Bahar birbirlerine doğru omuzlarını sallaya sallaya dans ederken Ebru yerinde kıpırdansa da öncelikli işini yerine getirerek çocuklarıyla olan Whatsapp grubuna mesaj atıyordu. Maksat hem onları kontrol etmekti, hem de başındaki biricik askeri 'Tolga Bey'e durumları hakkında bilgi vermekti.

Kerem İpek'le mesajlaşırken, Çağatay da elleri haki yeşili pantolonunun ceplerinde ifadesiz bir yüzle etrafına bakınıyordu. Biraz geç kalmış oldukları aşikârdı. Millet çoktan çakırkeyif olma yolunun yarısını ilerlemiş görünüyordu. Dansları ve tavırları bunun en büyük kanıtıydı. Gerçi Çağatay ne kadar çok içerse içsin asla böyle olmazdı. Saygınlığını korumak onun için önemliydi.

"Ben bi lavaboya gidip geliyorum, belki üşenmezsem Harun'un da yanına uğrarım," dedikten sonra arkadaşlarının yanında geçip lavaboya doğru yöneldi. Kadınlar tuvaletinin önündeki sirkülasyonun yarısı kadar bile hareket olmayan erkekler tuvaletine hızlıca daldı. İşini halledip ellerini yıkadıktan sonra dışarı çıktığında koridordaki hareketlilik artmıştı. Sarhoş kadınların kahkahaları ve bağıra bağıra konuşmaları rahatsız ediciydi. Bir de süslü dar koridorda zar zor yürümeye sebep oluyorlardı.

Kadınların çıplak parmaklarının göründüğü topuklu ayakkabılarına basmamak adına önüne baka baka yürürken tam koridorun sonuna gelip başını kaldırdığında karşılaştığı manzara az daha küçük dilini yutmasına sebep olacaktı. Haftalardır sadece fotoğraflarda gördüğü Başak Gürman, sol omzunu açık renkli duvara dayamış, yüzü öne eğik, gözlere yere; ayakkabısının burnuna bakar vaziyette duruyordu. Tam karşısında Kaan Gürman olmadığına yüzde yüz emin olduğu bir adam vardı. Fotoğraflardaki adam da değildi bu. Fotoğraflardaki adamın aksine daha düzgün bir görünüme sahipti. Uzun boylu, kuzguni siyah saçlı, geniş omuzlu ve iyi giyimliydi.

Bu kadının etrafında kaç tane gizemli erkek vardı böyle?

Öküz gibi kadının önünde boş boş dikilmemiş olmak adına telefonunu cebinden çıkarıp onu kurcalıyor gibi yaparak ikiliyi kesmeye ve onları gizlice dinlemeye çalıştı. Müzikten ve kadınların gürültüsünden duyulması biraz güçtü ama ara ara adamın hararetle anlattığı şeylerden birkaç kelime işitiliyordu. Keşke duyduğu anlamsız kelimeleri birleştirip bir konu çıkarabilseydi.

Başak Gürman'ın makyajsız yüzünün ifadesine ve böyle bir kulübe gelirken giydiği kıyafetinin sadeliğine bakılırsa, celbi almış olmalıydı. Siyah dar bir kot üstüne beyaz geniş yakalı, dökümlü bir bluz giymişti. Ayağında da buradaki kadınların giydikleri topukluların aksine, tabanı ve marka amblemi pembe olan beyaz renkli tenis ayakkabılarından vardı. Kestane rengi dalgalı saçlarının, bakımlı görünmelerine rağmen buralara gelmeden evvel kuaför görmemiş oldukları açıktı.

Çağatay'ın sıradan ve dürüst bir erkek olarak kabul etmesi gereken bir gerçek varsa, o da kadının harbiden çok güzel olduğuydu. Şu sadeliğine rağmen etraftaki çoğu kadını doğallığı ile dövebilirdi.

Karşısında duran adamın omzunu sıvazlaması ve önceki konuşmalarına nazaran daha yüksek sesle "Hadi hadi hadi ya! Canlan!" demesiyle Başak doğruldu. Yakışıklı adamla beraber kulübün içine dönmek için hareketlendiklerinde Çağatay hazırlıksız yakalanarak Başak'la göz göze geldi. Bir an sanki Başak kendisini tanıyabilecekmiş gibi hissettiği için saklanası ya da kaçası gelmişti fakat akabinde kadının kendisini henüz görmediğini hatırladı.

Adam onu çekiştirerek götürürken Başak'ın gözleri Çağatay'ın üzerinde kalmıştı. Ve geç de olsa Çağatay'ın bi ufak jetonu düşmüştü.

O dilekçenin altında adı yazıyordu, imzası vardı.

Başak'ın Çağatay'ın tipini öğrenmesi, bi Facebook'una göz atmasına bakıyordu.

"S*ktir! Gerçekten ama s*ktir ya!" diye seslice küfür etti. Kaçak bir şekilde konuşmalarını dinlemeye çalıştığını falan düşünmeyeceğini umuyordu. Eğer kafasında öyle şeyler oluşursa bu hiç iyi olmazdı.

Bir kez daha Başak'a yakalanmamaya çabalayarak çocukların yanına döndü. Onları çoktan içecek bir şeyler söylemiş ve kendilerini dansa kaptırmış şekilde buldu.

Bahar "Sana rom söyledik," diyerek bardağı tutmuştu ki, Çağatay onun elinden bardağı kapıp baya büyük bir yudum aldı. Arkadaşlarının gözlerinin kendisinin üzerinde sabitlendiğini fark edince kaçak gözlerle onlara baktı. Kısa bir sessizlik anından sonra "Tuvalet koridorunda Başak Gürman'ı gördüm... Bir adamla konuşuyordu. Uzun süre durup onları gözetledim. İşin kötü yanıysa, o da beni gördü. Tanıdıysa eğer, durum hoş değil," diye kısaca açıkladı olan biteni.

Ebru "Neden ki? Nereden tanıyacak?" diye sordu.

"Yüksek ihtimal dilekçe eline ulaşmış onun. Keyifsiz görünüyordu. Arkadaşı zorla kolundan tutup eğlenmeye getirmiş gibi bir hali vardı. Dilekçede adımı görüp beni bir yerlerden araştırdıysa—ki avukatına ışık hızıyla haber vermiştir, sıkı bir araştırma yapmışlardır hakkımda—beni tanımaması imkânsız. Orada durup özellikle onları dinlemeye çalıştım. Bunu fark ettiyse kötü..."

Ekin her zamanki felaket tellallığıyla şok içinde arkadaşına bakıyordu. Ebru ve Bahar düşünceli, Kerem'se bi tık daha sakindi.

"Hemen en kötü senaryoyu düşünme. Ya daha celp gitmediyse? Biliyorsun bu işler zaman alıyor. Gittiyse de bakmamış olabilir. Ama tabii şu da var, burada seni görüp dikkatlice baktıysa, elbet tanışacaksınız, tanıştığınızda hatırlayabilir... Çok kafanı takma, rastlantı sonuçta bu. Nereden bileceksin ki onun da bu akşam buraya geleceğini? Boşanma arifesindeki kadının ne işi var gece kulüplerinde?"

Kerem Başak'ı haksız bulduğunu belli eder şekilde gözlerini devirerek viskisinden içti. Ebru da Kerem'in fikrine katılıyordu. Boşanma arifesindeki kadının buralarda ne işi vardı? Kendisi aşkı çoktan bitmiş ve bilinçli bir boşanma süreci geçirmiş olmasına rağmen hiç böyle delilikler yapmamıştı. Hoş kendisinin iki de çocuğu vardı ama... İnsan biraz durulurdu yani. Öyle hissetmese de dışarıya olan saygısından biraz depresif takılırdı.

Dakikalar geçtikçe, içkiler içilip danslar edildikçe yaşanan olay da yavaş yavaş Çağatay'ın aklından silinmeye başlamıştı. Arkadaşlarıyla komik sohbetlere dalınca unutup gitmişti her şeyi. Kendini tamamen gecenin keyfini çıkarmaya vermişti. Fakat o markajından çıktığını sandığı bir çift mavi gözün kendisini çok rahat görebildiğinden tamamen habersizdi... 

Continue Reading

You'll Also Like

45.9K 5.8K 31
Yıllardan 2008, Mayıs ayının sonu Fethiye'de Sımsıcak bir yaz gelmek üzere! Merih ve Venüs ikiz kardeşler, doğma büyüme Fethiyeliler. Büyüdükleri yer...
1.3M 78.3K 48
Hale, sosyal medyada yazdığı bir yorumun hayatını bu denli değiştireceğini nereden bilebilirdi ki.
439K 30.6K 31
En büyük arzusu kız kardeşiyle birlikte okuyabilmek olan sıra dışı bir genç kızın, hayali sevgilisi ya gerçekse!.. Bütün sesler sustuğun...
590K 36.6K 59
Hare, anne ve babasının ölümünden sonra intikam arzusu içinde ki amcasının yanında kalmaktadır ve kendisine miras kalan mal varlığından dolayı öldürü...