28. Bölüm: Yalan

11.6K 946 602
                                    

Keyifli Okumalar!

***

İlk başta duyduklarımı yanlış anladığımı düşündüm. En çok da kendimi buna inandırmak istedim. Gitmesinin bir sebebi olduğunu söylerken ve o sebebin Ekrem'le doğrudan bir bağlantısı olduğunu ima ederken bu anın sadece bir rüya olmasını o kadar çok arzuladım ki... Her şey gittikçe sarpa sarıyordu.

Salak değildim. Burada daha en başından beri bir şeyler döndüğünü anlamıştım. Bu döngü Mert'in Ekrem'e öz kardeşinin hayatını mahvetmesiyle ilgili bir şeyler söylediği anda başlamıştı ama o zamanlarda bunun üzerinde pek durmak istememiştim. Çünkü biliyordum ki bunu önemsersem, herkes bütün her şeyi dökülmek zorunda kalırdı. Peki bu kadar döküntünün arasında ben sağ kalır mıydım, orası bilinmezdi ve ben, sırf kendi iyiliğim için bazı şeyleri kurcalamamayı seçmiştim. Görüyordum ki bu konuda oldukça yanılmıştım. Daha en başından, yaşanan bu olayların üzerinde durmalıydım.

"Ne demeye çalışıyorsun sen," diyerek yeniden yönümü Mert'e döndüm. "Gitmenin bununla ne alakası var?"

Bana doğru yaklaştı ve "Eğer..." diyerek işaret parmağıyla bedenimi gösterdi. "Meryem, eğer az önce sana bahsettiklerimi yaparsan, söz veriyorum sana bilmen gereken ne varsa anlatacağım."

Gözümün önüne düşen saç tutamlarımı bir hışımla geriye doğru attım, "Ya neden bilmece gibi konuşuyorsunuz hepiniz? Ulan alt tarafı bir şey anlatacaksınız! Bu ne kadar zor olabilir ki? Hoşunuza mı gidiyor debelenmem?"

"İnan, bu konuda en çok azap çekenlerden biriyim."

"Hiç samimi değilsin! Üstelik hâlâ beni kullandığını düşünüyorum."

Öfkelenmişti. Yeşil gözleri, öfkenin en yoğun haliyle dalgalanıyordu. Muhtemelen birkaç saniye içinde çıldıracaktı, sanki asıl çıldırması gereken kendisiymiş gibi. Bu kadar bilinmezin içinde ben akıl sağlığımı koruyabiliyorsam, o bunu her halükârda yapabilmeliydi. Şu an hiç kimseye müsamaha gösterebilecek durumda değildim çünkü ben, herkesten daha önemliydim.

Ardından çok beklenmedik bir şey oldu ve Mert, derin bir nefes alıp vererek gözlerini kapattı. Saniyeler sonra gözlerini yeniden açtığında, o gözlerin içinde eski öfkesinden eser kalmadığını kendi gözlerimle gördüm. Gözlerime inanamıyordum, Mert öfkesini kontrol edebiliyordu!

Tahminlerimi okyanusun derinliklerine gömecek şekilde sakin çıkan sesiyle, "Niyetim seni kullanmak değil," dedi ve kaşlarını çattı. "Az önce de söyledim. Madem bana güvenmiyorsun, bulacağın şeye yalnızca kendin bak ve sonra gel... Gerçi baktıktan sonra zaten yanıma geleceksin. Şimdi inkâr etsen de eninde sonunda geleceksin, Meryem. Seni tanıyorum."

Dişlerimin arasından tısladım, "Bana, beni tanıdığını söyleme sakın! Hakkımda hiçbir fikrin yok, Kasımpaşalı! Ben, eskiden tanıdığın o aptal kız değilim artık!"

Sessiz kaldı ve bir süre yüzümü inceledi. O anlarda etrafımı çok tanıdık bir his sardı ve beni koca bir belirsizliğe hapsetti. Ne zamandan beri kafam bu kadar karışıktı? Ne zamandan beri kendime bu kadar yabancıydım? Bilmiyordum. Kaybolmuştum. Her zamanki gibi yine kendimle baş başaydım. Ya kendim ulaşacaktım aydınlığa ya da sebebi belirsiz bir karanlıkta boğulup gidecektim.

"Eskisi kadar aptal olmadığını görüyorum," diyen adamın kelimeleriyle darmadağın oldu zihnim. "Ama hâlâ aptalsın, Meryem. Önceden bir şey yaparken hiç düşünmezdin ama şimdi, çok düşündüğün halde hiçbir şey yapmıyorsun. Farklı değilsin. Yaptığın tek şey, eskiden olan ne varsa içine gömmek olmuş. Mesela..." Dudakları gülümsemekle gülümsememek arasında bir yerde kaldı. "...önceden beş kilometre öteden bile parlayan saçların şimdi çok yıpranmış ama hâlâ eskisi gibi kokuyor. Sessizsin ama konuştuğun zaman çenenle, hâlâ eskisi gibi insanı canından bezdirebiliyorsun. Sık sık gülmüyorsun ama bir kez güldüğünde çevrende seninle gülmeyen kimse kalmıyor. Sen hâlâ benim tanıdığım Meryem'sin. Sadece büyüdün."

MUKADDERATWhere stories live. Discover now