GÜZEL GÜNLER KULÜBÜ

By sezgisalman

341K 30.6K 8.4K

Kerem: İyi bir avukat, deli dolu bir insan, mükemmel bir arkadaş. Bahar: Enerjik kişilik, sabırlı karakter, m... More

Giriş
1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm
26. Bölüm
27. Bölüm
28. Bölüm
29. Bölüm
30. Bölüm
31. Bölüm
32. Bölüm
33. Bölüm
34. Bölüm
35. Bölüm
36. Bölüm
37. Bölüm
38. Bölüm
39. Bölüm
40. Bölüm
41. Bölüm
42. Bölüm
43. Bölüm
44. Bölüm
45. Bölüm
46. Bölüm
47. Bölüm
48. Bölüm
49. Bölüm
50. Bölüm
51. Bölüm
52. Bölüm
53. Bölüm
54. Bölüm
55. Bölüm
56. Bölüm (Final)

4. Bölüm

6.1K 551 121
By sezgisalman

Sinirle kalemini çevirirken yemeğe çıkmak için dakikaları sayıyordu artık Ebru. Müdür yardımcısı olan Ercan gelmeden gidemezdi. Mağaza bugün çok boştu zaten. Satış görevlilerinden gelmesi gereken kız da son anda hastalandığı için izin almıştı. Diğer izinli olan iki kişinin de bugün gelmesi mümkün olamıyordu.

Masasından kalkıp mağazanın içine geçti. Sabahtan beri hafta sonu gelen yeni ürünlerin raporlarıyla uğraşmıştı. Daha saat iki bile değildi ama çok yorgun hissediyordu. Hafta sonu çocuklar onu çok yormuştu. Derin ve Tolga'nın bitmek bilmez alışveriş istekleri yüzünden bütün bir cumartesisini alışverişe harcamıştı. Zaten hafta içini harcadığı yetmezmiş gibi...

Mağazanın içinde gezinirken dalgındı. Pazartesi öğle saatini geçtiği için boştu. Zaten bu tarz lüks mağazalarda bir iki müşteri aynı anda geldi mi, ancak kalabalık sayılıyordu. Yoksa genelde böyleydi burası.

Alp'in birilerine "Hoş geldiniz," dediğini işitince kafasını kapıdan tarafa çevirdi. O anda öylece kalakaldı. Bu o adamdı! Neslişah'ın kocası olan... Burak Cem Elmaskaya. İyi de burada ne işi vardı ki? O hiç gelmezdi bu mağazaya. Neslişah deli bir müdavimdi, arada erkek reyonundan da bir şeyler alıp hediyelik götürürdü ama Burak Cem'i burada görmek olağandışıydı. Hem de pazartesi günü, hem de bu saatte?

Mağazaya daha yeni adım atan Burak Cem dışarının soğuğunu da kendi soğuk kişiliğine katarak hepten içeri taşımıştı. Ebru'nun o gün gördüğü bakışlarıyla bakıyordu yine etrafa. Temkinli, sorgulayan ve gergin. Sanki arka planda gözlerinde yüzlerce duygu barındırıyordu ama dışarı yansıttığı şey sınırlıydı. Hatta doğru dürüst dışarı yansıttığı bir şey yoktu. Gizemlilikten ölecekti adam.

"Size yardımcı olmamızı ister misiniz, yoksa kendiniz mi bakacaksınız?" diye sordu Alp önceden hazırlıklı olmak adına. Ebru da bu kez profesyonelliğini korumak istiyordu. Kendinden emin ve düzgün adımlarla Burak Cem'den tarafa yürüdü. Yürüdüğü süre boyunca adamın ela gözlerinden başka bir yere bakamadı. Adam da kesinlikle göz temasını kesmiyordu.

"Senin değil ama hanımefendinin yardımcı olmasını isterim delikanlı. Bir kadın gözü daha çok işime yarayacaktır," dedikten sonra Ebru tam yanına gelemeden ona doğru yaklaşarak tam önünde durdu.

"Merhaba Burak Cem Bey. Hoş geldiniz... Sizi burada görmek alıştığımızın dışında bir durum oldu. Eşiniz sık sık gelip alışveriş yapar; arada sizin için de bir şeyler alırdı. Ama sizi ilk defa görüyoruz."

Burak Cem biraz gözlerini kısarak Ebru'nun yüzünü inceledi. İfadesi bozulmuyor gibiydi fakat sanki belli belirsiz bir gülümseme yüzünde peyda oluyordu. Bembeyaz dişleriyle alt dudağının sol tarafının birazını kemirdi. "Sizin için sadece Burak kâfidir."

Ebru nezaketle gülümseyerek arka tarafında kalan erkek reyonuna doğru yöneldi. Aynı özenli adımlarla yürürken "Hafta sonu yeni ürünlerimiz geldi, öncelikle size onları göstereyim. Bu, sezon sonrası çıkan ürünler sınırlı sayıda oluyor. Alıcısı olan az sayıda kişiden biri siz olabilirsiniz."

"Tamamen size bıraktım."

Yanından yürüyen Burak'ın tam teslimiyet vermesinin akabinde gülümsemesi daha da derinleşti Ebru'nun. Hafta sonu gelen yeni takımlara yöneldi. Burak'a uyacağını düşündüğü bedenleri çıkarırken, takımın özelliklerini anlatmaya başladı. Burak onu dikkatle dinliyor, eline aldığı ürünleri dikkatle incelerken genelde konuşmuyordu. Konuşacağı zaman da kısa ve net sorular soruyordu. Ebru ise tam aksiydi. Konuşuyordu da konuşuyordu. Normalde zamanında sadece bir satış danışmanıyken, bir ürünü satmak için kendini paralardı, şimdi de aynı o zamanlardaki gibi hissediyordu. Ama aklında bir yerlerde bu yönteminin yanlış olduğuna dair de bir ses vardı. Çünkü şu anda müşteriyi sıkıyor olabilirdi. Burak Bey hiç de carcar konuşan bir satışçıyı sevecek tipte müşteri değildi. O daha çok alışverişini sessiz halletmeyi sevenlerden gibiydi.

Suyunu çıkardığını anladığında artık sessizleşerek daha kısa açıklamalar yapmaya başladı. Burak ince eleyip sık dokuyarak önündeki takımlardan birini göstererek "Bunu denemem mümkün mü?" diye sordu en sonunda. Ebru her zamanki çalışan nezaketiyle gülümseyerek "Tabii, buyurun, ben size prova odalarını göstereyim," dedi ve elindeki askıyı kafasının üstünden daha yükseğe kaldırarak prova odalarının olduğu tarafa yöneldi. Arkasından gelen Burak'ın adım seslerini işitiyordu.

Takımı askıya asıp geniş prova odasından çıktı. Burak'ın yüzüne bakarak yüzüncü kez tebessüm etti. Burak birkaç saniyeliğine Ebru'nun gözlerinin içine çok acayip bir ifadeyle baktı, baktı, baktı. Sonra önünden geçip odaya girdi ve Ebru'ya fırsat vermeden kapısını kendisi kapattı. Ki Ebru biraz afallamıştı o bakışların ardından. Neden öyle bakmıştı ki şimdi bu adam?

Tüm takımı giymesinin biraz zaman alacağını düşünerek prova odalarının olduğu bölümden çıkıp gergin bir şekilde volta atmaya başladı. Eliyle ensesini ovuşturarak başı öne eğik vaziyette bir oraya, bir buraya yürürken, Burak denen bu adamın üzerinde bıraktığı etkiyi anlamlandırmaya çalışıyordu.

Tamam, adam karşı konulamaz derecede yakışıklıydı. Kumral saçları, rengini tam seçemediği ama her zaman gizemli ve aşırı anlamlı bakan gözleri, geniş dudakları, ona hoş bir görüntü veren sakalları ve bıyıkları kalp kıracak cinstendi. Gözlerinin yanları kırışmaya başlamıştı. Bu durum onu yaşlı göstermekten ziyade daha da fazla karizmatik yapıyordu. Tek tük beyazlarının kumral saçlarının arasına gizlenmiş olması, vücudunun dik ve fit duruşu yaşını göstermemesini sağlayan en büyük avantajlarındandı. Kırk civarı olduğunu tahmin ediyordu Ebru. Neslişah'ın kendisinden bir yaş küçük olduğunu biliyordu ama eşinin yaşıyla ilgili hiçbir muhabbet geçmemişti haliyle daha önce.

"Adam evli Ebru ya... Durmuş burada ne kadar yakışıklı olduğunu düşünüyorsun. Salak salak davranacağına git işini yap," diye kendi kendine sessizce mırıldandıktan sonra arkasındaki kapı aralanınca hızla geriye döndü. Gözleri fal taşı gibi açıldı.

"Sizi göremeyince bu halde dışarı kadar çıkmak zorunda kaldım," dedi Burak. Takımı giymişti, kravatı bile özenle bağlamıştı. Ebru'nun aklı uçmuştu. Sola doğru taranmış waxlı saçları, mankenlere has karizması ve takımı üzerinde sanki kendisi için yapılmış gibi taşıyan haliyle cidden insanı aklını oynatmaya sürüklerdi bu adam. Zira Ebru nefes almayı bıraktığını; can çekişir gibi derince bir nefes çekip adama rezil olduğunda fark etmişti. Nefessiz kaldığı o arayı hatırlamıyordu. Beynine oksijen gitmediğinden düşünmeyi bırakmıştı.

"Vay canına... İyi duracağını tahmin ediyordum ama bu kadarını inanın ben bile beklemiyordum. Sanki sizin için dikilmiş gibi," dedi tüm açık sözlülüğüyle. Nasılsa bu takımı satması gerekiyordu değil mi? İstediği kadar yalakalık yapabilirdi.

"Bunu bir mağaza görevlisi olarak mı söylüyorsunuz, yoksa bir kadın olarak mı?"

Ebru istemsizce kaşlarını çattı. Bu adam cidden alttan alttan flörtöz cümleler kuruyordu. Ebru dünkü kız değildi yani. Ayırt edebiliyordu bazı şeyleri. Durum tuhaftı. Evli adamların kendisiyle fazla samimi konuşmalarına alışkındı. Hatta bundan daha aleni şeyler olduğu bile oluyordu, fakat bu adama nedense yakışmıyordu. İnsan, dış görünüşü bu kadar düzgün olan bir adamın, içinde de aynı düzgünlüğü barındırmasını bekliyordu.

'Belki de ben abartıyorum. Adam sadece nazik olmaya çalışıyor olmalı... Hem baya Avrupai bir tip gibi. Avrupa'da bunun kaç katını yapıyorlar insanlar...' dedi içinden kendi kendine. Bu şekilde teselli etmek istemişti kendisini.

"İkisi olarak da söylüyorum. Bir mağaza görevlisiyken kadınlıktan çıkmıyorum," dedi çok çok az alay eden bir tınıyla. Sesine tatlılık da katarak sözlerini yumuşatmıştı.

Burak bu kez alenen yamuk bir gülüşle gözlerini kaçırarak başını öne eğdi. Başını ağır hareketlerle aşağı yukarı salladı. "Ben o zaman sizin seçimlerinize güvenmeye devam edeceğim, bu takımı alayım. Başka şeyler de deneyeyim."

Ebru başıyla Burak'ı onayladıktan sonra onun için yeni gömlekler ve pantolonlar bakınmaya başladı. Genellikle yeni ve özel tasarımları götürmeye dikkat ediyordu. Burak'ın beğenmediği neredeyse hiç olmamıştı. Götürdüğü her şeyi sabırla deniyor, Ebru'ya fikrini soruyor ve sonucunda alacaklarına ekletiyordu.

Getirdiği açık renkli soluk lacivert gömleği Burak'a gösterirken, Burak bu kez gömleğe değil, Ebru'nun gözlerine bakıyordu. Bakışları ne kadar yumuşakmış gibi görünse de Ebru biraz huzursuz olmuştu.

"Neden bana hep takımlar, gömlekler ve ceketler getiriyorsunuz? Getirdiğiniz gömleklerin hiçbiri spor bir gömlek bile değil... Size sadece işiyle bütün olan bir adam gibi mi görünüyorum? Eğlenmekten anlamayan, sıkıcı bir iş adamı gibi..."

Ebru elleri arasındaki gömleği hemen indirerek kekelemeye başladı. "Yo—yok... Ben şe—şe—şey, aaa, özür dilerim. Daha çok bu tarz kıyafetlerle... siz... bilemedim ben... bunlarla ilgilenirsiniz sandım... Kusura bakmayın lütfen, hemen getireyim istediğiniz tarzda bir şeyler." Panikle sağa sola adım atıp nereye gideceğine karar veremeyen bir halde tekleyince Burak güldü. İlk defa. Sesli olarak güldü. Küçük bir kıkırdamaydı ama gülmüştü işte!

"Sakin olun Ebru Hanım. Dışarı verdiğim imajımın yanıltıcı olduğunun ben de farkındayım. Bunu siz gerilin diye söylemedim. Sadece size kendimi doğru tanıtmak istedim... Ben hafta sonları ciddi, önemli bir toplantı, davet, etkinlik ya da yemek tarzı bir şey olmadığı müddetçe asla kravat takmam, kumaş pantolon giymem. En fazla gabardin bir pantolon belki... O da mutlaka açık renkli bir şey olur. Kıyafetlerimin iç karartıcı, resmi bir havası olmamasına özen gösteririm. Belki inanmayacaksınız ama güzel de bir tişört koleksiyonum vardır. Tişört konusunda Acun Ilıcalı'yla yarışabilirim. Tabii bence benimkiler daha güzel."

Ebru bu adamı tişörtle hayal edemiyordu. Aslında şu Lacoste'un tişörtleri acayip olurdu bu adamın üstünde. Haki yeşili olan mesela... Çok bol olmayacaktı, yakasının düğmeleri açık olacaktı. Güneş altında gözlerinin rengini ortaya çıkarabilirdi o tişört.

"Ben size yeni sezon kazaklardan getireyim o zaman? Kar da geliyormuş hem, havalar soğuyacak... Kazak giyersiniz değil mi?"

Burak Ebru'ya sessiz bir onay verir vermez, Ebru uçarak spor kıyafetler aramaya başladı. Hatta hızlı olabilmek adına diğerlerini de örgütledi. Resmen adama farkında olmadan ayıp etmişti. Ama nereden bilebilirdi ki? Onun yaşıtı erkekler geldiklerinde çoğunlukla resmi kıyafetler alıyorlardı. Spor kıyafetlere yönelenler gençler oluyorlardı... Belki de biraz abartıyordu?

Ona gideceğini düşündüğü renklerde kazaklar, spor ceketler ve kot pantolonlar toparlayıp adamı bi yirmi dakika kadar daha yordu prova odasında. Giydiği ve Ebru'nun direktifleri doğrultusunda kombinlediği her parçayı kendine yakıştırmayı başardı. Artık en son seçtiği şeyleri kasaya yollarken Ebru'nun salyaları akıyordu. Kendine özel defile yapılmış gibi hissediyordu.

Burak'a kırk iki bin liralık bir satış gerçekleştirdikten sonra adamın poşetleri kapının önüne getirilen arabaya taşınırken kapıdan uğurlama ihtiyacı hissetti. E o kadar uğraş ve sonucunda hak etmişti. Ebru'nun iki-üç yıllık alışveriş masrafını adam bir günde yapmıştı.

"Yine bekleriz Burak Bey. Numaranızı bıraktınız, değil mi? Bundan sonra özel ürünler için sizi önceden aramak isteriz," dedi Ebru mağazanın önündeki kaldırımda dururken. Başını kendisinden on santim daha uzun görünen Burak'a doğru kaldırmıştı.

"Evet. Bundan sonra alışverişi buradan yapabilirim. Boşuna yurtdışına çıkmayı beklemeye gerek yok."

"Önceden yurtdışı mağazalarından mı yapıyordunuz?"

Burak dudaklarını birbirine bastırarak onayladı. "Türkiye'deyken genelde alışverişe vaktim olmuyor. Özellikle de böyle hafta içi günleri. Sık sık iş için yurtdışına çeşitli ülkelere seyahat ederim. O zamanlarda iş dışında gezmeye daha çok vaktim oluyor. Alışverişlerimi oralardan yapıp, sonra da taşımak zorunda kalıyorum. Ama artık buraya gelmeye çalışacağım. Kendime vakit ayırmak iyi oluyormuş."

Ebru nazikçe gülümsedi. "Her zaman bekleriz. İyi günlerde kullanın."

Burak hafifçe başını eğerken dudaklarının bir tarafı müstehzi bir şekilde kıvrıldı. Bir şey söylemedi ama gözleriyle son bir defa Ebru'nun aklını başından almayı ihmal etmedi. Kapısını tutan görevliyi daha fazla bekletmeden iç cebindeki güneş gözlüklerini çıkarıp takarak şoför koltuğuna oturdu. Milyon dolarlık arabasıyla gürültülü bir kalkış yaparak alışveriş merkezinin açık alanından çıkışına yöneldi. Araba gözden kaybolduğunda Ebru ancak derin bir nefes verebildi.

Gözlerinde dolar işaretleri yanıp sönüyordu. Şu an resmen müşteri kazandırmıştı mağazaya! Hem de çok çok iyi bir müşteri...

***

Kış güneşinin tadını çıkarmak için arabasına yaslanmış dışarda bekliyordu İpek'i. Sahilden bir taraftan yüksek sesle gelen eski rock şarkısının müziği Kerem için çok tanıdıktı. Şimdiki tüm müzik bilgisini Bahar'a borçluydu. İnkâr edemeyeceği seviyede emeği vardı bu konuda Bahar'ın. Şu an kafasının içi gereksiz bir sürü şarkı sözüyle doluydu ama...

"Saçma sapan aşk nameleri, eskidendi küflendi, şimdi artık kandırmaz ama, sahte sahte öp beni... Ne yaparsan yap, boş! Palavra bun—" Kendi kendine şarkıyı mırıldanırken birden yanında, az ilerisinde duran İpek'i fark edince sustu. Kızcağız şaşkın şaşkın Kerem'e bakıyordu.

"Hoş geldin hayatım!" derken bir iki adım yaklaştı ona. İpek kendini tutamayıp keyifli bir şekilde kıkırdarken Kerem de onun keyifli haline eşlik ederek derin bir gülümseme yolladı İpek'e. Önce bir kez yanağından, sonra da İpek'in gülen dudaklarından öptü. Fakat İpek gülerken doğru düzgün öpemeyince geri çekilip sitemle ama hala gülen suratıyla ona baktı.

"Ne var İpek ya? Sesim mi kötü? Neden bu kadar gülüyorsun?"

"Yok aşkım, yok... Sesin kötü değil. Ona gülmüyorum. Sadece seni ilk kez böyle görüyorum galiba, bi tuhaf geldi... Kusuruma bakma. Çok tatlısın!" Bu defa İpek kendini affettirebilmek adına uzanıp Kerem'in dudaklarına uzun bir öpücük bıraktı. Geri çekilip ona bakarken hala kendini tutamayıp gülecekmiş gibi bir ifade vardı yüzünde.

"Athena güzel grup yani..." diye mırıldandı Kerem onu arabaya doğru yönlendirirken. İpek'in kapısını açıp ona yol verdi.

"Siz avukatları hep takımla ve cübbeyle gördüğümden bir punk rock grubuna eşlik ederken görmek beynimi zorluyor, n'apayım?" İpek yerine otururken kocaman açtığı yeşil gözleriyle Kerem'e bakıyordu. Kerem'se ona gözlerini devirmekten başka bir şey yapmadan kapısını kapattı. Geçip şoför tarafına oturdu. Arabayı çalıştırdığında arabanın içini gümbür gümbür bir pop şarkısı doldurdu. Yeni çıkan parçalardan biriydi bu. Kerem hemen ne kadar çılgın bir adam olabildiğini kanıtlamak adına şarkıyı ezbere söylemeye başladı.

"İşte bu yüzyılın en büyük buluşması

Daha yeni başlıyor aşkın duruşması

Bu gidişle biraz zor kavuşulması

Yine de kesme umut..."

İpek arabanın içinde kahkahalarla gülüyordu. Kerem o kadar güzel, içten ve eğlenerek eşlik ediyordu ki, görüntü acayip komikti.

"Sen benim ne ciddiliğimi gördün? Benim ciddiliğim adliyeden girene kadar... Çıktığım an kapıda kalıyor tüm ciddiyet."

İpek, Kerem'in havalı tavırları karşısında kıkırdamaya devam etti. Birden heyecanla "Hii! Yoksa böyle senin gibi hâkim amcalar da mı var? Onlar da mı eğleniyorlar dışarıda?" diye sordu.

Bu sefer gülen taraf Kerem'di. "Hem de kravatı kafasına bağlayarak halay çekeni bile var. Ben gördüm."

İpek mutlulukla gülerek Kerem'e bakarken dayanamayıp uzanarak onun yanağına bir öpücük bıraktı. Saf bir yakışıklılığı vardı bu adamın. Hani çoğu kadının tipi değildi belki ama yine de hangi arkadaşı Kerem'in fotoğrafını görse bir dudak ısırıyordu.

Tam yemeğe nereye gideceklerini soracakken radyo devreden çıktı ve arabanın içinde Kerem'in telefonunun zil sesi yankılanmaya başladı. Kerem göz ucuyla radyo ekranına baktığında Bahar'ın aradığını gördü. Az önceki keyifli halini koruyarak telefonu cevapladı.

"Söyle Erşi?"

Kerem Bahar'ın 'Erşen' soyadına gönderme yaptığı bu lakabı senelerdir kullanırdı. Çıktıklarında bile kullanmışlığı vardı.

"Sana bir sözleşme atsam bu akşam bakabilir misin? Biraz yarına yetişmesi gereken acil bir şey ve müsait avukat bulamadım. Çağatay'ın işi başından aşkın zaten. Belki sen müsaitsindir dedim? Hı?"

"Olur, yarın kaça kadar vaktim var. Akşam İpek bana gelecek de. Gündüz baksam yetişir mi? Uzun bir şey mi?"

"Yarın gündüz de olur, uzun bir şey sayılmaz."

"Murat'la mı ilgili? Onun yüz tane avukatı yok mu?"

"Yok yok, benimle ilgili ya. Sorabileceklerime sordum da, meşguller."

"N'apıyorsun Bahar Erşen? Yoksa film yıldızı mı oluyorsun?"

Kerem'in ses tonu aşırı nükteliydi. Hattın öbür ucundaki Bahar gülerek isyan ederken İpek yavaştan surat asmaya başlamıştı. Konuşmanın bu kadar uzamasını istemiyordu.

"Beni sana sorduğuma pişman etme Mirza Bey! Hadi kapatıyorum ben. Atarım şimdi maille. Konuşuruz sonra. Öptüm!"

"Ben de öptüm!"

Bahar telefonu kapatınca radyo tekrar devreye girdi. Gülşen'in yeni şarkılarından biri çalıyordu bu sefer de. Kerem ona da eğlenerek eşlik etti fakat İpek'ten hiç ses çıkmadığını fark edince kısa bir anlığına ona baktı. Yüzü eksisi gibi gülmüyordu, bu yüzden uzanıp radyoyu kıstı ve ne olduğunu sordu.

"Neden sana Mirza dedi Bahar?" diye sordu İpek. Suratı cidden tatsızdı.

"Kerem ile Aslı efsanesindeki Kerem'in asıl adı Mirza da, ondan öyle diyor arada sırada... Senin neden suratın asıldı?"

Kerem ara ara ona bakarak arabayı sürmeye devam etti. İpek oturduğu yerde rahatsızca kıpırdanırken kemeriyle oynamaya başladı.

"Bahar'la bu kadar samimi olabilmenize anlam veremiyorum sadece. Biliyorum, arkadaş grubundan o senin. Saygı duyuyorum buna... Ama özelde hala böyle... ne bileyim... enseye şaplak halde olmanız sinir bozucu. Rahatsız ediyor beni. Grup içindeyken tabii ki de normal olun fakat seni araması, sohbet etmeniz..."

"İpek'im... Yapma bunu ya! Eski sevgiliyle arkadaş kalma olayına toplumun nasıl baktığını çok iyi biliyorum. Normal değil... Ama bu bizim durumumuz çok sıra dışı bir durum. Biz öyle düşündüğün gibi bir eski sevgili değiliz. Yani... Nasıl anlatılır, onu da bilmiyorum. Bu tarif edemeyeceğim bir şey. Çok başka. Ben on sekiz yaşımda ayrıldım ondan. On sekiz nedir ki? Çocuktum daha onunla çıkarken. On altı sene oldu biz ayrılalı. Artık eskiliği bile kalmadı. Antika bir ilişki bile diyemezsin... Ben onu sadece arkadaşım olarak biliyorum. Senelerdir böyle. Çok iyi bir dostum sadece Bahar."

Kerem'in sözleri İpek'i biraz tatmin etse de yine de eskisi kadar gülemiyordu. Aslı ile Kerem efsanesine atıf yapması bile rahatsız ediyordu İpek'i. Kerem açısından kesinlikle bir sorun olmadığına ikna olabilirdi. Peki ya Bahar? Onu bilemezdi ki. Ya Bahar'ın arada gelip giden hisleri oluyorduysa? Kerem mükemmel bir adamdı şimdi, doğruya doğruydu. Daha önce onunla olmuş bir kadının onu tamamen unutması çok zor olurdu...

Acaba yatmışlar mıydı? On sekiz yaş ideal olabilirdi bu tarz işler için ama o zamanlar kızlar daha ürkekti bu tarz konularda. Olmamış olması daha yüksek ihtimaldi. Daha önce sevişmemiş olmaları, Bahar'ın Kerem'e olası bir bağlılık duyma seviyesini de azaltırdı. Birlikte olmuş olduğun bir adama, hele de ilk aşkın artı ilk seksinse; çok pis bağlanabilirdin. Yaşın ne olursa olsun...

Kara kara bunları düşünürken Kerem İpek'i yemek yiyecekleri restorana getirmişti. İpek'in sevdiği tarzda, şık ama rahat bir yerdi. Bu durumun onu mutlu edeceğini düşünüyordu. Gününün geri kalanını tamamen ona ayırarak, İpek'in aklından bu saçma tasaları silip süpürecekti. Kerem kadınları en iyi ev ortamında mutlu ederdi. O yüzden yemekten sonra kesinlikle eve geçmelilerdi.

***

Toplantı odasının cam duvarlarının arkasından görünen manzarayı izlerken Kaan Gürman'ı bekliyordu. Aklında hala adama kendi durumunu söyleyip, söylememe ikilemi yaşıyordu. 'Ben boşanma avukatı değilim, bu iş için daha uygun birini bulmanız sizin avantajınıza olur.' Tam olarak bunu demek istiyordu işte. Ama Yıldırım Bey'e ayıp etmekten çok korkuyordu.

Kollarını göğsünün altında kavuşturmuş bir oraya bir buraya yürümeye başlamışken odanın kapısı açıldı ve içeriye Kaan Gürman girdi. Hızla kapıyı kapatıp masanın etrafından dolaşarak Çağatay'la orta noktada buluştu.

"Hoş geldiniz Çağatay Bey, kusura bakmayın beklettim. Bir müşterimiz buradaydı da," diyerek tokalaştı. Çağatay da "Sorun değil," dedikten sonra önündeki sandalyeye oturmak için davrandı.

Kaan Bey karşısındaki yere geçerken "Nasılsınız?" diye sordu. Çağatay'da olan dosyanın bir benzerini önüne açtı. Çağatay sadece adamın elleri görüş alanındayken bile onun bir anda sinirlendiğini görebiliyordu. Dosyayı açar açmaz fotoğraflar karşısına çıkmıştı ve elleri titriyordu.

"İyiyim, teşekkür ederim. Siz nasılsınız?" diye sordu nezaketen. Nasıl olduğu alenen ortadaydı.

Ki Kaan Bey de buna yönelik bir cevap vermeyi tercih etti. Yüzünde asılı duran alaycı bir gülümsemeyle Çağatay'a doğru bakarak "Nasıl olabilirim? Aldatılmış bir adam nasılsa öyleyim! Hem de bu kadar çok sevdiği karısı tarafından," dedi sesi biraz yükselerek. Çağatay iş yapan avukat kimliğinde hiç bozuntuya gitmeden dikkatle adama baktı. Hala Başak'ın aldatmış olduğundan emin olamıyordu Çağatay. Bu adam madem bu kadar seviyordu, nasıl böyle körü körüne inanabiliyordu? İnsan şans tanımaz mıydı karısına? Konuşmaz mıydı onunla?

"Kaan Bey... Yanlış anlamazsanız bir sorum olacak. Eşinizin sizi aldattığından sadece bu fotoğraflara ve size üçüncü bir şahıstan gelen bilgiye dayanarak nasıl bu kadar eminsiniz? Bunu size belli edeceği başka bir şey oldu mu? Evde falan? Çünkü her şeyi bilmem davanın sonucu açısından çok önemli. Ne kadar doğru ve detaylı olarak bilirsem size o kadar yardımcı olabilirim."

Kaan Bey elinin altındaki fotoğraflardan birini hızla kaldırıp Çağatay'ın gözünün içine soktu adeta. Bu Başak'ın adamla en samimi göründüğü fotoğraf olabilirdi. Birbirlerine sımsıkı sarılmışlar, romantik bir filmin en duygusal sahnesindelermiş gibi bağlılardı. Kaan Bey'in şalterleri atıyordu sanki bunu gördükçe.

"Sizce bundan daha iyi bir kanıt olabilir mi Çağatay Bey? Kaç tane evli kadın kocası olmayan bir adamla kuytu köşelerde böyle sarmaş dolaş gezinir? Bu normal mi? Etik mi?.. İnanın bana sık sık Başak'ın ağzını arıyorum. Ama yalanlar havada uçuşuyor. Bu fotoğrafların çekildiği her günün akşamı ona ne yaptığını sordum. Her defasında bana yalan söyledi. Bu gittiği yerlerden çok daha farklı isimler verdi bana. Bu adamdan ise bir kere bile bahsetmedi. Kim olduğunu, Başak'ın hayatına nereden geldiğini tamamen saklıyor. Ben onun kim olduğunu öğrenip ona hayatı der etmesini de bilirdim. Ama yapmayacağım. Zavallı adamların uğraşacağı bu küçük işlerle vakit kaybetmeyeceğim. Bir an önce bu işi bitirip yoluma bakacağım."

Çağatay adamın gözlerindeki kararlılık karşısında bir şey diyemezdi. Bu yüzden daha fazla onu zorlamak istemedi. Hem böyle adamlar zorlamaya gelmezdi. Yıldırım Bey'in sözünden çıkmamalıydı. Her şeyi Kaan Bey'in istediği şekilde yapıp bu işten bir an önce sıyrılmalıydı.

Uzunca bir süre adamın isteklerini dinledi. Ona sorular sordu. Bu aldatılma mevzusunu mahkemeye taşıma konusunda pek bu fikrin taraftarı değildi Kaan Bey. Sonuçta iş dünyasında prestijli biriydi ve bu onun itibarı açısından hoş bir şey değildi. Fakat böylesine yüksek rütbeli ve iyi gelirli bir iş adamının tazminat, nafaka ve mal paylaşımı konusunda karlı çıkacağı bir dava, ancak çekişmeli şekilde olabilirdi. Yoksa basın ve cemiyetin gözü önünde suçsuz karısından üç kuruşu bile esirgeyen pinti zengin züppesine dönerdi.

Anlaşmalı boşanmak Başak'a karşı yenilmiş gibi hissetmesine neden olacaktı ve çok yüksek ihtimalle ona vermek istemediği şeyleri gözden çıkarmasıyla sonuçlanacaktı. Öbür türlüyse bu iş uzayacaktı. Bir yıldan fazla bile sürebileceğini söylemişti Çağatay. Kafası karman çormandı Kaan Bey'in. Çağatay bunu çok rahat görebiliyordu.

Ona durumu ve olabilecek alternatif senaryoları tüm detaylarıyla anlattıktan sonra Kaan Bey'e biraz zaman tanımak isteyerek ondan acele bir cevap beklemeden kalktı. Yarına kadar fikrini belirtmesini söyledi. En kısa sürede dilekçe beyanında bulunacaktı. Adamın istediği yönde olacaktı her şey. Tabii Çağatay'ın her türlü çalışması gerekiyordu. En az sıyrıkla işin içinden çıkmak, kesin olması gereken tek şeydi bu davada. Ne olursa olsun onların çıkarına sonuçlanmalıydı.

***

Gümbür gümbür müziğin çaldığı bar kapısından içeri girerken sigarasının son nefesinin dumanını yeni üflüyordu. Kalabalığın arasına hiç karışmadan merdivenlerle kulisin olduğu kata çıkıp kahkahaların yükseldiği odaya dalmadan evvel kendine büyük dolaptan bir bira aldı. Kapağı açıp kenara fırlattıktan sonra diğer müzisyenlerin ve bu gece için arkasında çalacağı şarkıcı adamın olduğu kulis odasına girdi. İşte bu yüzden sigarasını dışarıda içmişti. Duman altı olan küçük ortamları sevmiyordu. Ellerinin koktuğu yetmezmiş gibi şimdi üstü başı da kokacaktı.

"Oğlum leş gibi yapmışınız burayı ya!" diye söylendi etrafına bakınarak. Üstelik burası İstiklal'in en iyi barlarından birinin kulisiydi. Buraya yakışmıyordu. Keşke yönetim kural koymuş olsaydı. Buranın yönetiminde öyle bir güç vardı.

"Ya zaten on dakikamız var şurada, sıkıntı yaratma bize. İn istiyorsan sen?" dedi soru sorarcasına gitaristlerden biri olan Furkan. Bu fikir bir anda Harun'un kafasına yatmıştı. Boşu boşuna burada takılmaya gerek yoktu.

Bagetlerini alıp arka cebine koyduktan sonra aşağıya indi. Barmenlerden biri arkadaşıydı. Onunla iki kelam edebilirdi. Keşke yarın iş günü olmasaydı. Çocuklardan biri en azından konsere gelmiş olurdu.

Müzik sesinin tekrar rahatsız edici bir boyuttaki desibele ulaştığı alana döndüğünde direkt bara yöneldi. Kendisini ileri seviyede çakırkeyif yapacak kadar sert bir içki istedi. Barmen çocuk Harun'a içkisini hazırlarken iki çift laf ettiler. Çocuk diğer müşterilerle ilgilenirken de Harun onu lafa tutmaya devam etti. Fakat konser saati geldikçe ortalık iyice yoğunlaşmış, barmen çocuk da zor durumda kalmıştı. Harun da onu daha fazla zor durumda bırakmamak adına selam verip içkisini alarak bardan kalktı. Son bir sigara içmek için kapıya çıktı.

Bir elinde içki bardağı, öbür elinde yeni yaktığı sigarasıyla keyfi müthiş yerindeyken, kolayca tadını kaçırarak olan o olayı yaşadı. Murat Güler kolunu bir kızın boynuna dolamış çapraz adımlarla yürüyordu. Ağzı kulaklarına varana kadar gülümsüyor, kızı da kahkahalarla güldürüyordu. İkisi de çoktan kafayı bulmuş gibilerdi.

Gözlerini devirerek vücudunu onların aksi tarafına doğru çevirdi. Kıyım kıyım duvara doğru yaklaşıp kamufle olmaya çalıştı.

"Ooo! Kimleri görüyorum! Beni sevmeyen davulcu değil mi bu?"

Harun gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. Sigarasını yere fırlattıktan sonra mümkün olduğunca kontrollü olmaya çalışarak arkasını döndü. Gülümsemedi.

"Ta kendisi. O yüzden beni görmezden gelmeye ne dersin? Sen buradan düz devam et, başka barlara doğru..."

Murat abartıyla alınmış gibi yüzünü geri çekti. Ama ifadesinin alaycı olduğu net şekilde anlaşılıyordu.

"Oysaki ben sırf seni dinlemek için gelmiştim bu akşam buraya! Çok ayıp ediyorsun."

Harun ilk önce ağzında bir şeyler geveleye geveleye kıpırdandı. İçkisini bir dikişte bitirerek kapıdan içeri girmeden evvel "Ne halin varsa gör ya!" diye bağırdı. Kapıdan girmeden önce Murat'ın keyifli gülüşünü duydu.

Gerçekten bu adamın züppeliği sınırlarını zorluyordu. Bahar'a karşı böyle değildi bir de uyuz! Uğraşmak istediklerine karşı böyleydi sadece... Sahneye çıkma zamanları gelmiş olduğundan neyse ki onunla uğraşmak zorunda değildi. Kendisine yeni bir bira alırken insanların alkışları ve çığlıkları, grup arkadaşlarının sahneye çıktığının işaretini verdi Harun'a. O da gidip baterisinin önündeki yerini aldı.

Eğlence ve dansla geçen kırk beş dakikanın sonunda kısa bir ara verdiler. Harun tüm sahne boyunca gözünün önünde olan Murat'la daha fazla muhatap olmamak için ne yapabileceğini düşündüğünden kalkıp herhangi bir şey yapamıyordu. En iyisi kulise kaçmaktı fakat konser süresince solist çocukla Murat'ın tatlı atışmalarından anlaşıldığı üzere ikisi arkadaşlardı. Yani Murat'ın kuliste olması muhtemeldi.

Cep telefonunu kurcalayarak dışarı çıktı. Etrafına bakınarak gitarist Furkan'la, klavye çalan Tekin'in yanına doğru gitmeye karar verdi. İki kadın iki adamla kalabalık bir grup halinde sohbettelerdi. Onlara dahil olmak en akıllıca hareketti şu an.

"Huysuz davulcumuz da gelmiş!" dedi Furkan konser öncesi olan sigara muhabbetine gönderme yaparak. Harun gözlerini devirdi ama gülümsedi. Furkan da onun haklılığını kabul ettiğini belli edercesine kolunu Harun'un omzuna doladı.

"Sizi Harun Tural'la tanıştırayım. Kendisi, bizim yaptığımız gibi üçüncü sınıf popçuların arkasında pek sık çalmaz ama... Bugün yollarımız kesişti kendisiyle. Benim açımdan zevk tabii onunla beraber çalmak!"

Harun bu kez gerçekten alınmış gibi baktı arkadaşına. Bir kere Harun kaliteli her adamın arkasında çalardı. Üçüncü sınıf beşinci sınıf fark etmezdi.

"Bu güzel bayanlar Esra ve Melis. Arın Esra'nın erkek arkadaşı..." Furkan karşısındaki kişileri Harun'a tek tek tanıtırken Harun hepsiyle tokalaşıp memnun olduğunu dile getiriyordu. En sonda Harun'un gözünün bir yerlerden ısırdığı bir adam vardı. Dilinin ucundaydı sanki adamın adı. Daha önce tanışmamıştı ama nereden biliyorsa biliyordu. Kafasını buna yoracakken Furkan "Ekin'i de belki bilirsin; Ekin Bir, kendisi yazar," diye açıklayınca Harun'un gözleri bir lemur gibi açıldı. Tabii ya! Okuduğu kitapların arkasındaki biyografi kısmında fotoğraflarını görmüştü. Ekin Bir, Harun'un bakışlarındaki tuhaf değişimi yakalamıştı fakat bunu neden yapmış olabileceğine anlam verememişti.

"Aaa... Memnun oldum. Biliyorum tabii, bilmez olur muyum? Evimin her yeri kendisinin kitaplarının türlü türlü baskılarıyla işgal edilmiş durumda..." dedikten sonra sözlerini Ekin Bir'e yönelik sürdürdü. "Ev arkadaşım hasta da sana..."

Ekin Bir alışmış olduğu bu tepki karşısında özgüvenli bir şekilde gülümsedi. Esra Ekin'in bu popülerliği konusunda herkesi güldürecek türden şeyler söylerken, Harun evdeki zavallı diğer Ekin'i düşünüyordu. Adamın barlarda sürtecek kadar boş vakti vardı. Bi bok yazdığı ve düşündüğü yoktu şu an muhtemelen. Harun bu tipleri iyi bilirdi. Kendi keyifleri için her şeyi yaparlardı ama söz konusu başkalarının aciliyetleri ve sıkıntıları oldu mu ayıracak vakitleri olmazdı.

İçeriden Usher'a ait 2010 yılında çıkmış popüler bir şarkının müziği insanı harekete geçirecek bir güçle geliyordu. Harun barda gördüğü en güzel kızı kesermişçesine Ekin Bir'e arada kaçak köçek göz atıyor, avını bellemiş bir şahin misali adamı gözlemliyordu. Ekin Bir bazen diğerlerinin muhabbetine ucundan bir yerinden dahil oluyor, bazen sadece dinliyor, bazen de tüm ilgisini telefonuna veriyordu. İlgisini telefonuna yönelttiği anlarda acayip ciddileşiyor ve dikkat kesiliyordu.

Göz göze geldikleri bir anda birbirlerine nazikçe gülümsediler. Ekin Bir birasından bir yudum aldıktan sonra "Ben Isırgan'ı birkaç kez canlı dinledim. Seviyorum sizin müziğinizi. Bilseydim albümü getirir imzalatırdım," deyince Harun ikinci kez şaşkınlık yaşadı. Tabii bu sefer bunu iyi gizledi. Isırgan onun en eski grubuydu. Çok severdi o grupla sahne almayı. Fakat hayran kitlelerini Ekin Bir gibi tiplerin oluşturduğunu sanmıyordu. Gerçi Kerem ve Çağatay gibi tipler de hayran kitlesi olabilecek tipler değillerdi ama öylelerdi sonuçta. İnsanları yargılamamak gerekiyordu.

"Hangi albüm var sende?... Ben de seni göreceğimi bilsem kitapları getirir imzalatırdım ama hepsi zaten imzalı. Öyle de bi durum var."

"Geçit EP'si ve Her Şeyin Başlangıcı var."

"Hadi be! Geçit'i buldun mu ya? Ondan bin kopya var yok..."

Ekin Bir o havalı böbürlenmeli gülüşüyle baktı yine. "Ayıpsın..." dedi. Bir nadir antikaların avcısı gibi 'İsteyince ben her şeyi bulurum' ifadesi vardı yüzünde. Kısa bir sessizlik anının ardından Harun bu sefer konuşması gerekenin kendisi olduğunu düşünerek "Ben de senin dört tane kitabını okudum. Yalnızlar Tatili'ni çok sevmiştim. Tam benim kafa kitaptı o. Ki açık sözlülükle belirteyim, çok fazla kitap okuyan biri değilimdir. Ayda bir tane anca," dedi. Ekin Bir birasını dudaklarından çekip güldü. "Ayda bir tane okuyorsan standartlara göre iyi bir okuyucusun demektir. İnan bana..." Başını sallayarak konuşmasını sürdürdü. "Yalnızlar Tatili tam bekâr olmayı seven erkeklere göre bir kitap. Tabii her zaman olduğu gibi kadınlardan daha çok dönüş aldığımdan bunu çok test edemedim. Ama inancım hep bu yönde oldu."

Harun başını sallayarak onayladı. Adam doğru diyordu. Mesela Kerem kitabı kendisi kadar sevmemişti. Adam ilişkide olmak için doğmuştu. Yalnız kovboyluk hiç ona göre değildi. Kızlarda da kendisinde yarattığı etkiyi yaratmamıştı kitap.

Tam Ekin Bir'e karşı olan önyargısını yıktığı, kitaplardan ve müzikten konuştukları bir sohbet içine girmişken Tekin'in "Hadi yeter bu kadar ara, çok uzattık," demesiyle muhabbetin ortasına limon sıkılmıştı. Tam da adamı sevmeye başlamıştı.

Beraber içeri bara dönerken Harun "Konsere gelirsen yine bir gün; Isırgan'a falan, görüşelim. Albümleri de getir imzalarız bizim çocuklarla," dedi. Ekin Bir gülümseyerek "Ben de senin adına imzalı bir Yalnızlar Tatili getiririm sana. Evdeki serinize yeni bir tane daha katılır," dedi esprili bir şekilde. Harun son kez Ekin Bir'e gülümseyip selam verdikten sonra sahneye çıktı. Ekin bunları duyduğunda neler olacaktı acaba? Herhalde artık Isırgan'ın her konserine gelip, sahne önünde pusu kurardı...

Continue Reading

You'll Also Like

3.9K 118 23
Yazarlara Destek❤️😍Keşfedilmeyi bekleyen kurgulara öncelik verilecektir❤️ Okuduğum ve beğendiğim kurguları paylaşıyorum...
27.5K 2.6K 70
Bu hikaye kurgu ve ya hayal değildir..Gerçek hayattan esinlenerek yazılmış bir hikayedir..Her şeye rağmen hayata güle bilen Durunun hikayesi🧚‍♀️ Umu...
3.6M 130K 72
Berdel'e kurban gitmiştim. Hiç tanımadığım, bilmediğim bir adamla evlendiriliyordum... "1 yıl, sadece 1 yıl sonra burdan herkesin seni bir ölü olarak...
22.2M 902K 116
İşte oradaydı... Muhtaç olduğum kadın korkuyla bana bakıyordu. Ona biraz daha dokunmazsam sanki ölecektim. Bu hastalıklı duygular beni resmen ele geç...