14. Bölüm: Emanet

16.7K 909 512
                                    

Keyifli Okumalar!

***

Etrafımda birbirleriyle konuşan insanlar, üzerimde hissettiğim birkaç çift göz, mahalleden uzaklaşan bir polis arabası ve kucağımda ağlayan bir çocuk. Son olarak da ne düşüneceğini ve ne hissedeceğini kestiremeyen, yolun ortasında tıpkı bir aptal gibi dikilerek uzaklaşıp giden o polis arabasının arkasından bakan ben...

Bazen çevremde olup biten olaylar öylesine ani oluyordu ki hızlarına yetişebilmem neredeyse imkânsızlaşıyordu. Tam da bazı şeyleri düzeltebileceğimi düşünürken bir şey çıkıyor ve bütün düzenim tepetaklak oluyordu. Düzenden kastım bir türlü susmayan düşüncelerimdi. Düşünmeyi bıraktığımda çok daha mutlu olacağımı biliyordum ama bu lanet beyin beni bir türlü rahat bırakmıyordu; her zaman her olayda mutlaka araya düşünebileceğim yeni şeyler sıkıştırıyordu. Bir gün bu kafayı duvarlara vura vura kırmazsam iyiydi. 

Bugün benim için güzel başlayan bir gündü ve öyle de biteceğini ummuştum. İstediğim işi almıştım ve bununla ilgili olarak beklediğim tek şey bu güzel haberi aileme vermemdi fakat gelin görün ki olaylar tam aksi yöne, hatta çok alakasız bir yöne dönmüştü. Şu an evimde olmak yerine kucağımda bir çocukla yolun ortasında öylece dikiliyordum. Ah, bu bir kâbus olmalıydı!

Duyduklarımı ve gördüklerimi hazmedebilmem sanırım benden epey bir zaman çalacaktı. Az önce burada ne yaşandığını bütün detaylarıyla öğrenemezsem eğer kafamdaki soru işaretleri aylarca orada kalırdı, hatta sadece orada kalmakla yetinmeyip bir de katlanarak artardı. Anlamıyordum. Nasıl olurdu da Mert böyle bir şeyle suçlanabilirdi? Onu rahat rahat suçlayabildiklerine göre ellerinde deliller olmalıydı ve bu konuya dair en ufak bir delilin olması demek Mert'in gerçekten de bir suçlu olması demekti. Aklım almıyordu bunu. Mert adam öldürmüş olamazdı. Evet ondan birçok şey beklenebilirdi ama birini öldürmesi... Düşüncelerim bile bu noktada tıkanıp kalıyordu. Bunu hayal dahi edemiyordum.

"Şşş..." Diyerek çocuğu, sanki bebekmiş gibi yavaş hareketlerle salladım. "Ağlama ama Yusuf, lütfen..." Ağlamayı kesmesi için neredeyse yalvaracaktım çünkü o kadar içli ağlıyordu ki yüreğim parça parça oluyordu. Belki de şu an yanında en çok istediği kişi annesiydi, bilemiyordum. Annesiz ve babasız büyüyen bir çocuk olarak onu hiçbir zaman anlayamayacaktım ama hiç değilse şu an bu acısını onunla paylaşabilirdim.

Nereye gideceğimi, onu nereye götüreceğimi kestiremeyerek etrafıma bakındım. Neşesini biraz olsun yerine getirebilmek adına onu parka götürebilirdim ve sanırım şu an için bu en iyi seçenekti. Hem belki de dayısı o süre içerisinde gelirdi. Ah, umarım gelirdi! Gelmeyeceği ihtimalini düşünmek bile istemiyordum. Onun arkasından bu kadar ağlayan bir çocuk onun gelmeyeceğini düşünürse kim bilir nasıl mahvolurdu.

Yavaş yavaş Biber'e doğru ilerlemeye başladığımda, "Seni parka götürüyorum." dedim gülümsemeye çalışarak. "Sever misin parkı?"

Bu soruma karşılık, "İstemiyorum." diyerek bana daha sıkı sarıldı.

"Ama neden? Hem seni salıncakta sallarım, olmaz mı?" Başını iki yana salladı, ben de o iki yana salladığı başına kocaman bir öpücük armağan ettim. "Küserim bak..."

"İstemiyorum, istemiyorum, istemiyorum!.." İçini çekti ve hemen sonra devam etti. "Ben dayımı istiyorum!" Ah Mert, ah Mert! Acaba bu kez başın ne tür bir belada?

Eğer şu çocuk olmasaydı belki de bu olayı yeterince umursuyor olmazdım. Kollarımda salya sümük ağlarken ısrarla onun adını söylüyordu. Belki de onu babası yerine koymuştu, bilemiyordum. Zaten çevresinde görüp görebileceği tek baba figürü de Mert'ti. Çocuk bunu yapmakta haklı bile olabilirdi ve bu düşünceyle birlikte yüreğimin sarsıldığını hissettim. Bazı insanların yokluğuna karşı içinde açılan o boşluğu bir başka insanlarla doldurmaya çalışmanın nasıl bir his olduğunu tahmin edebiliyordum. Küçücük bir çocuğun bütün bunları yaşamaya hakkı yoktu.

MUKADDERATTempat cerita menjadi hidup. Temukan sekarang