Ahiret eşim ol...(Bitti - Düz...

By Muslimah-Mind

186K 12K 1.3K

Esselamu aleyküm ve rahmatullahi ve berekatuhu akhiler uhtiler ve diğer okuyucular! . Bu hikaye bir genç kızı... More

[1]...Rüya...
[2]...Mescid...
[3]...Beklenmedik yardım...
[4]...bütün duyular ile yaşamak...
[5]...Koruyan yasak...
[6]...Zorunlu düşünceler...
[7]...Namaz...
[8]...Mantıksızlık...
[9]...Kişilik...
[10]...Karar vermek...
[11]...Araştırma...
[12]...Evlilik...
[13]...Arama...
[14]...bekleme süreci...
[15]...mescit...
[16]...istişare...
[17]...istihare...
[18]...kahvede...
[19]....Hazırlıklar...
[20]...Hazırlıklar 2...
[21]...Talak...
[22]...O Hikaye...
[23]...Son gün...
[24]...sabr...
[25]...Hayatı belirleyen kararlar...
[26]...şakalaşma...
[27]...Örgülü saçlar...
[28]...Sürpriz...
[29]...önyargı...
[30]...çocuk...
[31]...yaşlı kadın...
[32]...Es-Sabur...
[33]...iş...
[34]...ÜMMET...
[35]...Sohbet...
[36]...Doğum...
Soru Cevap
[37]...Kitaplar...
[38]...Teravih namazı...
[39]...Ramazan açıklaması...
[40]...Ziyaret...
[41]...Sünnet...
[42]...Zina...
[43.1]...Hastalık...
[43.2]...Hastalık...
[44]...koruyucu inanç...
[45]...yaratılış sebebi...
Yenilikler ve sizin düşünceleriniz
[46]...islam ve ego...
[47]...egoistlik ve Peygamberlik...
[48]...Komşuluk...
[49]...Fatıma...
[50]...sağlık...
[51]...gençlik...
[52]...kaybolan çocukluk...
[53]...ölüm...
[54]...hayat...
[55]...bugünde yaşamak...
[56]...günlük yaşam...
[57]...ru'ya...
[58]...sınır...
[59]...bekleme...
[60]...yusuf'ca şeyler...
[61]...söz...
[62]...organizasyon...
[63]...bir evde üç gönül...
[64]...bir araya geliş
[65]...kaza...
[Kitap fragmanı yayında]
[67]...kaygılar...
[68]...anılar...
[69]...Allah rızası...
[70]...anne şefkati...
[71]...SON...
[Epilog]+Serinin devamı

[66]...yenileme...

443 32 4
By Muslimah-Mind

65. bölümü 02.06'da yükledim ve 03.00'de @zulal_karasin
ilk beğeniyi attı. İlginiz için ve hikayeye desteğiniz için Allah razı olsun. Selam ve dua ile.

Bu hadis-i şerifi not ettim ve diğer konularda da araştırmaya devam ettim, gecenin sonunda yatsı namazını kıldım ve dinlenmek için ertesi gün fazla yorgun olmamak için biraz uzanmaya gittim.

Ertesi gün aksam vakti girdiğinde Hureyre'nin kitaplıktan bir kitap alarak okumak için koltuğa oturmasını izledim. Bakışlarım ister istemez kitaplığa gitti, çok hoş duruyordu ama buna rağmen bazen salonda İslami ilimler kitaplarının diğer romanlar ile bir arada durmasının çok karışık durduğunu düşünüyordum. Özellikle Hureyre'nin severek okuduğu polisiye romanları da bu kategorilere kattığımda hakikaten epeyce karışık konular denizine benziyordu kitaplığımız. İstemsizce düşüncelere daldığımdan Hureyre'nin dikkatini çektiğimi geç de olsa fark edebilmiştim. "Yine nerelere daldın Sare?", başımı ona döndüm, özür dilemek istercesine elimi kaldırdım ve 'yok bir şey' anlamında salladım ama o tabii bunu cevap olarak kabul etmedi. "Özür dilerim, dikkatini dağıtmak istemedim.", elinde arasına parmağını koyarak tuttuğu kitabı bu defa tamimiyle önündeki küçük sehpadaki boşluğa bıraktı ve bütün vücuduyla bana dönerek, "Söyleyecek misin yoksa gıdıklayarak mı öğreneyim?" dedi. Yüzümü ekşittim, "Yok almayayım, teşekkürler.", cümlemin sonuna doğru gülmeye başlasam da sonuç olarak konuyu uzatmak istemeden düşüncelerimi dile getirdim "Sence de burdaki kitaplıkta duran kitapların konuları karmakarışık değil mi? Mesela ilmi anlamda değerli olan kitaplar romanların yanında, ya da işte araya karışan polisiye romanlar, gerçi benim de eski birkaç dua kitaplarım var. Ne kadar karışık? Bir de biyografi kitapları var, baksana ashab-ı kiram'ın ve ehli beytin hayatı.", elimle kitaplıkta kastettiğim bölümlere işaret ettim.

Anlatmaya çalıştığımı sorunsuz kavrayan Hureyre başını salladı, "Aslında bende uzun zamandır mescitteki boş köşede okumalar için bir oturma yeri yaptırmayı düşünüyordum, hatta bu düşünce uzun zamandır aklımdaydı. Sen bayıldıktan sonrasından bugüne dek düşünüp duruyordum. Mescitte hep yerde oturuyoruz e haliyle masa gerekmedikçe ayağa kalkıp salona geçmiyoruz. Oradaki küçük kitaplıkta da sadece birkaç Kur'an tercümesi ve de Hadis kitabı var.", ona sorumu sormadan soru sormak üzere olduğumu belli eden bir bakış attım. "Ee? Tam olarak ne yapmayı düşünmüştün ki?", bu defa elimden tutup beni mescite doğru çekti, "Bu köşeye köşe dolabı yaptırabiliriz, hem altına da oturmak için banklar alırız, tıpkı yemek masalarında olduğu gibi. Bu vesileyle birimiz masada çalışırken diğeri de burada köşede oturup rahatça kitap okuyabilir. Zaten 10 kişi de kılmıyoruz ki namazı diyelim onca yeri namaz kılmak için kullanmalıyız, öyle değil mi?". Esasında fikrini çok beğenmiştim ama nedense köşeye düşündüğü oturma mobilyasını pek de rahat kurgulayamıyordum zihnimde ne de olsa mutfak takımlarından bildiğim oturma bankları uzun vadeli o kadar rahat olmayabiliyordu. Karasız bakışlarımı yanlış anlayarak "Ya da böyle bırakalım, ne de olsa hep iki kişi kalacak değiliz.", gözleri karnıma baktı. "Hureyre bence fikrin çok güzel, kitaplık hakkındaki görüşlerine de katılıyorum sadece köşeye illa bank seklinde oturma yeri yapsak mı gerçekten onu bilemedim, ne de olsa okumak için uzun süre vakti geçirilecek bir yer olacak inşaAllah.". Köşeye bakarak konuşmaya devam etti, "Internette bazı örnekler görmüştüm, camın önünde oturma olasılıkları farklı farklı kullanılıyor. Mesela yere kutu gibi bir oturma yeri atılıyor ahşaptan sonra onun üzerine kalın yorgan gibi veya mini döşek gibi bir şey koyup sırtına da bir sürü yastık atılıyor. Her şeyi detaylarına kadar düşündüğü ve araştırdığı için ben de hemfikir oldum, bu yeniliklerin ardından namaz kılmak için yeterli bir alan da kaldığı için – bir değil fazlası çocukla bile ­– bu yenilikte bir sakınca görmedim.

Salona geçtiğimizde bana bulduğu birkaç resimle görsel olarak da nasıl olabileceğini gösterdiğinde ben de iyiden iyiye sevinmeye ve sabırsızlanmaya başlamıştım. Sonunda bu resimlere benzerse çok güzel olacak diye diye kendi kendime gülümsüyordum. Ayrıca salondaki kitaplığı da duruma göre düzenlemeyi ve daha az yoğunlukta kullanmaya karar vererek boşalan yerlere bitkiler almaya karar verdik. Misafirlerimiz olursa okuduğumuz bütün kitapları görmek yerine biraz da bitki ve ferahlık görmeleri daha iyi olur diye düşünerek tadilat ve yeniliklere gelecek hafta sonu başlamaya karar verip yatsı namazlarını kılarak uyumaya gittik.

(...)

Bir sonraki hafta sonu öncelikle sabah namazını kılıp kahvaltı ettik. Güne ne kadar erken başlarsak o kadar iyi diyerek ani bir kararla tadilata o gün başlamaya karar verdik. Bu nedenle salondaki bilimsel ve islami kitapları ayrıca evliyalardan olan eserleri düzenleyerek başladık. Risale-i Nur'ları da alınacak olan mescitteki kitaplık için mescide taşımak istediğimde Hureyre kendi risalelerini salonda bırakmayı tercih ettiğinden kendi kitaplarımı karışmamaları için mescide götürdüm. Diğer kitapları, mesela romanlar, biyografik veya benzer kitapları salonda bıraktık, ki bu durumda kitaplıkta bıraktığım boş yerler için pazartesi bitkiler alabilirdim. Ben salondaki kitaplıkla ilgilenirken Hureyre mescitte hem duvarları hem de köşenin ölçülerin alıyordu, pazartesi günü böylelikle mobilya bakmaya çıktığımızda ölçülerle daha hızlı belki de hazır mobilya bulabilirdik. Öğleye doğru birlikte oturup okuma vakitlerimizi nasıl değerlendirebiliriz istişare ettik. Bu konuda birlikte okuduğumuz konuların diğeri için tekrarlama olmaması için özenle konu belirlemeye çalıştık. Risale-i Nur Külliyatında Hureyre bana nazaran koca bir eser ileride olduğundan benim için ona yetişmek – onu geçmek şöyle dursun – neredeyse imkansızdı. Bu nedenle onun için bir konuyu ikinci kez okumak sorun olmadığından aksine ilkinde anlamadıklarını konuşarak anlayabileceği için memnun bile olmuştu.

Ben her ne kadar bebek için ufak tefek şeyler hazırlamak istesem de Hureyre bir ay daha beklememizin daha hayırlı olacağına inanarak beni durduruyordu. Daha fazla açıklamasına ihtiyacım yoktu bunu hangi olasılığı düşünerek engellediğini anlayabilmiştim. Çayım bittiğinde bardağımı alıp Hureyre'nin de boş bardağını alarak mutfağa geçtim. Geri gelirken telefonum çalmıştı ki bu yüzden Hureyre ben bardakları hızla koyar koyamaz elime tutuşturmuştu. "Kaya?", numarayı tanımadığım için soy adımla cevap verip bir tepki bekledim. Telefonun diğer ucunda bir anda Amine'nin sesini duyunca kaşlarım büzüştü, "Sare yenge bugün sende geliyorsun, değil mi?", halen değişmeyen bakışlarım önümde duran minik sehpada takılı kaldı. "Bugün Türkiye'den gelen bir hoca hanımın sohbeti var, biliyorsun değil mi? Lütfen unuttum deme yaa...", hayal kırıklığı belli olan ses tonunu duyunca utanarak yere baktım. "Çok özür dilerim, gerçekten aklımdan tamamen çıkmış. Çok geç değilse hemen geliyorum, tamam mı?". Tabiki izin verdi ve camideki hazırlıklar nedeniyle telefonu kapattı. Hureyre bana o tipik 'tek bir saniye bakayım sen de bana neler olduğunu anlat' bakışını attığı için nefesimi bırakıp "O kadar unutkan oldum ki! Artık sadece bana değil etrafımdaki insanlara da zarar vermeye başladı.", diyerek kendi kendime sinir oldum. Çaya baktığımda öylece bırakıp çıkmayı düşündüm ama bu da israf olurdu.

"Kendine bu kadar sert davranma. Zaten tam bu aralar kendinle meşgulsün, bu durumda bir iki sohbeti kaçırman gayet doğal. Ayrıca bu sana özgü de değil, ben de çok kez önemli kermesleri neredeyse kaçırmıştım çocuklar olmasa. Ne de olsa bizim cami dışında da görevlerimiz var. Neymiş ki konu tam olarak?", omuzlarımı düşürüp gözlerine baktım. Kaçırdığım sohbete üzülmemiştim aksine bana verilen sorumluluğu gönüllü olarak üstlenip sonunda sözümü tutamak beni kızdırmıştı. "Bugün türkiyeden davet ettiğimiz değerli bir hocadan sohbet vardı. Haftalar öncesinde arayıp her şeyi organize etmiştim hatta, buraya davet ettim. Kadıncağız burda kalacağı yeri de ayarlamıştı şimdi bir de benim yaptığıma bak, neredeyse Amine aramasa her şey berbat oluyordu.", Hureyre bu sözlerime rağmen başka bir konuyla ilgilenmiş olacak ki bana yüzünde git gide büyüyen bir gülümseme ile bana baktı, "Vay be. Dünyadan bir haber Amine'nin bir gün insanlara toplantı günlerini hatırlatacağı hatta genel anlamda yetişkince davranacağı günler de varmış. Ya Rabbim senin yüce kudretine canım feda!" abartısıyla ve gülüşüyle beni de bulunduğum mod'dan çıkarmış ve küçük kardeşine takılmasını izlemenin tebessümüyle ona bakmıştım. Soğuyan çayımı içip tek seferde kalktım ve üzerimi değişmeye gittim, ne de olsa dünyalar kadar vaktim yoktu.

(...)

Camide kızlar selam ile bol bol sarıldılar tabi bu sırada az da olsa belli olan karnıma dikkat ettiklerini fark edebilmiştim. Duyularım ve hormonlarım bana o an minikler için nasıl karne hazırladığımı, büyükler için geziler ve sohbetler hazırladığımı ve sohbetler için de hocalarımızı buraya gerek Almanya'dan gerek Türkiye'den davet ettiğimi hatırlattılar. Tabiki bu kadar her şeyi unutacak kadar uzak kalmamıştım ama yine de gözlerimi söyle bir kitaplıkta gezdirdim, bu camide eskiye nazaran çok az vakit geçirebiliyordum. Suçluluk duygusu sinsice kocaman yorganını masumiyet duygumun üzerine yayarak tam üzerinde serilecekti ki ben yere oturdum ve hazırlıklara yardım etmek için geç kaldığım gerçeğini benimseyerek suçluluk dugyusunun hevesini kursağında bıraktım. Bakışlarım tanıdık bir yüz görünce yüzümde zor da olsa bir gülümseme belirdi. Merve türkiyeden çok sevdiğim bir arkadaşımdı, "Ve aleyküm selam ve rahmatullahi ve berekatuhu, nasılsın?" hemen ayağa kalktım ve kollarını açan arkadaşıma sarıldım.

"Elhamdulillah, bir öyle bir böyle işte.", bu defa kaşlarımı kaldırarak ona baktım ama o bakışlarımı anlasa da başını iki yana eğdi ve 'boşver' dercesine gözlerini iki saniyeliğine kapattı. "Türkiye'deki hayata hala alışma süresindeyim diyelim.", "Doğru ya, nasılsın? En azından yaşadığın semte alışabildin mi bari?", hafif gülümseyerek onayladı ve oturarak benim de oturmamı sağladı. Bu sırada sohbetin vakti geldiğinden daha gelemeyen kızlar da gelmeye başlamıştı. "İstanbul'da fatihte kalıyoruz. Bunun verdiği rahatlık mıdır nedir artık bilemiyorum Allahu alem ilk haftada direkt çantamı çaldılar.", "Ne!" şok olarak elimi ağzımın önüne koysam da kocaman olan gözlerim besbelli idi. Bu kadar 'temiz' bir semtten hiç beklemediğimi o da fark etmişti. "Evet, ben de oradaki çoğu insanın Müslüman oluşuna güvenerek azınlık olanı görmezden gelmişim. Demek ki en az beklenilen yerde hırsızlar daha başarılı olabiliyormuş.". Ben de onu onaylayarak başımı salladım daha fazlası için kelimelerim kifayetsiz kaldı.

"Ee başka her şey yolunda mı?", ironik bir gülümseme ile tavandan bakışlarımı tekrar ona cevirdim. "Evet, Elhamdulillah çok mutluyum, aslında tek zorluk yabancısı olduğum bir ülkeye alışmak. Her ne kadar Türkçem olsa da veya kültürünü anlasam da burada büyüyüp sonradan Türkiye'de yasama kararımla ister istemez buradan alışıla gelmiş davranışlarımı gösterdi bana. Bundan ziyade her şey o kadar güzel ki, anlatamam Sare.". Bana hayalperest bir bakış attığında ben de gülümseyerek onun için sevindiğimi gösterdim o da ekledi, "Duydum ki sen de evlenmişsin benden hemen sonra? Hem de ben gider gitmez.", bu defa o bana gülümseyerek bakıyordu ben ise bir yandan gelen kızlara bakıyor bir yandan da daha başlamayan sohbetin akıbetini merak ederek bakınmıştım. Yine de ona samimi bir cevap borcum olduğundan tekrar ona döndüm ne de olsa hamile olduğumu o da fark etmiş olmalıydı, "Evet, Allah'a hamd olsun evleneli dediğin gibi bir buçuk sene civarı oldu işte senin gidisinden sonra tezimi yazdım tam o sıralarda bu konularla ilgilenmek zorunda kalmıştım sonra bir vesile sayesinde olu verdi işte. Pek de yeni sayılmaz hem.", omuzlarımı silkip gülünce o da şaşırmış gibi kaşlarını kaldırdı ve benim utanarak halıya bakmama gülümsedi. "Sare hatırlatayım, evlilikte benim için üç senenin altına düşen sene sayısı daha yenidir. Yaaani-", lafını keserek ekledim onun yerine, "Senin de evliliğin daha yeni sayılır.". Bakışlarımı havaya kaldırdım, sohbete 10 dakikadan az kalmışa benzediğinden Merve'ye döndüm. "Sen o zaman sohbet için mi geldin ta türkiyeden?", o da bana tebessüm edip başını eğdi ve ayağa kalktı. "Evet, sohbeti Allah'ın izniyle ben okuyacağım.".

Şaşkınlık içerisinde ona baktım sonra da sohbeti okumak için yerine geçmesini izledim. Nasıl yani? Telefonda konuştuğum hoca hanım Merve miydi? Nasıl tanıyamamıştım onu? Demek ki Türkiye'de olmak ona çok iyi gelmişti. Lise döneminde medrese eğitimi almıştı ardından buraya dönse de her zaman türkiyeden bahsederdi, ta ki nasibi Türkiye'den çıkıp oraya olan hasretini giderene kadar. Sonunda hafızlığını da bitirmişti demek. Allah'a hamdolsun. İnsan istediği zaman ne de çok şeyi kısa sürede başarabiliyordu? Yapmamız gereken tek şey istemek ve gayret göstermekti. Eskiden gençlere birlikte sohbetler hazırlardık, sohbetleri aramızdan her hafta birimiz yapardı. Onu o an önümde sohbeti hoca hanım vasfında verirken görmek beni ne denli mutlu etmişti belki de kelimeler kifayetsiz kalabilirdi.

(...)

Sohbetin konusu İslam'da kadının yeri, değeri ve bununla birlikte kız çocuklarının anne ve babalarının önemli görevleri idi. Merve öyle hadiseler anlatıyordu ki kızların İslam'da olan önemli görevlerini ve aile hayatında bireysel fonksiyonlarını çok iyi anlaşılır örnek kıssalar ile açıklıyordu. Ben de ister istemez önceki Sare oluşumla şimdiki Sare oluşumun arasındaki farkları merak ederek içime kapandım. Ümmet için her dönem mi değişiyordu benim katkılarım yoksa hayatımdaki odak noktalarım değiştikçe ben mi unutuyor veya daha az önemsiyordum ümmetin ahvalini? Ne de önemliydi kendi işlevini bilerek bilinçli hareket etmek. Bilinçli davranış özelikle İslam'da çok önemli bir bilgiydi, zira yaptıklarımızın nedenini ve bize olan faydasını ne kadar iyi bilirsek o kadar sağlam bir niyet ile Allah'a Azze ve Celle yakınlık hissini koruyabiliriz ve alışkanlıktan değil gerçek manada ibadetlerimizin anlamını ve önemini bilerek ve idrak ederek yerine getirebiliriz.

Bediüzzaman Said Nursi hazretlerine göre kadınların islamdaki çok önemli değeri şu şekilde dile getiriliyor:
🌼Aklı başında olan bir adam; refikasına (eşine) muhabbetini ve sevgisini, beş on senelik fâni (geçici) ve zahirî (dış görünüşe bağlı olarak) hüsn-ü cemaline yani güzelliğine bina etmez yani buna güvenmez. Belki kadınların hüsn-ü cemalinin (dış görünüşünün) en güzeli ve daimîsi (devamlı olanı), onun şefkatine ve kadınlığa mahsus hüsn-ü sîretine (ahlakının güzelliğine) sevgisini bina etmeli. Tâ ki o bîçare ihtiyarladıkça kocasının muhabbeti ona devam etsin. Çünkü onun refikası (eşi), yalnız dünya hayatındaki muvakkat (geçici) bir yardımcı refika değil belki hayat-ı ebediyesinde (sonsuz hayatında) ebedî ve sevimli bir refika-i hayat yani hayat arkadaşı olduğundan, ihtiyarlandıkça daha ziyade hürmet ve merhamet ile birbirine muhabbet etmek lâzım geliyor.

Şimdiki terbiye-i medeniye perdesi, yani Allah'ın Azze ve Celle'nin emir ve yasaklarını ve ahiret inancını kabul etmeden dünya yaşantısını düzenleyen 'medeniyet' altındaki hayvancasına muvakkat (geçici) bir refakatten (arkadaşlıktan) sonra ebedî bir müfarakata (ayrılığa) maruz kalan o aile hayatı, esasıyla bozuluyor.

Bahtiyardır (talihli ve mutlu) o adam ki refika-i ebediyesini (ebedi eş ve arkadaşını) kaybetmemek için saliha ( zevcesini taklit eder, o da salih olur. Hem bahtiyardır o kadın ki kocasını mütedeyyin (dinine bağlı olarak) görür, ebedî dostunu ve arkadaşını kaybetmemek için o da tam mütedeyyin (dinine sadık) olur; saadet-i dünyeviyesi (dünya hayatındaki mutluluk) içinde saadet-i uhreviyesini (ahiretteki mutluluğu) kazanır. Bedbahttır (bahtı karadır) o adam ki sefahete (günah olan zevk ve eğlencelere düşkünlük gösteren) girmiş zevcesine ittiba eder yani uyar; vazgeçirmeye çalışmaz, kendisi de iştirak (katılır) eder. Bedbahttır (talihi karadır) o kadın ki zevcinin fıskına (günahına) bakar, onu başka bir surette taklit eder.

Veyl (yazık) o zevc ve zevceye ki birbirini ateşe atmakta yardım eder. Yani medeniyet fanteziyelerine birbirini teşvik eder. Bu zamanda aile hayatının ve dünyevî ve uhrevî saadetinin ve kadınlarda ulvi seciyelerin (karakter, huy ve ahlak) inkişafının (ortaya çıkmasının) sebebi, yalnız daire-i şeriattaki (islam dini çerçevesinde) âdab-ı İslâmiyet'le olabilir.

Nasıl ki kadınlar kahramanlıkta, ihlasta (Allah'ın emirlerini Allaha emrettiği için ve O'nun rızasını gözeterek yapmak) şefkat itibarıyla erkeklere benzemedikleri gibi erkekler de o kahramanlıkta onlara yetişemiyorlar; öyle de o masum hanımlar dahi sefahette (günah ve eğlenceye düşkünlükte) hiçbir vecihle (şekilde) erkeklere yetişemezler.

Onun için fıtratlarıyla ve zayıf hilkatleriyle (yaratılışlarıyla) namahremlerden (onlara mahrem olmayandan; aralarında evlenmeye engel olacak akrabalık ve yakinlik bulunmayan yabancılardan) şiddetli korkarlar ve çarşaf altında saklanmaya kendilerini mecbur bilirler. (Burada kadınlar hakkında bahsi geçen davranışlar kadınlar için bu şekilde davranmak daha hayırlı olacağından yazılmıştır). Çünkü erkek, sekiz dakika zevk ve lezzet için sefahete (günaha) girse ancak sekiz lira kadar bir şey zarar eder. Fakat kadın sekiz dakika sefahetteki (günah) zevkin cezası olarak dünyada dahi sekiz ay ağır bir yükü karnında taşır ve sekiz sene de o hâmisiz (koruyucu) çocuğun terbiyesinin meşakkatine girdiği için sefahette (zevke düşkünlükte) erkeklere yetişemez, yüz derece fazla cezasını çeker. (Burada vurgu yapılan konu kadının fıtrat olarak zevk için bir günaha girmesinin erkeğe nazaran sonrasında daha çok zorluklara karşılaşacağıdır, zira kadınlar bir hatadan pişman da olsalar hamile kalma olasılığı vardır.)

Az olmayan bu nevi vukuat da gösteriyor ki mübarek taife-i nisaiye yani kadınlar topluluğu, fıtraten yüksek ahlâka menşe (kaynak) olduğu gibi fısk ve sefahette(günah ve haram eğlenceler) dünya zevki için kabiliyetleri yok hükmündedir.

Demek onlar, daire-i terbiye-i İslâmiye içinde mesud (mutlu) bir aile hayatını geçirmeye mahsus bir nevi mübarek mahlukturlar. Bu mübarekleri ifsad (fesat çıkaran ve bozgunculuk yapan) eden komiteler kahrolsunlar! Allah bu hemşirelerimi (kız kardeşlerimi) de bu serserilerin şerlerinden muhafaza eylesin, âmin! 🌼(Burada işlenen konu ise kadınların erkeklere nazaran daha hassas ve fıtraten daha çok 'yara alan ve zarar görebilen' insanlar oluşudur, ki bahsi geçen 'medeniyet' adı altındaki düşüncelere sahibi olan insanlar bu hassasiyeti göz ardı ederek ve hatta bundan faydalanarak kadınları zor durumda bırakıyorlar. Halbuki islamda kadın korunması en mühim olan mahlukattır ve bu nedenden birçok hak tanınmış ve onların koruyucusu da bizzat Allah Azze ve Celle'dir.) (24üncü Lema; Kadınlar taifesi ile bir muhavere, 2. Nükte)

Allah Nisa suresinde, ki surenin adı dahi kadın demektir, 19uncu ayetinde insanlara şöyle seslenir:

🌸Ey iman edenler! Kadınlara zorla varis olmanız size helal değildir. Apaçık bir edepsizlik yapmadıkça, onlara verdiğinizin bir kısmını ele geçirmek için evlenme ve boşanma konusunda engel çıkarmayın. Onlarla iyi geçinin. Eğer onlardan hoşlanmazsanız, Allah'ın hakkınızda çok hayırlı kılacağı bir şeyden de hoşlanmamış olabilirsiniz.🌸

Kadınlara saygıyla muamele etmek ayrıca Resulullah, salallahu aleyhi ve sellem tarafından şu şekilde tavsiye edilir:

🥀Sizin hayırlınız, kadınlarına hayırlı olan (iyi davranan)dır.🥀(Müslim, Birr 149 ki buna benzer bir rivayet de bir diğer hadistir: 🥀Sizin en hayırlınız, ehline karşı en iyi davrananızdır. Ben âileme en iyi olanınızım.🥀 (Kütüb-i Sitte, c. 17, s. 214).

Hadis rivayetlerinde daha güçlü bir hadis de vardır ki o da şudur: 🥀 Bir mü'min, erkek bir mü'mine kadına buğzetmesin. Çünkü onun bir huyunu beğenmezse başka bir huyunu beğenir.🥀 (Müslim, Radâ' 61, no: 1469)

Nitekim Hz. Aise, Allah ondan razi olsun, Peygamber efendimizin eslerine davranışı hakkında sunu da rivayet etmiştir: 🥀Kendisi hayatı boyunca hiçbir hizmetçiyi dövmemiş, hiçbir hanımına tokat atmamış, hiçbir kimseye eliyle vurmamıştır.🥀 (İbni Mâce, Nikâh 51)

Kadınlara yönelik şiddetin de yanlış olduğunu apaçık gösteren hadis Efendimiz aleyhisselatu vesselamın şöyle buyurmasıdır: 🥀 Kadınlarını döven o kimseler, sizin hayırlınız değildir.🥀(Ebu Davud, Nikah, 42; Ibni Mace, Nikah, 51)

Ve son olarak da, ki son söylenen akılda en uzun kalan ve Allah'ın izniyle en etkili olanı olması dileğiyle, Resulullah salallahu aleyhi ve sellem sizlerin de belki bildiği üzere müminlere son seslenişi değdiğimiz veda hutbesinde bu dünyadan onun nuru ve gül kokusu geçip gitmeden buyurmuştur ki:

🥀 Ey insanlar! Kadınların haklarını korumanızı ve bu hususta Allah'tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları, Allah emaneti olarak aldınız.Onların iffet ve namuslarını Allah adına söz vererek helal edindiniz. Sizin kadınlar üzerinde haklarınız, kadınlarınızın da sizin üzerinizde hakları vardır...🥀 (Veda hutbesinden, Tecrid-i Sarih, Terc. X, 396)

Bu vesile ile insanlığa son hitap ve son emanet kadınlar olmuştur, Allah'ın kullarına korunmasını ve muhafaza edilmesini Resulüyle duyurduğu kadınlar elbette diğer veda hutbesindeki önemli konular arasına girecek şerefe nail olmuşlardır."

Daha nice hadis ve ayetler okudu o gün bize, annelerimizin tavsiyelerini hatırlattı hepimize ta ki sohbetin vakti dolup hamilelik ve annelik hakkındaki rivayetleri doğal olarak bir diğer sohbet gününe erteleyene dek, ki bu konuda ona tabii hak vermiştim.

(...)

Eve ulaştığımda vakit aksam 8e geliyordu, ne de olsa sohbet normalde alışıla gelmiş zamandan uzun sürmüştü. Yine de mutfağa geçip yemeği bir an önce hazırlamak için adim attığımda kulağıma patırtılar ilişti. Merakla seslerin geldiği yere doğru ilerledim derken bütün cesaretimi toplayıp seslerin geldiği odanın köşesinden söyle bir baktım.

Hureyre'ye bir bakış attığımda onu bir kutunun içerisindeki çivileri incelerken buldum. Adeta çivileri yeniden keşfetmek ister gibi teker teker eline alıp detaylıca yüzlerini inceler gibi yapıp her yanlış olduğunu anladığında ise hayal kırıklığı ile ayni döngüye yeniden giriyor ve yenisini alarak inceliyordu. "Selamun aleyküm.", yanına yürüdüm, benim yanına geldiğimi fark etmediği besbelliydi çünkü ben girer girmez şaşırarak bana baktı ve kapıya bakış atarak "Simdi mi geldin? Ben yanlış duymuşumdur diye dikkate almadım ve aleyküm selam.", gülümsedim, beni hızla kollarına sardı. Kaşlarımı büzüştürüp yüzümde büyüyen gülümseme ile önümdeki duvara baktım "Üç saatten az bir sürede beni bu kadar mı çok özledin yani?", kıkırdayarak ondan geri çekildim derken Hureyre kararlılıkla ellerini belime koyarak uzaklaşmamı engelledi. "Benim için vazgeçilmez oldun, sonuçta benim çocuğumu taşıyorsun, değil mi?", muzip bir gülümseme geçti dudaklarından. Alınganlığımı fazlasıyla belli ederek ondan mümkün olduğunca uzaklaştım, "Ah öyle mi beyefendi? Demek senin için vazgeçilmez oldum? Çocuğunuzu taşıdığım için mi derecemi yükselterek önem kazandım? Yoksa benim çocuğunuz için bir önemim olamaz!".

Kahkaha atarak uzaklaşmamı yeniden engelledi ve artık hiçbir kaçış yolu bırakmadan beni tutmayı başardı, "Tabii ki, ne de olsa sonuç olarak çocuğa kendi canından, kanından, nefesinden, yemeğinden, kendine has huzurundan ve sonsuz sevginden vereceksin. O çocuğa kendi hayat enerjinden vereceksin hatta belki de bunun sonucunda kendin bile bundan dolayı acı çekeceksin. Uykunu feda edeceksin, bedenini ve yeme alışkanlıklarını benimçocuğuma zarar vermemek için alt üst edeceksin. Hal böyleyken benim için ne gibi bir önemin bir değerin olabilir ki, hm?". Bana bakarken gözleri neredeyse kalp şekline bürünmüştü, ki bana kalırsa ben de en az onun kadar mutluydum. Ne de olsa Allah'ın izniyle biz de kendi küçük ailemizi kurmuştuk. "Sen inşaAllah harika bir baba olacaksın. Düşünsene Allah bize kendi minik ailemizi nasip etti.", gülümseyerek kendi kendime hayal etmeye koyuldum bu sırada Hureyre söylediklerime binaen başını sallayıp beni onayladı ve üstüne bir de kendi hayallerini benimle paylaştı. "Düşünsene oğlan olursa benimle cemaatle kılınan namazda ön safta duracak, annesine mahrem olacak olması gerektiği gibi. Bütün ağır eşyaları annesi zorlanmasın diye taşımaya yardım edebilecek. Ha bir de bana seni tutma konusunda da yardımcı olur.", haylaz bir bakış atarak benim sabrımı tipik Hureyre seklinde sınadı. "Beni tutmayla ilgili nasıl yardım edebilir ki beyefendi? Şunu bana bir açıklasan ya?".

Tamı tamına dile getirilmeyen tehdit odanın içerisinde havada asılı da kalsa asılı kaldığı noktadan Hureyre'nin kafasının üstüne tam on ikiden düşme olasılığı git gide yükseliyordu. "E yani, senin de bildiğin üzere son zamanlarda masaldan çıkan prenses misali kendini orda burda bir anda boşluğa bırakma konusunda baya bir ustalaştın ya, en azından kendini kollarına bırakabileceğin bir prens olur. Tam da bu konuda bana yardımcı olur diye düşündüm.", daha fazla alınganlık yapmadan ben de gülerek onayladım. "Baya zaman harcadın mı bu kafiyeyi bulmak için?". Gülerken ondan bakışlarımı aldım ve yerde içinde çivilerin olduğu kutuya diktim o ise kısık sesle kendi kendine konuşmaya başladı, öncesine nazaran tek fark mimiklerinin oldukça ciddi olmasıydı. "İmam nikâhımızdan hemen önce sana baktığımda anlamıştım aslında. O elbisenin içinde seni gördüğüm saniye beni benden aldın. Hoca efendi, babamlar ve dahi şahitler de olmasına rağmen sana bakmaktan kendimi alamadım. O ana dek sana bakmaktan kendimi zorla alıkoydum buna rağmen – bu kadar güzel bir prenses şimdi benim esim mi olacak? – diye kendime bu soruyu nikah kıyılana dek sormadan duramadım.". Bunları ilk defa duyduğum için önce şaşkınlıktan söyleyecek bir şey bulamadım. Hureyre benim için her zaman kendinden emin, vesveselere kulak asmayan, sarsılmaz ve bir o kadar da sabırlı bir insan olmuştu. Dik kafalı veya inat bir insan değildi asla sadece asla sakinliğini bozmazdı. Evlenmeden önce bir de üstüne hissettiklerini asla belli etmeyen bir Hureyre olduğunu göz önünde bulunduracak olursam benim için hissettiği bu duyguları sonradan da olsa duymak kalbimi bir hayli ısıtmıştı.

"Ama sen bir prens değilsin tipki benim bir prenses olmaktan çok uzak olduğum gibi. Aksine sen bir kral olarak beni kraliçe yaptın şimdi de bir prensimiz veya bir prensesimiz olacak ve onu da birlikte büyüteceğiz Allah'ın izniyle.", gözlerinin ışıltısıyla benden uzaklaştı. Aramızda aniden oluşan boşluk beni bir an için öylece dondurmuştu, sanki vücudum onun uzaklığının acısını benden çıkarmak ister gibi bir anda üşüme hissiyle titredi. "Sonsuza dek benim tatlı imtihanım olacaksın.", kendi kendine mırıldandığını sandığı bu cümle nedense yanaklarımda beliren yanma hissine yol açmış, ben ise onun beni görmesine izin vermeden yemek yapmam gerektiğini söyleyerek mutfağa firar etmiştim. O an kendi kendime onun da benim kafamda ne kadar sık karmaşaya sebep olduğunu bilmesi fena olmazdı diye düşünüp gülümsemeden duramadım.

(...)

Pazartesi sabahı Hureyre işe gitmeden bana evde ağır hiçbir şey kaldırmamamı ve mutlaka onun gelmesini beklememi tembihlemişti. Bu yüzden sabah kalkar kalkmaz ortalıkta dağınık duran eşyaları toparlayıp temizlik yapmaya koyuldum. Mescidi iyi veya kötü inşaat olsa da toparladım ardından evi süpürüp yerleri sildim, doğal olarak yerler kuruduktan sonra yukarı kaldırdıklarımı tekrar yerlerine yerleştirdim. Tabi bunu yaparken mescitte Pazar gecesi Hureyre'nin kendine göre düzenli bıraktığı malzemelere dokunmadım. Öğleye kadar okuma yaptıktan sonra öğle vakti mutfağa girip Hureyre'nin işten gelince atıştırabileceği bir yemek hazırlayıp dolaba koydum. Arada telefonuma gelen mesajlara da cevap verdikten sonra sabahtan kalma çayı tazeledim ve kendime de sallama çay yerine taze nane çayı demledim, ne de olsa mide bulantılarım hafif hafif kendini hissettirmeye başlamıştı. Çayımı alıp biraz daha kitap okurken kapıdan Hureyre gülümseyerek girmişti, "Selamun alyeküm Sare'm". Üzerini çıkarıp yanıma geldi, oturduktan hemen sonra bana fazla süre tanımadan yanağımdan öptü ve oturduğu kadar hızlı kalkıp "Ben hemen ellerimi yıkamaya gidiyorum sonra da eksik olan bir yerin ölçüsünü almam lazım. Sen de o sırada giyin de birlikte köşeye uygun bir tasarım bulursak alalım.". Hemen kitabı kapatıp "Tamam hazırlanırım. Bu arada mutfakta dolapta yemek var, çıkmadan biraz yemek ye lütfen.".

Hızla giyinmeye gittim bu sırada Hureyre ellerini yıkadı, elbisemin üzerine ilk bahara uygun feracemi geçirdim ardından zaten örgülü olan saçlarımı toparlayıp üzerine bir bone bağladım. Ardından sırasınca gelen hareketlerim yıllar içeresinde rutin haline geldiği için kolaylıkla şalımı iğneledim ve özellikle ilk baharın hırçın kız misali esen rüzgârlarından dolayı mağdur olmaması için bir iki iğne fazladan sabitledim şalımı. Her ilk ve son bahar sevgili şalım rüzgarın meydan okumasına maruz kaldığından yıllar içerisinde birlikte bir strateji bularak bu mağduriyete bir çare bulmuştuk. Bundan sonra rüzgar bizim için hatırı sayılır bir dosttu, her esintide şalım ve beni kendine hayran bırakan ferahlatıcı bir dost. Bir süre sonra tirmizi kaynaklarında gecen ve Ebu'l Münzir Übey bin Ka'b bin Kays el Ensari tarafından nakledilen bu hadis-i şerifi buldum:

🥀Rüzgâra sövmeyin! Rüzgâr sebebiyle hoşlanmadığınız bir şeyle karşılaştığınızda şöyle dua edin: "Ey Rabbimiz! Bu rüzgârın hayrını, getireceği şeylerin hayrını, ne ile emredildiyse onun da hayrını senden diler; bu rüzgârın şerrinden, getireceği şeylerin şerrinden, ne ile emredildiyse onun da şerrinden sana sığınırız.'🥀

Bir adamın, giysisini savuran rüzgâra lânet ettiğini duyan Resûl-i Ekrem (sav), 🥀 Sakın rüzgâra lânet etmeyin! Çünkü o, Allah'ın emriyle iş görmektedir. Şunu bilin ki, kim bir şeye haksız olarak lânet ederse o lânet kendisine döner." şeklinde uyarıda bulunmuştur.🥀 (Ebû Dâvûd, Edeb, 45)

„Tamam hazırım, yemeğin bittiyse çıkalım Hureyre.", mutfağa yürüdüm ve cümlemin sonunda masada oturan ve elindeki tostu ve önünde duran yemekleri afiyetle çiğneyen bir Hureyre ile karşılaştım. "Harikasın Sare, gerçekten. Yemek için çok teşekkür ederim, Allah razı olsun.", gülümseyerek ne kadar acıktığını anlayarak yanına oturdum. Ne de olsa daha öğle vakti idi ve aksama kadar mutlaka uygun bir şeyler bulabilirdik inşaAllah. Hiç olmadı salı günü de bakmaya gidebilirdik.

Bir hadis-i serifte insanlarin aceleci davranislari hakkında Resulullah (sav.) örnek bir hadiseden dolayı söyle buyurmuştur:
İbn Abbas naklediyor: Arefe günü Allah Resulü ile birlikte (Arafat'tan Müzdelife'ye) doğru ilerliyorduk. Resûli Ekrem arka tarafta bazı kimselerin bağırıp çağırdığını, develerini dövdüğünü, develerin de böğürdüğünü duyunca, onlara kamçısıyla işaret ederek şöyle buyurdu: 🥀İnsanlar! Yavaş olun! Acele ederek sevap kazanılamaz.🥀 (Buhârî, Hac 94; Müslim, Hac 268.)

„Al hadi.", ağzımı açmamı sağlayarak içerisine el çabukluğu ile siyah zeytin yitti sonra da meydan okur gibi gözlerime dikti bakışlarını, "Tamam, tamam, yiyorum işte.", elime bir de tost alıp yemeye başladım derken Hureyre bu defa da çatalıyla ağzıma beyaz peynir verdi. "Bunu da ye.", artık gözlerimi devirmeye başlamıştım buna rağmen uslu uslu yemeğe devam ettim. Ağzımdaki lokmam bitince gözlerim ellerine gitti, normalinden daha kuruydu elleri sanki. "Ellerine ne olmuş böyle?", o da benim cümlem üzerine ellerini kaldırıp şöyle bir baktı neyi kastettiğimi anlamadığı besbelliydi ve yine de cevap verdi, "İştendir, laboratuvarda olmuştur. Bu aralar yeni eldiven verildi ama içindeki un gibi olan toz ellerimi nedense daha çok kurutuyor sanırım. Nedenini ben de tam bilmiyorum.", omuz silkti ve masadaki son tosta baktı, eline alıp ikiye böldükten sonra yarısını önüme koydu. "Al sen ye, hem ben sabah kahvaltı etmiştim o yüzden aç değilim." desem ve önüne yarısını koysam da buna müsaade etmedi ve önüme koymak yerine alıp yarısından çoğunu ağzıma soktu. "O ekmek ben çocuğum için, kesin açlıktan bir hal oldu çocuk. Sen yemek yemeyince tabi.", gülerek başımı iki yana salladım.

"Ah bu arada, tam lafı açılmışken dün söyleyecektim aslında ama sanırım araya bir şey girdi. Dün gittiğim sohbet vardı ya? Konusu kadının islamdaki yeriydi. Çok güzeldi ayrıca o kadar çok yeni bilgi edindim ki, anlatamam!", "Gerçekten mi? Kesinlikle iyi olmuş. Notların varsa bende okumak isterim Sare'm.", başımı sallayıp yutkunduktan sonra devam ettim konuşmaya. "Evet not aldım, istersen not defterimdeki sohbetlere ayırdığım bölüme bakabilirsin, hem belki başka konular da ilgini çeker.", bu defa başını sallayan o olmuştu. O kalktıktan hemen sonra ben de ayağa kalkıp elime bir tabak aldım ama beklenmedik bir hareketle elimdeki tabağı aldı ve sağ omuzuma elini koyarak beni tekrar kalktığım yere doğru bastırdı ve sonunda oturttu. "Sen hanımefendi, ekmeğini önce bitiriyorsun. Merak etme ben yalnız da tabakları makinaya koyabilirim, kocaman adam oldum zaten.", cümlesinin sonunda iki parmağıyla yanağımdan makas aldı.

(...)

Mobilyacıda öncelikli olarak mutfaklarda kullanılan gömme koltuklara baktık, en azından bizim fikrimize en yakın olanlara bir göz attık. Her ne kadar güzel olmasını istesek de sonuç itibariyle saatlerce oturup okuma yapabileceğimiz bir yer olabilmesi gerekiyordu. "Sare baksana, sence bu nasıl?", Hureyre oturma bankına benzeyen ama deri ile kaplı olan bir banka işaret etti. Açıkçası fena değildi. Tam detayları öğrenmek için broşürlere bakıyorduk ki bize doğru yaklaşan çalışan yardım teklif etti. Ne tür bir şey istediğimizi açıkladıktan ve bizim için önemli olan özelliklerine de değindikten sonra çalışan bilgisayarın bulunduğu yere bizi davet etti. Bilgisayardan gerekli bilgileri bastırdı ve oturmamız için işaret etti. Bankı köşeli yaptırmak için bize birkaç fikir sunmaya başladı, "Benim size tavsiyem şöyle bir seçenek.", işaret ettiği bankın kaba planlaması gayet iyi duruyordu. "Hem fiyatına göre kalitesi de oldukça iyi. İstediğiniz özelliklere en yakın bank bu diye düşünüyorum. Anlattığınız odaya en uygun format köseli oturma yerleri, dilediğiniz konforu ve yer bakımından en az yer kaplayan mobilya tarzı bu şekilde.". Hureyre ise "Peki mesela bankın oturma yerlerine artı olarak yastık gibi bir şeyler eklesek olmaz mı?". Satıcı nedenini anlamış olacak ki Hureyre devam etmeden "Kastettiğiniz yastıklar zaten banklara özel olarak mevcut. Şuradalar, bakın. Değişik renklerde, desenlerde ve tabii ki sizin de dediğiniz gibi dilediğiniz kalınlıkta seçebilirsiniz. Hakikaten yastık gibi olanlardan yün dolgulu seçebilirsiniz, ya da süngerli modelleri de mevcut. Ama eğer tavsiye etmemi dilerseniz?", bir saniye tereddüt etti Hureyre anlayarak izin verdi.

"Size tavsiyem mikro fiber petli olanlardan almanız. Dilediğiniz ölçülerle sipariş edebilirsiniz. Ayrıca sırtınız için arka plakaya uygun yastığa benzer monte edilebilen desenli sünger ve benzeri de mevcut.". Hureyre bana baktı. Benim için söyledikleri gayet mantıklıydı ama kendi kendime hakikaten en uygun fiyatları mı tavsiye edecek diye sormadan duramadım. Esasında mecburi olmayan bir harcama için fuzuli miktarda para harcamak istemiyordum ne de olsa. "Sence de öğrendiklerimizle bakınmaya devam etsek daha iyi değil mi? Hem belki daha uygun olan fiyatları da buluruz. Biraz meşakkatli gibime geldi.", aklımın karışıklığını fark eden Hureyre düşünürken satıcı kalkıp tekrar bilgisayarına gitti, ki bu kibarlığa sessiz teşekkür ettim içimden. "Eğer burada hoşuna giden bir desen vesaire olduysa simdi hemen alıp gidebiliriz. Zaten ben fiyatları aşağı yukarı tahmin ederek çıktım evden merak etme hazırlıklıyım. Sonunda onca tadilata değmesi ve uzun vadeli olması daha önemli.", cevap verirken bakışlarımı ondan ayırdım, "Evet, ama ısraf da olmamalı.".

Az da olsa rahatsız olmuştum. Bahsi geçen minderlere yöneldim, düşen modum ve moralime uyumlu olarak hoşuma giden bir desen bulamadım, özellikle fiyatları da göz önünde bulundurduğumda. Biraz sonra Hureyreyi de anlayabildim, tam dönüp onu da çağırmak istediğimde hemen arkamda durduğunu fark ettim. "Baska yerlere de bakınalım mı?", ama Hureyre cevap vermedi. Sadece hayır anlamında başını iki yanına salladı. Tek kelime etmeden çıkışa yönelince ben de ardından hızlandım. Arkasından giderken fark edebilmiştim ancak, durduk yere gözlerim dolmuştu ve büyütülmeyecek bir konuda gereksiz tepki göstermiştim. Arabaya doğru ilerlerken hamileliğin beni ne kadar hassaslaştırdığına şaşırdım. Gün geçtikçe daha da katlanılmaz bir eş oluyordum galiba. Duygu değişimlerim bu defa kendime olan sinirimi körükledi ve saniyeler içerisinde kendimi şüphe yamacının esiğinde buldum. Kesinlikle dünyada eşinin para harcamaya razı olmasından rahatsız olan tek Sare ben olabilirdim. Bir de üstüne araya bu yüzden soğukluk sokmuştum.

"Sare!", bağıran sesi tanısam da donup kalmaktan başka bir tepki veremedim. Arabanın bagajına doğru savruldum ve yanımdan geçen arabanın ışıklarına baka kaldım. Dona kalan zihnim sonunda yüzümü dayadığım göğüsün kime ait olduğunu öğrenmek için yüzümü ona çevirmeyi akıl edebildi. Tek bir saniyeden fazla bakmamak şartıyla kendimi kollarından sıyırdım ve hızla refakatçı koltuğuna geçtim. Ancak yerime oturduktan sonra omuzumdan önüme düşen şalımın ucunu tekrar arkama yitebildim ve bununla beraber omuzumun üstünden arkama bir göz attım. Az önce olanlarla ilgili düşüncelerim tekrar hevesle beni rüzgarda savrulan yaprak misali savurmaya niyetlendiği sırada sol tarafımdan açılan arabanın kapısı bir anda inen yaz yağmuruna benzer bir serinlik verdi zihnime. "Sen iyi misin?", endişeli bakışları üzerimde gezinen Hureyre kendimi düşürdüğüm bu durumdan beni daha kötü hissettirdi, beni boğmak üzere olan suyu bu seviyeye ben yükseltmiştim nihayetinde.

Hislerimdeki şiddetin artışı gözlerimin bulanık görmesini sağlamakla beraber bir de ben izin vermeden göz yaşlarımın yanaklarımı yıkamasına sebep olmuştu. Utancımdan yerin dibine girmek istedim ama tek yapabildiğim bakışlarımı ondan kaçırmaktı, sağa bakıp dışarıda rahatlatıcı bir mucize görmeyi diledim ama tam o sırada rahatsız edici sessizliği bölen sesi yankılandı arabada, "Aramaya devam edelim.". Sesindeki sakinlik onu her şey yolundaymış gibi kandıramayacağımı bana bir kez daha hatırlattı. Belli ki o da ortamdaki gerginliğin farkındaydı ve bunu benim isteğime razı olarak gidermeye çalışıyordu. Buna nedense o an içimden şükretmek geldi. Beni o kadar iyi tanıyordu ki sorunları konuşmadan da olsa çözmek için kendinden ödün verme pahasına da olsa bir çözüm arıyordu ve onu bu davranışa zorlamış olduğumun düşüncesi suçluluk hissimi dayanılmaz dereceye yükseltti.

"Sare.", bana seslenişine karşılık olarak bakışlarımı camdan tekrar arabadaki vitese kaçırdım, ona bundan daha çok yaklaşamaya cesaretim yoktu. "Sare, içine atmak yerine seni rahatsız eden şeyi söyler misin? Bunun kimseye bir faydası yok, değil mi?", bana dikkatli bakışlarını sabitlemesi az da olsa iyi geldi. Yüzümü halen vitese yönelik eğdiğim için önce işaret parmağı sonra da baş parmağı ile çenemi kavradı. Bu sayede yüzümü yerden kaldırdı ve ancak o zaman arkamızdan geçen arabaların yüzümde dans eden farları sayesinde yüzümün ıslaklığını fark etti. Yüzümü kaslarını ciddiyetle çatarak kendine yaklaştırdı, "Eğer bana hemen simdi seni ağlatan şeyi söylemezseniz derhal buradan eve geçip her şeyi olduğu gibi bırakırız Sare hanım.". Yüzünün ciddiyeti sesinin alaycı tonuyla hiç uyum sağlamadığından bir iki saniye duraksayıp yüzünde bir ipucu aradım. "Artık o kadar hassaslaştım ki kendim bile katlanamıyorum bu halime, senin de bu sebepten aşırı derecede gergin olduğundan eminim ve üzgünüm.", tekrar bakışlarımı kaçırıp ekledim, "Yani bu halim için, katlanılmaz oluşum için.". Tepkisini görmek için üzgün de olsam gözlerinin içine yönelttim bakışlarımı ama hain gözyaşlarım dinmek bilmeden beni yine ayni duruma düşürdüler. "Bu kadar gereksiz gerginliğe sebep olduğum için özür dilerim. Demek istediğim sadece israf etmemeye dikkat etmemizdi. Yoksa-". Hureyre anlayışla başını salladı ve hemen ardıma ekledi, "Ki bu konuda yerden göğe kadar haklısın da Sare'm. Ve tabii ki birlikte bir karar aliyorsak sen de fikrini söyleyeceksin benim sadece istemediğim senin kendini bu kadar strese sokman özellikle de benim razı olduğum bir konuda bu kadar kendine bunu üzüntü sebebi yapmanı doğru bulmuyorum. Sen bunları düşünme oluruna bırak, bana bırak.".

Samimi bir gülümseme süsledi dudaklarını ve sonra da yanaklarımdaki ıslaklığa bakıp gözlerini yorgunluk ve üzgünlükle kapattı. Beni şaşırtan yüz ifadesindeki hızlı değişim değildi, aslında bunun sebebi beni daha çok meraklandırmış ve endişelendirmişti. "Ne oldu?", ama bu defa yüzünü benden çevirme sırası ondaymış gibi benden uzaklaştı ve sessizce cevap verdi, "Sana bir kere daha açıklamıştım senin ağlamanın benim için ne kadar ağır bir sınav olduğunu, şimdi de seni bu kadar sıklıkla ağlarken görünce-", kısa bir molayla nefes alıp verdikten sonra bitirdi cümlesini, "- bu dünyadaki en çekilmez eziyet, insanın kendi eşini, kendinden bile sakındığı eşini sürekli ağlarken görmesi ve buna karşı elinden bir şey gelmemesi yani.". Tekrar yüzünü bana çevirip cevap bekler gibi bakınca refleks olarak omuz silktim ve kendimi sonunda az da olsa issin esprisine kaptırarak "Kusura bakma sende, ne yapalım hamilelikte hormonlar hesaba uymuyor." dedim. O saniye Hureyre'nin gözlerinde yoktan var olan bir ışıltı belirdi, bana gayet açık ve utanmaz bir bakış attı ta ki ben dayanamayıp garipliğinden bakışlarımı park alanında duran diğer arabalara çevirene dek. Nedenini anladığımda son pişmanlığın faydasız olacağından adım gibi emindim ve bu yüzden en son çocukluğumda bu kadar titreyerek çıkan sesimle "Hadi eve gidelim." demeyi başardım.

Göz ucuyla gördüğüm kadarıyla sağ eliyle anahtarı kontağa sokup cevirdi, ardından direksiyonu tutup sol eliyle de hızla cami indirmeye başladı en sonunda da kendi kendine mırıldanmaya başladı, "Ya sabır.", ki bu cümlesi ister istemez ellerimi kucağımdan kaldırıp yanmaya başlayan yanaklarıma bastırmamı sağlamıştı. Yanılmıyorsam ağladığımdan yanaklarım yanıyor gibiydi ve yine de içimden bir ses beni oturduğum koltuğa daha derin gömdü ve bakışlarım kucağımda dolaşmaya devam etti.

(...)

O aksam üc mobilyacıya daha uğradık ve Allah'a hamd olsun sonunda tam istediğimiz şekilde ve fiyatta alternatif bulduk. Minderler bu defa Hollywood salıncağı boyutunda değil hakikaten de daha uzun süreli konfor sağlayabilecek büyüklükteydi ki bu durumda oturma yerleri de buna binaen daha geniş olabilecekti. Yanı mobilyacıdan köşeli oturma yeri sipariş ettik, bu konuda hem sırt hem de oturma yerleri birbiriyle uyum içinde ayarlanmıştı. Tamamıyla mutmain halde evde ayakkabılarımı çıkardım, ceketimi kancasına astım ve ellerimi yıkadıktan sonra mutfakta bir bardak su içtim. Hureyre'nin beni mutfak kapısına yaslanmış halde izlediğinden habersiz ardıma döndüğümde onu aniden gördüğüm için neredeyse yerimden zıpladım. Elimden bardağı masaya bıraktım ve ayni hareketle elimi göğümsüme koyup sakinleşmeye çalıştım. Kendi kendime kalbimi elime alabilsem bir çocuk gibi nasıl teselli edeceğimi düşündüm çünkü kalbim deli gibi atıyordu ve bu da demek oluyordu ki arkamdan geldiğini tam anlamıyla ruhum duymamıştı. "Suyunu bitirdin mi?", tonlamasındaki meraka anlam veremesem de başımı salladım ve bardağımı makinaya koymak üzere yürümeye başladım. Ben bardağı yerleştirip makineyi da çalıştırana kadar süre gelen abuk sessizlik belimde beni saran kolları hissetmemle bitti. Omuzlarını sırtımda hissettikten hemen sonra yüzünü, aslına bakılırsa çenesini, omuzumda hissettim. Fısıldayarak konuştuğunda sesi sanki gitmiş gibi çatallaşıyordu, "Sence bebek üç aylık da olsa hissedilebilir şekilde hareket edebilir mi? Sen bir şey hissediyor musun mesela?", belimde olan elleri karnıma kaydı, orada öylece durdu ki bir süre sonra hafif hafif okşar gibi yaptı, sanki içindeki bebeğimize ulaşmaya çalışıyordu. Gülümsedim ve sesli tepki vermeye gerek duymadım.

"İletmemi istediğin bir şey var mı bakalım?", onunla alay ettiğimi belli eden cümlem hoşuna gitmemiş olacak ki cevabı "Karnında benim çocuğum olduğunu unuttun galiba?" oldu. İç çekiyormuş gibi yaparak çenesini koyduğu sağ omuzuma bakmak için yüzümü ona doğru çevirdim, "Yine mi Hureyre?", çenesini kaldırıp başını geriye atarak kahkaha attıktan sonra tekrar olduğu gibi çenesini omuzuma itinayla yerleştirdi. "E yani senin de çektiğin zahmeti göz ardı etmeyeyim bari. Sen de haklısın.", kafasına hafifçe vurdum, esasında objektif bir insan bu hareketime vurmak demek yerine saçlarını şöyle bir karıştırmak olarak tabir ederdi her halde. "Dışarıdan yiyecek söyleyelim mi?", onayladıktan sonra oturma odasına geçtim bu sırada Hureyre de sipariş için internetten bulduğu numarayı çevirdi. Çiçek ve bitkileri en azından alabileceğim salona geçince geldi aklıma. Pişmanlıkla oturdum yerime, Hureyre salona geldiğinde yüzündeki ifadesizlikle koltuğa aramıza mesafe koyarak oturdu. Ben sormadan üst gövdesini yana devirdi ve sonuç itibarıyla kafasının tam altına bacaklarımı ustaca denk getirdi. O güzelce yerleşirken "Hureyre benim daha üzerimi değişmem gerekiyor. Daha dışarıda giydiklerim üzerimde." demekten kendimi alıkoyamadım o ise yüzünü bana bakmak için tavana çevirdi, "Sen zaten feraceyle çıkmadın mı Sare'm? Bunlar bir yere dokunmadı ki?" ve tekrar yüzünü kitaplığa çevirdi. "Burda böyle biraz uyuyabilir miyim? Yemek gelene kadar?", başımı sallayarak onaylasam da kısa süre sonra onun bunu görmemiş olacağını fark ederek sesli cevap verdim, "Tabii ki.", sonra da sustum. Uyumadan hemen önce "Bugün o araba sana çarpsaydı mahvolurdum. Ne yapacağımı bilemezdim. Bir daha beni asla bu kadar korkutma, kafan ne kadar dolu olursa olsun, gözlerini aç, sürekli seni koruyamam maalesef.", demesi beni kalbimin tam ortasından vurdu. Beni o kadar derinden yakalamıştı ki bu sözleri, yapabildiğim tek şey ona buna izin vermeyeceğimi saçlarında gezdirdiğim parmaklarımla anlatmak oldu. "İnşaAllah.".

.

.

[Devamı geliyor]

.

.

Umarım beklettiğimi bu uzun bölümle telafi edebilmişimdir. Son bölümlerde fikrimce dini bilgiler az oldugundan bu defa daha fazla olmasına önem verdim.

Beğenip paylaşarak hikayenin daha fazla genç kardeşlere ulaşmasını sağlayabilirsiniz. 😊♡

Continue Reading

You'll Also Like

84.9K 2.7K 43
Bir aşk bu kadar zor olabilirdi? Farkında olmadan birbirlerine aşıktı onlar... Sadece kavuşmak istiyorlardı...
156K 9.3K 19
Hasta bir kız. Tesadüfen karşılaştığı bir çocuk. Ve birbirine geçen hayatlar. Bu hikayede mucizeye herkes inanacak Ve Bu hikayede herkesin kalbi ç...
496K 32.6K 48
"Bizim evin turisti geldi!" "Hayırdır siz insan dili bilmiyor musunuz?" "Ahh bende siz yabansınız sanmıştım. İyi dilimizi anlıyorsanız buyurun inekle...
11.9K 796 18
"Kızılım..." tanıdık sesi kulaklarımı, kokusu burnumu, nefesi ise ensemi okşadı. Huylanarak sol elimi ve yanağımı uzun,kabzalı tüfeğimden ayırdım. Ku...