Bölüm İki : Prenses'in Kalbi

486 51 57
                                    

Multimedia Hunter

Arabanın penceresine koyduğu başıyla birlikte radyodaki hava durumunu dinliyordu genç kız. İçinde bulunduğu durum gittikçe dibe vurmuştu, akıl sağlığı pek yerinde değildi. Birkaç gün önce sınıra gelmiş, Hunter olmasaydı çoktan mezarda olacağını fark etmişti. Onu kurtarmıştı ama tam olarak neyden kurtardığını bilmiyordu.

Derin bir nefes alıp başını camdan uzaklaştırıp arabayı süren annesine baktı. Kalın kahverengi kaşlarını sonuna kadar çatmıştı, oldukça ciddi duruyordu, hatta öfkeli demek daha doğru olurdu.

Dudaklarını özür dilemek için aralayacağı sırada annesi arabayı ani bir frenle durdurdu. Riley'nin bedeni ani hareket karşısında ön koltuğa doğru savrulduğunda dudaklarından şaşkınlık dolu bir inilti yükseldi.

"Bana bunu neden yaptığını merak ediyorum," diye mırıldandı ağlamaklı bir tonda.
"Neyin cezasını çektirmek istiyorsun ha?" Emniyet kemerini çıkartıp arkaya doğru döndü. Kızının mavilerine baktı. Soluk ve cansızdı, hatta mavi bile diyemezdi.

"Sürekli bir ilgi çekme peşinde gidiyorsun, iyice saçmalamaya başladın. Bu boktan yere bile senin için geldim, senin için hayatımdan vazgeçtim."

Riley annesinin suçlayıcılığı karşısında bakışlarını kaçırdı. Neden bunu yaptığını kendisi bile bilmiyordu, annesinden ilgi isteyen küçük bir çocuk değildi. Başka bir şey vardı ve bunu anlatamıyordu, hoş anlatsa bile ilaçları önüne atarlardı, bunu istemiyordu.

"Bana cevap ver, neden kestin kendini?"

Hala konuşmakta olan annesine baktı. Biraz önce kaçırdığı mavi gözleri kırılmış, griye dönmüştü, her ağladığında gözleri böyle olurdu, biraz da kızarırdı.

"Bilmiyorum, bilmiyorum." dedi genç kız. Sesi düşündüğünün aksine kısık değil yüksek çıkmıştı. Burnunu çekip dikiz aynasındaki yansımasına kaydı gözleri. Her ağladığında içinde başka bir kadın belirirdi ve gözlerine vururdu. Tamamen başka birine dönüşürdü.

"Eğer bilseydim bu durumda mı olurdum sence anne?"

Anne derken sesi titremişti, araları hiçbir zaman iyi olmamıştı. Annesine göre o tamamen ayak bağıydı, gençliğini elinden aldığını düşünüyordu. Haksız sayılmazdı. Riley'nin babası annesini on sekizinde hamile bırakmış, sonra terk etmişti. Klasik bir hikayenin başrolüydü. Bu sebepten ötürü annesiyle pek anlaşamazdı, her sorunda bu gerçeği yüzüne vururdu.

Riley'nin annesi Rose sağ eliyle sarıya boyattığı saçlarını geriye doğru attı. Dudaklarını birkaç kez açtıktan sonra bir şeyler demekten vazgeçerek önüne döndü. Emniyet kemerini taktı ve arabayı çalıştırdı.

Çalışan arabayla birlikte genç kız arkasına yaslanarak gözlerini kapattı. Derin ve sonsuz bir ormanda yürüyordu, yaprakların rüzgarla birlikte çıkardığı sesler içini bir garip etmişti fakat yine de gözlerini açmadı. Bu yolun sonunu her zaman merak etmişti.

Beline kadar gelen çimenlerin arasına gelmişti. Tenine batışlarını hissedebiliyordu, en önemlisi kokusunu alabiliyordu. Daha değişik kokuyordu, dudaklarının kıvrıldığını hissederken görüş alanına mor çiçeklerin olduğu bir tarla girmişti. Tarlanın etrafında uzun dikenli teller vardı, önünde ise kocaman yılanlar bekçilik yapıyordu.

Biraz daha ilerledi. Sonuçta burası hayal dünyasıydı ve yılanlar ona hiçbir şey yapamazdı, bu yüzden oldukça güvenli hissediyordu fakat beklemediği bir şey oldu. Ayakları bir adım öteye gideceği sırada yılanların biriyle göz göze gelmişti, yılanın gözleri tamamen saydamdı ve göz bebekleri yitip gitmişti. Bu manzara karşısında kalbine bir ağrı girdiğini hissetmesi aynı anda olmuştu. Kalbinde ağrı yavaş ciğerlerine sıçramaya başlarken nefes alamadığını ve yere yıkılacak kadar güçsüzleşmişti.

Karanlık DönenceWhere stories live. Discover now