Ahiret eşim ol...(Bitti - Düz...

By Muslimah-Mind

188K 12K 1.3K

Esselamu aleyküm ve rahmatullahi ve berekatuhu akhiler uhtiler ve diğer okuyucular! . Bu hikaye bir genç kızı... More

[1]...Rüya...
[2]...Mescid...
[3]...Beklenmedik yardım...
[4]...bütün duyular ile yaşamak...
[5]...Koruyan yasak...
[6]...Zorunlu düşünceler...
[7]...Namaz...
[8]...Mantıksızlık...
[9]...Kişilik...
[10]...Karar vermek...
[11]...Araştırma...
[12]...Evlilik...
[13]...Arama...
[14]...bekleme süreci...
[15]...mescit...
[16]...istişare...
[17]...istihare...
[18]...kahvede...
[19]....Hazırlıklar...
[20]...Hazırlıklar 2...
[21]...Talak...
[22]...O Hikaye...
[23]...Son gün...
[24]...sabr...
[25]...Hayatı belirleyen kararlar...
[26]...şakalaşma...
[27]...Örgülü saçlar...
[28]...Sürpriz...
[29]...önyargı...
[30]...çocuk...
[31]...yaşlı kadın...
[32]...Es-Sabur...
[33]...iş...
[34]...ÜMMET...
[35]...Sohbet...
[36]...Doğum...
Soru Cevap
[37]...Kitaplar...
[38]...Teravih namazı...
[39]...Ramazan açıklaması...
[40]...Ziyaret...
[41]...Sünnet...
[42]...Zina...
[43.1]...Hastalık...
[43.2]...Hastalık...
[44]...koruyucu inanç...
[45]...yaratılış sebebi...
Yenilikler ve sizin düşünceleriniz
[46]...islam ve ego...
[47]...egoistlik ve Peygamberlik...
[48]...Komşuluk...
[49]...Fatıma...
[50]...sağlık...
[51]...gençlik...
[52]...kaybolan çocukluk...
[53]...ölüm...
[54]...hayat...
[55]...bugünde yaşamak...
[56]...günlük yaşam...
[57]...ru'ya...
[58]...sınır...
[59]...bekleme...
[60]...yusuf'ca şeyler...
[61]...söz...
[62]...organizasyon...
[63]...bir evde üç gönül...
[64]...bir araya geliş
[65]...kaza...
[Kitap fragmanı yayında]
[66]...yenileme...
[67]...kaygılar...
[68]...anılar...
[69]...Allah rızası...
[70]...anne şefkati...
[Epilog]+Serinin devamı

[71]...SON...

1.3K 32 28
By Muslimah-Mind

Bu defa farklı olarak bölüm sonu olan yorumlarım son bölümün başında olacak. Sizlerden tek dileğim düşüncelerinizi, fikirlerinizi – varsa dileklerinizi – son bir kez Sare ve Hureyre'nin hikayesi için buraya not düşmeniz. Bu bölümün ardından yalnızca Epilog/Son söz ve 'Seri'nin devamı' hakkında detaylar var.

Girişe ulaştığımda ancak kimliğimle eşi olduğumu tescil edince bilgi edinebildim, "Hureyre bey Sare hanım şuan ameliyatta. Getirildiğinde nabzı çok zayıfmış. Bebeğinizin biri hazırlanıyor dilerseniz yeni doğan bölümünde ziyaret edebilirsiniz.", benim için en önemli olan konu hakkında soru sordum. "Eşim nasıl? Ne ameliyatı oluyor? Kadın doktoruna haber verdim her an burada olacak.", duraksamadan konuşurken kadın profesyonel biçimde aralık bularak şimdiye kadar dile getirilmeyeni yüksek sesle söyledi, "Hureyre bey eşiniz hayatı tehlikesi olan kanamayla getirildi doktor Khan ameliyatta biz sizi haberdar ederiz, merak etmeyin.". Ağzım bir karış açıldı bakışlarımsa kadının koridordan ayrılarak kapının ardında kaybolan ayakkabılarına düştü. Beynimdeki zehir sadece kafamı değil bacaklarımı da uyuşturdu; dizlerim güçsüz bir sesle elime komut vererek duvardaki kolluktan tutunmamı sağladı. Son zerreme kadar yitirdiğim güçle yere kaydım ve deli gibi son konuştuğumuz konuyu hatırlamaya çalıştım. Neydi en son konuştuğumuz konu? Hatırlayamadığım için her cümleyi zihnimde tek tek aradım, bütün soruları, cevapları, alıntıları, hepsini ta ki bulana dek. Acıyla buruşan yüzüm ve birbirine bastırdığım gözlerimle çenemin kilitlenmesi tek bir salise sürmüştü. Sagımdaki yumruğu duvara geçirdim başımı enseme attım. Neden tam da bu konuya değinmişi ki?

Ameliyathane'de

"Bir ünite daha takalım lütfen. Intübe etmeye devam, değerleri izleyelim.". Doktor Khan uzun bir ardan sonra tekrar ameliyathaneye girmişti ve bu nedenle ne ameliyat hemşireleri ne de narkoz uzmanı Oliver gözlerine inanabiliyordu. "Khan söylesene bu şerefi ne borçluyuz? Yukarda büronda keyfin rahat diye biliyordum ama, bilirsin ya.". Doktor Khan ise nihayet bebeği yeni doğan bölümünden gelen yoğun bakım yatağına koydu. "Doktor. Schneider sizi tutmak istemem, buyurun lütfen.", tam da bu işareti bekleyen doktor Schneider ve ekibi işe koyuldu. İkiletmeden ilk komutları dağıttı "Oksijen tüpü, derhal ciğerlerdeki suyu çekelim, solunum cihazına geçelim.". Bu sırada doktor Khan sezaryen kesimini dikti ve diğer yaraları da dikerken asistan doktor kalp masajına devam etti, "Ali, onu neden bağlı tutuyorsun ki?". Oliver meslektaşına baktı aynı zamanda kendi kendine neden kalbi duran bir hastayı hem entübe edip hem de kan takviyesine devam ettiğini sordu. "Çok basit. Her hasta maksimum eforu sarf ettiğimizi ve her olası durumda söz hakkı olan hasta yakını da elimizden geleni yaptığımızı bilme hakkı var.". Meslektaşı her zamanki gibi gülerek onayladı ve ekledi, "Benim tanıdığım Ali de tam bu her şeyi bilen cevabını verirdi işte.", ama söz konusu kişi işini bitirerek hastayı asistanına bırakıp önemsediğinden cevap vermeden devam etmedi, "Asla her şeyi bilen olduğumu iddia etmedim asla da olamam.".

Anlatıcı açısı

Hureyre babasını aramıştı, bir başkası aklına gelmedi. Bütün olasılıkları sonsuz bir merdiveni çıkar gibi tek tek düşünürken karşısına kadın doktoru durdu, "Hureyre bey, Sare hanım nerde?". Hureyre ise acil kapısına işaret etti, kadın düşündüğünün aksine doğum hane olmadığını anlayarak gerisiyle kendisinin ilgilenmesi gerektiğini düşünerek gözden kayboldu. Dış kapının açılıp kapanmasıyla Hureyre'nin şişmiş gözleri etrafına bakındı, babasını tanıyınca var gücüyle ayağa kalktı ama hemen sonrasına babasının kollarına düştü. Tekrar annesini küçül kız kardeşinin doğumunda kaybeden erkek çocuğu olmuştu. Bu defa ne bir çıkar yol ne de ondan sorumluluk alarak onu hafifletecek bir babası vardı o dönem olduğu gibi. Hayır, bu defa tam da oydu babasının yerindeki kişi. "Baba!", ama çatallaşan sesinin tınısı sadece babasının boynuna uzanabilmişti. Babasının ardında duran kız kardeşi bu görüntü kaşsısında paramparça olmuştu. Daha önce abisini bu denli kendinden geçmiş ve pes etmiş halde görmemişti. Gördüklerinin etkisiyle yanındaki duvara dayandı, abisinin ağlamaklı sesiyle zorlu nefes alıp verişlerini koridorda arkasında bırakarak çıkışa yöneldi. Midesinin yumruk gibi kasılmasıyla ve hemen ardından boğazına çıkmasıyla kendini gecenin ferah rüzgarına zor attı genç kız. Telefonu açtıklarında hissetmişti esasında bunun her zamankinden çok farklı olduğunu çünkü babasının tam da o halini ve üzüntüsünü senede ancak bir defa görüyordu – o da annesinin ölüm yıldönümüydü. Sare'nin de ölüm yıldönümü olabileceği düşüncesi midesinin isyan etmesine yol açmış ve genç kız eğilerek teslim olmak istemişti. Bedenin üst kısmı direnmeye çalışırken bacaklarındaki gücün yitmesi genç kızı savaşmaya zorlamıştı. Bu ikilemde kalmamak için bir daha çıkarmaya çalışmak istemedi ve toparlanıp kendini zorladı. Dikkatini son gördüğü görüntüden ve düşüncelerinden almak için Fatıma ablasını aradı ki o da bu konuda bilgisi olan tek kişiydi. Ayrıca Sare'den sonra en iyi ihtimalle ondan öğrenebilirdi ne yapılması gerektiğini. Yüzünü sildi ve çıktığı kapıya baktığında tekrar öğürmemek için kendini sıktı. Hayır, abisine yardım etmesi gerekiyordu. Kendini düşünme vakti değildi, Fatıma'nın Sare'nin ailesine haber vereceğini umdu o an. Buna güç bulamazdı, onları düşününce tekrar midesi kasıldı ama omuzlarını dikleştirerek koridorda derin bir nefes aldı. Halbuki hissettiği duygu güç değildi – kendini kandırmaya çalıştığının farkına varmak istemedi.

Koku dumanının içinde hem dezenfektan, hem deri hem de kokusunu alamadığı abisinin göz yaşlarının yanı sıra bir koku daha almıştı Amine. Bebekler neredeydi? Derhal abisinin yanına ulaştı o ise babasının yanında bir sandalyede oturuyordu ve buna rağmen sanki orada değil gibiydi. Her ne kadar babası bakışlarıyla gelmemesini önerse de Amine için beklemek istemeyecek kadar önemliydi bu konu. "Bebekler nerde?", abisinin darmadağın saçları ve dizlerine öylesine koyduğu elleri arasında gidip geldi bakışları. Ne soruyu soran Amine'ye ne de babasına bakmıştı aksine yorgun gözleri acilin o an açılan kapısına yöneldi. Kadın doktoru Hureyre'yi bulunca yanlarına geldi ve onu muhatap alarak konuşmaya başladı, "Hureyre bey.". Ses tonundaki acıma duygusunu sezince en yakınında duran sandalyeye bıraktı kendini Amine. Bu görüntüsüne uyumla katılan elleri boşlukta sallandı. "Doktor Khan ile görüşemedim ameliyatta olduğu için ama doktor Schneider ile görüşme fırsatım oldu. Yeni doğan cerrahı kendisi.", bilerek Hureyre'nin tepkisini bekleyen kadın sonrasında konuşmaya devam etti. Bu sırada söz konusu kişinin tepki vermeye en yakın hareketi varla yok arası çenesini kaldırıp indirmesiyle gözlerini açıp kapaması olmuştu. "Kızınız yarım saat önce doğmuş, yeni doğan yoğun bakımında şuan. Erken doğum olduğu için orada bir süre gözetim altında kalacak. Oğlunuz –", kadının profesyonel olmayan duraksaması Amine'nin dikkatini çektiği için genç kız gözlerini kapatmıştı. "O da yeni doğan yoğun bakımında ama bir değişiklik oluncaya kadar suni solunuma bağlı kalacak.". Şok olan Amine ve babası kendi duygularıyla baş edebildikten sonra Hureyre'nin tepkisizliği karşısında donup kaldılar. Başını sallayarak sadece onaylayıp yere bakmaya devam etmişti. Sanki önemsiz bir bilgiydi bu. Kadın doktoru ise Hureyre'nin yüzüne bakıp kalktı, "Sare hanım hakkında bilgi edinmeye çalışacağım. Size de haber veririm.", dedi ama arkasını dönemeden Hureyre ayağa fırlayıp kadının ceketinin kolluğundan tuttu.

Abisinin yaptığına şaşıran Amine onun cümlesini dikkatle dinledi, "Her şeyle ilgileneceğinizi söylemiştiniz. Her şeyin yolunda gideceğini söylemiştiniz. Hazırlıklı olduğumuzu söylemiştiniz. Hani nerde hazırlıklarınız? Yardımınız, faydanız nerde!?", koridorda bağırdığı için bütün dikkatleri üzerlerine çekmişti Hureyre. Bunun sonucunda gece hemşiresi gözetim kabininden çıkıp sorunun kaynağına bakınmıştı. Amine'nin babası derhal Hureyre'nin elini çekip kadına baktı, "Affedersiniz lütfen.", Hureyre'yi kadından uzaklaştırarak gecenin dondurucu soğuğuna çekti ve oğlunun kaynayan kanını soğutmasını ve onu kendine getirmesini umarak durdu.

Ameliyathane'de

"Doktor Khan hasta tepki vermiyor. Ne yapmamı istersiniz?", asistan ilgiyle hocasına bakıp bekledi o ise monitörler bakıyordu. Kaşlarını kırıştırarak bir yere bakıyordu, tam aradığı bir yere bakarken hemşirenin ameliyathaneye girmesiyle asistanına sordu, "Tomografinin sonuçlarını aldınız mı?". Asistanı hayır anlamında başını sallayınca az önce giren hemşire konuşmaya katıldı, "Beyninde sıvı göründü.". Doktor Khan önce hastaya sonra da Oliver'e bakıp saniyede karar verdi, "Beyin ödemi, gebelik zehirlenmesi geçirmiş. Derhal ikinci ameliyat için narkozu hazırlayalım. Her an beyin kanaması geçirebilir.". Oliver hayranlıkla meslektaşına bakıp asistana onayını verdi ve ekledi, "Hızlı öğrenmeye bakın bu gece, bunları bir daha asla doktor Khan'dan kendi gözlerinizle göremezsiniz.", asistan bunu üzerine onaylayıp onunla konuşmaya çoktan başlayan doktor Khan'a baktı. "Oksijen verip kap atışını yerine getirmemiz gerekiyor. Hepsi sırasıyla. Hadi bakalım beyler az önce vazgeçmek üzere olduğunuz bir hastayı kurtarma zamanı.", Oliver'e göz kırpıp işine odaklanarak monitörlere sürekli göz atıyordu. Oliver ise meslektaşının pozitivistliğine hayran olarak narkozu hazırladı.

Hureyre'nin gözünden

Babam bana bakarken benim düşüncelerim sadece Sare etrafında dönüyordu. Neden o trafik tıkanıklığına girmiştim ki? Düşüncelerimden beni sıyıran yine beni sallayan babam olmuştu. "Kendini bırakma zamanı değil!", her ne kadar bana bağırsa da onun buna alışık olmadığının farkındaydım, tıpkı benim kadınlara bağırmaya alışkın olmadığım gibi. "İçerde ilgilenmen gereken iki evladın olduğunun farkında mısın sen?". Homurdanmaktan başka bir şey yapmadım, "Ha? Sare'nin ameliyatta nerdeyse yarı ölü olmasının sebebi olan bebekleri mi kastediyorsun yoksa?" ama babam cevap veremeden bana son zamanlara fazlasıyla tanıdık gelen bir ses ilişti kulaklarıma. "Bismillahhirrahmanirrahim inneke meyyitun ve-'innehum meyyituun.". Beklentimin aksine çok sert bir yüz ifadesi takınarak üzerime doğru yürüdü. Onu tanıdığım günden bu güne adaşının aksine yüz ifadesi daima yumuşak olan bir adamdı Ömer ve onun bu güne dek sert yüz ifadesine hiç şahit olmamıştım. "Zümer suresi otuzuncu ayeti Hureyre, hatırladın mı?", cevabını benden beklemediği apaçıktı zira cevabını hemen kendisi ekledi, "🌸(Ey Muhammed!) Şüphesiz sen de öleceksin ve şüphesiz onlar da öleceklerdir.🌸 Şüphesiz Allah en doğrusunu bilir, değil mi kardeşim?", bana seslenmiş olsa da benim bakışlarım yerden kalkmadı. Ömer hafız olduğundan Kur'an'ı baştan sona harfiyen ezberinden bilirdi ve tam da bu yüzden direterek gözlerimin ta içine baktı ben ise bakışlarımı kaldırmaya o an cesaret edebildim. "Nasıl olur da yaratılan Yaratan'dan (C.C.) daha çok sevilir?", sustum. Babam sessizce yanımızdan uzaklaştı ama benim dersim daha yeni başlamıştı.

"Ölümden kaçabilen var mı?", nefesimi bırakıp gözlerimi kapattım. Bunu ben de biliyordum ama elimden gelen hiçbir şey yoktu, "Hureyre.". Ömer beni oturma bankına götürüp yanıma oturdu, "Kolay değil, olmayacakta ama bu sana iki tane melek gibi varlığı suçlama ehliyeti vermez.", "Sare bu yüzden –", ama o bilerek keskin zekasıyla sözümü kesti, "Kimin yaşayıp kimin vefat edeceğine sen karar vermiyorsun Hureyre ama Allah'a ne zaman dualarına cevap vermesi için yalvaracağına sen karar verebilirsin. Bana tek bir neden göster bütün bu yaptıklarının yararını kanıtlayan.", sessizlik birbirine vurulan kılıç misali duyulacak dereceye çıkmıştı. "Birlikte mescit arayalım mı? Burada yoksa da iki sokak ilerisinde bir camii var. Durumun ne olduğunu buradan her an öğrenebiliriz.", gözlerine baktım gözlerimde ise dolan yaşları akıtarak "Allah razı olsun.", dedim. O ise onaylayıp alışık olduğum yumuşak yüz ifadesiyle kalkıp kendimi toparlamamı bekledi ki ben de yanına yürüyüp onunla ilerledim.

Anlatıcı açısı

Amine koridorda olta atarken Fatıma Kur'an'dan sureler okuyordu. Hureyre'nin babası daha fazla beklemeden Sare'nin babasına haber vermişti oysa Amine babasının haber vermek için biraz daha bekleyeceğini düşünmüştü. Vakit geçtikçe Amine ve babası dualar ederken arada Kur'an'dan okumalar da yapıyorlardı. Babası özellikle yasin suresini okuyor, ismi şerifi ve her niyete icazet verildiği bilgisine dayanarak şifayla dualıyorlardı. Zira Allah Azze ve Celle yasin-i şerifi okuyanın dileğini kabul ettiği gibi sadece O'ndan yardım talep edildiğini de açıklamıştı. Amine yerine oturup dua için açtığı ellerine baktı ve aklına abisinin o zamanlar evde bilinçsiz bulunduğunda Sare sayesinde vakitlice buluna bilindiğini düşündü. Önce Allah sonra Sare onun evdeki varlığını fark ettirmeselerdi saatler içerisinde ölmüş olabilirdi genç kız. Ölüm değildi onu korkutacak olan ama daha fazla bilgi edinememiş olması ve Allah'ın huzuruna eksik tamamlanmadan, hatalarıyla çıkmak zorunda kalacağıydı ve en önemlisi; Allah'ın huzurunda durarak hatlarını vaktinde düzeltemeden kabul etmek zorunda kalacağı.

"Amine.", babası kızına sağından baktı ve ona dönmesini bekledi ama kızı bunu bütün cabasıyla denemesine rağmen başaramadı. Tam tersine kendini daha fazla tutamadan yıkılan boy aynası gibi o ana dek gördüğü her görüntü onunla birlikte etrafına parçalarını saçtı, dua için açtığı ellerine yüzünü gömüp hıçkırarak ağlamaya başladı genç kız. En yakınında oturan babasının sadece duyabileceği boğuklukta çıktı sesi, "Baba ben her şeyi ondan öğrendim. Doğru dürüst teşekkür bile edemedim. O benim ahiretimi kurtardı. Onunla tanışmasam hala o kadar dik kafalı olurdum ki.", bir daha hıçkırdığında omuzları titrediği için yüzüne ellerini bastırdı. "Elhamdulillah sana dogru yolu gösterdi ve bunun için de ona her daim dua edeceğim ama yine de unutma Amine, son nefesine kadar yaptıklarının sorumlusu sen kalacaksın. Baban olarak ben bile senin yerine geçemem.", Amine başını kaldırıp muhtemelen kızaran ve göz yaşlarından yanan gözlerini babasının gözlerine bakmak için tekrar gözlerini kapatıp açtı, "Baba, onun daha büyütmesi gereken bebekleri var. Onlara da bana anlattıklarını anlatması gerekiyor. O daha –", yüzünü ekşitti genç kız düşüncesinden utandı ve tekrar hıçkırdı. "Benim annemin de yaptığı gibi o da bebeklerini bırakıp gidecek.", ama bu cümleyi sessiz de olsa duyan babası derhal kafasını iki yönüne salladı ve yüzüne son derece ciddi bir ifade yerleştirerek, "Bir daha böyle konuşma, Alllah'a dua ve tevekkül et. O'nun ne planladığını bilmiyoruz, ayeti asla unutma; "Allah plan kuranların en hayırlısıdır." (Enfal suresi 8, Ayet 30). O'nun subhanahu ve te'ala'nın ne yazdığını bilemeyiz ve şüphesiz Allah Azze ve Celle yaratıklarını çok sevendir.". Amine yere bakarak sustu. Annesini kaybettiği için göğsünde asla iyileşmeyen yara sadece incecik bir katla kapanmıştı ve bu yüzden yaşananlar o incecik katı zedeleyerek Amine'yi tekrar hatırlaması mümkün olmayan hislere sürüklemişti.

Fatıma Amine'nin konuşmasına şahit olarak Kur'an okumasına kısa süreli ara vermiş ve yüzünü kitaptan kaldırmıştı. Tereddüt içerisinde düşündü, herkese nazaran Sare'ye çok geç tanışmıştı ve yine de bu kadar kısa sürede kalbinde çok büyük bir yer edinebilmişti Sare'nin varlığı. Ailesinden biri olmuştu Sare ve bunula da kalmayarak hem çocuğunun hem de kendisinin hayatını biizniAllah kurtarmıştı. Birlikte hasbihal ettikleri onca konuşmayı düşünüp ağlamamak için kendini zor tuttu derken telefonundan gelen mesajla Ömer'in yazdığı mesaja baktı. "Fatıma, Hureyre benimle beraber. Bir haber olursa bana yaz lütfen.", telefondan Amine'ye bakıp haber verdi o da babasına durumu kısaca özet geçti. "Tamam, kızım.". Amine düşüncelerde boğulmak üzereyken Fatıma elini tutup gözlerine baktı. Onu Sare'den de az tanıyor olabilirdi belki ama haline bakılırsa Sare onun hayatında çok değer verdiği bir insandı muhtemelen abisiyle evlenmeden önce de bu böyleydi. Korku ve endişesini az da olsa almak için Fatıma kardeşi gibi gördüğü Amine'ye baktı, "Dua etmeye devam et kuzum, Allah sevgiyle edilen duayı kabul eder.", genç kız Fatıma'nin gözlerinin içine baktı biraz durup dediklerine kalben inandı ve onayladı Fatıma ise Kur'an-ı Kerim'i açıp tekrar okumaya devam etti.

Ameliyathane'de

"Oliver benim işim bitti sayılır.", meslektaşı gülümseyip kalp atışını izlemeye devam etti, "Evet, görüyorum Ali efendi.", diyerek tekrar hayata döndürülen hastaya baktı. Bu sırada asistan iki hocasının arasında bakışlarıyla gidip geldi, "Bebekler ne durumda?", doktor Khan hastanın son gerekliliklerini asistana bırakırken Olivere baktı o ise ameliyat izleme odasına doğru başını eğerek işaret etti, "Buradan gözlerini alamayan fanlarına sorsana.". Doktor Khan bakışlarını ancak o an kaldırıp söz konusu odanın transparan camına baktı ve hem meslektaşlarını hem de öğrencilerinin ameliyatı izlemesini gördü. Oliver'in dediğini onaylayarak ameliyattan çıktı, "Geri kalanı ben olmadan da halledersiniz. Şimdilik aileye haber vermeyin. Durumun stabilliğinden emin olalım.". Önlüğünü ve beraberinde artık steril olmayan bütün giysilerini çıkardı. "Doktor Khan bu şerefi neye borçluyuz? Seneler sonra bu gözler sizi ameliyat ederken görecek miydi yani?", Ali ondan üstün olan meslektaşına bakıp kibirlenmeden, "Vakayı başından itibaren takip ettim sayılır bu yüzden başladığım işi bitirmek en doğalıydı.", "Saygılar.", iki elini de kaldırıp şakayla eğilen üst'ünün yanından ayrılan Ali tam anlamıyla vermediği cevabı yüzünde beliren bir tebessümle zihninde verdi, zira bugün sergilediği davranışın sebebi şu sözlerdi 🌸Verdiklerini, rablerine dönecekleri inancından dolayı kalpleri ürpererek verenler; işte bunlar iyiliklere koşup, bu uğurda yarışırlar.🌸 (Mü'minun Suresi 23, Ayet 61)

Doktor Khan bebeklerin olduğu yoğun bakıma yönelerek tahmin ettiği sorun'u görmemek ümidiyle girdiği izleme odasından ikizlerden birini cihaza bağlı buldu. Üzerine bir önlük ve yüzüne bir maske takarak odaya girdi, "Durum nedir?", yeni doğan uzmanı meslektaşına baktı sonra da tekrar bebeğin nefes alıp vermesini sağlayan cihazın bağlı olduğu bedene yakından bir göz attı. "Sıvıyı tam vaktinde çektirdik. Suni solunum minik arkadaşa iyi gelmedi, bronchopulmonal dysplasi oluştu.". Doktor Khan tahmini üzere onayladı ve tekrar sordu, "Enfeksiyon riski ne durumda peki?", bir diğer tahmini yeniden meslektaşı tarafından onaylandı, "Hakikaten de bağışıklık sistemi güçsüz duruyor. Yine de tahminen öyle olduğunu düşünerek onun da savaşçılardan olduğunu umuyoruz tabii ki.". Bu düşünceyi severek çoğaltmaya hazır olan doktor Khan onayladı, "Bu oğlan da savaşçı, eminim. Her erken doğumda olduğu gibi sıkı sıkı tutundu hayata. Başaracak.", içinden sessizce ekledi "İnşaAllah".

Anlatıcı açısı

"Kardeşim?", Ömer kısa süre önce tanıştığı ve herhangi komşudan daha çok sayıp sevdiği komşusuna baktı. "Başlayalım mı?", Hureyre çenesini kaldırıp indirdi ve aynı zamanda gömleğinin kollarını indirdi. İkisi de abdest almış şimdi ise birer rahleyle oturmuşlardı, rahlelerin üzerinde de birer Kur'an-ı Kerim. "Önce ben okuyayım sen takip et, sonra sırayla devam edebiliriz tabii ki.", Hureyre "Tamam.", deyip arkadaşının düşünceli oluşuna şükretti. Böylelikle Hureyre'nin hafızasından dolayı hayran olduğu adam Kur'an'ın her harfini okumaya ve telaffuzuyla da hayran bırakmaya başladı. Kitapları kendisi için değil arkadaşı için getirdiğini biliyordu Hureyre, "Euzubillahi mineş'şeytanir'racim bismillahir'rahmanir'rahim.". Hureyre'yi çaresizlik hissi kuyusundan yavaş yavaş çekerek almaya başlamıştı Ömer, gözlerinin önündeki korku paravanını kulaklarından ruhuna işleyerek Allah Azze ve Celle'nin sözleriyle kaldırıyordu. Sükunet ve umut hissetmeye başlayan Hureyre korku ve dehşet hissinin tutunacak dal bulamadan içinden gitmesini keyifle izledi. Geriye hafifleme hissi ve tevekkül kaldı. Uzun bir süre Kura'an okuduktan sonra Ömer'in telefonu çalmış o ise son ayeti okuduktan sonra telefona göz atmıştı.

"Hastaneden.", telefona çıkan adamın her mimiğini izleyen Hureyre Allah'a merhamet etmesi için dua etti. "Tamam. On dakikaya inşaAllah ordayız.", telefonu cebine atıp ayağa kalktı. Onun sakinliğine zıt olarak Hureyre git gide daha gergin bir hale bürünüyordu. "Ne oldu?", arkadaşı çıkışa işaret etti, "Hadi toparlanalım. Çocukların seni bekliyor.". Hureyre aynı gerginlikle onayladı yürürken ardından gelen Ömer ise beklenmedik bir anda arkadaşını tutup durdurdu, "Hureyre.", durdurulan adam arkadaşına baktı ve bekledi Ömer ise tekrar eğreti duran ciddiyetle karşılık verdi, "Allah subhanahu ve te'ala'nın sözlerini asla unutma, çocuklarına daima sevgi ve dikkatle muamele et. Onlar Allah'ın birer lütfu ki bu her insana nasip olmayan bir hediye. Çocuklarına ilk andan itibaren Peygamber efendimiz aleyhisselatu vesselam nasıl buyurduysa öyle davran: 🥀"Hiçbir baba çocuğuna güzel ahlâktan daha hayırlı bir mîras bırakmamıştır.🥀(Tirmizî, Birr, 33)".

Hastaneye geri döndüler, kapısına ulaşınca Hureyre durup seher vakti olduğunu fark etti, sabah namazı vaktine az bir süre kalmış olduğunu düşündüğünde arkadaşı durumu sezerek namazı da uygun bir vakitte kılacaklarını söylediğinde Hureyre vaktin bereketine iman ederek Allah'a en içten ve samimi duasını açıkladı, "Allah'ım beni ahirette derecemi yükselten bir imtihana tabii tutarken iman ve dayanma gücü ver. Hakkımda hayırlısı neyse gönlümü de buna razı eyle.". Yanında Ömer'le içeri girip asansöre bindi. Ayakları onu yeni doğan yoğun bakımına taşıdığında karsısında babası ve Amine'yi gördü. Onlardan hariç kayın babası ise büyük bir camın önünde durmuş içerisini izliyordu. Bunu gören Hureyre durdu ve camın önüne ulaşmadan bekledi. Kardeşi neden ağlıyordu? Ömer elini omuzuna koyup kendi oğluyla ilk karşılaşmasından misal verdi. Hureyre tekrardan başını sallayıp yürümeye devam etti, Amine abisini gördüğünde omuzuna atıldı ve aynı hızda geri çekilerek abisine dünyadaki en güzel resmi göstermek için yer açtı.

Hureyre yerden bakışlarını kaldırdı ve hemşirenin ilgilendiği bebek gözüne çarptı. Ağzı kulaklarına kadar gülümseyen adam kendini tutamadı. Gözyaşları sel gibi döküldü, görüş alanı tekrar netleşse de yeniden bulanıp tekrar aktı göz yaşları, her damlası dua niteliğindeydi. Eşi ve çocuklarıyla geçirmek istediği vakit içindi. "O benim kızım mı?", tek bir saniye gözlerini ayırmasa da babasının cevabını duydu, "Evet, oğlum. Senin kızın.". Kısık ve çatallaşan sesiyle güldü genç baba ve kendi babasına baktı. Nihayet kız babası olmak neydi az da olsa anlamıştı. Onu her türlü kötülükten korumak istedi, o andan itibaren ölene dek. "Neden – neden burnunda kablolar var?", kızının sadece güzelliğini görmemeye başlayınca babalık hissinin büyüsü çözülmeye başladı ve gerçek hayatın yaşam savaşı kendini istenmeyen misafir gibi ağırlatmasına razı olmak zorunda kaldı. "Erken doğdu abi. Bir süre nefes alabilmesinde yardımcı olmaları normalmiş. Daha ciğerleri tam gelişmemiş", Hureyre kardeşine bakıp başını salladı, "Doğru. Sen de kısa süreliğine böyleydin.", babası onaylasa da oğlunu uyarmaktan geri kalmadı. "Amine senin kızın kadar erken doğmadı oğlum. Senin kızın çok daha güçlü maşallah annesi gibi.", kayın babası bunun üzerine Hureyre'ye gülümsedi. Babasının Sare'yi anmasıyla Hureyre'nin gözleri büyüdü, "Bir haber var mı? Nerde? İyi mi?" ama babası cevap vermeden cam pencerenin ardında bir değişiklik oldu. Bir bebek daha içeri getirildi ama diğerine nazaran bu bebeğin bedeninde çok daha fazla kablo ve hortum vardı.

Hureyre sesli nefes aldı, hemşire kuvözü alıp kızın kuvözün'ün yanına koydu ve camdan aileye bir bakış attı ki bunu fark eden Hureyre derhal sordu, "Benim oğlum mu bu?", inanamayarak Ömer'e baktı o ise gülümseyerek kafasını sallarken dudakları halen hareket ediyordu. "Neden daha çok kablo var etrafında?", sorusu koridorda öylece asılı kaldı, ta ki hemşire dışarı çıkana dek. Daha yanlarına ulaşamadan soru sormaya başlamıştı bile, "Nasıllar? Neden ikisinde de bir sürü kablo bağlı?", hemşire herkese bakıp cevap verdi "İkisi de erken doğum ayrıca ikizler. Organları daha tam gelişmediği için çoğu zaman beden ısısını kendileri kontrol edemezler bu yüzden kuvöze aldık. İkisine de oksijen takviyesi bağlandı. Oğlunuzun respiratuar distres sendromu var, yani akut solunum sıkıntısı. Ama bu konuda doktor bey size birazdan bilgi verecek. Bebekleriniz yoğun bakım altında, merak etmeyin.". Hureyre üst üste gelen bilgileri tam kavrayamadığı için tekrar cama yöneldi. "Lütfen ziyaret saatlerinde çok kalabalık etmeyin burayı.", herkes onaylayarak özür dilediğinde hemşire koridordan kayboldu ve tekrar odada belirdi.

Hureyre çok da iyi olmayan haberlere rağmen kararlılıkla camdan baktı, "İnşaAllah bunu da atlatacağız. Atlatacaklar biizniAllah, eminim. Baksanıza nasıl yattıklarına, tutunmak istiyorlar.", babası derhal hemfikir olduğunu gösterdi, "Evet oğlum, ikisi de Allah'ın izniyle sağlıklı yaşayacaklar.". Babasının son kelimesiyle Hureyre Amine'ye bakıp, "Sare nasıl? Bir haber var mı doktorlardan?", diye sordu ama Amine öncelikli olarak susmayı tercih etti. "Nerde? Hala ameliyatta mı?", soruları devam etse de Amine halen susmaya devam etti zira bu konuda bilgisi yoktu. Hureyre sormak için tekrar nefes alında Ömer sözünü kesti, "Fatima yanında kardeşim.". Hureyre başını derhal arkadaşına cevirdi, "Nerde?", sesi titremişti Ömer'in yüzüne bakarken, koridorda oturan herkes susarak dinlemeye devam etti, zira onlar da bebekleri yalnız bırakmamak için Fatıma'yı orda bırakmışlardı. "Yukarıda, yetişkinler yoğun bakımında.", bunu duyduğu an Hureyre nefesini tuttu babası oğluna kibarca hatırlatmak için elini omuzuna koyarak, "Elhamdulillah ala kulli hal.". Oysa daha yeni çocukları olan adam bundan birkaç gün önce bu kelimleri severek ve iman ederek zikrederdi. Allah'a her hal için hamd olsun. Ömer'in arkasından yürüdüğünde Amine tekrar dikkatini yeğenlerine verdi.

(...)

"Burası", Ömer Fatıma'nın yanına yürüdü onun yanında ise Hureyre'nin kayın validesi oturuyordu kucağında da Zübeyr. Küçük çocuğunun etrafına bakarak huzursuz oluşu ve olan biteni anlamaya çalıştığı besbelliydi. Bu görüntü Hureyre'nin kısa süreliğine de olsa yüzünü başka yöne cevirim gözlerini silmesine yol açtı. Hemen ardından takındığı gülümseme ile Zübey're döndü ve önünde diz çökerek önce kayın validesine sonra Zübeyr'in gözlerine baktı, "Selamun aleyküm.". Küçük çocuk selamını sesinde hiç sallantı olmadan aldı, "Aleyküm selam.", Hureyre'nin ona sarılmasına izin verdikten sonra ona yukarıdan baktı, "Ablam nerde biliyor musun?". Bir zamanlar birlikte bir hastane'nin mescidinde dua arkadaşı olan adama baktı o da onaylasa da sorudan kaçmaya çalıştı, "Bebekleri görmek istemiyor musun sen? Görürsen ablana her şeyi anlatabilirsin, onları korumak istemiştin ya, abileri olarak?". Zübeyr sorusuna cevap alamadığını anlasa da Hureyre'nin teklifini kabul ederek annesine döndü, "Annem beni götürecekti ama geldiğimizden beri burda oturuyor ablam nerde o da demedi.". Kızını annesinden kendi ailesini kurması için isteyen adam kayın validesine baktı o ise göz yaşlarına hakim olmaya çalışıyordu. O an Hureyre'nin Zübeyr'den bir farkı yoktu; O da Sare'nin nerde olduğunu ve nasıl olduğunu öğrenmek istiyordu. Dua arkadaşına bu defa cevap vermek zorundaydı "Amine ablan bebeklerin yanında, istersen seni yan –", cümlesini bitiremeden duraksadı söylediklerini duyunca anlamsız olduğunu düşünerek Ömer'e baktı o sırada Fatıma Ömer'e işaret vermişti, "Fatıma abla seninle gidebilir istersen.", tessekür mahiyetinde bir bakıs attı Hureyre ve önünden geçerek Fatıma'nın elinden tutan küçük adamın elini vermesini izledi.

"Senin bebeğin nerde?", Zübeyr Fatıma ile yürürken ona baktı o da sessiz konuşmaya çalışarak cevap verdi, "Bebeğim bugün eski bir arkadaşımda uyuyor.", küçük adam soru sormadan ileri baktı ve Fatıma ile koridorum köşesinden kayboldu. Hureyre kayın validesine sormuş ve onların da fazla bilgi edinemediklerini öğrenerek hemşire bekleyip onunla konuşmaya gitmişti. "Merhaba, ben Sare Kaya'nın eşiyim. Onu görebilir miyim aceba?", hemşire cam paravanın ardında bakıp bilgisayarda tıklamaya başladı ta ki nihayet izin verene dek, "Evet, girebilirsiniz yanına. Sare hanım 71 nurmaralı odada yatıyor. Lütfen çiçek yemek vesaire gibi şeyleri yatağın başına koymayın. Sorunuz olursa bize yönelebilirsiniz.", hızla onaylayıp sordu, "Dikkat etmem gereken bir şey var mı? Dokunabilir miyim? Ya da giymem gereken giysi var mı?", hemşire gülümseyip bilgisayara bakarak cevap verdi, "Hayır Hureyre bey, tabii ki de girip eşinize dokunabilirsiniz. Hatta onunla konuşup elini de tutabilirsiniz. Dediğim gibi sorunuz olursa bize veya doktor Khan'a yönelin, bugün öğleyin viziteye gelecek.", Hureyre başını sallayıp hemşirenin ardından odaya yürüdü.

Yoğun bakım odası oldukça soğuktu, odanın geniş girişinden ilerledikten hemen sonra önce cihazı gördü sonrasında ise onun vücut yapısına göre çok büyük olan yataktaki Sare'yi. Nihayet rahat nefes vererek yanına yürüdü bu sırada ardında duran hemşire kapıyı kapatıp çıktı. Kapıdan gelen çıt sesiyle sanki bir düğmeye basılmış gibi ağlamaya başladı Hureyre. Sare'nin ayak ucundan ilerisine gidemeden orada durdu. Tek bir adım atmak istemedi, korktu. Ona ne dokunabildi ne de bir kelime konuşacak cesaret ve güç bulabildi kendinde. O an gördüğü hali beynine şüphesiz kazındı, arabadaki son hali geldi gözünün önüne ve olduğu yerde daha fazla ayakta duramadan yere diz çöktü, "Sare'm!". Sesi hem titremiş hem de duyulur bir tonda yükselememişti. Sare'nin başı beyaz bir sargıyla sarılmıştı, gözlerini karanlıktan onun ışıl ışıl yüzüne firar eden karartılar çevirmişti. Buna zıt olarak yüzü bembeyazdı sanki, öncesinden de az renk vardı yüzünde. Elini önce narin hareketlerle eline koydu derken onu hissettiği an hızla elini kendi ellerinde bir kalkan kurar gibi sakladı. Kalmak için halen karar veremedi ise onu burada tutmak ister gibi tutuyordu elinden. Artık kontrolsüz sallanan ellerini tutup zarar görmelerine engel olabilirdi.

Dile getiremediği korkusunu düşününce bile tekrar hıçkırdı ve gözlerini kapattı, bir ümit uyanmak için. Ne kadar büyük bir lütuf olduğunun bilincinde olarak Allah'a hamd etti. "Sare.", fısıldaması her ne kadar duyulur da olsa Sare'nin hareketsizliği üzere o da yeniden sustu. Bu durum bir süre daha devam etti ta ki Hureyre ismini söylemek dışında bir cümle de kurabilene dek. "İkisi de çok güzel. Minnacık parmakları var, tırnakları bile olduğunu sanmıyorum çünkü yer yok. Kolları ikisinin de incecik dal gibi ama yine de sürekli yatakta kıpraşıyorlar. Kablolara tutunuyorlar, kararlılıkla.". Eşinin yüzüne uzun uzun baktı ve devam etti, "Biz seni bekliyoruz. Sonunda çocuklarımızla biz olduk, sadece sen –", yutkunup gülümsedi, "Sare'm, iyileş, iyileş ki hayalimizi yaşayalım. Beni yalnız bırakma.", son cümleyi o kadar kısık sesle söylemişti ki muhtemelen odada yankılanmadan sadece kendisi duymuştu. Bebeklerini görmesiyle gülümsemeyi yeniden öğrendiği için gülümsedi, "Haklıydın, kızımız oğlumuzdan çok daha kararlıymış.", gülüp burnunu çekerek ahiret eşi olmasını istediği tek kadına baktı ve gülümsemesi rüzgarda savrulan yaprak gibi uçup gitti, gözlerine hasret kalarak. "İyileş Sare. Sana ihtiyacım var.", ellerine ve derisinden akan serumlara baktı, "Biliyorum yorgunsun ama bu kadarcık bile süreyi sensiz geçiremedim. Lütfen –", açılan kapıya baktı. Kayınbabası Hureyre'ye baktı o ise ne demek istediğini anlayarak onayladı. "Ben şimdi gidiyorum. Sen dinlen. Çocuklarımızla ben ilgilenirim, hiç merak etme.", alnından öpüp yüzüne hafifçe dokundu.

(...)

Sare'nin gözünden

Bir yol üzerinde yürüyorum, yol çok dar ve zorlukla geçilen bir bicimde. O kadar yorucu ki etrafıma yardım istemek için bakınıyorum. Gözlerim görmüş beynim de tanımıştı karşımda gördüğüm tanıdık yüzün sahibini. Derhal hızlandım onun hızına yetişmeye çalışarak ama nafile. Benden kat kat daha çevik yoldan yürüyüp gözden kaybolmuştu. Nefes nefese duraksadım, önümde birkaç adım kalmış dahi olsa o yolun sonuna varamayacağıma inanmaya başladım. Tam yorgunlukla yere oturacakken yanımda ananem durdu. Ne bir kelime etti ne de tek bir ses çıktı ağzından ve buna rağmen gülümseyip tebessüm ederek bana bakıp elimden tuttu, tıpkı eskiden çocukluğumda yaptığı gibi. Rüya olduğunu biliyorum çünkü ananem yanımda olamaz. "Anane ikizlerim olacak.", beklentiyle gözlerine baktım yüzündeki hüzünle başını 'evet' anlamında salldı. Yüz ifadesinden irrite olarak onun baktığı yere çevirdim bakışlarımı, yolun sonuna hiç kadar mesafe kalmıştı. Ananem durdu ve elimi bıraktı. Yine ne dudakları oynamış ne de ağzı az da olsa açılmıştı ve buna rağmen neredeyse düşüncelerini duyabiliyor gibi pürüzsüz sesini işittim, "Devam et, yürü. Durma, abdestini al namazına yetiş. Allah'a daima hamd et.", kayboldu.

Yine ufak çaplı gül bahçesi vardı karşımda, hızla ilerledim. İlerlerken yol kenarında çeşit çeşit çiçekler belirdi, bir gül ve bir de tanımlayamadığım bir cins çiçek yeni ekilmişti. Omuzuma dokunan kişinin kim olduğunu dönmeden bildim ve ona dönerek Hureyre'ye gülümsedim,"Sen mi ektin?", diye sordum. Çiçeklere bakıp başını salladı ve cevap verdi, "Sulamalıyız onları.", bu defa ben onayladım ve yakınımda duran ibriği elime aldım.

Gözlerimi kırparak tavana baktım, beyazın acımasız parlaklığı gözlerimi beynimin derinlerinde hissettiğim sızlamayla rahatsız etti, yüzümü buruşturup göğsümden aşağısına baktım. Karnımın sisliği halen belliydi her ne kadar hatırladığım gibi olmasa da. Kalkıp oturmaya çalıştığımda kasığımdaki acı beni durdurdu. Tahriş olan gözlerimle odada bir insan veya bir nesneyi tanımaya çalıştım ama gözlerimin tek algılayabildiği yanımda yatan yaşlı kadın ve bağlı olduğu kocaman cihazdı. Korkuyla etrafıma bakındım ta ki yatağın yakınında üzerinde basit çizgilerle çizilmiş insan figürünü bulana dek. İki defa bastım saniyeler içinde odanın kapısı açıldı, "Ahh Sare hanım, günaydın. Nasıl hissediyorsunuz?", ortalamanın üstünde mutlu olan orta yaslardaki kadın bana bakıp cihazlara göz gezdirdi bu sırada yanıma gelip yüzümden maskeyi de indirdi ki söz konusu maskenin yüzümde hissettirdiği rahatsızlık hissinin kaynağı olduğunu ancak indirdiğinde anlamıştım. "Ağrı veya şikâyetiniz var mı şu an?", kadın sorduktan hemen sonra onaylayıp su rica ettim. Ağzım o kadar kurumuştu ki çölün ortasında koşup gelmiş gibi hissediyordum. "Tabii ki.", iki yudum su içtirdikten sonra cihazda iki düğmeye bastı. "Doktor birazdan vizite için geliyor Sare hanım siz yine de bir isteğiniz olursa zile basın.". "Tamam.", sonra düşününce kadın çıkmadan sordum, "Bebekler iyi mi?", hemşire onaylayıp ekledi "Yeni doğan yoğun bakımındalar.". Odadan çıktıktan sonra nefes verdim ve daha sakin etrafıma bakındım, araba kuyruğunu hatırladım ve bize yardım etmek için gelen adamı. Son hatırladığım ise önümde oturan kadın ve arkamda oturan Hureyre idi.

"Allah!", elimi ağzıma koydum, öleceğimi sanmıştım. Hureyre'yi ne kadar korkutmuş olduğumun düşüncesi bile boğazımda daralma hissine yol açarken ayrılan kapı ve üç kişinin girmesiyle bunu düşünmemeye karar verdim. "Sare hanım.", arabadayken yardıma gelen adam tam önümde duruyordu arkasında ise iki küçücük olan gözlerin beni tedirginlikle izlemesini gördüm. Gözlerinin etrafındaki deri uzaktan bile apaçık kızarıklığı ise besbelliydi aynı zamanda etrafındaki karartı da gördüğüm kişinin kimliğini sorgulamama sebep olmuştu neredeyse. "İzninizle sizi muayene etmek istiyorum.", çenemi indirip kaldırarak halen Hureyre olduğunu düşündüğüm kişiye bakmaya devam ettim. Hem bana bakıyor hem de bana bakmıyordu arada bir de beni muayene eden adama bakış atıyordu – bu kadar. O sırada adam görüş alanıma girince soru sorma isteğine yenik düştüm, "Affedersiniz, siz doktor musunuz?". Adam kahkaha atıp üzerimdeki yorganı bir kenara aldı, "Evet, ben ordinaryüs doktor Ali Khan. Size kendimi tanıtmıştım. Sezaryen ameliyatınızı ben yönetip yaptım ayrıca ekibimizle beyin ödeminizi de ameliyat ettik. İlk karşılaşmamızı hatırlıyor musunuz Sare hanım?". Şaşkınlıktan hayretler içerisinde nefes bıraktım ve Hureyre'ye bunların gerçek olduğunu tasdik etmesi için baktım ki oda bunu sessizce tasdik etti. "Yani siz – Ne?", battaniyeyi tekrar üzerime örten adama baktım.

"Sare hanım biz sizinle trafik sıkışıklığında arabanızda tanıştık, hatırlıyor musunuz?", yavaş yavaş da olsa puslu resimlerden tanıdığım bir insan olduğunu biliyordum. "İlk doğan bebeğinizi arabada ilk yardım çantasından elde ettiğimiz imkanlarla baktık. İkinci bebeğiniz acil sezaryenle burada hastanede dünya'ya geldi. Kısa süreliğine kalbiniz durmuştu bu yüzden yapılmamasına dair sizden yasal bir karar bulunmadığı için reanimasyon yapıldı.", konuşurken tane tane ve yavaş konuşarak benim de takip edebilmemi sağladı ayrıca bu bilgilerin hukuken hastaya açıklanması gerektiğini de vurgulamayı unutmadı. "Gebelik zehirlenmesi geçirdiğiniz için beyin ödemi geçirdiniz, bu nedenle kalp atışınız da çok zayıftı. Başınızdaki sargı da ameliyat edildiğiniz için. Şimdi daha iyi hissediyorsunuz değil mi?". Kendimi dinledim ve iyi hissettiğim için onayladım, "Evet, bebekler nasıl? Onlar iyi mi?", bakışlarım tekrar Hureyre'ye kaysa da doktor Khan asistanına baktı o da işaret olduğu belli olan bakışın ardından açıklamaya başladı. "İkisi de yeni doğan yoğun bakımında gözetim altında. Kuvözdeler zira organları erken doğum nedeniyle tam gelişmemiş ve desteğe ihtiyaçları var. Bir süre sonra kilo ve gelişimlerine göre ısı yatağına geçebilecekler. Oğlanda solunum güçlüğü sendromu teşhis edildiği için ek olarak hem cihaz hem de personel tarafından saat başı kontrol altında. İkisi de gözetim altında ve durumları stabil.", doktor Khan bu bilgiler üzere ciddi yüz ifadesiyle onaylayıp bana döndü.

"Sare hanım, merak bebeklerinizi merak etmeyin, benim de gözetimim altındalar ayrıca kendi kadın doktorunuz da onlarla ilgilendi. Hastanemizin yeni doğan uzmanı da durumlarını gerektiği kadar kontrol altında tutacaktır. Hastanemiz olağan her tedavi için de hazırlıklı, çocuklarınızın iyi olması için herkes elinden geleni yapacaktır.". Bu kadar güven vermesine içimden şükrederek nefesimi baraktım. "Bebeklerimi ne zaman görebilirim?", doktor Khan bir elini kaldırıp gözlerime baktı, "En iyisi daha sakin ve acele etmeden iyileşmek için dinlenin Sare hanım. Hem sezaryen hem de nörolojik bir ameliyat geçirdiniz ayrıca bunların hemen öncesi de normal doğum gerçekleştirdiniz. Vücudunuza iyileşmek için biraz zaman tanıyın biz de bu süre zarfında bebeklerinizle ilgilenelim. Sizin bundan sonra bolca kendinize vakit tanımanız gerekiyor.". Hureyre'ye baktı o da bunun üzerine bana bakıp başını sallayarak doktora katıldığını gösterip inanmamı sağladı. "Burada da daha fazla kalmanızı gerektiren fazla sebep kalmadı zaten. İki ila üç güne normal odaya geçebilirsiniz ama biz yine de her ihtimale karşı sizi biraz daha burada yoğun bakımda misafir edelim. Başarılarınız için size hafif bir ilaç verilmesini sağlıycam, süt üretimine engel veya zararı olmayacaktır. Bandajınız burada kaldığınız sürede çıkarıldı, hemşireler birkaç saate bir gelip dikişlerinizi kontrol edecekler. Sezaryen dikişleriniz kendi kendine çözülecek. Genellikle 6 haftaya iyileşmiş oluyor. Sizin sormak istediğiniz bir soru var mı?". Hureyre'ye bakıp hayır anlamında başımı iki yanıma salladım. Kafam bu hareketime ve algılamaya çalıştığım onca bilgiye aşırı hassas tepki vererek ağrıyla yavaş olmamı istediğinin sinyallerini iletmekte gecikmedi.

Doktor Khan çenesiyle bana ve Hureyre'ye tamam der gibi başını indirdi ve vedalaşarak asistanının da kâğıtlarına bakıp ardından gitmesini bekledi ve odadan çıktılar. Böylelikle Hureyre yanımda kalmıştı. Hala algılamakta zorlandığım bir hızla yanıma ulaşan Hureyre alnımı ve yanaklarımı öptü. "Çok özür dilerim. Seni çok korkutmuş olmalıyım.", sesim bir fısıltıdan fazlası değildi ve buna rağmen Hureyre bana bir saniyeliğine bakıp başını iki yanına salladı. "Hayır, bunları düşünme sen artık. Hiçbir şey düşünme hatta. İyi düşünceleri çoğalt artık. Senden başka hiçbir şey istemiyorum, tamam mı?", elimi eline aldı sonra tekrar yüzüme kaldırdı bakışlarını. Gözyaşlarım ağır çekimde indi yüzümden bunu görünce dudaklarını birbirine bastırıp yine başını salladı parmaklarıyla da yüzümü tekrar tekrar bıkmadan kuruladı. "Annem mi bebeklerin yanında?", o cevap verirken oraya bakabilecekmiş gibi kapıya diktim gözlerimi, halen yer yer puslu görüyordum kapıyı. "Evet, sırayla bir orda bekliyorlar bir de burda.", onaylayıp eşimin yüzüne baktım. "Çok yorgun görünüyorsun Hureyre.", onun bu halini daha yeni idrak eder gibi kalbim sızladı ama o sanki iltifat etmişim gibi gülümsedi. "Hepsine razıyım ben. Sana bir şey olsaydı ne durumda olacaktım bir bils–", aniden sustu cümlesini bitirmeden. Kendisi de iyi düşünceleri çoğaltacaktı demek ki. "Herneyse, geçti artık Allah'a hamd-ü senalar olsun, sen de iyisin artık.". Ona meraklı ve sevinçli gözlerle baktım, "Sen onları gördün mü? Nasıllar, anlatsana?", sabırsızlıkla onu izlerken karnımdan gelen acıyı tamamen defettim.

"Bana çok benziyorlar.", biraz zaman aldı sesindeki kinayeli tonlamasını anlayana kadar. "Demek öyle?!", kapıya bakıp dudağımın kenarındaki kıvrılmayı görmesini sağladım o ise elimi daha sıkı sardı. "Tabii ki sana çok benziyorlar.", ellerimi gülümseyerek dudaklarına götürdü, dudakları ise elimde dahi çok kuru ve sert bir his bıraktı. "Biliyor musun eskiler çocuk kim kimi daha çok severse ona benzer demişler.". Gözleri ellerimden tekrar yüzüme çıktı ama bu defa sandığım gibi şakalaşmak için bakmadı bana, "Beni bu kadar özünden geçerek sevme Sare.", sesindeki üzüntü ve korku iliklerime kadar işlese de yapabildiğim tek şey omuzlarımı kaldırıp indirmek oldu, bu sırada yüzüme elimde olmadığına dair bir gülümseme yerleşmişti. Önce kaşları kalktı sonra ise beklenmedik sesli gülüşü odada eğreti durdu, tekrar alnımı öpüp konuyu değiştirdi. "Artık isimleri kararlaştırmamız gerekiyor annelik kimliğine yazmak için bekliyorlar." (almanyada her bebek için anneye 'annelik kimliğiyle' bebeğin ismi, kilosu ve doğum tarihi yazılarak verilir) Duvardaki saate baktım, sanki ne kadar süre uyuduğumu o bana belli etmeden fısıldayacaktı. "Doğumdan sonra ne kadar süre geçti ki?", Hureyre karnıma baktı, halen hafif şişmişti. "Üç gün oldu.", daha fazla kafamın ağrımasını istemediğim için fazla oynatmadan çenemi indirdim.

"Senin bir fikrin var mı?", ona bakıp bekledim, "Oğlan için bir isim düşünmüştüm diğerini de sen belirlersin istersen.", "Tamam, sen ne düşündün?". Gözlerime bakıp cevap verdi, "Zekeriya.", "Tamam.", düşündüm bir süre sonra benim aklımdan geçen isim hakkında sorma ihtiyacı hissettim. "Peygamber efendimiz aleyhisselatu vesselam'ın bir ismi de Tahir değil miydi?". Hureyre bir duraksayıp sonra onayladı. "Adı Zekeriya Tahir olabilir mi?". Hureyre gülümseyerek yüzüme baktı, "Tabii ki Sare'm.", "Peki kızımız? Kızımız için bir isim düşündün mü?", heyecanla çocuklarımın babasına baktım, sesim çatallaştığı için bir barda su içirirken cevap verdi, "Evet ama ilk ismini sen koy.", "Ama daha bilmiyorum ki.", nefesimi düşünürken bıraktım ta ki aklıma biri gelene dek. "Hafsa bence çok güzel, Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi vesellem'in bir eşinin ismi de Hafsa, Hz. Ömer'in kızıydı, hem bu isimde bir arkadaşım da vardı. Anlamı da çok güzel aslan yavrusu veya muhafız.", Hureyre bana gurur duyarak baktı, "Senin düşündüğün isim neydi peki?". Bu defa o bana sordu, "Ananenin senin için çok değerli olduğunu biliyorum bu yüzden Aişe diye düşündüm veya benim –", o cümleyi bitirmeden ben tamamladım, "Annenin isimi mi?". Kafasını sallayarak onayladı düşüncemi bunun üzerine ben de fikrini onayladım, "Tamam, senin annenin ismi olsun.". Gözlerinde parlayan lambanın ışıkları mıydı yoksa göz yaslarını oraya hapsetmesi miydi bilmiyordum ama o tekrar ellerimi dudaklarına götürüp öptü.

"Zekeriya Tahir ve Hafsa Zeynep.", gözlerindeki yaşlar iyice belli olmuştu gülümserken benim çoktan akmaya başlayan gözyaşlarımı ise çoktan silmeye başlamıştım bu sırada Hureyre ayaklanmıştı. "İsimleri söylemeye gidiyorum ben o zaman, kuvözden çıkınca da isimlerini kulaklarına söyleriz inşaAllah.", "Tamam. İkisi de önce Allah'a sonra sana emanet.", sesimdeki istemsiz ertelenmiş kavuşma üzüntüsü belli olmuştu Hureyre ise bana dönüp en samimi gülümsemesiyle bütün endişelerime çare olacak ses tonunda "Tamam, sen hiç endişe etme.", dedi, yanıma gelip alnımdan öpüp odadan çıktı, tabii kapıya attığı her adımın ardından bana dönüp bakarak çıkması onun bu hallerine gülmemi sağlamıştı. Şüphesiz – heyecanlı – baba olmak bir erkeğe bu kadar yakışabilirdi.

(...)

Dört hafta geçmişti doğumun ardından, önce normal odaya çıkmış oradan da eve taburcu edilmiştim. Karnımdaki yara gayet hızlı iyileşirken başımdaki yara çoktan varla yok arası kalmıştı. Tabii ki Hureyre iyileşmem için bana fiziksel sayılan veya sayılmayan bütün aktiviteleri yasaklamış bir de üstüne bunlardan birine dahi kalkışmam sonucunda bana ceza bile hazırlamıştı. Annem loğusa yatağımdan bir an olsun ayrılmazken Hureyre doğumdan sonra yedi gün olmadan Zekeriya Tahir ve Hafsa Zeynep'in akikalarını yerine getirmekle meşguldü. Akika esasında Peygamber efendimiz alehisselatu vesselamın torunları Hasan ve Hüseyin'in doğumuyla kurban ettiği koç olarak bilinir (Ebu Davud, Dahaya, 21; Nesai, Akika, 1) ayrıca islami açıdan kurban kabul edilen her hayvan maddi duruma göre akika kabul edilebilir. Sahih sünnet kitaplarında, Müsned ve tirmizi kitaplarında bu konuda yapılması gerekenleri okumuştu Hureyre. Rivayetlere göre erkek için iki kız için de bir kurban kesilmesi maddi duruma göre uygun görülmüştür. Akikaların yedinci gün en faziletli olmasından Hureyre ben loğusa yatağındayken o güne dek bütün gereklilikleri organize etmişti (İbn Rüşd, Bidaye, 1/463-464). Bebeklerin saçlarını tıraş ederek ağırlığınca altın gramını ölçtürüp tutarı kadar da parayı ihtiyacı olanlara bağışlamıştı.

Resulullah (sav.) torunu Hz. Hasan (ra) için akika olarak bir koyun kurban ettiginde Fatıma annemize şöyle buyurmuştu: 🥀 Ey Fatıma! Çocuğun başını tıraş ettir ve saçının ağırlığınca gümüş tasadduk et!🥀 Bu emir üzerine saçı tarttırmış ve ağırlığı bir dirhem veya buna yakın bir miktar olduğundan gümüş alınmış." (Tirmizi, Edahi 20, (1519)). Bu konuda gümüş veya altın olması Müslümanın maddi durumuna göre uyarlanmalıdır. Hureyre babasının yardımıyla akika miktarını Somali'de ihtiyaç sahiplerine gönderdiğinden dikkatle bebeklerin ikisinin de damağına hurma ezmesi sürmüştü. Tabii bunu yaparken hassas yumuşak kemiklerine zarar vermemek için büyük özenle zarar vermemeye gayret etmişti. Bunun ardından ikisinin de isimlerini Peygamber efendimiz aleyhisselatu vesselamın taktir ettiği üzere sağ kulaklarına duyurmuştu. Zira Hz. Ebu Rafi nakletmiş: 🥀Hz. Hasan (ra) dünyaya geldiği zaman Hz. Peygamber (a.s.m)'in onun kulağına ezan okuduğunu gördüm🥀(Ebu Davud, Edep, 107; Tirmizî, Edahî, 16; Ahmet b. Hanbel, VI/9, 291).

Doğumdan sonra altıncı haftada çocuklarımızı evimize götürdük, daha doğrusu Hureyre onları hastaneden alıp eve – benim yanıma – getirdi zira benim halen az hareket etmem gerekiyordu. O gelir gelmez annem evine gitmişti benim ise bundan sonra kalan loğusa sürecim sorunsuz bitmişti Elhamdulillah. Odamızın hemen yanındaki misafir odasını onlar için çocuk odasına çevirdik, maalesef her biri için bir odamız yoktu, bu konuda mescidi bozmaya karar vermiştik. Buna rağmen ileride büyüdüklerinde taşınmamak için mescidi bir gün bozmamız gerektiğini biliyorduk. Çocuklarım sonunda yanıma geldiğinde düğünümüzden sonra ilk gecemiz gelmişti aklıma. İkimizde gece boyunca ibadet ve dua etmiştik – Allah'a bize saadet nasip edeceği ve izzet-i dergahından bizi de nasiplendireceği bir evlilik nasip etmesi için birbirimizden habersiz dualar etmiştik. Ve Allah bize dilediklerimizi iki sağlıklı evlat bahşederek nasip etmişti – artık eve geliyorlardı. Hureyre'yi ve çocuklarımı beklerken hem çocuk isteyen aileler için hem de ailelerinin hidayeti için dua eden çocuklar için dua ettim. Düşüncelerim istemsizce ailelerinden zülüm gören çocuklara odaklanmıştı, oysa Allah'ın son Peygamberi Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem söyle buyurmuştu: 🥀 Çocuklarınızı çok öpün, her öpüşte Cennetteki dereceniz yükselir🥀(Buhari)

Ergenlik cağımda bir Cuma hutbesinde Müslümanlara çocuklarına sevgi ve saygı ile muamele edilmesi tavsiye dilediğine şahit olmuştum. Ayrıca sabırla ve anlayışla karşılık verilmesini, onları iyiliğe ve iyilik yapmaya alıştırmayı, onlarla iyi geçinmeyi ve ibadet için onları yanlarına davet etmeyi, onların varlığında edepsiz konuşulmamasını ve onların önünde örnek davranış sergilenmesini de önermişti hoca. O zamanlar duyduğumda da çok etkilendiğim bir cümle daha yankılanmıştı camide; Çocuklar yemek ihtiyacı kadar eğitim ihtiyacı da duyar ve bizim davranışlarımızı kopyalarlar. Son olarak ümmet-i Muhammed'in bir başkasının çocuğunu yabancı olarak değil kendi evladı olarak görmesini önermişti. Ancak böyle kardeşlik ve iyilik duygusu çoğalırdı. Ya Allah bizlere evlatlarımızı bilinçli islam ahlakıyla yetiştirmeyi ve onları Senin (C.C.) ve Sana (C.C.) olan sevgimizle yetiştirmeyi, Peygamberin salallahu aleyhi ve sellem'in sünneti üzere eğitmeyi nasip ederek bizleri cennete layık insanlar kıl.

(...)

"Hureyre bana bir yardım edebilir misin?", kolumda Hafsa Zeynebi tutarken Hureyre'ye Zekeriya Tahir'in yatağını işaret ettim, "Sen de onun bezini değiştirebilir misin, o zamana kadar ben de emzirip sonra ikisini uykuya yatırayım?". Eşim yanıma gelip kollarımdaki Hafsa Zeynep'e baktı, "Hafsa Zeynep, canım kızım, açıktın mı?", minik burnuna eğilip öptükten sonra bana baktı. "O zaman sen emzirince ben kızımı uyuturum o sırada Zekeriya Tahir de hazır olur annesi.", onaylayıp nefes verdim. "Öyle de olur.", işaret ve orta parmağının arasına yanağımı sıkıştırıp makas aldıktan sonra bana takılmaya devam etti tipik Hureyre egzersizi olarak, "Eee? Bana ne zaman vakit ayıracaksın sen? Beni iyice unutup boşladın sen de.", arkamda durup omuzumun üzerinden Hafsa Zeynep'e baksa da sesinden gülümsediğini anlamıştım. "Eveet, Zekeriya Tahir senin annen çok değişti biliyor musun? Ben senin annenle evlendiğimde çok daha utangaçtı bir kere, biliyor musun? Şimdi ne kadar da çekinmek bilmeyen pervasız biri oldu.", son birkaç kelimeyi benim duyacağım seste fısıldayınca kucağımda duran Hafsa Zeynep'e hitaben konuştum, "Kızım, senin baban tam bir maço biliyor musun? Garsona bile önüne bakması için tehdit eden biri baban.", kahkaha attığımda Hafsa Zeynep de bizi bakıp kıpraştı omuzumun üzerinden ona baktığımda yüz ifadesinin daha az eğlenceye büründüğünü fark ettim.

"Yok artık, hanım efendi, o kadar da değil yani! Benden başka kimse sana iki defa bakamaz. O kadar, bitmiştir!", "Hahahah!", kahkaha atarken Hafsa Zeynep'i yatağına yatırdım. Seri hareketlerle devam ederken kısa süreliğine ona dönüp cevap verdim, "Hayır, bu doğru değil. Ben en az iki adam tanıyorum bana bakması gereken.". Hureyre yataktan kaldırdığı Zekeriya Tahir'i yatağın üzerine koydu sonra da yanıma gelip konuşmaya devam etti, "Bak ya? Kimmiş onlar?", kolumdan beni dayandığım Hafsa Zeynep'in yatağından kendine çekip kollarını belime sardı. Düşünür gibi yaptım tavana bakarken, "Hmm. Babam ve oğlum olabilir mi?", her ne kadar hala alışabilmiş olmasam da 'oğlum' kelimesine hemen sonrasında gülümsemeden duramadım. Hureyre bunun üzerine bana uzun uzun bakıp ekledi, "Sen gerçekten değiştin Sare. Zübeyr onu unuttuğunu, şu dediklerini bir duysa var ya heheyt!", bir elini belimden çözüp önümde daire seklinde çevirdi ve ağlamaya başlayan Hafsa Zeynep'e omuzumun üstünden bakış attı. Hureyre kızımızın ağlamasıyla bölünen iddialaşmamızdan memnun olmayarak ona bakarken ben de kardeşimi unuttuğumun suçluluk duygusunu kurduğum cümleyle bastırmaya çalıştım, "Sen en iyisi kızınla ilgilen, bizim yakınlaşmamıza alerjisi var kendisinin.". Beni bırakıp "Aynı annesi işte.", demesini umursamadan işi biten Zekeriya Tahir'i emzirmek için yatağa geçtim daha fazla oynamasına müsaade etmeden. "Sen annene rakip mi çıkacaksın güzel kızım?", uyuması gereken çocukla oynamaya başlayınca uyardım, "Hureyere oyunla kandırıp uykusunu kaçırmazsan, hani?". Hureyre kahkaha atıp beni iyice sinir ederek "Birincisi kızımız kandırılamayacak kadar zeki, ikincisi o değil de belki sensindir kıskanan?". Zekeriya Tahir daha fazla istemediği için toparlanıp kucağıma aldıktan sonra Hureyre'ye sırtımı dönüp, "Hayır, ben sadece uykusuzluktan yeterince gergin bir anneyim.", diyerek samimiyetle sesimde yorgunluğumun kendini belli etmesine izin verdim.

Benim duyamayacağım bir şeyler söylense de yerine yatırırken huysuzlaşan Zekeriya Tahir'i sakinleştirmek için, "Pşşt.", dedim. Ben her ne kadar oğlumu kastetsem de eşim de sessizleşmişti, Hureyre Hafsa Zeynep'in başucuna oturup ona bakarak ezberinden Sureler okumaya başladı. Hem kendim hem de oğlumunum dinlemesine müsaade etmek için görüş alanından çekildim, duyduklarına odaklanmasıyla o da sessizleşti. Sadece nini söylemek yerine bir de Kur'an tilaveti dinletiyorduk, özellikle Hureyre Ömer'den hafızlık için ezber yaparken bunu düzenli sağlamak daha kolaylaşmıştı ona da tekrarlamak için fırsat oluyordu. Bir bakış daha attığımda Zekeriya Tahir'in gözleri yorgunlukla kapanmıştı, esneyip ağzını şapırdattıktan sonra uzattığım elimi tuttu ve babasının sesini dinlemeye devam etti. Odanın her metrekaresine, havasına dolan tilavet sesi hepimizin yorgunluğuna iyi gelmişti. Çocuklarımın cennet gibi kokularıyla karışan tilavet huzuruyla önce uyuyan oğluma sonra da eşime ve kızımın yatağına baktım. Yanlarına sızıp Hureyre'ye arkasından sarılarak ellerimi karnına başımı da omuzuna koyup gözlerimi nefesimi bırakarak kapattım. Sağ omuzuna koyduğum yüzümün sol tarafı gevşemişti. Sonrasında geçip giden dakikalarda Hureyre bir diğer sureyi de okuyarak kızımızın uyumasını izledi ve ellerini benimkilerin üzerine koydu. Gülümseyerek bana döndü elimi bırakmadan odadan sessizce çıkardı beni. Salonda kapıyı ardımızdan kapatıp aynı sakinlikle beni koltuğa götürüp oturttu, ben ise onun yanıma oturmasını izledim. "Sence babamlar hemen bu hafta sonu mu gelir? Senin loğusa dönemin biter bitmez yani?". Sessizce gülüp bunun sonucunda karnımdan gelen ince sızlamayı umursamadan ona baktım, "Amine'nin loğusalıkta bile gelmek istediğini biliyorsun değil mi?", onu profilinden izlemeye devam ettim.

"Biliyorum.", yüzünü silip bana baktı ve kaymamı istedi, ki ben de istediğini yaparak alıştığım yeri açtım. "Hadi koy kafanı buraya", kucağına elini tıpışladı sonra da ona bakmaya devam ettiğim için bıkkınlıkla kafamı tutup indirdi kucağına. Kafamı koyar koymaz parmaklarını şakaklarıma koyup masaj yapmaya başladı. Tebessümle gözlerimi kapattım şakayla sordum, "Bu hizmetinizi neye borçluyum efenim?", "Saree!", uyararak parmaklarını çekip açtığım gözlerime baktı bende yüzümü ağlar gibi ekşitip devam etmeyeceğimi söyledim. Sonraki on dakika boyunca durmadan masaja devam etti ta ki ben yeterince rahatlayanıp daha yavaş nefes alıp verene dek. Zihnimde gezinip bana huzur vermeyen soruyu her ne kadar görmezden gelmeye çalışsam da beni rahat bırakmıyordu. "Yapma şunu artık.", "Neyi?", gözlerimi açmadım ama yüz ifadem sorunun seklini almıştı bile. "Bunu.", iki kaşımın arasında toplanan kaslara bastırdı parmağını. "Özür.", gözlerimi açtığımda bıkkınlıkla bana devirdi bakışlarını. "Yine ne soruyorsun kendi kendine akşam akşam?", omuz silkip cevap verdim, "Sanırım artık rüyalarımın anlamını anladım.". Umursamadan gözlerimi kapatsam da Hureyre bu defa anlamadığı için soru sordu, "Ne demekmiş sence peki?".

Tekrar gözlerimi açıp en mantıklı açıklamasını sesli söyledim, "E yani, hamilelikten önce sürekli sağlığımla ilgili rüyalar görmüşüm. Ayrıca iş hayatımda da yasadığım sorunları gördüğüm can sıkan karanlık rüyalara yordum, ne de olsa sıkıntılı dönemlerdi. Hem annem de hamileyken haberi olmadan sağlığımla ilgili endişe ederek rüya gördüğünü anlattı sonrasında da uzun bir süre ananemi gördüm ta ki hamile olup sorunlar sadece beni ilgilendirmeyene dek. Sonra sürekli bahçe ve bitki vesaire çiçekler falan gördüm ki onların tabiri de çocuk sahibi olmakmış. Enteresan olan da ameliyat esnasında gördüğüm rüyaydı biliyor musun.", Hureyre sözümü keserek sordu, "Anesteziye rağmen rüya mı gördün sen?", başımı salladım. "Evet, sanırım. Ananem yolun sonuna gitmemi söyledi sonra da abdest almamı ve namaz kılmamı. Düşününce onun benimle gelip neden abdest almadığını anladım. Onun namazı kalmadı ki, yani vefat ettiği için o farz kalktı ondan ama ben yaşadığım için namaz bana hala farz.". Hureyre anlasa da emin olmak için ekledi, "Sen yine de bu kadar zayıf şeylere bağlama yaşadıklarımızı. Bilincaltın da olabilir, Allahu alem (Allah daha doğrusunu bilir).", "Evet, doğru.".

Yüzüne bakarken parmağım kendiliğinden kaşına kalkıp birinin üzerinde gezindi. "Sanki on sene birden yaşlanmış gibi duruyorsun.", ciğerlerinden nefesini bıraktı ve yüzünden bir tebessüm esip geçti, "Yani, başka insanların belki on senede yaşadıklarını yaşadım ondandır. Strestendir hem.", sırıtarak bana baksa da benim gülmeye niyetim yoktu. "Gerçekten de kısa sürede ne kadar çok sey yaşadık, değil mi? İmam nikahımızın kılındığı sabah nasıl heyecanla hazırlandığımı dün gibi hatırlıyorum oysa.", "Evet, şimdiyse benim çocuklarımı dünyaya getirdin, bak.", refleks kadar hızlı omuzuna vurdum. "Bizim!". Öylece gülerken yüzüme baktı ta ki ben de gülmeden duramayana dek, alçak sesle ekledi "Biliyorum.". Gözlerim kapandı, bir evde iki bebek birden fazlasıyla zordu. "Bugün kaçta uyandın sen?", gözlerimi açmadan dudaklarım hareket etti, "Seher vaktinden önce, Zekeriya Tahir ağladı. Yer yer Hafsa Zeynep'ten çok ağlıyor fark ettin mi? Aslında şaşırmıyor değilim çünkü Hafsa Zeynep gündüzleri daha çok ağlıyor ama geceleri daha sessiz.", durup nefesimi bıraktım sonra da düşüncemin sonunu getirdim. "Geceleri minik bey füze gibi bir anda uçuyor, dur durak bilmeden, yüksek sesle ayrıca çok da uzun süre ağlamayı başarıyor, bildiğin inatla devam ediyor.". Tekrar parmakları şakaklarıma gitmişti, daire çizerek konuştu, "Sende de çok haklı değil mi? Ne de olsa dünyaya geldiği andan itibaren yaşamak için savaşmak zorunda kaldı.". Hureyre sessizleşince bana da yaşadıklarımızı tekrar düşünmek için fırsat tanıdı.

"Sence bunu kabullendi mi yani?". Hureyre hareketlerini durdurdu böylelikle ben de gözlerimi açtım ve soruma detayları ekledim, "Kız kardeşinin ondan bir saat büyük olduğunu yani?", Hureyre'nin ağzı biraz açık kalsa da güldü ve hayır anlamında başını salladı, "Hayır, ben bile öyle düşünmüyorum ki? Yok canım, benden sonra kardeşi koruyacak onu, ne ablası?". Kafamı kucağından kaldırıp uzandığım yerden doğruldum ve bedenimi ona çevirerek oturdum ki bu sırada git gide iyileşen yaramı ağrımadığı için taktir ettim. "Sen ciddi misin? Onun 'büyük abi 'zırvalığına ihtiyacı yok", kaşlarımı buruşturdum. Erkek kardeşinden korkmaması gerekirdi. "O sadece Allah tarafından korunacak zaten ayrıca hayatını da davranışlarını da Allah'ın rızasına göre yasayacak 'büyük abi korkusuyla' değil!". Hureyre bana ciddiyetle bakıp reddederek başını iki yanına salladı, "Hayır sen bilmiyorsun nasıl olduğunu. Büyük abi kız çocukları için iki katı korunma demek.". Elimi aramızda havaya kaldırıp en az yarım dakika bekledim ta ki dudakları gülümsemeye evrilene kadar. "Tabii ki ablasının gözünü korkutan biri olamaz oğlumuz Sare'm. Ayrıca kızımız sadece Allah'a hesap verecek, merak etme bu yüzden de onu görünürde korkutup hizaya getiren bir erkeğe de ihtiyacı olmayacak – ne babası ne de erkek kardeşi. Babasının ve abisinin korkusundan kapansa bile biz olmayınca çıkarıp atar örtüsünü ama bizim Allah'ın rızası için yasadığımızı anlarsa zaten iman ederek kendi rızasıyla her görevini yerine getirir zaten.", rahatlayarak yüzümü yere çevirdim.

"O kadar çok şahit oldum ki eski okulumda, kızlar kapalı gelip örtülerini çıkarmasalar bile giyisilerini değiştirdiler. Ailelerinden görebilecek insanlar olmadığı için yani. Onlar bilmediği sürece istediklerini giyebileceklerini sandılar çünkü halbuki Allah için olanı Allah görüyor. En başından kimse bunu yanlış anlamasa veya yanlış anlatılmasa keşke.", o da onayladı, "Ben de Amine'ye hiç baskı yapmak istemedim. Ona anlatamadan onu zorlasam beni değil belki dinimizi canavar gibi göstermiş olurdum, sonuçta ondan istediklerimi kendim için değil dinimiz adı altında anlatmadan isteyecektim. Bak şimdi her yaptığının anlamını hayrını bilerek kendisi hazır olunca en doğrusunu yaptı, anladı ve severek görevlerini yerine getirerek fazlasına da razı oldu.", sonunda kucağına baktı, "Yatmak istemiyor musun sen şimdi?". Kendine doğru çekip kucağına koyduğu yastığa baktım, "Hayır, sen ne zaman uyandın bugün?", cevap vermeden çay isteyip istemediğimi sordu. "Evet, ben de geliyorum. Biraz hareket etmek iyi gelir.". Koridorda önümden yürüyerek "Evet, özellikle de ikiz doğurduğun için bir de üstüne bol kilo aldığın için iyi gelir, bence de.".

Hazır fırsatı bulmuşken arkasından omuzuna vurdum, "Bak sen? Abartma istersen, hem ben normalinden az kilo aldım bir kere.", mutfağa girince bir anda bana döndü ve ciddileşerek konuştu, "Biliyorum. Etrafımızdaki herkesten iyi biliyorum hem de. Bu yüzden de asla doğum öncesinden alıştığın yemek adabını bırakmayacaksın. Hatta sadece yemek yiyeceksin, özellikle de emzirdiğin sürece.". Altdudağımı ısırıp masaya baktım, saniyede karar vererek sandalyeye oturdum, "Doktor Khan'a sordum, bana çok iyi bir hematolog önerdi. Zehirlenme ve bütün önceki demir eksikliği meselesinden sonra hastanede değerlerime bir de o baktı, düzensizmiş. Bu her ne demek oluyorsa artık.". Hureyre önüme çay koyup oturdu, bana bir küp şeker atıp kendine atmadan bu konuda görüşlerini benimle paylaştı "Sare o adam çok bilgili ve daha önemlisi tecrübeli biri, ona güvenebiliriz bence. Eğer o bunu dediyse bir nedeni vardır. Ben çok sonra öğrendim bizim için ne kadar çok şey yaptığını.", ben de onayladım ve çaydan bir yudum aldım tam da o an odadan ağlama sesi yükseldi. Yorgunlukla ellerimi destek alarak kalkmak için masaya koydum ve Hureyre'ye baktım, "Veee iki numara.", beklememize gerek kalmadan diğeri de ağlamaya başlayınca Hureyre "Tam isabet.", dedi ve güldü – evet gülebiliyordu hala bu duruma. Sonra ise alıştığımız gibi Hureyre pesime düşüp önüme koşarak benden hızlı yetişeceğini söyleyerek odaya gitti. Daha şimdiden ileride onun da çocuklara katılarak beni sinir edeceğini anlasam da o günleri sabırsızlıkla beklediğim için gülümsedim.

(...)

"Yenge çay getireyim mi size de?", teşekkür ederek onayladım ve aynı zamanda karşımda duran kızın istediği yiyeceği hazırladım ve tabii ki beni gören annem seslendi, "Kızım, sen otur ben yaparım.". Benim gibi o da tezgahın ardında duruyor bir türlü arkamızdaki masalara geçip oturmuyordu. "Anne, sen otur lütfen. Hem merak etme iki susmak bilmeyen çocukla başa çıkabiliyorsam burda şu kadarcık siparişi de hazırlayabilirim.", karşımda duran ve henüz ismini bilmediğim – camiye son zamanlarda gelmeye başlayan – genç kıza gülümsedim. Tabağı önüne koydum o da rahatça acele etmeden parasını uzatıp teşekkür ederek arkadaşlarının yanına gitti. "MaşaAllah Hafsa Zeynep'im.", annem oturduğu yerde kendini bir o yana bir buyana sallayan kızımla oyun oynuyordu. İlk bahar için camide kermes kurulmuştu bu nedenle annem hem Hafsa Zeynep'e bakmama yardım ediyor hem de kermesteki işleri benim yerime yapmaya çalışıyordu – halen de belli konularla ilgili tavsiyelerde bulunarak benim kendi kendime çocukları büyütürken tecrübe etmem nerdeyse imkansız olan bilgileri benimle paylaşarak annelik hayatımda bana kolaylık sağlıyordu. Dikkatimi gittiğinden daha beyaz, kireç gibi yüzle yanımıza dönen Amine çekince ona bakıp kaşlarımı kırıştırdım, "İyi misin sen?", o ise dediğimi duymadan son anda çenesini kaldırıp indirerek tezgahın arkasına geçip elindeki tepsiyle bir sandalye'ye oturdu. Annem bana kısa bir bakış atıp torununa döndüğünde nedenini bilmiş gibi gülümsedi, "Ehh şuan sorun tam olarak ne?", Amine'ye bakıp sabırla bekledim ve buna rağmen onun hali beni tedirgin etmişti bile.

Masaların altında bir noktaya bakmaya devam ederek omuz silkti, "Babam abimle bir –", durup yutkunduktan sonra bana kaldırdı bakışlarını, "–teklif hakkında konuşuyor.". Gözlerimi büyütüp gülümsedim, "Yani şey mi?", ben sorumu onun yerine cevaplamadan onayladı sessizce tabii bu sırada yüzündeki pembe renk değişimi endişe edilecek bir durum olmadığının da bir göstergesi olmuştu – ve tabii tekrar kaçırdığı bakışları da bunu onaylamıştı. "Allah hakkında hayırlısını versin güzelim, O'nu razı etmekte uğraşlarını kolaylaştırsın güzelim.", başını sallayıp sonunda tam anlamıyla bir cümle kurdu. "Zaten sadece teklif, hem abimin de fikrini söylemesi gerekiyor.", tam olarak neden böyle düşündüğünü anlamadığım için kaşlarımı kaldırıp sordum, "Neden? Abin mi evlenecekmiş, ben mi bilmiyorum?", annem bizi dinlemiyor gibi dursa da Hafsa Zeynep'e gülmüş gibi sesli güldü ama sonra bize katıldı. "Fikir alışverişi dediğimiz istişare kapsamında önemli. Önemli olan senin fikrin – ki istişare de senin fikrinin oluşması için düşünülmüş yardım aracıdır. Göz ardı ettiğin bir konu kalmasın diye sana yardım edilerek kapsamlı düşünülür, senin yerine değil, senin için. Amine dinledikten sonra bana baktı, belli ki kafası karışıktı, "Yenge, sence daha erken mi?". Biraz düşünüp başımı hayır anlamında salladım, "Mezun oldun sonuçta ayrıca üniversite okumak istersen de bunu halen yapabilirsin. Eğer evlenecek kadar olgun hissediyorsan kendini ve bununla birlikte gelen sorumlulukları da kaldırabileceğini de düşünüyorsan kimse sana engel ol(a)maz – şayet çok iyi ve geçerli bir sebebi yoksa.".

Amine gülümseyip tekrar çenesini kaldırıp indirdi ,bakışları Hafsa Zeynep'e gittiğinde tekrar durgun haline sanki esen rüzgarla hayat enerjisi geldi. "Babam sorup soruşturduktan sonra kötü bir şey duymazsa birkaç sorum var sormak istediğim, bakalım. Olmazsa olmaz değil ama eğer –", sözünü keserek yanına gittim ve elimi omuzuna koydum, "– eğer doğru hissettiriyorsa bunu çok hızlı anlarsın aynı şekilde yanlış insansa da en az aynı hızda olmayacağını da fark eder – hissedersin.". Bana bakıp düşündü o yüzden ekledim, "Ne hissettiğini anında anlarsın gülüm, Allah'a subhanahu ve te'ala dua et sana doğru olup olmadığını en kısa sürede şiddetle hissettirsin. Amine bundan önceki uzun evlilik sohbetlerimizden dolayı haberdar olduğu için onayladı ve elime elini koydu sonra da anneme ve yeğenine baktı. "Ben de biraz ilgilenebilir miyim?", hala tam anlamıyla kendine güvenmediği için Hafsa Zeynep'i kucağına almamıştı Amine ki ona tam da bu yüzden alaycı bir bakış attım. "Sonunda kendine yeterince güvenip kızımı yere fırlatmayacaksan neden olmasın canım?", annem bunun üzerine bana kızarak baksa da ben omuz silkip çayımdan yudumladım hazır gelen giden yokken. "Gel Amine, bak böyle alacaksın kucağına. Kollarını böyle yatak gibi açıp –", göstermeye devam ederken onları Allah'a şükrederek izledim.

İstemsizce Amine'yle ilk buluşmamız geldi aklıma, hatta onunla bile daha karşılaşmadan Hureyre çıkmıştı karşıma. O anki irrite oluşum beni bugünümde tekrar gülümsetti. Ne kadar da rahatsız olmuştum erkekler bölümünün önünde durdurulmuş olmaktan ayrıca bir de üstüne bana yabancı bir oğlanın yanında durup beklemek zorunda kalmıştım. Nerden bilebilirdim ki o oğlanın benim bir gün eşim olup kız kardeşinin de beni bu saadete doğru ilerlerken yol arkadaşım olacağını? Amine'ye o zamanlar ne kadar sert çıktığımı düşününce tekrar annemle Amine'ye bakıp nefes alıp verdim. Amine'nin kucağında kızımla dolaşıyorken Zübeyr bir hışımla tezgaha koşarak geldi ve bana boyuna zıt olan o ciddi bakışını attı, "Abla, biz birazdan namaza giriyoruz, oturmasana!". Küçümsediğim çocuğun sözleriyle düşüncelerimi dondurup ayağa fırladım, buna rağmen kardeşimi bana kızdığı için anneme şikâyet etmek üzere dönsem de benden bunu bekleyen annem duraksamadan cevap verdi, "Ne sandın ki? Camideyiz diye kızmasa mıydı oğlum? Büyüdü o artık hem, ne sandın, erkekler bölümünde kılıyor namazlarını değil mi?". Kardeşim kendisiyle gurur duyarak çenesini kaldırıp Amine'ye bakarak devam etti, "Evet, Ömer amca da hızlı öğrendiğimi söyledi hem. Altı sure ezberledim bir kere!", onu dinlerken tezgahın ardından dolaşıp yanına giderek önüne diz çöküp "Öyle miii?", diyerek kolundan tutup kendime çektim. Yüzümdeki gülümseme dikkatinden kaçmayınca ciddileşerek onayladı, "Evet, kısalardan değil, upuzunlardan.". Onun bu kadar kısa sürede ilerleme kaydetmesi beni duygulandırsa da bu yastaki olgunluğu beni tedirgin ediyordu. "Şimdi de sen mi beni namaza çağırıyorsun peki Şehzadem?", kendinden emin ve mutlu bir tavırla "Evet!", dedi.

Önce ona sonra da Amine'ye baktım, o ise bana gülümserken gözlerimde biriken buğuları kırpıştırarak gidermeye çalıştım, "Tamam, biz de hazırlanıyoruz kuzum, Ezandan önce hazır oluruz inşaAllah, değil mi?", "Evet, hadi!", tekrar hızla erkekler bölümüne koştu minik adam. Bu sırada gözlerimde tekrar biriken yaşlar yüzümden süzüldü, "Anne, onu bu kadar güzel nasıl yetiştirdin sen?". Annem kızıma bakıp gülümseyerek bakmaya devam ederek bana tek bir bakış atmadan cevap verdi, "Onu Allah'a duyduğum sevgi ve saygıyla yetiştiriyorum ona örnek alması için de insanların en hayırlısı olan Peygamberi Muhammed Mustafa salallahu aleyhi ve sellem'in her hareketini öğretmeye çalışıyorum. Geriye kalan her iyiliğe de dua ederek çok çalışarak kendisi ulaşıyor Allah'a hamd olsun.". Kızıma bakıp kardeşimin yıllar önce kucağımda oturup dualarıma 'Amin' diyerek eşlik etmesi geldi aklıma. Bu kadar hızlı büyümesi beni ürkütüyordu, kendi evlatlarımın hızlı büyümesinden de çok korkutuyor olabilirdi. Allah kardeşime bu dünyada rahmetiyle zenginleştireceği ve ahirette bundan kat be kat fazla rahmet edeceği bir ömür versin. Allah'a rahatlıkla annemin de babamın da kardeşimi eğitmek için ne kadar çaba sarf ettiklerine dair şahitlik edebilirdim – hatta belki de benden çok ona özenle öğretmişlerdi bildiklerini, ne de olsa ben ilk çocuktum o ise ikincisi olarak tecrübeyle büyütülmeye devam ediyor.

"Anne, biz gidiyoruz o zaman, zaten çoğu misafir namaza gidecektir, burda da çok bir kalabalık olmaz inşaAllah.", annem elini sallayarak gitmemizi işaret edip Hafsa Zeynep'i Amine'den aldı. Telefonumu aldığımda Hureyre'den bir mesaj gördüm, "Sare, namaz için biri gelip Zekeriya Tahir'i alabilir mi?", tekrar anneme baktım. "Anne, Hureyre Zekeriya Tahir'i birazdan getirse olur mu?". Derhal başını salladı, "Evet, evet. Getirsin ne olacak ama kızım sen git al da getir bana, herkes bilmek zorunda değil benim –" söylemek istediğini sesli söylemesini önleyerek "Tamam.", dedim. Hureyre'yle bahçede buluştuk, hem erkekler hem de kadınlar burdan kendi bölümlerine gitmek için geçmek zorundaydı. "Al, Sare'm.", oğluma bakıp gülümsedim tam oynayacakken Hureyre koluma dokundu, "Hadi git, bekleme. Yoksa geç kalacaksın.". Tam cümlesi bittiğinde ezan okunmaya başladı, "Tamam.", önce bana gülümsedi sonra da oğluna bakıp tekrar kendi bölümlerine gitti. Bu sırada ben de anneme ulaşmak için acele ettim, sonra da abdesthaneye uğradım. Abdestimi alır almaz mescide geçtiğimde namaza başlamak üzere olanların yanına durup nefes alıp vererek sakinleştim. Hoca – Hureyre'nin babası – namaza başlamadan Allah'a subhanahu ve te'ala her şey ve fazlası için şükrettim ve o an eşimle aynı anda Allah'a ibadet etmek için beklediğimizi algıladım ve ileride bize evlatlarımızın da eşlik etmesi için dua ettim. Onların da tahkik-i iman ile ibadetlerini saygı, sevgi ve samimiyetle yerine getirmelerini Allah'tan niyaz ettim. Elhamdulillah ki hem anne ve babalarımızın, hem eşimle benim kalplerimiz Allah'a olan aşkımızla dolmuştu ve evlatlarımız da önce Allah sonra yaratılanlara duydukları sevgiyle dolacaktı inşaAllah – en önemlisi de insanların en şereflisi olan son Peygamber'e sallallahu aleyhi ve sellem duydukları sevgiyle atan kalpleri bu dünyadaki iyilikleri onlara tanıştıracaktı şüphesiz.

Allah Azze ve Celle cem-i cümlemize islam ahlakıyla bezenerek, Peygamber aşkıyla tutuşarak, inandıklarımızı ibadet fiiliyle süsleyerek, yakınlarımızı – sıla-i rahimi – gözeterek, daima iyilikte yarışarak ve iyilikle zenginleşerek yaşatsın ve bizleri bu nedenlerden dolayı cennet'ül firdevsinde kabul buyursun.

AMIN, ALLAHÜMME AMIN.

[...SON...]

21.09.2021

Hikaye, kurgusu, karakterler, size kattıkları veya size yaşattığı hayal kırıklıkları ve belki size hissettirdiği duygular ile ilgili son kez minnacık bir cümle paylaşmak isterseniz bence tam yeri ve zamanı olacaktır 😊

Epilog kısmında 'devamı' ile ilgili bilgileri ve naçizane benim hissettiğim duyguları daha doğrusu yazıya dökme çabamı okuyabilirsiniz. Esselamu aleyküm ve rahmatullahi ve berekatuhu 🌸

Continue Reading

You'll Also Like

3M 210K 53
Kayra: Kuryeniz çok yakışıklıydı vallahi! Çiçek Pastane: Lütfen, kuryemizin aklını çelip iş performansını düşürmeyiniz Çiçek Pastane: Hem kuryelerin...
38.2K 3.2K 108
Lise sıralarından nikah masasına uzanan bir aşk hikayesi..#EySer
482K 29.2K 56
Asel; Aslııı Asel;Aslııı Asel;Aslı kız ne dedikodular öğrendim bilemezsin!. Asel; Ömer abiyle karısı boşanıyorlarmış, zaten karısınıda hiç sevmezdim...
37.8K 2.5K 30
(Sırat: Yol) Başının hemen altında, göğsünün hizasındaydım. Kokusu burnuma dolarken ağlamalarımın arasından, neden istediğimi bile bilmediğim bir sor...