Bölüm Elli : Alice In Worderland

24 4 131
                                    

Normalde diğer bölümün kelime sayısı yarısını geçmeden yeni bölüm atmayacaktım ama rüyamda kelimelerimin silindiğini ve 5700'den 3000'e düştüğünü gördüm, paranoyak olarak bölümü atıyorum. Diğer bölüm geç gelirse kusuruma bakmayın. Keyifli okumalar ❤️

🐰🐇

“Ben Lucien," dedi karşısında oturup elini uzatan sarışın çocuk. Sol gözü gri, sağ gözü ise akına kadar simsiyahtı.
“Aramıza hoş geldin."

-o-

Birbirini tekrar eden düşünceleri kocaman bir yumak haline gelirken elini cebine yerleştirdi Riley. İçinde katlanarak büyüyen saf hırsı etrafını sararken merdivenlerden çıkmaya başladı. Her basamakta göğsü sızlıyor, mührün atılmasını bekliyordu. Büyü yapmaya ihtiyacı vardı, kendini kapana kısılmış bir fare gibi hissediyordu.

Bir basamak daha çıktığında çatıdaydı. Gökyüzü üzerine doğru eğiliyor, maviliğini sararmış saçlarına değdiriyordu. Bir adım daha atıp demirliklere yaklaştı, eldivenli ellerini demirlere sarıp aşağıya baktı. İnsanların tepeden bu kadar küçük görünmeleri hem garipti hem de ürkütücüydü ancak bir yanı bundan büyük bir haz alıyordu. Kendini onlardan üstün hissediyordu, mantıklı düşünürse üstün sayılabilirdi, güçleri vardı, eğer mühürlü olmasaydı birkaç kişiyi havaya bile uçurabilirdi.

Dudaklarında garip bir gülümseme meydana gelirken kulağına telefonunun melodisi dolmuştu. Muhtemelen annesi ona sonuçları söylemek için arıyordu, umursamadı. Açıkçası annesinin üniversiteye girip girmemesini umursamıyordu. Sadece kabullenmişti, New York'ta yaşamak istiyordu, bu yüzden annesinin babasıyla evlenmesine izin vermişti, birkaç yıl sonra onların yanlarından ayrılıp kendine bir ev tutabilirdi ancak onlar için çok erkendi. Onun yerine yeni okulunda yapacaklarını düşünmeliydi.

Ruth'un dediği gibi amigo kız olabilecek kapasitede biriydi, belki seçmelere katılırdı, yeni elbiseler alır, güzel görünürdü. Onu severlerdi, hatta yeni bir erkek arkadaşı olurdu, ona gerçekten aşık olurdu. Gülümsemesi genişlerken telefon bir kez daha çaldı. Neden bu kadar ısrar ediyordu anlamıyordu. Gezmek istiyordu, kendi hayalini bulmak istiyordu. Demirlerden uzaklaşıp elini çantasının içine attı Riley, içinden telefonunu çıkarıp ekranına baktı. Annesinin ismi yanıp sönüyordu, telefonunu kapatıp geri çantasına koydu.

Onunla konuşmak istemiyordu. Belki bu şekilde anlardı, hatta telefonuna acımasa onu binanın çatısından atardı. Topuklarının üzerinde dönerek sırtını demirlere yasladı. Karlı havanın soğuğu tenine vururken başını kaldırıp tekrar gökyüzüne baktı. Garip bir maviliği vardı. Kollarını bedenine sardıktan sonra gözlerini kapattı, bedenini geriye doğru yasladı, düşme korkusunun adrenalini kanına pompalanırken karnının aşağılarında bir sızı hissetti.

Hızlı bir şekilde öne doğru eğildi, başı şiddetli bir ağrıyla çırpınırken ayaklarının altındaki zeminin üzerindeki karlara baktı, bakışları kararmıştı, her şeyi kıpkırmızı görüyordu. Kollarını bedeninden uzaklaştırdı, üşüyen tenini böyle ısıtamazdı. Sağ elini saçlarının arasına geçirip kulağının arkasına sıkıştırdı. Ardından doğrulup ayağa kalktı, hala her yeri kırmızı görüyordu, midesinin bulandığını hissederken aklına sabahtan beri yemek yemediği geldi. Açtı ancak neye aç olduğunu bilmiyordu.

Kana mı yoksa yemeğe mi?

Midesinden gelen gurultu ile birlikte sinsi gülümsemesi silindi, yemeğe açtı. Merdivenlere doğru yönelirken dudaklarını diliyle ıslattı, soğuktan çatlamışlardı, üstelik morarmışlardı. Merdivenlerden aşağıya inmeye başladı. Buraya neden çıktığını bile bilmiyordu, binanın tepesine çıkmak sana iyi gelecek diye bir ses zihnine sızmıştı, kendisini burada bulmuştu, tanımadığı bir binanın sınırları içindeydi. Üstelik asansör bile yoktu ve genç kız yirmi katı hiç zorlanmadan çıkmıştı, şimdi ise bacakları titriyordu.

Karanlık DönenceWhere stories live. Discover now